|
Sosyolog Prof. Nur Vergin, Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç ve Posta Gazetesi yazarı Mehmet Barlas'a 'türban yasağı kaldırılması mümkünmüdür' diye sorduk
Sosyolog Prof. Nur Vergin, Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç ve Posta Gazetesi yazarı Mehmet Barlas ile gerçekleştirdiğimiz yuvarlak masada bugün ağırlıkla üniversitelerdeki türban yasağı, bunun kaldırılıp kaldırılamayacağı ve kaldırılırsa ne olacağı konularını ele aldık...
Ali Bey, AKP’nin anayasa hazırlığını ve üniversitedeki türban yasağını kaldırmak istemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bulaç: 27 Nisan muhtırasındaki gibi, AKP gibi partiler din ve mesela başörtüsü üzerinden eleştirildikleri zaman sol partilere karşı haksız şekilde güç kazanıyorlar. Burada yanlışlık var. Başörtüsü meselesini siyasetin dışına çıkarmamız lazım. Ancak yasağı sürdürerek değil serbest bırakarak. Yeni anayasa süreci baştan sona yanlış. Çünkü Meclis yasa yapar ama anayasa yapamaz. Anayasa bir toplum sözleşmesidir. Toplumdaki tüm inanç ve fikir grupları, sivil toplum örgütleri, baskı grupları vs. bu sürece katılır ve bu toplum sözleşmesinin ana hatlarını ortaya çıkarırlar. Sonra bilim adamları, hukukçular bunu teknik bir dile dökerler. Şimdi bir grup akademisyen ve bir siyasi parti bir metin hazırlayıp bize sunuyorlar ve “bu bir sivil anayasadır” diyorlar. Böyle sivil anayasa olmaz, bu yanlış. Bunun yerine başörtüsüne takılıp kalıyoruz.
Barlas: Bu kadınların arasında kaldık biz erkekler. Yani başı örtülülerle başı açıklar kavga ediyor, biz erkekler de bunu rejim kavgası olarak algılıyoruz. Kadınların başlarını örtme nedeni üzerine çok yorum yapılıyor. Benim aklıma en yatkın yorum, annelerine, anneannelerine benzemek için türban taktıkları ve sosyal hayata katıldıkları. Gerçekten türbanlı kızlar çok büyük eziyet sürecinden geçtiler.
Malatya’da 28 Şubat döneminde türbanın üniversitede yasaklanmasını protesto eden genç kızlar idam talebiyle yargılandılar ve kazandılar. Yalnız kendileri kazanmadı, kocaları vasıtasıyla Emine Erdoğan kazandı, Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım kazandı, bakanların başları örtülü eşleri kazandı. Türbanlı kadınlar simge olarak kazandılar fakat kendileri parlamentoya giremedi. CHP cumhuriyet mitinglerini örgütleyen iki kadını milletvekili yaptı fakat türbanlıları temsil eden kadınların hiçbiri parlamentoya girmedi. Yani bir kere kadınların kendi aralarında uzlaşmaları lazım. Şimdi empati yapmayı deneyip kendimi türbanlı bir kadın olarak varsayayım: Kazandık. Çankaya da bizim, başbakanlık da bizim, bakanlar kurulu da bizim, en azından erkekler eve geldiği zaman onlar bizim ve onlar başbakan, cumhurbaşkanı, bakan. Kazanan insanların rahatlığı içinde olmak lazım. Türban geriyor. Türbanlı kadınların da artık kendilerini yenilemeleri lazım. Tamam başarı kazandılar ama bir türban rejimi bu kadar gerdiğine ve türbanın Türkiye’nin geleneksel yapısını, Anadolu İslâmı’nı temsil eden giysi olmadığına, bu türbanlı hanımlar bu savaşı da kazandıklarına göre değiştirilmesi mi lazım, bir şey yapılması lazım.
Bazıları tam tersini düşünüyor ve onların bu muzaffer edayla daha katı olacaklarını düşünüyorlar...
Barlas: Fethullah Hoca’nın bir söylemi var: Üniversiteye ya gideceksin ya da gitmeyeceksin. Hangisi önemli? Başındaki türban mı, yoksa eğitimli olup haklarını elde etmen mi? Sırası geldiğinde türbanı da çıkartabilmeli insanlar. İslam’ın beş şartında yok. Dinle ilgili konuşmak istemiyorum, bu konuda fazla bilgi sahibi değilim ama şahadet getiren herkes Müslüman oluyor. Böyle bir inancın sahibisin. Türban burada gerçekten toplumu geren siyasal bir simge haline dönüştü. Türban başında özgürlüğün simgesiydi ama şimdi gerginliğin simgesi...
Dolayısıyla siz bu düzenlemeden hoşlanmıyor musunuz?
Barlas: Diyorum ki sonunda türban yüzünden sadece ona odaklanmış haldeyiz. Oysa Ali Bulaç’ın söylediği gibi sayısız sorun var. Sanki Anayasa sadece bunun için var, sanki AK Parti sadece türban için var. Böyle değil. Ama bu türbanın öncüleri, şu an kullananlar bir oturup durum muhakemesi yapmalılar. Akıllı insanlar, akıllı toplumlar değişime kendilerini uydurur. Türban bir dönem haklıydı kadınların özgürlüğe kavuşması, eve kapanmış kadınlar için ama şu anda türban özgürlüğü kısıtlayan bir etken halinde. Türban yüzünden Türkiye’de reform yapılamayacak; liberal demokrat ilkeler kabul edilemeyecek; ordu daima siyasetin içinde olacak.
Vergin: Devlet eliyle Türkiye’yi İslamlaştırmanın modası gerçekten geçti galiba. Nitekim, şimdi milletvekili oldu, Başbakanlık müsteşarı Sayın Ömer Dinçer’in çok hadise yaratan beş sayfalık bir tebliği var.
Barlas: 1995 yılında...
Vergin: Evet ama çocuk değildi, profesör filandı. Orada çok doğru bir şey söylemişti: “Biz artık anladık, devlet yoluyla toplum İslamlaştırılmayacak, toplum İslamlaşacak ondan sonrasıysa Allah kerim...” Zannetmiyorum ki AKP iktidarı devlet eliyle insanları Müslümanlaştırmaya sevk etsin, böyle bir şey olmayacaktır. Fakat bir rol modeli olgusunu asla ihmal etmemeliyiz. Yakın bir geçmişte başörtülü olmak yadırganan, hafiften küçümsenen, biraz sanki daha alt tabakaymış gibi gösterilmeye çalışılan bir olguydu. Bugünse Cumhuriyet’ten bu yana ilk kez, başörtülü olmak bir ikinci sınıf insan olmak hadisesinden çıkmıştır. Bilakis birinci sınıf insandırlar çünkü cumhurbaşkanının eşi öyle, başbakanın başı örtülü, milletvekillerinin eşlerinin çoğunun başı örtülü. Hatta diyebilirim ki, yavaş yavaş başı açık olan kadınlar ikinci sınıf yurttaş muamelesi görmeye başlayabilirler. Bu da mümkündür, niçin olmasın ki! Fakat Mehmet Barlas’ın çok isabetli üzerinde durduğu bir konu var: Siz erkekler bu kadın meselesinin arasına sıkışmış vaziyettesiniz. Ben de soruyorum bir kadın olarak: Niçin birey olarak veya toplum olarak Müslüman olmak sadece bu başörtüsüne indirgeniyor? Çünkü bir kere bu somut bir şey. Biz Türkler somut şeylerden çok hoşlanırız. İkincisi; kolay bir şey çünkü erkekleri kesinlikle zor durumda bırakmayan bir şey. Onlar istedikleri yerlere giriyorlar, çıkıyorlar.
AKP iktidarı türban konusunda hassasiyet gösteriyor, kendi açısından yüzde yüz haklıdır. Peki faiz konusunda niye hiçbir hassasiyet göstermiyor? Yani faiz çok mu İslâmi bir şey? Bu hükümet IMF’ye biat etmiş durumda. AB’ye biat etmek için de can atıyor. Şimdi Başbakanımız BM için New York’a gidiyor, Bush’la görüşemeyeceği için çok üzgün, bir kere daha gidecek, o yolu bir kere daha yapacak. Neden bunun üzerinde hiç durulmuyor? Türban mı türban, fakat şakır şakır faiz meselemiz var bizim ve hiçbir Müslüman Türkiye’de faize karşı çıkmıyor. Ayrıca, politikamız faiz üzerine kurulu. Yani o bütün sıcak paralar faizden ötürü geliyor, “Allah muhafaza ya giderse” diyoruz. Dolayısıyla bu türban meselesi birazcık da sahici bir mesele olmaktan çıktı gibi geliyor bana. Bir kolaylık, bir göz kırpma..
Yazarlar ne dedi?(3) |
Dinci bir topluma dönüşmekteyiz! Faruk Loğoğlu-ASAM Başkanı
“Mahalle baskısı yoktur” veya “önemli değildir” ya da “Türkiye Malezya olmaz/olamaz” yolundaki değerlendirmeler geçerli ve doğru olsalar bile, bunların Türkiye’deki laik düzeni olumsuz etkileyen dinamiklerle ilgisi bulunmamaktadır. Esas tartışma, “Türkiye’de laik düzenin içeriğinin boşaltılması ve uygulama alanlarının daraltılması, bunun dine dayalı kurallarla doldurulması yönünde bir eğilim ve irade var mıdır? Buna paralel ve siyasi otoritenin yararlandığı bir toplumsal dönüşüm süreci yaşanmakta mıdır?” soruları olmalıdır. Bu bağlamda, günlük yaşantıları ve çevrelerindeki olaylara tepkileri itibarıyla kamu ve özel alan ayırımını rahatlıkla yapabilen dindar bir toplumun giderek özel alanı kamu alanı aleyhine genişletmek isteyen dinci bir topluma dönüşmesi dinamiği bugün Türkiye’nin somut bir gerçeğidir. Diğer bir deyişle, birey düzeyinde laik hayat anlayışı yerini giderek dinden kaynaklanan referanslara bırakıyor görünmektedir. Eğitim alanındaki gelişmeler, kadın-erkek eşitliğine ilişkin tutum ve uygulamalar, Türk dış politikasının genel yönelimi, Türk demokrasisi ve laik düzenin geleceğini belirleyecek olan diğer parametrelerdendir. Konuya böyle geniş bir açıdan baktığımızda, laik demokratik düzenin korunması için hepimizin çok daha özenli, takipçi ve demokratik tepkilerini zamanında ortaya koyabilmemizi gerektiren çok yönlü ve kaygı verici bir tabloyla karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir.
Ne Kemalist, ne İslamcı rejim olur Prof. Ali ihsan Dağı-ODTÜ
Türkiye’nİn İran gibi bir rejime döneceğini söyleyenlerin ne sosyoloji ne de siyaset bildiğini söylemek mümkün değil. Bu 20 yıl öncedeki bir tartışma. Türkiye AB yolunda ilerlerken, küresel yapılarla entegre olurken, ekonomisi dünyaya açılırken, piyasa ekonomisi böylesine yerleşik bir noktaya gelmişken otoriter ve totaliter bir İslami rejim gelişmesi mümkün değil. Açık toplum; piyasa ekonomisi, dünyayla bütünleşme, her türden ideolojik otoriter yapılanmaları imkansız kılacak iç dinamikler taşır. İslamcı bir rejimin, ne toplumsal bir düzen ne siyasal bir model olarak ülkede zemin bulması, sosyolojik ve ekonomik açıdan mümkün değil. Açık toplum dinamikleri İslamcılığı ve her türden ideolojik devlet ve toplum modellerini imkansız kılmaktadır. Bunun içine Kemalizm de dahildir. İslamcılığı siyasal ve toplumsal model olarak imkansız kılarken, Kemalizmi de yaşanamaz kılmaktadır. Küresel dinamikler buna da izin vermez. Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” adını verdiği basit düzenek Türkiye’nin karmaşık ekonomik ve sosyal sistemini açıklamaya yetmiyor. Türkiye son derece karmaşık ekonomik ve sosyal ağların içiçe geçtiği, denetlenemez mikro ve makro aktörlerin varolduğu bir durumda. 19. yüzyıl İstanbul mahallesindeki gibi tek boyutluluk yok. Sorunun özünde Türkiye’de muhafazakârlığın toplumsal yaşam biçimi olarak görünür hale gelmesi var. Bu görünürlük Türkiye’de bazı kesimleri kaygılandırmaktadır. Çünkü ekonomik ve sosyal alanlarda da geleneksel laikçi elitlerin iktidar ve ekonomik pozisyonunu tehdit etmektedir. Aşağıdan yukarıyla gelen bir mahalle baskısı değil, aşağıdaki muhafazakâr katmanların daha çok ekonomik imkan, daha çok sosyal statü ve iktidar talepleridir.
Ötekiyle yaşamayı öğrenmeliyiz Prof. Arus Yumul-Bilgi Üniversitesi
Mahalle baskısı kavramı, mahallenin değerleri diye kabul edilen değerlerin orada yaşayan herkese zor ve baskıyla empoze etmektir. Bu bizim kültürümüzde de olan bir şeydir, çünkü biz kendi doğrularımızı herkesin doğrusu olarak görmek isteyen ve bunlara karşı çıkanları dışlayan baskıya maruz bırakan bir kültüre sahibiz. Bu ailede, mahallede, eğitimde ve toplumda da böyle. Sorun toplumun tabanının demokrasiyi, karşısındakini değiştirmeden olduğu gibi kabul etmeyi isteyip istemediğidir. Buna niyetimiz var mı yok mu sorun burada. Sorun AKP’nin de iktidar olup olmaması da değil. Toplum yapımız baskıya boyun eğen, baskı yapmayı seven bir toplum. Türkiye’nin İran ya da Malezya olabileceği konusunda öngörüde bulunmak mümkün değil. Kesin cevap vermek de imkansız. Bize benzemeyenlerle birlikte yaşamayı, bize benzemeyenleri değiştirmeye kalkışmamayı, onların yaşam tarzına saygı duymayı öğrenirsek, bu iki kesim için de geçerli, çünkü iki kesimde de aynı eğilim mevcut, düzlüğe çıkabiliriz. Tabii birbirimize sırtımızı dönmeden yaşayabilirsek.
Erkan Aksu-İstanbul: Laikler dine ne yaptı? Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkenin vatandaşları, 84 yıllık Cumhuriyet tarihinde dini tehlikeye sokacak ne yapmıştır? Müslüman olan bu nüfusun çoğunluğu da laiklerden oluşmaktadır. Bu laiklerin büyük bir çoğunluğu dini vecibelerini yerine getiren, namazını kılan, orucunu tutan, gerektiği zaman gereken yerlerde kafasını örten, fitre ve zekatını veren kişilerdir. Bu insanlar bugüne kadar dini zedeleyecek ne yapmıştır? Hangisi sokakta gördüğü türbanlı insana zarar vermiştir. Hatta bu insanların bir kısmının evlerinde, ailelerinde başını örten, türban takan kimselerde vardır. Hal böyleyken Cumhuriyetimizin prensiplerine de sahip çıkmak zorundayız, tıpkı her Müslümanın dini vecibelere saygılı olması ve sahip çıkması gibi.
Murat Yılmaz-Ankara: Türkiye Malezya olmaz SayIn Şerif Mardin hocamız “mahalle baskısı” kavramını kullanmış olsa da bana göre mahalle baskısı yok, sadece biraz endişe var. Aslında bu endişe de boş. Ne AKP böyle bir yönelim gösterir ne de Türkiye Malezya’ya benzer. 83 yıldır sahip olduğumuz cumhuriyet değerlerimiz 5 yıl içerisinde yok edilecek değil ya! Hepimiz laikliği benimsemişiz, hangi dine mensupsak ibadetlerimizi özgürce ve rahat bir şekilde yapabiliyoruz. Bunca sene birlikte yaşamışız, bundan sonrada böyle yaşarız. Malezya’nın yüzde 60 ’ı Müslüman Türkiye’nin ise yüzde 98’i.
Ali Kayhan-İstanbul: Malezya’dan beter oluruz Bİz ülke olarak ekonomik özgürlüğümüzün mücadelesini yapmalıyız. Her alanda farklılıklarımız ile birlikteliğimizi sağlamalıyız. Dini inanç ve kıyafet üzerinden siyaset olmamalıdır. Atatürk ve Cumhuriyet ilkeleri korunmalıdır ve uygulanmalıdır. TC’nin kılık-kıyafet kanunu vardır ve buna herkes uymalıdır. Bugün üniversiteye türban ile gitmek isteyen zihniyet, yarın bu zihniyetin karşıt cinsi de bireysel hakkımdır diye askerlik görevinde sarık ve cüppe gitmeyi isteyecektir. Çünkü iktidar taraftır ve fırsat vermektedir. İktidar taraf olduğu için mahalle baskısı mutlaka olacaktır ve önlenemez çatışma ve kaos meydana gelir. Sonuçta Türkiye, Malzeya da olur, hatta daha da beter olur.
Aytekin Koçyiğit: Bu kişiler nerede yaşıyor Röportajınızda konuk olarak aldığınız insanlar, ya Türkiye’de yaşamıyorlar, ya da Anadolu’ya uğramamışlar. Sadece bu iktidar döneminde değil, daha önceden de, Anadolu’da herhangi bir yerleşim biriminde, Ramazan’da sokakta birşey yemek mümkün değildir. Öldürülen üniversite gençlerini unutmadınız umarım. İslami figürler, Anadolu insanının yapısı gereği, yukarıdan bir zerre ile başlar, tabana geldiğinde devasa bir kitle olur. Eğer bugün cumhurbaşkanının eşi türbanlı ise yakın zamanda türban takanların sayısı artacak, bazı kesimler, yaranmak için çarşafa bile girmeyi göze alacaklardır.
Rafet Eroğlu: Türbana izin verilsin AKP’nİn yüksek oranda oy almasının ardında halkın değerlerine orta ölçekte saygı duymaları ve asıl sorunun ekonomik zayıflığımız olduğundan hareket ederek halkta oluşturdukları ümidin olduğunu düşünüyorum. Üniversite kapılarının örtülü insanlara kapatılması radikal ve köktendinci akıma kuvvet verir. Üniversitelere bunca yıldır alınmayan öğrenciler hangi terörist faaliyete katılmıştır? Nerede devlete meydan okumuştur? Bu halk devletine isyan etmez, rejimle sorunu yoktur. Bu işlerle uğraşmak abestir. Milli gelirin artması eğitimin kalitesi, iş, aş oluşturma reel çözümdür. | |