Laiklik sahiden tehlikede mi?
Sosyolog Prof. Nur Vergin, Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç ve Posta Gazetesi yazarı Mehmet Barlas'la düzenlediğimiz yuvarlak masada bugün laikliğin tehlikede olup olmadığını, cumhuriyet mitinglerini ele aldık:
Kadınların korkmasının tek nedeni türban mı?
Vergin: Bakın bir şey söyleyeceğim yine antipatik gelecek şimdi bunun dinle, İslâm’la filan hiç alakası yok. Laiklikle de alakası yok. Bu bir zihniyet meselesi. Kısa zaman öncesine kadar öğrencilere ders anlatıyordum. Bunu yaparken temsil ettiğim bir duruş vardı. Bunu nasıl tarif edebilirim? Mesela bana göre insanlar birbirlerini tanıyarak evlenirler, yaşları üç aşağı beş yukarı uyumludur. Yani kentli, burjuva, Batıvari bir yaşam tarzı. Hatta Osmanlı’da bile, belirli bir tabakada bu böyleydi. Ama gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla Cumhurbaşkanımızın evlenme biçimi çok modern bir zihniyeti temsil etmiyor. Otuz yaşına gelmiş bir erkek, üstelik üniversitede, araştırma görevlisi veya yardımcı doçent, bilemeyeceğim ve evlenmek için annesine başvuruyor. Sonuçta hiç tanımadığı, kendisinden onbeş yaş küçük bir kızla evleniyor. On beş yaş küçük olması belki o kadar önemli değil ama evlendiği kız henüz on beş yaşında. Şimdi bu çok çağdaş, küresel politikalara, sosyal politikalara denk düşen bir zihniyeti yansıtmıyor. Kadınlar korkuyor mu sorusuna dönecek olursak, evet eğer bu bir model teşkil edecekse, sadece kılık kıyafet itibariyle değil, sadece dini vecibeleri yerine getirme bakımından değil fakat özel yaşamı örgütleme bakımından da bir model teşkil edecekse evet kadınlar korksunlar derim.
Barlas: Ama Abdullah Gül şu anda kendi kızı için bu modeli benimsemiyor. Böyle bir olay var yani.
Vegin: Çok şükür. Burada sanıyorum Abdullah Gül'den daha ziyade Hayrünnisa Gül'ün etkisi vardır...
Barlas: Olabilir. Yalnız Orhan Pamuk “İstanbul” kitabında bir Nişantaşı ailesini anlatır, Pamuk ailesini. “Ramazan'da evde oruç tutanlar ahçıydı, hizmetçiydi. Fakat iftarı önce biz açardık” der.
Ana sorumuza tekrar dönmek istiyorum: Türkiye’de laiklik tehlikede mi? Böyle bir durum varsa ne yapmak gerekir?
Barlas: Atatürk devrimleri dediğimiz şeyin aynısı İran'da da yapılmış 1930'larda. Kıyafet devrimi, Batı hukukunun benimsenmesi filan. Aynı şey Afganistan'da da yapılmış. İki ülkede de tutmamış, burada tutmuş. Burada tutmasının sebebi bence demokrasi. Yalnız şöyle bir yanılgıya düşmüşüz bizler, ben de bunlardan biriyim: Atatürk devrimleriyle, eğitimle, kafamızın Batı’ya dönük olmasıyla kentlerin merkezini oluşturmuşuz ve bütün Türkiye böyle oldu sanmışız. Halbuki tüm Türkiye böyle olmamış. Mesela yirmi yaşından sonra ortaokula giren insanlar var. Çünkü din yasaklanmış Türkiye'de. Yani gece evlerden Kuran'ların toplandığı, rüşvetle geri alındığı hikayeleri filan var; özellikle Karadeniz'de. Şimdi bu duvar aşıldı. Birinci mesele bu. İkinci mesele; Türkiye'de artık hiçbir konu tabu değil. Her şey tartışılıyor. Bu söylediğimiz ülkelerde pek çok şey tartışılamıyor. Yani tartışılan ülkelerde, konuşulan ülkelerde mutlaka iyi yollar bulunur, doğru yollar bulunur, hatta siyasi İslâm da kendi yolunu yeniden çizer. Biz Atatürk devrimlerini benimseyen kuşaklarız, ama bağlantısız, bağımsız, gerçekten özel, özgür, ille de birine yaranmak için, birinden görmek için değil ama tarafsızca kuşkularını seslendirecek, topluma bir deniz feneri gibi zaman zaman ışık tutacak, bağımsız düşünce odaklarının bulunması lazım. Bunlar eğer gerçekten saygı uyandırırlarsa, bunu siyasi İslam mensupları da dinler, laikler de dinler. Ama herkes bir taraf tutarsa iş çığırından çıkar.
Hocam siz ne diyorsunuz, laikliğin elden gitmesi tehlikesi var mı?
Vergin: Olabilir. İhtimal dahilindedir. Olacaktır demiyorum. Neden olabilir? Çünkü bugün Türkiye'de laikliği öngören, laikliğe dayandığını ilan eden ve savunan partiler aciz durumdalar. Belirgin şekilde laikliğin savunucusu bugün Türkiye'de yok. Tamamen darmadağın bir insan kitlesi var. İşte o insanların bir kısmı malum cumhuriyet mitinglerine katıldılar. Ben cumhuriyet mitinglerini çok dikkatle seyrettim. Çünkü ayağım ameliyatlıydı, bütün gün televizyon seyrediyordum. Orada bir şey dikkatimi çekti, o kürsüden konuşan insanlarla meydanları dolduranlar arasında hiçbir alaka yoktu. Meydanları dolduran insanlar güzel insanlardı. Neşeli insanlardı, sevimli insanlardı. Hava da çok güzeldi, rengarenkti, yani müthiş bir panayır, müthiş bir neşe manzarası.. O tarafta da, kürsüde de dargın, küskün, fevkalade mahalli yani köylü diyebileceğim boyutlarda mahalli insanlar kendi kendilerine konuşuyorlardı kimse dinlemiyordu. Şimdi o insanların partisi yok. Belki isim olarak var ama faal olarak, aktif olarak, dinamik olarak o insanların partisi yok.
Bulaç: Şu anda bana sorarsanız AKP başarılı bir parti değil. Hak etmemesine rağmen yüzde 47 oy aldı. Bir ara AKP’nin oy oranı yüzde 26-28 arasında seyrediyordu. Fakat 27 Nisan süreciyle buna 10 puan eklendi. Son haftada da yeni puanlar gelince yüzde 47 oldu. Ekonomide başarısız bir parti. İşsizlik duruyor, orta sınıfların hali parlak değil. Güneydoğu meselesi olduğu gibi duruyor. AKP’nin elinde iki yol haritası var: IMF ve AB. Bu ülkede yolsuzluklar var. AKP de bu işe bir miktar karışmış durumda. Ortadoğu’nun sorunları var. CHP ya da laikçi kesim bunlar üzerinden muhalefet yapacağına din konularına kapılıp kalıyor.
AKP’nin laiklik anlayışı CHP’ninkinden ileri
Dr. Şahin Alpay-Bahçeşehir Üniversitesi“Mahalle baskısı” ya da toplumsal baskı diye bir şey elbette ki vardır. Ama bunun Türkiye’de demokrasi ve laiklik için büyük bir tehlike arz ettiğini düşünmüyorum. Bunun temel nedeni, Türkiye’de “mahalle baskısı” kadar farklı yaşam tarzlarına tolerans geleneklerinin mevcut olması. Giderek demokratikleşen, özgürleşen ve zenginleşen, dünyaya açılan, Avrupa ile bütünleşen bir Türkiye’de bu geleneklerin daha da güçleneceğine inanıyorum. Üniversitelerde ve kamu binalarında başörtüsü yasağı “mahalle baskısı”na çare değildir.
Laikliği devlet baskısı, asker müdahaleleri ile değil demokrasiyle, sivil toplum olarak koruyabilir ve güçlendirebiliriz. AKP, ekonomik kalkınmaya ve demokratikleşmeye katkıda bulunduğu için oylarını arttırıyor. Dindarlık yükseldiği için değil.
Öte yandan AKP’nin dindar kitlelerle laikliğin buluşmasında olumlu bir rol oynadığı, laikliğin güçlenmesine hizmet ettiği kanısındayım. AKP’nin laiklik, farklı inançlara saygı anlayışının CHP’nin anlayışından ileri olduğu konusunda bir tereddüdüm yok. Asıl sorun, AKP’nin Türkiye’deki otoriter-baskıcı laikliğin yerine liberal bir laiklik rejimini geçirme, devlet-din ayrılığını gerçekleştirme iradesi olup olmadığı. Türkiye’de İran gibi “şeriat” veya Malezya gibi “ılımlı İslam” rejimlerinin oluşmasını mümkün görmüyorum.
Türkiye’de laikliğin temelleri fiilen laik bir devlet olan Osmanlı’ya ve Tanzimat’la başlayan hukuki laikleşme hareketlerine dayanmaktadır. Türkiye kendi iradesiyle demokratikleşmeyi seçmiş ve bunu adım adım yerleştirmekte olan bir toplumdur.
AKP yekpare değil çeşitli eğilimlerin koalisyonu
Prof. Ali Yaşar Sarıbay-Uludağ ÜniversitesiBu ihtimal her akım için söz konusu olabilir. Çünkü otoriter rejimlerde kurumsal değil, kafamızın içinde bir otoriter konjonktüre bağlı olarak zaman zaman kendini gösterir. Bu karşılıklıdır. Demokratik sayısal üstünlük, çoğunluğun hakimiyetini esas alan bir zihniyeti açığa veriyor. Bu 1950’lerden beri böyledir. Çünkü bizde demokrasiyi çoğulcu bir rejimden çok çoğunlukçu, yani sayısal üstünlüğü ele geçirenlerin hakimiyetinin meşru sayıldığı, sorgulama dışı bırakıldığı bir olay olarak görme zihniyeti hakimdir. Bu popülist bir demokrasi anlayışıdır. Çünkü halkın çoğunluğu her zaman eleştirel anlayışı ele geçirir.
Demokratikleşme sürecinde otoriter eğilimlerin çoğu torpillendi. Zaman zaman sivrilikler nüksediyor ama AKP’nin demokratikleşme sürecinde öğrendiği çok şey var. Bunu ümit verici görüyorum. AKP’yi monolitik (yekpare) bir yapı olarak değil de çeşitli eğilimlerin bir koalisyonu olarak görüyorum. Sonuç olarak Türkiye İran hiç olamaz, Malezya’nın da güçlü bir ihtimal olduğunu sanmıyorum.
İsmail Zınlar-İzmir: Türban Arap, Fars geleneği
Uzun süre kendilerine yakın duruş sergilediğine inandıkları çok değerli hocamızın ifadelerinden yalnızca İslâmcı kesimin şaşkınlığa uğradığını görmekteyiz. Türkiye’de Üniversite ve bazı kapalı mekanlara girişlerde; Arap, Fars geleneklerinin uygulanmaması, türban takılarak içeri girilememesi şeklindeki anlayışların anti-demokratik ve hümanist olmayan tarafı yoktur.
Metin Özyurt-İzmir: Sonsuz özgürlük olmaz
Korkuyorum. Bu adamlarin cinliğinden ve takiyyelerinden korkuyorum. Biz Malezya’dan daha berbat oluruz. Türban üniversitelere girdiğinde onbinler mezun olacak. Bunlar savcı, hakim, polis müdürü v.b. olmak isteyeceklerdir. Onlara “Bu görevleri ancak türbansız yapabilirsin” diyebilir misiniz? Özgürlükler sonsuz değildir, olamaz.
Hatice Turan-İstanbul: İlçemize “ılımlı İslam” geldi
Fatih’te oturuyorum. İlçemize “ılımlı İslam” çoktan geldi. Çocukluğumda görmediğim kıyafetlerle çarşaf, şalvar, takke ve türbanla tanıştım. “Günaydın”, “iyi akşamlar” demode, “hayırlı” kelimesi ile başlayan dilekler moda oldu. Vefat mevlitleri bile propagandaya dönüştü. Eğitimli hanımlar bile “Kur’an yasaları”na göre yönetim ister oldular.
Baykal Ballıkaya-Trabzon: Baskı var ama etkili değil
Türkiye’nin mahalle baskısı olduğuna inanıyorum. Ama bunun mevcut düzende etkili olacağını asla düşünmüyorum. Herkes dinini istediği gibi yorumlayıp ona göre yaşamalı. Türban serbest bırakılmalıdır. Çünkü bir insan üniversiteye orasını burasını gösteren kıyafetler giyinip geliyorsa bir zahmet diğer bayanın da türbanına izin verilmelidir.