Demirtaş’ı serbest bırakmak için daha ne bekliyorsunuz?

17.11.2025 medyascope.tv

17 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve iyi sabahlar. Geçen hafta "Selahattin Demirtaş'ı beklerken..." diye bir yayın yaptım ve orada dilimin ucunda olan bir şeyi söylemedim. İyi ki de söylememişim çünkü çok kendinden emin bir şekilde Selahattin Demirtaş olayını yakından takip eden bazı kaynaklarım her an çıkabileceğini söylemişti ve geçen hafta için muhakkak çıkacak artık denmişti. Ama daha önce başıma gelenleri de bildiğim için ve burası Türkiye olduğu için ben, ‘‘Çıkması her an bekleniyor ama emin olmamak lazım’’ diye top çevirmiştim ve maalesef öyle oldu. Selahattin Demirtaş geçen hafta da çıkmadı. Şimdi tekrar beklemeye başladık. Geçen Bülent Arınç Selahattin Demirtaş'ı salı günü ziyaret etmiş. Sonra yaptığı açıklamada şöyle bir şey söyledi, ki çok insanın yüreğini burkuyor. Eşi Başak Demirtaş tahliyesini beklediği için Edirne'ye gitmiş. Dört gün boyunca Selahattin Demirtaş'ı "ha şimdi ha bugün ha yarın" diye beklemiş ve Demirtaş en sonunda "git artık, olmuyor bu iş" diye ona gitmesini söylemiş. Gitti mi gitmedi mi bilmiyorum ama bu utanç verici bir, nasıl söyleyeyim, işkenceye dönüştü. Ama bunu özellikle vurgulamak lazım. Burada söz konusu olan sadece ve sadece Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğerleri değil, hepimiziz. Tüm Türkiye böylece bu kötülüğe maruz bırakılıyor. O kadar çok şey var ki söylenecek. O kadar çok şey var. 9 yılı aşkın süredir Demirtaş ve arkadaşları içeride tutuluyor ve alınan onca karara rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin onca kararına rağmen tutuluyor. En son yapılan bir kulis habere göre Selahattin Demirtaş'ın tahliyesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına dayanarak vermeyecekleri söyleniyor. Çünkü böyle yapılırsa başka olaylar da devreye girermiş. Tabii ki kim mesela? Osman Kavala, Can Atalay ve başkaları.
Bu, Anayasa'da yer almasına rağmen Türkiye’nin bu tabi olduğu, imzaladığı uluslararası hukuka uymamak için siyasi iktidar her şeyi yapıyor ve bunu da hatta Cumhurbaşkanının hukuk başdanışmanı Mehmet Uçum "yerli ve millî hukuk" olarak tanımlıyor. Bu, Türkiye'yi kendi içerisinde — artık öyle dünyada ülke kaldı mı bilmiyorum — mesela bir Kuzey Kore'ye çevirmek gibi bir şey. Siz imza attığınız uluslararası anlaşmalara ve bunlara uymaya taahhüt ettiğiniz Anayasa'ya uymayarak, kafanıza göre yargıyı şekillendirerek Türkiye'ye çok büyük bir kötülük yapıyorsunuz. İnsanlar neye güvenecek? En son yaşanan olaylar, Tayfun Kahraman olayında Anayasa Mahkemesi kararını alt mahkemelerin bir değil birden fazla tanımaması, Anayasa Mahkemesi Başkanının da bir şekilde ağlaması olayını yaşadık. Ve bunlar Türkiye'de bir gücün değil, güçsüzlüğün gösterisi. Bir siyasi iktidar kendine güveniyorsa yargıyı gerçekten bağımsız ve tarafsız kılar. Ama bizde böyle bir şey olmadığını çok iyi biliyoruz ve burada kararın yargı tarafından verilmediğini, Erdoğan tarafından verildiğini biliyoruz.
Burada tabii Demirtaş olayında ilginç bir gelişme yaşanmıştı. Devlet Bahçeli de Selahattin Demirtaş'ın çıkmasını alenen talep etti. Sonra geçenlerde Erdoğan'la uzun bir aradan sonra buluştular. Herhâlde bu konu orada da gündeme gelmiştir, öyle tahmin ediyoruz ve yine Demirtaş tahliye edilmedi. Zaten bu süreç boyunca şöyle bir olaya hep tanık oluyoruz: Bahçeli bir şey istiyor, Erdoğan bunu geciktiriyor. Komisyonun kurulması böyle oldu mesela, Erdoğan geciktirdi ve sonunda kabul etti. Bahçeli, komisyondan bir heyetin İmralı'ya gitmesini istiyor, ısrarla vurguluyor. Erdoğan hâlâ bunu kabul etmedi. Ama Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'un açıklamalarına baktığımız zaman yakında olabileceğini varsayıyoruz ama hâlâ varsayıyoruz. Bu salı günü komisyon son bir dinleme yapacak. MİT Başkanı, Millî Savunma Bakanı ve İçişleri Bakanı’nı dinleyecek. Ondan sonraki aşamada belki o söz konusu olacak. Bir diğer husus da Demirtaş eklendi buna. Devlet Bahçeli Demirtaş'ın da tahliyesini dile getirdi ve Erdoğan onu geciktiriyor. Ahmet Özer, Esenyurt Belediye Başkanı, onu da Devlet Bahçeli dile getirmişti, aylar sonra tahliyesi çıktı. Yani burada bunu mahkemelerin kararı, yargının işleyişi falan olarak görmek asla mümkün değil. Bütün bu olayların hepsi tamamen siyasi iradenin vereceği bir kararla ilgili bir şey. Aynı şekilde kayyumların iadesi meselesi de var. Hiçbir yasal düzenleme olmasına gerek yok. Pekâlâ, İçişleri Bakanlığı yazdığı yazıyla kayyum atadığı yerleri yine bir yazı yazarak belediye başkanlarına iade edebilir. Yine bunda da bir zamana yayma hikayesi var. Bu hepimizin kaybettiği, Erdoğan'ın ne kazandığına asla emin olmadığım bir güç gösterisi belki ama bunun ötesinde ne kazandığını anlamak mümkün değil. Çünkü bu yapılanlar şu ‘‘süreç’’ denen olayı çok ciddi bir şekilde tehlikeye atıyor. Bu çok hassas bir konu ve kırılgan bir konu. Bu tür tereddütler, geciktirmeler, işi yokuşa sürmeler olayı yarıda bırakabilir. Yarıda kalması hâlinde Türkiye'ye faturası çok daha ağır olur. Başlamış bir şeyi yarı yolda bırakmak zorunda kalmak çok büyük bedeller ödemeyi sadece ülke içinde değil bölgede de mümkün kılar. Onun için burada daha serinkanlı ve birtakım kişisel hırslardan ve intikam duygularından, ki Selahattin Demirtaş olayında çok ciddi bir şekilde bunun olduğunu biliyoruz, bunlardan arınabilmesi lazım ülkeyi yönetenlerin ama maalesef bunu yapmıyorlar ve hep birlikte bu çileyi, bu işkenceyi çekiyoruz.
İthafa gelmeden önce küçük bir notum var. İzleyiciler eğer bu soruma YouTube'da cevap verirlerse, vermek isterlerse mutlu olurum. O da şu: Malum, bir grup gazetecinin gözaltına alınması ve iddianamenin hazırlanmasından sonra medyada, bağımsız medyada özellikle, zaten onu söylemek lazım, gazetecilerin ve kurumların daha ürkek davrandığı yolunda birtakım şeyler duyuyorum. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz, yoksa kurumlar ve kişiler bildikleri gibi yani çok da etkilenmeden ya da kaba tabirle "korkunun ecele faydası yok" diyerek yollarına devam mı ediyorlar? Bunun cevabını verirseniz çok sevinirim.
Peki, bugünün ithafı kime? 9 yılı aşkın süredir cezaevinde yatan Selahattin Demirtaş'tan bir kere daha bahsettim ve ilk kez bir ithafı yapmak istiyorum: Nelson Mandela. Evet, Nelson Mandela 26 yıl yanılmıyorsam yattı ve asla teslim olmadı ırkçı rejime karşı. Sonunda 1990 yılında serbest bırakıldı. Hiçbir şart gözetmeden, Frederik de Klerk, o zamanki Güney Afrika'nın beyaz başkanı, ve o andan itibaren Güney Afrika'da ırkçı rejim sona erdi. Bunun mimarı tabii ki Güney Afrika'nın halkı, özellikle siyahlar ama onlara destek veren bazı beyazlar da var. Yani Güney Afrika'daki ırkçılığa karşı mücadeleye sayıca çok olmasa da beyazların da çok ciddi bir şekilde destek verdiğini biliyoruz. Ama bunun lideri Nelson Mandela'ydı ve Nelson Mandela daha sonra yapılan seçimlerde cumhurbaşkanı oldu. Çok önemli işler yaptı. Ülkesini bir anlamda düze çıkardı demek biraz zor çünkü bu iş öyle kolay bir iş değil. Güney Afrika zor bir ülke, çok yoksul bir ülke ama birtakım imkanları da olan bir ülke. Burada Güney Afrika'yı en azından bir yola soktu. Özgür bir ülke olma yolunda Güney Afrika çok önemli bir mesafe katetti. 2013 yılında Nelson Mandela'yı kaybettik. Kendisi dünyada direncin, mücadelenin, haksızlıklara karşı mücadelenin en önde gelen isimlerinden birisi olarak adını dünyaya yazdırdı ve herkesin saygısını hak eden bir isimdi. Nobel Barış Ödülü sahibi olduğunu da zaten biliyorsunuz. Nelson Mandela'yı saygıyla anıyorum.
Bitirmeden, Medyascope'a sahip çıkmanızı rica ediyorum. Bunun değişik yolları var: Abone olabiliyorsunuz, beğeniyorsunuz, paylaşıyorsunuz, Patreon'dan destek olabiliyorsunuz ve web sayfamızdan da abone olma imkanınız var. Bunlar sayesinde biz de yolumuza özgür bir şekilde devam edebiliriz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.11.2025 Ankara Mazlum Abdi realitesini ne zaman tanıyacak?
21.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş noktayı koydu
20.11.2025 AKP ve CHP’nin İmralı ikilemi: Gitmek de zor kalmak da
19.11.2025 Ağzımız açık Devlet Bahçeli’yi izliyoruz
18.11.2025 Suriye’de “altın oran”ın peşinde
17.11.2025 Demirtaş’ı serbest bırakmak için daha ne bekliyorsunuz?
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
16.11.2025 Bir sivil darbe olarak 19 Mart süreci
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı