Cemaat mi, hükümet mi?

10.12.2013 Vatan

Milliyet yazarı Kadri Gürsel, önceki gün “AKP-Cemaat savaşında neyi savunmalıyız?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. İlk olarak, bu yazının son iki cümlesini alıntılamak istiyorum: “Geçmişte askerle olan hesaplarını AKP ve Cemaat üzerinden görme hayaline kapılan sözde liberallerin Türkiye’de sivil bir baskı rejimi kurulmasına sağladıkları net katkı ortada... Şimdi de Cemaat ile olan hesaplarını AKP üzerinden görme hevesine kapılanların, rejimin daha da baskıcı bir karakter kazanmasına katkıda bulunacaklarını görmeleri gerekir.”
Gerçekten yerinde bir uyarı. Çünkü gerçekten Cemaat’ten intikamlarını hükümet üzerinden almak isteyen insanlar var ve onların da teşvikiyle hükümet daha baskıcı politikalara yönelebilir.
Fakat olayın, Kadri’nin (kendisi tam 41 yıllık arkadaşım olduğu için böyle hitap ediyorum) yazısında karşımıza çıkmayan bir başka boyutu da var: AKP ile, daha çok da Başbakan Erdoğan ile olan hesaplarını Cemaat üzerinden görme hevesine kapılanlar. Hatta bu kişilerin, ilk gruptakilere kıyasla sayıca daha fazla ve güç açısından daha etkili olduklarını gözlüyorum.

Cemaatin hışmı

Buradan başlıktaki soruya gelecek olursak: MİT krizinin hemen ardından hükümet ile Cemaat arasında “yeni tür iktidar savaşları” başladığını yazmamla birlikte sık sık bu soruyla karşılaştım. Birçok kişi, Hanefi Avcı, Ahmet Şık ve Nedim Şener’e düzenlenen komplolara alenen karşı çıktığım ve bu yüzden Cemaat’in hışmına uğradığım için, Kadri’nin yazısının sonundaki gruba dahil olduğumu sandı, hâlâ öyle düşünenler var, ama değilim. Çünkü ben Cemaat’e karşı demokrasiyi, hukuk devletini, temel hak ve özgürlükleri savundum, halbuki hükümetin yaptığı esas olarak bir iktidar mücadelesi.
Kuşkusuz Başbakan’ın dile getirdiği “milli iradenin üstünlüğü” ve her türlü vesayete karşı çıkma önemli. Bu bağlamda eğer devlet içerisinde seçilmişlere tabi olmayan ve kendi içlerinde ayrı hiyerarşisi bulunan yapılar varsa (ki olduğuna inanıyorum) bunların tasfiyesi zorunludur.

İki sorun alanı

Fakat burada karşımıza iki sorun alanı çıkıyor: Birincisi, iktidar partisinin, askeri vesayeti sonlandırmak veya buna benzer başka nedenlerle bu türden kadrolaşma/yapılaşmalara, bütün uyarılara rağmen göz yummuş olması. İkincisi de vesayet girişimlerini boşa çıkarmak uğruna demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlüklere aykırı uygulamalara gidilmesi ihtimali.
Hükümetin dershaneleri kapatma (kendi deyişleriyle dönüştürme) projesini buna örnek verebiliriz. Daha ilk günden bunun sadece bir dershane meselesi olmadığını, esas amacın Gülen cemaatinin gücünü sınırlamak olduğunu söyledik. Nitekim böyle olduğu da kısa süre içerisinde ortaya çıktı. Öyle ki dershane konusu konuşulmaz oldu.
Daha vahim bir durum basın özgürlüğü konusunda yaşanıyor. Taraf Gazetesi’nin yaptığı ve Fethullah Gülen başta olmak üzere Cemaat tarafından tamamen sahiplenen ve iktidar partisinin canını çok yaktığı belli olan yayınlar üzerine birkaç koldan yargı süreci başlatıldı.
Hükümetin gazetelere yayın yasağı getirmesi, bu haberleri yazıp çizenler (ki kendilerine gazeteci demeye dilim pek varmıyor) üzerine değişik türden baskı uygulaması durumunda olay hemen “devlet içindeki devletin tasfiyesi”nden çıkıp bambaşka alanlara savrulacak, hiç hak etmeyen kişi ve kurumlar kestirmeden “basın özgürlüğü kahramanı” payesine ulaşacaktır.

“Yesinler birbirlerini” değil

Sonuç olarak, daha yeni başlayan, daha doğrusu alenileşen ve kısa sürede şaşırtıcı şekilde şiddetlenen ve her geçen gün daha da sert geçeceği anlaşılan bu iktidar savaşının bir parçası olmamak bana doğru geliyor.
Buradan “yesinler birbirlerini” basitliğinde bir seyirciliği kesinlikle kastetmiyorum. Üçüncü şahıslar, Türkiye’nin kaderinin bu yeni tür iktidar savaşlarına endekslenmesini engellemek ve bu savaşların ülkeye olabildiğince az zarar vermesini sağlamak için ellerinden geleni yapmalılar.
Şöyle bir cümle isabetli olur mu emin değilim: Demokrat olduğu ölçüde hükümetin, sivil ve şeffaf olduğu ölçüde Cemaat’in yanında, ama şu konjonktürde ikisine de mesafeli...



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
16.03.2025 İmamoğlu’nun diploması silahı siyasi iktidarın elinde patlayabilir
16.03.2025 Kürtler’den çok Kürt milliyetçisi, Apo’dan çok Apocu olanlar var
14.03.2025 Haftaya Bakış (258): Erdoğan İmralı heyetiyle buluşacak | Suriye'de tarihi anlaşma | İmamoğlu'nun kampanyası
10.03.2025 Bir Mozaik Olarak Türkiye son bölüm: Bu topraklarda bir arada yaşamanın tarihi | Cemal Kafadar anlattı
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
07.03.2025 Haftaya Bakış (257): Yeni Çözüm Süreci | Gözler Kandil'de | İmamoğlu kampanyayı başlattı
06.03.2025 Esas amaç Erdoğan’ı yeniden seçtirmek mi?
06.03.2025 Bir mozaik olarak Türkiye (56): Prof. Ali Yaycıoğlu ile Türkiye’de Türkler
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı