Öcalan medyanın dilinden rahatsız olmakta haklı mı?

13.10.2025 medyascope.tv

13 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve iyi sabahlar. Geçen hafta Pervin Buldan Medya Haber TV’ye konuştu, ki Pervin Buldan çok medyaya konuşan birisi değildir. Medya Haber TV yurt dışında yayın yapan bir televizyon kanalı. Kürt hareketiyle yakın ilişki içerisinde olan bir televizyon kanalı. Pervin Buldan da İmralı Heyeti’nde başından itibaren yer alan, bir ara HDP’nin eş genel başkanıydı, şu anda da Meclis Başkanvekili ve DEM Parti Milletvekili. O konuşmada çok hususu anlattı. İmralı görüşmeleri hakkında bahsetti. Süreçle ilgili şeyler söyledi. Fakat en çok dikkat çeken ve eleştiri alan bölüm medyayla ilgiliydi. Daha doğrusu Öcalan’ın medyadan duyduğu rahatsızlık, medyanın dilinden duyduğu rahatsızlık. Şöyle demişti yayında: ‘‘Öcalan medyanın dilinden çok rahatsız. Ciddi eleştirileri var. Medyada bazı yorumcuların, bazı habercilerin, bazı kanalların sürecin aleyhine yorumlar yapması bizim çözeceğimiz bir sorun değil. Bu da iktidarın meselesi. Çünkü bugün medya da AKP’nin elinde yargı da AKP’nin elinde. Bu tür meseleleri ortadan kaldırmak iktidarın görevi.’’
Şimdi bu söylediklerini, ‘‘Medya AKP’nin elinde’’ deyip bitirseydi yine sorun olurdu ama bu kadar büyük sorun olmazdı. ‘‘Yargı da AKP’nin elinde’’ dedikten sonra, ‘‘bunu çözmek onların sorumluluğunda’’ deyince işin içerisine o hoşlanılmayan sözleri, dili sona erdirmek için yargının devreye girmesini istediği sonucu da pekâlâ çıkabilir. Nitekim o yapılan yayından bu kısım çok ciddi bir şekilde gündeme getirildi ve eleştirildi. Ve bu eleştiriler bence haklı. Birazdan onu konuşacağız. Ama tabii ki en çok sürece başından itibaren karşı olan, bunu istemeyen ya da bundan bir şey kazanmayacağını, daha fazla kaybedeceğini düşünen çevreler tarafından kullanıldı, açıkça kullanıldı ve Pervin Buldan da onlara böyle bir malzeme sunmuş oldu.
Şimdi, Öcalan’ın medyadan rahatsız olduğu şaşırtıcı bir şey değil. Benim gibi bu süreci ve bu süreç boyunca Öcalan’la yapılan görüşmelerin notlarının sızmış hallerini takip edenler bunu daha önce de görmüştü ve özellikle muhalefette gözüken birtakım yayın organlarından şikayetçi olduğunu daha önce görmüştük. Sözcü gazetesi ve televizyonu, Halk TV ve NOW TV’nin adının zikredildiğini bazı görüşmelerde biliyoruz. Bundan da rahatsız olduğunu biliyoruz. Tabii burada şöyle bir şey çıkıyor; Öcalan bütün bu süreçte İmralı’da bu medyayı da takip ediyor, ki bundan rahatsız. Bir de onun biliyorsunuz sekretaryası var orada, başka PKK’lı mahkumlardan. Bazılarını onlar takip edip kendisine rapor ediyor da olabilir, ama bir rahatsızlık olduğu muhakkak. Rahatsızlığın neden olduğu da açık; çünkü bu mecralarda, Halk TV biraz daha farklı olabilir, ama diğerleri, özellikle Sözcü gazetesi ve televizyonu başından itibaren bu konuya çok eleştirel bir şekilde yaklaşıyor ve bu da Öcalan’ı memnun etmeyebilir. Çok anlaşılır bir şey.
Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus şu; iktidar yanlısı medyaya yönelik Öcalan’ın yaptığı görüşmelerde ben pek bir şey görmedim. Çok umursamıyor anladığım kadarıyla. Zaten iktidar yanlısı medyanın kamuoyu oluşturma gibi bir şeyi çok fazla yok. Şöyle düşünülüyor: ‘‘İktidar zaten bunun bir parçası, bu sürecin bir parçası. Erdoğan ve Bahçeli bunu istiyorsa zaten onlar kendi kamuoylarına bunu anlatır’’ diye düşünülüyor. Bir yere kadar doğru ama bir yerden sonra çok da doğru değil. Normalde şu anda bu sürecin en büyük eksikliklerinden birisi, iktidar yanlısı, iktidar kontrolündeki medyanın bu sürece destek verme konusunda seferber olmaması. Bunun da nedeni kesinlikle Erdoğan’ın böyle bir talimatı, böyle bir perspektifi sunmaması. Sonra sunar mı, onu bilemiyorum. Ama şu aşamaya kadar baktığımız zaman öyle çok büyük bir hareketlilik, buralarda destek görmüyoruz. Büyük bir tereddüt var. Bu tereddüdün nedeni de aslında Erdoğan’ın süreçle ilgili tereddüdü.
Esas buradaki mesele, muhalif bilinen medyanın durumu. Çünkü, Öcalan da çok iyi biliyor ki şu anda Türkiye’nin çoğu, yani yarıdan fazlası diyelim, iktidara destek vermiyor. Kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor. Son yerel seçim de bunu gösterdi. 19 Mart’a rağmen böyle, hatta 19 Mart’tan sonra çok daha fazla böyle. Ve şu anda Türkiye’nin birinci partisi olarak yine kamuoyu araştırmalarında CHP gözüküyor. Ve bu kesimin Kürt hareketiyle, özellikle son seçimlerde görüyoruz, bir yakınlığı da var. Yani en son 2023’te Kılıçdaroğlu’nu desteklemişlerdi. 2019’da, özellikle ikinci turda İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu, 2024 seçimlerinde de birçok yerde CHP ile kent uzlaşısı yapmışlardı. Dolayısıyla burası çok daha önemli ve burada muhalif bilinen medyanın kamuoyu oluşturma konusunda çok daha fazla bir avantajı var. Oralardaki tartışmalar, oralardaki haberler iktidar medyasındaki haber ve tartışmalardan daha efektif oluyor ve ondan rahatsız oluyorlar.
Bu rahatsız olmaları eyvallah, ama tekrar Pervin Buldan’ın söylediklerine gelecek olursak, bunlara iktidarın yapabileceği çok fazla bir şey yok. Biliyoruz ki zaten bu medyayı, özellikle televizyon kanallarını RTÜK eliyle terbiye etmeye, belli bir sınıra çekmeye çalışıyorlar. Ama düne kadar Öcalan propagandası yaptığı için yargılanan — mesela Merdan Yanardağ’ın başına gelmişti Tele1’de — birtakım medya kuruluşları da oldu. Şimdi Öcalan aleyhine konuşmak ya da süreç aleyhine konuşmaktan dolayı yargı süreci işletmek hiç akıl kârı değil. Yani nasıl olacak? Bir de asla kabul edilebilecek bir şey değil. Tekrar başta söylediğime geleyim, yani yargıyı telaffuz etmeden bu cümle kurulsaydı belli bir yere kadar tartışılabilirdi. Bir diğer husus da tabii ki şu, Erdoğan bu muhalif bilinen yayın organlarına kendi istediği gibi şeyleri söyletmekte zaten zorlanıyor. Bazı biliyoruz muhalif görünümlü olup da aslında iktidarın güdümünde olan birtakım gazeteler ya da televizyon kanalları filan var. Ama burada kastedilenler tam öyle değil.
Peki, bir de işin başka bir yönüne gelelim. Böyle bir şeyden şikayet etmeye, ‘‘şikayet etmeye’’ diyorum bakın; bir diğeri iktidara şikayet etmek, bir de genel bir şikayete hakları var mı, bence hiç yok. Çünkü siz basını, medyayı bilgilendirmezseniz, onlara bu konuda yardımcı olmazsanız onların yazıp çizdiklerinden şikayet etmeye de hiç hakkınız yok. Bir yılı aşkın süredir yaşanan bu sürece başından beri pozitif yaklaşan ve bu konuda birçok konuda yayın yapan, birçok haber yapan bir kurumun başında ve onun aynı zamanda yorumcusu olarak biliyorum ki ne devlet ne de Kürt hareketi bu konuda, bu süreç hakkında bize sağlıklı bir bilgi vermiyor. Verme ihtiyacı bile hissetmiyorlar, açık söyleyeyim. Yani, ‘‘Bu gidiyor, biz bu işi yapıyoruz. Bir şey bilmeseniz de olur’’ yaklaşımı egemen. Bu çok net. Bunu bizzat yaşayarak biliyorum. Sizin, hiçbir şekilde bilgilendirmediğiniz insanların yaptıklarından, ettiklerinden şikayet etmeye bir kere hakkınız olamaz. Onu özellikle vurgulamak lazım. Bilgilendirmedikleri gibi bir de bir şekilde farklı kaynaklardan edindiğimiz birtakım bilgileri de dile getirmemize şüpheyle bakıyorlar diyelim. Yani bazı yaptıklarınız iyi oluyor ama bazı yaptıklarınız ‘‘o sürece zarar verir’’ diyerek böyle bir alarm zilleri çalıyorlar.
Bu sürecin bence en büyük eksiği bu. ‘‘En büyük eksikliklerinden birisi’’ diyeceğim ama bence, bir gazeteci olarak en büyük eksiğinin bu olduğunu kesinlikle biliyorum, yaşadıklarımdan biliyorum. Siz bunu topluma anlatmadan, sürecin toplumsallaşmasına çalışmadan, sadece devletin birtakım kurumları ve kişileriyle, örgütün, hareketin birtakım kurumları ve kişileri arasındaki müzakerelerle bu işi yapamazsınız. Tabii ki birtakım şeylerin gizli, saklı vesaire olması gerekiyor. Bunlara eyvallah. Ama her türlü şeyi bir sınıra sokmaya çalışmak, medyanın dilinden rahatsız olmak... Tamam, medyanın dilinden rahatsız olursunuz, hepimiz rahatsızız; ama bu rahatsızlığımız bir ‘‘devlet olaya el koysun’’ rahatsızlığı hiçbir zaman değil. Herkes bir şeylerden rahatsız. Herkes karşı tarafın, medya organının kendisi gibi düşünmesini, kendisi gibi konuşmasını istiyor. Böyle bir olayda bu rahatsızlık anlaşılır bir şey değil. Hele söz konusu olan Öcalan ise. Yani Öcalan’ın bunca yıl bu toplumdaki imajının ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Kendisini sevenler olduğu muhakkak. Kendisini lider olarak görenler olduğu muhakkak. Ama bu Türkiye Cumhuriyeti’nin, yani bu Türkiye’nin yüzde kaçına tekabül ediyor? Dolayısıyla Öcalan’a yani şöyle bir şey demek, hani ‘‘Öcalan varsa çok da şüphelenmeyin’’ demek diye bir şey olamaz. Aynı şekilde, ‘‘Bahçeli varsa şüphelenmeyin’’ ya da ‘‘Erdoğan varsa şüphelenmeyin’’ diye bir şey olamaz. Zaten insanların önemli bir kısmı Cumhur İttifakı’na artık mesafeli, bunu eleştiriyor, muhalif. Öcalan konusunda da böyle, yıllardır birçok insan böyle.
Mesela, hep orada aynı husus geliyor, Selahattin Demirtaş’ın bambaşka bir imajı var ülke çapında; ama Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğü sürekli bir şekilde engelleniyor. Selahattin Demirtaş çıksa, defalarca söyledim, mesela o medyalara, medya kuruluşlarına konuk olsa süreçle ilgili bambaşka şeyler olacak. Ama hem bunu yapmayıp, ondan sonra da hem medyaya bir şey söylemeyip ya da gazetecilerin kendi imkanlarıyla yapmaya çalıştığı birtakım haberleri, şunları bunları engellemeye ya da değiştirmeye çalışıp, ondan sonra da medyanın dilinden şikayetçi olmak hiçbir şekilde doğru değil. Doğru olmadığı gibi hiçbir şekilde de sürecin lehine değil. Tabii ki eleştirenler, siz ne söyleseniz buna karşı çıkanlar, şunlar bunlar muhakkak olacaktır ama şu süreçte, ‘‘Bakın, çok önemli bir iş yapıyoruz. Tarihi bir iş yapıyoruz. Türkiye’nin bilmem ne kadar yıllık sorununu çözüyoruz. Onun için bize dokunmayın’’ yaklaşımı 21. yüzyılda olabilecek bir şey değil. Herkes soru sorma, şüphe etme hakkına sahiptir. Bunu olabildiğince kullanma hakkına sahiptir. Eğer siz insanların daha sorumlu olmalarını, daha sorumlu hareket etmelerini istiyorsanız, o insanları birilerine şikayet ederek değil; o insanların doğrudan kendilerine bunu söylemeniz, onlarla tartışmanız gerekir. Yoksa birtakım medya kuruluşlarını Erdoğan’a şikayet etmeyle falan varılacak hiçbir yer yok. Bu, çok talihsiz bir çıkış. Ama bu çıkışın bir zemini olduğunu ben açıkçası görüyorum. Umarım bir an önce bundan dönerler. Bakın, dün Mehmet Uçum bile kalktı, ‘‘Böyle şeyler yapmayalım’’ minvalinde cümleler kurdu. ‘‘Şikayet etmeyelim medyadan filan, bu yanlış anlaşılır’’ dedi. Yani bu Türkiye’deki otoriterliğin, otoriter sistemin fikir babalarından birisi diyelim. O bile, ‘‘Bu kadarı fazla’’ diyor. Yani hakikaten bu kadarı fazla. Medyayı bilgilendirin. Gelişmeleri anlatın. Tabii ki bütün detayları anlatmak zorunda değilsiniz. Ama, ‘‘Bize güvenin, gerisini merak etmeyin’’ deme hakkına hiç kimse sahip değil. Evet, burada noktayı koyalım. Bu çok kritik bir konu. Bunun daha sıklıkla karşımıza çıkacağını söylemek istiyorum.
Şimdi bugünün ithafı... Geçenlerde Neriman Köksal’dı. Bugün de Hulusi Kentmen. Şu bıyıklar tek başına yeterli. Hayatımıza bayağı damga vurmuş, en azından bizim kuşağın hayatına damga vurmuş, karakter oyuncusu denince ilk akla gelen isimlerden birisi. Bir Balkan göçmeni, askerlik yapmış. Asker dediğim astsubaylık yapmış. Sonra tiyatro ve sinemaya geçmiş. Ben onun kötü olduğunu hiç hatırlamıyorum, hiçbir filmde. Baktım, 500’e yakın ya da 500’ü aşkın filmde, dizide oynamış. Her birinde hep iyi insandı. Şimdi arada böyle polis falan olduğu, komiser olduğu var ama genellikle de bilirsiniz, zengin ama iyi fabrikatördür. Sinemanın kahrını çekenlerden birisi. Hep duyunca, görünce insanın suratına gülümseme gelen birisi. 1993 yılında 82 yaşında hayatını kaybetmiş Hulusi Kentmen. Tabii ki sinema deyince ilk akla gelenler, oyuncular kadın ve erkek oluyor. Bazen yönetmenler oluyor. Ama sinemanın taşınmasında, tiyatroda da böyle ama esas sinemada bu tür yan rollerde oynayanların yeri apayrı. Hulusi Kentmen'i zaten gördüğümüz filmde her zaman oraya rahatlıkla, hani vardır ya, ona bahiste oynayabilirsiniz, iyi adam olacağını. İyi adamdır. Temiz kalplidir ve zenginliğine rağmen Türkiye'de sınıf mücadelesini yok etmek için görevlendirilmiş bir oyuncu gibiydi. Kendisini rahmet ve sevgiyle anıyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
16.10.2025 İktidarın hedefinde LGBTİ+ var
15.10.2025 Bahçeli’den bu sefer de Alevi açılımı
14.10.2025 Öcalan’dan Demirtaş’a değil, Demirtaş’tan Öcalan’a mektup gitti
13.10.2025 Öcalan medyanın dilinden rahatsız olmakta haklı mı?
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
11.10.2025 Demirtaş Öcalan yüzünden mi tahliye olamıyor?
10.10.2025 TSK Şam’la birlikte YPG’yi vuracak mı? SDG Öcalan’a ”Hayır” mı dedi?
10.10.2025 Ünlü olma suçu
10.10.2025 Haftaya Bakış (287): Ünlülere uyuşturucu gözaltısı, Demirtaş tahliye olmadı, Gazze ve iç politika
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı