BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DIŞİŞLERİ BAKANI ABDULLAH GÜL
"Ne takiyyesiymiş! Ne yapacağız yani? Hayat tarzımızı mı değiştireceğiz?
Yazı dizimize Abdullah Gül röportajıyla başlıyoruz. Gül, FP Kongresi’nde yenilikçi kanadın adayı olarak gösrediği başarıyla, daha sonradan AKP adını alacak hareketin ikinci ismi olduğunu kanıtlamıştı. Gül’ün dindarlıkla ilgili sözleri bir bakıma değişimlerinin sınırlarını belirliyor. İslam dünyasına yönelik düşünceleri de AKP’nin ufkunun sadece AB ve Batı ile sınırlı olmadığını gösteriyor:
İki yıl önce AKP’yi kurarken belirlediğiniz hedeflere ne ölçüde ulaştınız?
Gül: Çok büyük bir başarı olduğuna inanıyorum. Düşünün iki sene önce neler konuşulup tartışılıyordu ülkede. Ne kadar büyük bir farklılık, değişim var. Değişiklik kişilerde, geleceğe yönelik beklentilerde. Bütün bunları AK Parti yaptı. AK Parti’nin kuruluşunu tereyağından kıl çeker gibi gerçekleştirdik. Genellikle bu tür geçişlerde kavga, döğüş olur, insanların birbirlerine bakamayacağı durumlar oluşur. Parti kurulduktan sonra geçen iki seneye baktığınızda siyasetine kirine, çamuruna hiç bulaşmadığımızı, gayet dikkatli bir şekilde, tereyağından kıl çeker gibi bugüne geldiğimizi göreceksiniz.
En büyük başarınız ne oldu?
Gül: Türkiye’nin ufku değişti. İstikametini kaybetmiş, üzerinde karanlık bulutların dolaştığı, halkının karamsarlığa itildiği, alabora olan, yarının ne olacağından kuşku duyan, bir haftayı, on günü planlayamayan Türkiye, bugün AB ile müzakerelere başlayacağına inanıyor, büyük bir güvenle kapıyı zorluyor. İşte Türkiye’nin geldiği bu noktayı başlık olarak yazın, altına da herşeyi sıralayabilirsiniz. Müthiş bir siyasi ve ekonomik istikrar söz konusu.
Nasıl becerdiniz bunu? Siz ve bazı arkadaşlarınız Refahyol hükümetinde bakandı. Değişen ne?
Gül: Konseptler, mantaliteler ve de gayet tabii kendimiz. Gayet gerçekçi olduk. Hayalci değiliz, çok gerçekçiyiz. İkincisi, çok rasyonel olduk. Rasyonel hareket etmek çok önemlidir. Üçüncüsü de çok şeffaf olduk. Düşüncelerimizi tartıştık. İnsanlar şimdi görüyor ama biz daha partimizi kurmadan başladık tartışmaya. Herşeyimiz çok açık olduğu için halkımız iki yıl sonra Türkiye’yi nereye götürebileceğimizi öngörebilir. Hatta on sene sonrasını bile görebilir. Bundan daha büyük şeffaflık olur mu? Yaptığımız herşeyi de inanarak yapıyoruz. Bundan daha büyük bir güç olur mu? Diğer taraftan gayet sadeyiz. Elitist, halktan kopuk kişiler değiliz. Gerçekten halkın içinden çıkmış, mevki-makamlara gelmesine rağmen hayat tarzını değiştirmemiş, halktan kopmamış, duyguları, özlemleri, içleri değişmemiş insanlarız. Dolayısıyla Türkiye’de gerçekten büyük bir devrim olmuştur. “Anadolu devrimi” sözü doğrudur. Demokrasi de budur. Yaptıklarımızla kötü siyasi alışkanlıkları yıktık. Bize hiç oy vermeyen, vermeyi düşünmeyen, asla vermeyecek olan insanlar da gayet dürüst bir şekilde başarılarımızı destekliyor, ümit olarak görüyorlar bizi.
Hâlâ takiyye yaptığınızı düşünenler var...
Gül: Ne takiyyesiymiş! Ne yapacağız yani? Hayat tarzımızı mı değiştireceğiz? Çoluğumuzu, çocuğumuzu, hanımımızı... Ne, ne, ne? Bu tür söylentilerin artık iyiniyetli olduğunu düşünmüyorum. Saplantıları olan, kendileri ekstrem, marjinal duruma düşmüş insanların görüşleri olarak görüyorum. Kimliğimizi saklamıyoruz ki! Hayat tarzımız ortada hepimizin. Başbakan’ın sakladığı herhangi bir şey var mı? Çoluğu, çocuğu, eşiyle ortada. Ne istiyorsa açıkça söylüyor, konuşuyor. Biz de öyle. Ne takiyyesiymiş! Bazıları hala Türkiye’deki modernleşmeyi anlayamıyor. Türk muhafazakarlığının nasıl modernleştiğini anlayamıyor, yıllar öncesine takılmış kalmış.
AKP’nin başarısı cunhuriyetin bir sonucu denebilir mi?
Gül: Şu anda hem geleneklerine bağlı, yerli, hem de modernleşmiş bir Türkiye var. Cumhuriyet de buna uyuyor. Atatürk “muassır medeniyetler seviyesi” hedefini gösterirken, dilini, dinini reddeden, coğrafyasıyla bağını tamamen koparmış bir ülkenin bunu başaramayacağını çok iyi biliyordu. Bugün gerçekten de bir başarı var. AK Parti’nin misyonu Türkiye dışında da çok önemlidir. Belki de ilk kez bir siyasi hareket ulusal çerçevesinin dışında, bu kadar önem arz etmektedir.
İslam dünyasını mı kastediyorsunuz? Akıllara Tahran’daki konuşmanız geliyor...
Gül: AK Parti, yani bizlerin, bütün İslam dünyasındaki, özellikle de yakın müslüman ülkelerdeki gençler ve entelektüeller üzerinde çok büyük etkimiz var. Mısır, Suriye gibi ülkelerde buna yakınen tanık oldum. Hem müslüman, hem dindar, hem demokrat, hem modern olunabileceğini gösteriyoruz. Bu yaptığımız da İslam dünyasına en büyük hediyedir. Bizim partimizin iktidar olduğu bir Türkiye’de bunların konuşulması önemlidir. Tahran’daki konuşmamı başka bir partimize mensup bir dışişleri bakanımız da yapabilirdi, ama bu yansımayı yapmazdı. İkili görüşmelerimde, toplantılarda, siyasi konuların dışında bu türden entelektüel konuları da getiriyorum gündeme. Ondan dolayı büyük bir ilgi söz konusu oluyor. Misyonumuzun Türkiye ile sınırlı olmadığını görüyoruz. Gerek batı, gerek Doğu tarafından çok büyük ilgi ve takdirle izleniyoruz. Bakmayın bazı marjinal çevrelerin takılıp kaldığı yerlere. Onlar ne değişimin, ne dünyadaki hareketliliğin, ne de dünyadaki tartışmaların farkındalar. Kalıplaşmış şeyleri konuşup duruyrolar.
Partileşme sürecini tamamladınız mı?
Gül: Teşkilat dediğimiz şey çok canlı bir organizma. Bizim aklımızda otoriter, herşeyin zaptürapt altına alındığı bir parti anlayışı yok. Canlı, dinamik, kendi içinde tartışabilen, olgunlaşabilen, bir parti kimliği ve disiplini içinde farklı görüşleri rahatlıkla konuşabilen bir parti istiyoruz. Eski parti örneklerine benzemek istemiyoruz, onları reddediyoruz. Kendimizi reformist olarak ilan ettik. Kamuoyu bizi yenilikçi olarak gördü. Gördüğünüz gibi sadece kendimizi ve partimizi değil bütün Türkiye’yi yenileştiriyoruz. Bizden beklenmeyecek derecede köklü reformlar yapıyoruz. Meclis açıldıktan sonra göreceksiniz kamudaki reformları. Önem verilen konulara bakın. Klasik anlamda siyaset yapmıyoruz. Eğer bir parti kendi kendini yenileyebilirse uzun süre hizmet eder. Ama çıkmaz sokaklara girerse, çağa ayak uyduramazsa küçük hesaplar içine girer ve konjonktürel olur, geçer gider.
Buradan bir siyasi hareket çıkacak mı?
Gül: Siyasi hareket zaten, ama eski tarz ideolojik hareketlerin devri geçti. Biz evrensel anlamda siyasete bakıyoruz. Bir u borusu gibi Türkiye ile AB’yi birleştiren bir konsepti geliştiriyoruz. Dünya değişiyor, eski akımları çıkartmanın bir anlamı yok. Kimsenin başaramadığı bir şey yaptık. Müslüman bir toplumda kurulan Türkiye cumhuriyeti herkese örnek olmuştu. Bunca yıl sonra bir siyasi akım Türkiye’yi yine başka yerlere örnek bir ülke haline getiriyor. Çevre ülkeleri dolaşın da bize nasıl baktıklarını görün. Bize “gelin de buradan aday olun” diyorlar. Bunu cumhurbaşkanları da, başbakanlar da dedi bana. “Aday olsanız burada çok oy alır ve seçilirsiniz” diyorlar.
Sizdeki değişimi tabana yaymak zor olmuyor mu?
Gül: Bir işi ihlasla, samimiyetle, inanarak yaparsanız sorun olmaz. Kaldı ki, daha FP zamanında da söylerdim: Toplum, bizi destekleyenler bizim ilerimizde, bizden daha rasyonel aslında. Çünkü hayatla içiçeler, gerçeklerle burun burunalar. Liderlikse ayrı bir galakside yaşıyordu, gerçeklerle burun buruna değildi.
Sizlerin dindar olduğunuzu biliyoruz da nütün bu süreçte din, İslam nasıl bir işlev görüyor?
Gül: Muhafazakârlık bir değerler manzumesi anlamına geliyor. Dünyanın bütün her yerinde muhafazakarlıkta tarih, kültür ve din vardır. Müslüman bir toplum söz konusu olduğunda da aynıdır ve bütün bu değerlerin belli bir ağırlığı olacaktır. Dinle bağlantı nasıl olmalı derken ancak şu olabilir: din özgürlüğü. Avrupa standartlarında demokratik bir ülkede din özgürlüğü şarttır. “Bütün özgürlükler olsun ama din özgürlüğü olmasın, onu yoksayalım” diyemezsiniz. Ben kendi açımdan inanan bir müslüman olmaya gayret ederim. Kimin ne kadar dindar olduğu nisbi bir koudur. Bugün varım, yarın yoğum; inanç böyle bir şeydir. İnancın gösterişi filan olmaz. Din istismarı denen yaklaşımlar da artık bitti, tükendi. Dolayısıyla bizim talebimiz sadece evrensel anlamda din özgürlüğüdür.
Devletin farklı kurumlarıyla aranızda çatışma olması beklendi. Bugüne kadar nasıl geçti ilişkiler?
Gül: Konuşuyoruz, tartışıyoruz; herşey açık ve seçik. Çeşitli kurumlar var, oturulur, konuşulur. Nihayetinde bu siyasi iradeyle alakalı. Rasyonel olursanız, açık şeffaf olursanız, vatansever olursanız bir sorun olmaz. En önemli sorun gizliliktir: gizli planlar, düşünceler olmasıdır. İkinci sorun da, siz ne yaptığınızı bilmezsiniz, beceriksiz olursunuz. Bu açıdan bakıldığında, arkadaşlarımızın hepsinin sonuna kadar dürüst olduklarını söyleyebilirim. Bence siyasette en büyük güç açıklıktan gelir ve ben siyasete girdiğim andan beri bu doğrultudan sapmamaya çalışıyorum. Tabii bu süre içinde hepimiz çok değiştik, çok şeyler öğrendik. Hepimiz birçok tecrübe kazandık. Kimi arkadaşlarımız hapislere girdi, çıktı. Kimimiz ülkenin en kritik dönemlerinde görevler üstlendik. Bütün bu olup bitenlerden en iyi şekilde faydalanmaya, ders çıkarmaya çalışıyoruz.
Toplumla bir güven sorunu kalmadı mı?
Gül: Bütün bu söylediklerim sonuçta güven kavramına oturuyor. Toplumla güven sorununu biz kendi açımızdan çözdük. Marjinal, ekstrem insanlar, 30-40 yıl öncesinde yaşayanlar bize güvenmiyorsa yapacak bir şeyimiz yok. Bizi eleştirecekler, biz de bunu saygıyla karşılayacağız.
Gül'ün İKÖ konuşması
Abdullah Gül, Tahran'da yapılan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) 30. Dönem Dışişleri Bakanları toplantısında özetle şunları söylemişti:
“Taze ve yeni bir vizyonla hareket etmeliyiz. Bu vizyon iyi yönetimin, saydamlığın ve hesap sorulabilirliğin hüküm süreceği, temel haklar ve özgürlüklerle kadın-erkek eşitliğinin üstün tutulacağı ve kaba, retorik ve sloganların yerinin olmayacağı bir vizyon olmalıdır. Kısacası önce kendi içişlerimize çekidüzen vermeliyiz.
Cehaleti, yolsuzluğu, insani, doğal ve maddi kaynakları heba etmeyi sona erdirmekle işe başlamamız gerekir. Şiddetin temelinde yatan nedenlere eğilmeliyiz. Herkes için daha yüksek yaşam standardı sağlamaya çalışmalı, gelir dağılımı adaletsizliği ve kent-kır arasındaki uçurumları azaltmalıyız.
Sistemlerimizi siyasal katılıma teşvik etmeliyiz. Bu hususta toplumlarımızda reform ve siyasi kapsayıcılık yönünde artan ölçüde bilinçlenme olduğunu ve bu yönde harekete geçildiğini görmekten memnuniyet duyuyoruz. Bu husus halkların yaşadıkları sistemlere sahip çıkma duygusunun gelişmesi içinanahtar olacaktır.”