Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-2: Yollarını 27 Nisan gecesi Yaşar Büyükanıt birleştirdi

18.02.2012 Vatan

27 Nisan olayı AKP hükümetine TSK ile doğrudan hesaplaşmayı daha uzun süre erteleyemeyeceğini açık bir şekilde gösterdi. Artık, bu konuda çok uzun bir süredir hazırlıklar yapmış olan Gülen hareketiyle iş ve güç birliğine gitmeleri kaçınılmazdı ve öyle oldu

28 Şubat süreci hem Milli Görüş, hem de Gülen hareketine çok ağır darbeler indirdi. Fakat bu darbelerin söz konusu hareketlerin kaderlerine farklı etkileri oldu. Şöyle ki, Milli Görüş bölündü: RP’den sonra Fazilet Partisi’nin de kapatılmasıyla, Recep Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği “yenilikçi” kanat ayrılıp AKP’yi kurdu. Gülen hareketiyse, tam tersine “ricat” (geri çekilme) halinde olmasına rağmen birlik ve beraberliğini daha da güçlendirdi.

Dünkü yazımızda sözünü ettiğimiz Erbakan-Gülen rekabeti bağlamında konuşacak olursak; 28 Şubat’ın kaybedeni Erbakan, kazananıysa Gülen oldu. Fakat Erbakan’ın kaybetmesi Milli Görüş’ün toptan kaybetmesi anlamına gelmiyor. Çünkü her ne kadar eski gömleklerini çıkardıklarını söyleseler de AKP’lilerin yıllardır ülkeyi tek başına yönetiyor olmaları 28 Şubatçıların hezimeti, Milli Görüş’ün de bir bakıma zaferidir.

Türkiye son beş yıldır, 28 Şubat’ta çile çekmiş olan bu iki kesimin (AKP ve Gülen hareketi) güçlerini birleştirip geçmişin hesabını sormalarına tanık oluyor. Tabii ki bu süreçte yalnız değiller. İçerde ve dışarda çok sayıda kişi, çevre, grup, cemaat... kimi zaman farklı, kimi zaman ortak saiklerle bu sürece dahil oldular. Sonuçta, ilk bakışta AKP hükümetiyle Gülen hareketinin bir ittifakı olarak görünen şey aslında çok daha geniş çaplı bir koalisyondur.

Ama öncelikle neden geç kalındığı, adına ister ittifak, ister koalisyon, ister işbirliği, ister başka bir şey deyin, sözünü ettiğimiz birlikteliği neden AKP iktidarının ilk yıllarında çıplak gözle gözlemediğimiz sorusunu sormamız gerekiyor. Benim bu soruya cevabım iki şıklı olacak: 1) Geçmişten gelen ve 28 Şubat’ta perçinlenen rekabet ve karşılıklı güven eksikliği; 2) Askerin ve kendilerinin gücünü tam olarak kestirememek.

Daha açık söylemek gerekirse, tıpkı içerde ve dışardaki birçok kişi gibi hem AKP, hem de Gülen cemaati de TSK’nın demokratik sürece müdahale edip etmeyeceğini; ederse başarılı olup olmayacağını kestiremiyordu. (Daha sonra ortaya çıkarılan darbe girişimleri de bu kaygıların hiç de boşuna olmadığını gösterdi.) Dolayısıyla söz konusu iki taraf da TSK’yı gereksiz yere ürkütüp tahrik etmemek için son derece dikkatli adımlar atıyordu. Ne var ki AKP hükümeti ile Gülen cemaati arasındaki ilişkilerin normalin altında bir düzeyde seyrediyor olması, her iki hareketin de ayrı ayrı güçlenmesine engel olmadı; hatta tam tersine güçlenmelerini kolaylaştırdığını da düşünebiliriz.

Sonuçta, 2007 Nisan ayının başında, yani bundan yaklaşık beş yıl önce, yine Vatan Gazetesi’nde yazmış olduğum gibi, Türkiye’de iktidar çekişmenin iki değil üç ana aktörü olduğu ortaya çıktı. Bu yeni durumu AKP hükümeti, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Fethullah Gülen cemaati üçgeni olarak tarif etmiştim.

MİT krizinin, bu üçgenin unsurlarından birinin, yani TSK’nın iyice devre dışı kalmış olmasının doğal ama yine de beklenmedik bir sonucu olduğu kanısındayım. Fakat şimdilik bu konuyu bir kenara bırakıp beş yıl öncesine ve o dönemin ana akötlerine dönelim.

1) AKP tabii ki Gülen cemaatine daha yakındı. Ancak onunla özdeşleşerek TSK ile fazladan sorun çıkarmak istemiyordu.

2) Gülen cemaati de AKP hükümetinin geleceği belirsiz olduğu için “partilerüstü” konumunu korumaya çalışıyor, kendi bağımsız gündemine uygun strateji ve taktikler geliştiriyordu.

3) TSK üst kademelerinin düşman algısında Gülen cemaati, AKP ve diğer İslami yapıları, hatta PKK’yı da sollayarak en üst sırada yer alıyordu. Kulislerde TSK’nın Gülen hareketine yönelik topyekûn bir harekat planladığı konuşuluyordu.

Ama sonunda ava giden avlandı. TSK Gülen cemaatini etkisizleştirecek herhangi bir güçlü hamle yapamadan, bu hareketin alabildiğine aktif bir şekilde yer aldığı bir süreçle iktidar mücadelesinde devre dışı kaldı, tasfiye edildi. Burada dönüm noktası Şemdinli Davası olabilirdi, fakat hükümet ürkek davranınca yaklaşık bir buçuk yıl, yani 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay Başkanlığı sitesine o meşhur muhtıranın konulmasını beklemek gerekecekti.

27 Nisan olayı AKP hükümetine TSK ile doğrudan hesaplaşmayı daha uzun süre erteleyemeyeceğini açık bir şekilde gösterdi. Artık, bu konuda çok uzun bir süredir hazırlıklar yapmış olan Gülen hareketiyle iş ve güçbirliğine gitmeleri kaçınılmazdı ve öyle oldu. Yani Erdoğan ile Gülen’in yollarını kesin bir şekilde yeniden birleştiren kişi dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’tan başkası değildi.

İş ve güçbirliği derken tarafların masa başında müzakereler yapmasını, protokoller imzalamasını kastetmiyorum. Zaten bu iki hareket doğalarının farklı olması, yani birinin siyasi bir parti, diğerinin toplumsal bir hareket olması nedeniyle bu türden bildik bir ittifak teknik olarak da mümkün değildi. Sonuçta ortaya çıkan “kendiliğinden ittifak”ta esas olarak Gülen hareketinin medya kuruluşlarıyla oralarda görev yapan bazı kişilerin bir tür kolaylaştırıcı işlevi görmüş olduklarını söyleyebiliriz.

Bu işbirliği ilk meyvesini 2007 genel seçimlerinde verdi. AKP’nin yüzde 47 gibi yüksek bir oy oranına ulaşmasında, yıllarca epey işlerine yaramış olan “partilerüstü” imajlarını açıkça riske atan Gülen hareketinin katkısı hayli yüksekti. Ama hareketin siyasi tarafını en bariz biçimde belli etmesi 12 Eylül referandumunda olmuştur. Referandumda elde edilen başarı da her iki tarafta da yaptıklarının doğru olduğu düşüncesini güçlendirdi.

Referandumdan kısa bir süre sonra yapılan genel seçimlerde AKP’nin yüzde 50’yi aşmasını, ülkede askeri vesayetin ölüm ilanı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Ne var ki bu büyük seçim zaferinden kısa bir süre sonra yeni iktidar bloğunun iki ana bileşeni, AKP ile Gülen hareketi arasında sorunlar çıktığı söylentileri ortalığı kapladı. Taraflar daha bunları yalanlamaya fırsat bulamadan MİT krizinin patlak vermesiyle iddialar yepyeni boyutlar kazandı. 

Bunları yarınki bölümde ele alalım.

Erbakan-Gülen buluşması

Yazı dizimizin ilk bölümünde “Gülen Erbakan ile hiç biraraya gelmedi” diye yazmıştık, ancak bir okurumuz ikilinin 21 Nisan 1996 günü, yani Erbakan’ın başbakan olmasından birkaç ay önce Özel Samanyolu Liseleri tarafından düzenlenen 1. Ulusal Matematik Olimpiyatı ödül töreninde bir araya geldiklerini hatırlattı. Ankara’da Yükseliş Koleji Spor Salonu’nda gerçekleştirilen törende Erbakan, “Fethullah Gülen Hocama teşekkür ediyorum. Sadece Türkiye’de değil, Müslüman Türk devletlerinin evlatlarının da inançlı yetişmesi konusunda büyük çaba sarf ediyor. Bu toplantıyı düzenleyenlerden Allah razı olsun” diye konuşmuş. Düzeltir, özür dilerim. (İlgililer şu bağlantıdan detayları öğrenebilir: http://tr.fgulen.com/content/view/46/11/)
.......................
Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-1: Kökleri derinlerde olan bir rekabet...
Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-3: 'Yeni tür iktidar savaşları'nın ilk çarpıcı örneği
Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-4: Üçüncü şahıslar heyecanlanmasın krizin geleceğini iki taraf belirler
Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-5: Gülen bu stratejik hatayı telafi edebilir



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

YAZI DİZİSİ
1 Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-1: Kökleri derinlerde olan bir rekabet... 17.02.2012
2 Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-2: Yollarını 27 Nisan gecesi Yaşar Büyükanıt birleştirdi 18.02.2012
3 Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-3: 'Yeni tür iktidar savaşları'nın ilk çarpıcı örneği 19.02.2012
4 Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-4: Üçüncü şahıslar heyecanlanmasın krizin geleceğini iki taraf belirler 20.02.2012
5 Erdoğan-Gülen ilişkisi dün bugün yarın-5: Gülen bu stratejik hatayı telafi edebilir 21.02.2012

Son makaleler (10)
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı