MHP GERÇEĞİ (2) Türkeş: “Ben Değişmedim”

04.10.1995 Milliyet

Ruşen Çakır – Kemal Can
 
MHP liderinden “yeni imajına” yorum
Türkeş: “Ben Değişmedim”

 
Ülkücü harekete yakın dönemde katılanlarla görüştüğümüzde yönelimlerinde şu hususların ön plana çıktığını gözlemliyoruz: Milliyetçiliğin tüm dünyada “yükselen değer” haline gelmesi, Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanması, Türkiye’nin uluslararası prestijinin azalması, merkez sağ partilerin bunalımı...
Eski ya da yeni tüm ülkücüler, "Başbuğ” Alparslan Türkeş’in, son dönemdeki yükselişin bir numaralı aktörü olduğunda birleşiyorlar. "Geleceği 50 yıl önceden gördüğünü” söyledikleri Başbuğlarını, Türkiye’nin “en tecrübeli lideri” ve “tam bir devlet adamı” olarak niteliyorlar. Ülkücüler, Kürt sorunun tırmanışının da MHP’ye yönelmelerinde etkili olduğunu kabul etmekle birlikte bunu ön plana çıkarmamaya özen gösteriyorlar.
Bununla birlikte ülkücüler, toplumda Türkeş sempatisinin nasıl arttığını açıklarken bazen bir fire veriyorlar; Manisa Turgutlu'nun MHP’li Belediye Başkanı Yasin Hoşbilgin, Türkeş’in DEP’li Orhan Doğan’la tartıştığı televizyon programının MHP’ye epey prim yaptırdığını söylüyor ve “Bu program bir eşik oldu" diyor.
 
“KEFİLİMİZ GEÇMİŞİMİZ”
MHP Genel Merkezi’ndeki odasında görüştüğümüz Türkeş’e "başarılarının sırrını” sorduğumuzda oldukça şaşırıyoruz. Çünkü tabanın aksine "PKK terörü”nü birinci neden olarak göstermekten kaçınmıyor, ancak "MHP, Doğu’dan gelen cenazelerle besleniyor” sözlerine çok kızıyor. Ona göre, 15 yıldır bu sorunu çözemeyen hükümetlerden bunalan halk, “Biz bunu çözeriz, en fazla bir yıl içinde bu terörü söndürürüz Bunun altı ayı hazırlık, altı ayı icraattır” diyen MHP’ye “kulak veriyor”.
MHP lideri, güçlenmelerinin ikinci önemli nedeni olarak halkın “temiz toplum” arayışını gösteriyor: “Biz sosyal adaletçiyiz, fukaraya sahip çıkıyoruz. Memleketin ekonomisini düzeltmeye talibiz. Ve halka temiz yönetim taahhüt ediyoruz.
Halk, yolsuzluklardan arınmış, adalete dayanan bir yönetim istiyor. Biz bunu, geçmişimizi kefil göstererek taahhüt ediyoruz. 1975-78 arası koalisyon ortağıydık. Sağlık, Ticaret, Gümrük ve Tekel bakanlıkları bizdeydi. Üç-dört ay içinde kaçakçılığı, rüşveti durdurduk.”
Türkeş "geçmişimiz bize kefil” derken, örneğin MHP’li bir ilçe yöneticisi “Türkiye toplumunun hafızasızlığı”ndan geniş ölçüde yararlandıklarını itiraf etmek zorunda kalıyor: “Eskiden ‘Menderes’i Türkeş astırdı’ iddiaları önümüzü keser, birçok yerde oy alamazdık. Şimdiki gençler ne bu olayı, ne de Menderes’i hatırlıyor.”
 
"SAĞLIĞIM YERİNDE"
Artık MHP toplantılarında "Başbuğ Türkeş “in hemen ardından "Başbakan Türkeş" sloganı atılıyor. Ülkücüler “tek başına iktidara yürüyoruz” diyorlar, MHP lideri de “İnşallah” diyerek bu temenniye katılıyor.
MHP’nin ilk seçimlerde birinci parti olarak çıkması hayli zor olmakla birlikte koalisyon ortağı olma ihtimali yüksek. Türkeş’in adı cumhurbaşkanlığı ve TBMM başkanlığı için de geçiyor. Kendisine, gönlünde yatanın ne olduğunu sorduğumuzda şu karşılığı alıyoruz:
“Memleket ve milletime hizmet için her şeyi yaparım, yüksünmem; kibrim yoktur. Başbakan yardımcılığı zaten yaptım. Eğer layık görülürsem başbakanlığı da, cumhurbaşkanlığı da yaparım, hepsi kutsal görevler. Hem sağlığım, hem tecrübem buna müsait."
78 yaşındaki Türkeş, sağlığıyla ilgili söylentileri yalanlıyor, hatta “en genç lider benim” diyebiliyor. Görüşmemizde de sık sık tecrübesinin altını çiziyor: "Süleyman Bey de eski, ama ben bir ihtilalde görev aldım. 27 Mayıs’ın önde gelen isimlerinden biriyim. Ardından sönmek üzere olan CKMP’yi hayata döndürdüm.”
Türkeş’i çok yakından tanıyan bir ülkücü “O, çevresinde kimse kalmasa bile 4-5 talebe bulur, onlarla sıfırdan yeni bir örgüt kurar” diyor. MHP lideri, bu tespiti coşkuyla onaylıyor ve “Zaten öyle yaptım” diyor. Halen üç aylık dönemler halinde kırkar ülkücü üniversite öğrencisini bizzat eğittiğini, bu kişilerin daha sonra yönetici ve eğitimci olarak teşkilata dağıtıldığını anlatıyor.
“İdealistim, ama aynı zamanda realistim” diyen Türkeş taviz vermez kişiliğini şöyle örnekliyor: “Bazıları belirli bir aşamaya kadar sizinle gelebilirler. Bir yerden sonra ileriyi göremezler. Saplantılar çıkar ve sizi kendilerine tabi kılmak isterler. Köstek olmaya başlarlar. Bunların içinde eski arkadaşlarınız, çok sevdiğiniz insanlar olabilir. O zaman sizin onları bir kenara bırakıp yola devam etmeniz gerekir. Ben bunu yapabilirim, yaptım da, yapamasaydım yarı yolda kalırdım.”
 
BİZE FAŞİST DEDİLER
MHP lideri başta olmak üzere ülkücülerin ezici biı çoğunluğu medyanın son dönemde kendilerine yaklaşımından epey hoşnut. Hıncal Uluç’un Türkeş’ten “Aslan Amca” diye sempatiyle söz etmesi, Sabah gazetesinin peş peşe iki dizi halinde onun anılarını yayınlaması ülkücü hareketin gelişimine oldukça katkıda bulunmuş.
Medyanın çizdiği “ılımlı, sevecen Türkeş” imajından memnun olan ülkücüler bunun bir “değişim” olarak sunulmasına ise karşı çıkıyorlar. MHP lideri, "Ben değişmedim, geçmişte neysem bugün de oyum. Ancak 12 Eylül öncesinde Sovyetlerin teşvikiyle bize karşı karalama kampanyası açılmıştı. Mesela Fransız bir komünist profesör bir kitabında bizi ‘faşist’ olmakla itham etti. Medyamız da bunu yazdı. Halbuki biz komünizme olduğu kadar, faşizme, nazizme de karşıydık. Artık komünizm çöktüğü için medya bizi gerçek yüzümüzle görebiliyor” diyor.
Bu noktada Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün 15 Mayıs 1994 tarihli yazısı tarihi bir örnek teşkil ediyor. “Türkeş’i öveceğime hiç inanmazdım" başlıklı yazısında Özkök, 12 Eylül öncesi Türkeş’in milliyetçiliğiyle faşizmi özdeş gördüğünü belirtip “Karşımda bambaşka bir Türkeş var” diye yazmıştı.
“Bir zamanlar Hitler’in Türk versiyonu olarak kabul edilen bir lider istese ülkeyi bir anda yangına çevirebilirdi” diyen Özkök, noktayı şöyle koymuştu: "Türkiye, PKK terörü yüzünden milli hınçların bilendiği, her gün kalkan cenazelerle ağırlaşan bir felaket mevsimini, Türkeş gibi sorumlu bir milliyetçi liderle yaşadığı için şanslıdır.”
Türkeş’e bu yazıyı soruyoruz; “Çok memnun olduk, Ertuğrul Bey’e defalarca teşekkür ettik. Demokrasilerde basın çok önemlidir. Çok satan bir gazete haftada bir iki kere bir siyasi partiyi manşete çıkarırsa, o parti silip süpürür ortalığı.”
 
*
“Ölen PKK’lılara üzülüyorum”
 
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in, Milliyet’e aktardığı Güneydoğu ile ilgili görüşleri şöyle:
“Halk PKK teröründen bizar olmuş durumda. Diğer illere şehid cenazeleri gidiyor. Bu durumlar karşısında birtakım siyasetçiler çıkıp ‘Biz kanı durduracağız, barışı sağlayacağız. Savaştan değil barıştan yanayız’ diyorlar. Hepimiz barıştan yanayız, ama savaşı açan biz değiliz ki orada! Saldırgan biz değiliz ki!
Sadece güvenlik güçleriyle bu iş çözülmez. Bizim, ilmi esasa dayalı bir savunma planımız var. Özel bir teşkilat kurulması lazım. Bunun içinde sosyologlar, toplum psikolojisi uzmanları, ekonomistler, siyaset uzmanları, çok güçlü istihbarat elemanları bulunacak. Bölücü terör karargâhlarında Türkiye’ye karşı planlar daha düşünülürken hükümet bundan haberdar olmalı, karşı planını hazırlayıp uygulamalı.
Başarının şartı o yöre halkını kazanmaktır. Bunun için ‘Kürt meselesi’ denildiği zaman sadece Türkiye sınırları içinde Kürtçe konuşanları değil, Ortadoğu’da Kürtçe konuşan, Kürt adını alan bütün toplulukları dikkate alıyorum. Türkiye cumhuriyeti hepsini göz önüne almalı. Çünkü hepsi bizim insanımızdır, bizden ayrı değillerdir. Onlar da müslümandır. Aramızda din birliği, kültür birliği, hatta evlenmeler yoluyla kan birliği vardır. Onları sahiplenmemizde çok yarar var.
Biz parti menfaatını yurt ve millet menfaatının önüne koymayız. Bunun için ılımlı bir politikayı, vatandaşlarımızı sahiplenmeyi tercih ediyoruz. Biz öldürülen PKK’lılardan dolayı da üzüntü duyuyoruz. Onların birçoğu Güneydoğulu ailelerin çocukları. O bölgenin insanları eğitilmeli, aydınlatılmalı. Ayrıca bölgede işsizlik, fakirlik, ekonomik düşkünlük var. Devlet işleri birbiriyle ilgilidir, bir tekini ele almak yetmez."
*
 
TARİHTEN GÜNÜMÜZE – Tanıl Bora (2)
‘Kan’ ve ‘Turan’

 
Türkçü-Turancı akım, 1930’ların sonunda. Türk milliyetçiliğinin ırkçı kolunun radikal bir devamı olarak gelişti. Dönemin konjonktürü ırkçı bir milliyetçiliğe gayet elverişliydi. Avrupa'da yayılan faşist ideolojinin “makine gibi uyumlu ve disiplinli, yekpare olmuş millet” hayali cumhuriyet elitini etkiliyordu. Cılız “milli ekonomiciyle dışa kapanmak zorunda kalan ve yalnızlaşan ülkede, “yabancı” olan her şeye karşı kuşku büyüyordu. Bütün uygarlığın ve Anadolu’da yaşamış her kavmin Türklüğünü kanıtlamaya girişen tarih teorileri, dilden “arı Türk" olmayan her kelimeyi ayıklayan dil politikası vs. bağnaz bir milliyetçiliği besliyordu.
Türkçü-Turancılar, bu “yüzde yüz" Türkleşme/Türkleştirme eğiliminin tamamına erdirilmesini savunarak öne çıktılar. Bir bakıma resmi milliyetçiliğin dümen suyundaydılar. Nitekim devletin ve tek-parti CHP’nin önde gelen kadroları arasında bu akıma sempati duyan birçok isim vardı. Ancak bu kadrolar. Türkçülüğün Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi öncü ideologlarının aşırılığı yanında “ılımlı” sayılıyorlardı. Zaten Türkçüler de “Türkçü" saydıkları Atatürk’ten sonra milliyetçiliğin “yumuşayarak" yozlaştığını savunuyorlardı. Özellikle rejimin Batıcı kanadının modern düşünceyi, Aydınlanma kültürünü aktarmaya dönük eğitim ve kültür politikasına şiddetle muhalefet ediyor; her türlü “yabancı fikir”e hain damgası vuruyorlardı.
Türkçü ideoloji bariz bir ırkçılığa dayanıyor, zaten kendisini ırkçı olarak tanımlıyordu. Hayatı milletler arasında bitmeyecek bir savaş olarak görüyor, milleti de kan ve ırk temelinde tarif ediyordu: Türk sayılmak için “en az üç nesildir başka milletle karışmamış olmak” lazımdı! (Öyle ki, Türkkan ile Atsız, aralarındaki liderlik mücadelesinde birbirlerini “ırki temizlik" yönünden sorgulamışlardır.)
Bu yönüyle Türkçülük, devletin üst katlarında benimsenebilmiştir. Örneğin Cumhuriyetin ideologlarından Mahmut Esat Bozkurt “Türk devlet işlerinin başına öz Türkten başkası geçmemelidir” buyurmuş, 1942'de Başbakan Saracoğlu “Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir" demişti; askeri okullara alınacak gençlerde aranan bir şart da “Türk ırkından olmak"tı...
Türkçülerle devlet yönetimi arasındaki uyumsuzluk, paylaştıkları ırkçılıktaki "aşırılık" ölçüsünden çok, Turancılık meselesinden kaynaklandı. Türkçüler, “bütün Türklerin bir bayrak altında toplanması”nı vazgeçilmez milli ülkü olarak savunuyorlardı. Akçura ve diğer Rusya kökenli milliyetçi ideologların çoğunun terk ettiği, Ziya Gökalp’in ise soyut ve romantik bir imge olarak kullandığı "Turan"ı; Sovyetler Birliği’ndeki Türk topluluklarına dönük somut bir yayılma stratejisine dönüştürmüşlerdi. Türkçülerin, açık savaş propagandasıyla birleşen bu tutumu, hükümetin dünya savaşı felaketinden kaçınmaya dönük dengeci politikasıyla bağdaşamazdı.
Yine de, Nazi Almanyası’nın galibiyeti ihtimaline karşı, Türkçü - Turancılar hükümet tarafından “yedekte” bekletildi. Sovyetler'e karşı Orta Asya Türklerinden bir beşinci kol örgütlemeyi hedefleyen Naziler, bu planın taşeronluğunu yapmaları için Türkçülerle irtibat kurdular. Önde gelen bazı Türkçü kadrolar da “Turan" umuduyla bu işbirliğine yanaştılar. Türkiye yönetimi, her ihtimale karşı, bu temaslara göz yumdu. Ancak Nazilerin yenilgisi kesinleşince, ünlü 1944 Irkçılık-Turancılık Davasıyla, Türkçü- Turancı kadrolar tasfiye edildi. Ne var ki geçici ve sınırlı bir tasfiye oldu bu. Türkçü kadrolar, kendilerini “ırkçı" ve “Türkçü" olarak tanımlamaktan artık kaçınmakla birlikte, politikada (anti-CHP bir ittifak olması itibarıyla Demokrat Parti çevresinde) ve devlet kadrolarında varlıklarını korudular.

*

Nihal Atsız kimdir?

Nihal Atsız (I905-1975) Türkçülüğün ideolojik bir öğretiye dönüştürülmesinde en etkili olmuş yazardır. 1930’ların başında çıkarttığı Atsız Mecmua ile Orhun, ırkçı-Turancı ideolojinin mayalandığı odaklar oldu. Haşin ve aşağılayıcı polemik üslubuyla gençleri cezbetti. Geniş bir yelpazeye yayılan faşizan sağ söylemin kanaviçesini oluşturdu. Atsız, kararlı bir “Türk ırkçısı" idi. Türkiye'de Türk ırkından gelmeyenlere söz hakkı tanınmamasını, yabancılarla kişisel ve insani düzeyde bile mümkün mertebe ilişkiye girilmemesini özlüyordu. Türkiye’nin Turan ülkesinin sadece bir parçası olduğunu vurgulamak için adının “Batı Türkeli" yapılması gerektiğini savunuyordu. İslamı Türk milletinin olmazsa olmaz özellikleri arasında saymamış, İslamcılığı ve dindarlığı yermiştir. Atsız, Türkçülüğün anti-komünizmle bütünleşmesinde de öncülük etti. MHP’ye bile soğuk bakmış, onu “kötünün iyisi" olarak görmüştür.

Yazının orjinal hali




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

YAZI DİZİSİ
1 MHP GERÇEĞİ (1) “Kadrolaşma” tamam, “kitleleşme” başladı, sıra “devletleşme”de 03.10.1995
2 MHP GERÇEĞİ (2) Türkeş: “Ben Değişmedim” 04.10.1995
3 MHP GERÇEĞİ (3) MHP'ye İstanbul Vitrini 05.10.1995
4 MHP GERÇEĞİ (4) “Yalılarda MHP Konuşuluyor” 06.10.1995
5 MHP GERÇEĞİ (5) MHP Sıcak Denizlere İndi 07.10.1995
6 MHP GERÇEĞİ (6) RP ile Rekabet Kızışıyor 08.10.1995
7 MHP GERÇEĞİ (7) Artık Ocaklar “Tütüyor” 09.10.1995
8 MHP GERÇEĞİ (8) İkinci Adamlık Çekişmesi 10.10.1995
9 MHP GERÇEĞİ (9) Bozkurtlar Yuvaya Dönecek mi? 11.10.1995
10 MHP GERÇEĞİ (10) “Muhsin Başkan” Cephesi 12.10.1995
11 MHP GERÇEĞİ (11) İmaja Kurşun Sıkmayın 13.10.1995
12 MHP GERÇEĞİ (12) MHP Yeniden 14.10.1995

Son makaleler (10)
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı