CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi

05.03.2025 medyascope.tv

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Her ay yaptığımız gibi PANORAMATR'nin aylık araştırmasını, direktörü Hatem Ete’yle konuşacağız. Şubat 2025’te oylarda çok büyük değişiklik gözükmüyor ama konuşacak çok şey var. Hatem Merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Şimdi bakıyorum da tabloya, Ocak 2025 ile Şubat 2025 arasında neredeyse tüm partilerde bir kıpırdanma var. Küçük partilerde azalma, kararsız ve oy vermeyecek seçmende az da olsa bir azalma var. Yanlış okumuyorum, değil mi?
Ete: Doğru.

Ruşen Çakır: Yani siyasete ve partilere ilgi birazcık artmış gibi. Ama en çarpıcı olanı, geçen ay yaptığımız programda https://medyascope.tv/2025/02/06/akp-oylari-yeniden-dususte-video/ Ocak ayı değerlendirmesini konuşmuştuk. AK Parti ile CHP arasında yine yaklaşık bir puanlık bir fark vardı. Şimdi bu fark kapanmış, milimlik bir fark var. CHP, sizin Şubat araştırmanızda da fena çıkmamış. Yanılıyor muyum?
Ete: Aralık ayında AK Parti ile CHP arasındaki fark, AK Parti lehine çok yüksekti. Ocak ayında hem AK Parti'nin oyu düştü hem CHP'nin oyu arttı, bu fark bir puana geriledi. Bu ay yine AK Parti kendi yerinde dururken, CHP yine oyunu arttırmış, bir iki puanlık oy yükselmesi yaşanmış CHP’de. Dolayısıyla da ikisi arasında bir fark kalmamış, ikisi de birinciliği paylaşıyor diyebiliriz bu ay. Biz onu raporda genel olarak şöyle yorumladık: Son 2 ay içerisinde, yargı üzerinden yaşanan siyasal hareketlilik, aslında iktidardan çok muhalefete yaramış gibi görünüyor dedik.

Ruşen Çakır: Yayının başlığına da bunu çıkartıyorum zaten. Bir tarafta açılım var, ki onu daha sonra daha uzun konuşacağız. Ama en önemli sorun, CHP'li belediyelere ve Ekrem İmamoğlu'na yönelik yoğun bir yargı saldırısı ve bir de CHP'nin içindeki şaibeli Kurultay tartışmaları. Burada CHP etkilenmemiş, hatta tam tersine vurdukça güçlenmiş görünüyor. Biraz abartıyorum tabii.
Ete: Her iki tarafta da kemikleşmiş bir seçmen var. Ama onun haricinde aslında her iki partinin de şu anda ihtiyaç duyduğu, kararsızlara kaptırdıkları seçmenlerini geri kazanmak ve mevcut seçmenlerini muhafaza etmeye devam etmek. Eğer bu ikisini başarabilirlerse, zaten ikisi tek başlarına seçmenlerin yaklaşık yüzde 60'ının oyunu kendi bünyelerinde tutmuş olacaklar. Bu da çok yüksek bir oran ikisi açısından da. Dolayısıyla AK Parti'nin son bir iki ay içerisinde siyaseti bu kadar yoğun yargı üzerinden belirlemeye yönelik hamleler üstünden konuşulması, başta CHP'nin, CHP’nin içerisinde İmamoğlu’nun, yani bu baskılara kim maruz kaldıysa, öncelikle onların seçmen nezdinde daha güçlü bir siyasal aktörlüğe kavuşmaları, seçmenin onlar etrafında bir dayanışma göstermesini tetiklemiş görünüyor. Aynı şekilde AK Parti'de bu meseleden dolayı henüz ciddi bir kayıp söz konusu değil. Ama eğer AK Parti'nin bundan maksadı kararsızlarda duran bir kısım seçmenini geri kazanmaksa, bu, henüz buna yol açmamış görünüyor. Kabaca eğer bununla iki şey gözetiyorsa, bir taraftan iktidarın kendi siyasal konumunu tahkim etmesi, bir taraftan da bütün bu hamlelerden en güçlü rakibi olan CHP'nin ve İmamoğlu’nun da siyasal konumunun zayıflatılması amaçlanıyorsa, bu ayki araştırmaya bakıldığı zaman, ben her ikisine de yarayan bir sonuç ürettiğini gözlemlemiyorum. AK Parti bunun neticesinde güçlenmemiş görünüyor, CHP ve İmamoğlu da bunun neticesinde zayıflamamış görünüyor. Dolayısıyla karşımızda, siyasetin kimyasını çok olumsuz etkileyen, seçmen siyaset ilişkisini, devlet toplum ilişkisini, iktidar ve vatandaş ilişkisini olabildiğince olumsuz etkileyen, tahrif eden, siyasetin alanını daraltan, siyasete karşı bürokrasinin zeminini genişleten bir süreç var. Ama bunun karşılığında da ne iktidara bir katkı ne muhalefete bir zarar verilmiş durumda. Dolayısıyla burada bir siyaset mühendisliği var, ama bu iyi kurgulanmış ya da iyi sonuç veren bir siyaset mühendisliği gibi görünmüyor diye okuyorum.

Ruşen Çakır: Evet, bu çok önemli. Anladığımız kadarıyla bu olay sürecek. İşi Ekrem İmamoğlu'na yasak getirmeye kadar da varma ihtimali var; çok ciddi bir şekilde gündemde. Ama şu âna kadarki verilerden, bunun CHP'yi yıpratmadığı, tersine, özellikle kararsız olan kendi seçmeninin bir kısmını dayanışma refleksiyle çekmiş olduğu gözüküyor.
Ete: Tam bu dediğine devamla, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, bu çeyrek yüzyıllık iktidar sürecinde, deneyerek, kendisi açısından olumlu sonuca dönüştürdüğü bazı formüller, modeller var. Bunlardan bir tanesi de ‘’eğer muhalefeti sürekli meşgul edersek, baskı altında tutarsak hem kendi seçmenimi konsolide ederim, hem de muhalefeti biraz sarsabilirim’’ duygusu. Bunun da sonuçlarını geçen dönemlerde aldı aslında. Bu, Erdoğan'ın sıklıkla kullandığı ve verim aldığı bir strateji. Fakat benim kanaatimce, Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye'de seçmen-siyaset ilişkisi biraz değişti. Şimdiki dönemde CHP, en az AK Parti kadar güçlü bir siyasi parti. Mart seçimleriyle beraber, AK Parti'nin açık ara siyaseti belirlediği hegemonik konumu kalmadı. CHP de en az AK Parti kadar birincilik için mücadele eden, siyasal gündem belirleme kapasitesi AK Parti kadar yüksek olan bir partiye dönüştü. İkincisi, seçmen, Mayıs ayında çok ciddi bir travma geçirdi. Bu travmanın en önemli neticesi, iktidarla yalnız başına kalma endişesinin, seçmeni stratejik oy kullanmaya sevk ederek, iktidar karşısında en güçlü olduğunu düşündüğü aktör ya da parti etrafında toplanma eğilimine yöneltmesiydi. Şimdi bu iki dinamik nedeniyle son aylarda Erdoğan'ın daha önce de uyguladığı ve kendi açısından olumlu sonuç aldığı stratejiyi işletmiyor artık. Hem seçmen burada bir haksızlık duygusuna kapılıyor, hem de yürütülen siyaset mühendisliği bir ince ayarla yürütülmüyor; balyozla yürütülen bir siyaset mühendisliği var. Neredeyse gün aşırı, konuşan her aktöre yönelik bir yargı sürecinin başlatılmasını, tamamen siyaset açığının yargı eliyle kapatılmaya çalışıldığını ve bunun da, hiç böyle toplum nezdinde bir kamu diplomasisine, bir algı mühendisliğine ihtiyaç hissedilmeden, sadece yapılabildiği için yapılmaya devam edilen, net oyun kurallarını güçlü şekilde lehine değiştirmeye yönelik bir hamle olarak görüyor seçmen. Dediğim gibi, hem Mayıs ayından bu yana seçmenin psikolojisi değiştiği için, hem AK Parti ile CHP'nin siyaset yapma kapasitesi birbirlerine yaklaştığı için, hem de şimdi yürütülen bu sürecin, çok kaba bir mühendislikle yürütülmesi nedeniyle, ben bunun işleyen bir strateji olma ihtimalini çok zayıf görüyorum. Aslında buna siyaset mühendisliği diyoruz, ama pek siyaset mühendisliği havası da veren ince bir çalışma bile yok. Önüne gelene dava açan topyekûn bir tahakküm süreci var. O nedenle bunun iktidar lehine bir sonuç üreteceğini görmüyorum.

Ruşen Çakır: Burada ilginç bulgulardan birisi, MHP'de çok fazla, hatta hiçbir gerileme yok. Bahçeli başlattığı şeyde ısrarlı, bir gerileme yok. Bir de DEM Parti'de bir ay içerisinde 2 puanlık bir artış görüyorum. Tabii araştırmalarda bir takım hata payları olur, ama birkaç aydır sistemli bir şekilde %5-6 arasında giden DEM Parti’yi, şimdi %7'nin üzerinde bulmuşsunuz. Bu bana anlamlı geldi. Sana da öyle geldi mi?
Ete: Öyle, ama ben bunu çözüm sürecine bağlamadım. Bunu son 2 ayda kayyum, tutuklamalar, tekrar KCK dosyasının güncellenmesi, bir taraftan DEM’in bu PKK'yı silahsızlandırma sürecini olabildiğince sağduyulu, yapıcı bir aktör olarak, genel kitleyi de olumlu etkileyen bir siyasal beceriyle yürütmesinin yanı sıra, belediyelere yönelik kayyumların yeniden peş peşe atanmasının, KCK soruşturması üzerinden çok eski dosyaların tekrar gündeme getirilmesinin, bir kısım eski DEM seçmeninin de DEM’e yönelik bir mobilizasyon üretmesi olarak gördüm. Bu bence, CHP'ye yönelik bu oy artışına benzer dinamiklerle yaşanan bir oy artışı. Onun haricinde çözüm sürecinin henüz seçmen dinamiklerini yapısal bir şekilde etkilediğine şahit olmadık. Bu programda seninle her ay konuşuyoruz. Neredeyse Ekim ayından beri en fazla gözlemlediğimiz noktalardan birisi, acaba bu süreç milliyetçi seçmen nezdinde, özellikle bir oy hareketliliğine yönelecek mi? Burada da en fazla baktığımız MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi seçmeni arasındaki geçişkenlik ve bunun tam ters tarafında da DEM Parti’nin bu süreçten nasıl etkileneceği. Bugüne kadar henüz bu dört siyasi partiye yönelik olarak da biri lehine diğeri aleyhine dikkat çekici, görünür bir seçmen hareketliliği yaşanmadı.
Ben bunu birkaç şeye bağlıyorum. Daha önce de konuştuk. Birincisi, iktidar sözcüleri, hem MHP hem AK Parti, bu süreci daha önceki süreçlerden farklı bir stratejiyle ve farklı bir söylemle yürütüyorlar. Burada PKK'yla herhangi bir ön şart, pazarlık, müzakere yapılmadan, PKK’nın silah bırakmasını sağlamaya yönelik bir sürecin öncülüğünü yürüttükleri algısı, seçmene de yansıyor. İkincisi, buna paralel olarak da milliyetçi seçmeni rahatsız edecek herhangi bir taviz duygusuyla beraber yürümüyor bu süreç. Bilakis, devletin bekası, devletin karşılaştığı tehditlerin bertaraf edilmesi, devlet önüne çıkan fırsatların daha iyi yürütülmesi…. Bütün bunların hepsi milliyetçi terminoloji içerisinde anlamlı olan kaygılar. Bunlar üzerinden yürütülen bir süreç var. Bu nedenle henüz olumsuz bir yansıma olmamış.
İkinci olarak da sürece karşı çıkan Zafer Partisi, İYİ Parti gibi partiler de milliyetçi seçmeni cezbedecek, Türkiye'nin, devletin, toplumun yararına daha güçlü, daha sağlıklı, daha stratejik bir argüman üretebilmiş de değiller. PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunulduğu gün, parti binasına şehitlerin isimlerinin yansıtılmasının bir yansıması yok seçmende. PKK'nın silah bırakmasından İYİ Parti niye rahatsız olsun? Bir milliyetçi seçmen Türkiye'de PKK'nın silah bırakmasından niye rahatsız olsun? Bunun bir pazarlığa dönüşmesi durumunda, bunun milliyetçi seçmende bir taviz duygusu oluşturması durumunda, milliyetçi partilerin bu sürece itiraz etmesinin bir yansıması oluşur milliyetçi seçmende. Ama henüz buna benzer bir durum yokken, sadece karşıtlık, sadece ‘’buradan bana bir ekmek çıkabilir’’ duygusuyla, bir hamasetle muhtemel tepki alanlarını deşmek, o tepki alanlarından bir siyaset üretmeye çalışmak, henüz seçmende bir zemin oluşturmamış gözüküyor. Dolayısıyla ben bunu iki şeye bağlıyorum: Hem iktidar bu süreci doğru, güzel ve soğukkanlı yürütüyor hem de bu süreçten pay alma ihtimali olan alternatif milliyetçi partiler, henüz bu süreçten olumlu yararlanmalarını sağlayacak güçlü, sağlıklı, sağduyulu bir söylem üretebilmiş değiller. O nedenle de henüz bu mesele yansımamış. Ama önümüzdeki aydan itibaren bunun yansımalarını görebiliriz. Öcalan etrafında yaşanan hareketlilik, PKK etrafında yaşanacak hareketlilik, devletin bunlara nasıl bir çözüm üreteceği, silahların bırakılması meselesinin nasıl bir prosedürle hayata geçirileceği, Suriye'deki bu müzakerelerin nasıl sonuçlanacağı, Öcalan'ın bu çağrı ve PKK silahlanması neticesinde, İmralı'da nasıl bir model altında tutulacağı... Bütün bunlar kamuoyuna yansıdıkça, milliyetçi seçmen başta olmak üzere, siyasette bir harekete yol açabilir. Ama bugüne kadar yaşanan gelişmeler henüz somut bir çıktı üretmediği için, hem de aktörler bu meseleyi siyaseten kendi lehlerine iyi yürüttükleri için, henüz bir hareketliliğe yol açmamış görünüyor.

Ruşen Çakır: Öcalan meselesini yayının sonunda ayrıca konuşalım. Ümit Özdağ'ın tutuklanmasını sormuşsunuz. İnsanlar büyük bir çoğunlukla yanlış bulduğunu söylüyor, ama Zafer Partisi'nin oylarında büyük bir artış gözükmüyor. İnsanlar genel olarak, Zafer Partili olmayanların da büyük bir çoğunluğu bu tutukluluğu yanlış buluyor ama bu yüzden oy azalması ya da artması gibi bir olay yaşanmıyor.
Ete: Evet, bir dinamiğe yol açmamış.

Ruşen Çakır: Evet, bu ilginç. Cumhurbaşkanlığı meselesine gelelim. Şimdi tabloya bakıyorum, Mansur Yavaş önde, Erdoğan ikinci sırada, Ekrem İmamoğlu üçüncü sırada ve dördüncü sırada Hakan Fidan var. Hatta Hakan Fidan'ın aldığı oy, Ekrem İmamoğlu’nun yarısı kadar. Bu beni şaşırttı açıkçası. Erdoğan varken zaten Hakan Fidan olamaz da, Erdoğan'ın olmaması durumunda, iktidar cephesinde en güçlü ismin bu olduğu anlamına mı geliyor?
Ete: Doğru. Biz seçimlerden bu yana ısrarlı bir şekilde Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve adayları etrafındaki sorulardan uzak duruyorduk hatırlıyorsan. Bizim hiçbir anketimizde bugüne kadar bu mesele hiç yer almadı. Biz bilinçli olarak ‘’henüz seçime çok var, bu bir siyasal elit tartışması, veri üzerinden bu spekülasyonlara malzeme sağlamayalım’’ düşüncesiyle bu meseleye girmedik. Fakat cumhurbaşkanı adaylığı meselesi artık bu ay çok güçlü bir şekilde siyasetin konusu hâline geldi. CHP, kendi cumhurbaşkanı adayını belirlemeye yönelik bir siyasal süreç başlattı. Parti içerisinde ön seçimle İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etmenin prosedürünü başlattı. Mansur Yavaş’la bu meselede nasıl bir yol bulunacağına dair bir iki görüşme gerçekleştirildi. Mansur Yavaş'ın seçime katılmayacağı, ama adaylık iddiasını sürdüreceği görülüyor. Dolayısıyla bu mesele gündeme geldi. Öyle olunca, biz yine somut senaryolara başvurmadan, tamamen açık uçlu bir soru üzerinden, toplumun bu cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili sıralamasının, beklentisinin ne olduğunu bir görelim dedik ve aslında bir milat olsun diye buradan başlattık. Henüz bu meselenin ilk gündeme geldiği aydaki verileri bir kayıt altına alalım dedik. Aynı zamanda bizim zihnimizde çok fazla AK Parti kanadı yer almıyordu doğrusunu istersen. İmamoğlu’yla Yavaş arasındaki dinamiğin başlangıç anında nasıl olduğunu görelim, ilerleyen süreçlerde İmamoğlu CHP'nin adayı olduğunda, Mansur Yavaş resmi bir adaylık olmadığı hâlde adaylık iddiası üzerinden bir siyaset yürüttüğünde, diyelim ki 6 ay sonra bu nasıl değişmiş olacak, seçmen CHP'nin İmamoğlu'nu aday göstermesine nasıl bir tepki gösterecek, Mansur Yavaş'ın seçmeni Mansur Yavaş’la ilişkisini nasıl sürdürecek, bunu görelim, önümüzdeki dönemlere yönelik bir kıyaslama olsun diye yaptığımız bir şeydi. Ben o anlamda da çok iyi çalışan bir soru olduğunu düşünüyorum. Hiç yönlendirmeden, tamamen açık uçlu sorduğumuzda, Mansur Yavaş açık ara önde görünüyor. Bu bizim siyasal okumamızla da örtüşen bir şey. Hem CHP seçmeninin tercihini alıyor hem CHP dışındaki muhalefet partilerinin tercih ettiği bir isme dönüşüyor, dolayısıyla daha geniş bir siyasal, sosyolojik zemine oturuyor Mansur Yavaş. İkinci sırada AK Parti geliyor. Burada şaşırtıcı olan, Erdoğan'ın Mansur Yavaş'ın arkasına düşmüş olması. Çünkü kategorik olarak bu sorularda bugüne kadar, çok istisnai durumlar haricinde birincilik hep Erdoğan'ın elinde oldu. Açık uçlu sorduğunuzda, ‘’en beğendiğiniz siyasetçi’’ sorularında da, cumhurbaşkanı adayı sorularında da açık ara birincilik, her zaman Erdoğan'ın uhdesinde oldu. Burada Erdoğan'la ilgili bir düşüş yaşanmış. Erdoğan diye tercihte bulunanların sayısı düşmüş. Bunu iki şeye bağlamamız mümkün. Hakan Fidan'ın alternatif bir…

Ruşen Çakır: Burada araya gireceğim, kusura bakma, lafını unutma. Sizin çalışmanızda, Erdoğan'ın yeniden aday olmasını olumsuz bulanların oranı da %61. Bu da demin söylediğin şeye gerekçe oluşturacak bir veri.
Ete: Evet. Bu ayki araştırmada ‘’Erdoğan'ın bir daha adaylığı meselesine toplum, seçmen nasıl bakıyor?’’ diye sorduk. Çoğunluk böyle bir şey beklemiyor, buna olumlu bakmıyor. AK Parti içerisinde %80'e yakın bir oranda, Erdoğan'ın yeniden aday olmasına yönelik bir destek var, ama bunu AK Parti seçmenini de dâhil ederek genel toplumsal düzeye yansıttığımızda, toplumun hâkim ekseriyeti böyle bir beklentiye ve düşünceye sahip değil. Dolayısıyla Erdoğan'ın ilk defa böyle bir sıralamada birinci gelmemesinin bir nedeni bu. Bazı toplumsal kesimler, artık Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adayı olarak anılan isimler arasında olmaması gerektiğini düşünüyor. Bu toplumsal kesimlerin bir kısmı muhtemelen AK Parti içerisinde cumhurbaşkanı adayı alternatifi olarak Hakan Fidan'ın ismini belirlemiş. Hakan Fidan'ın oranı bizi de şaşırttı. Çünkü AK Parti içerisinde, özellikle Erdoğan'ın Urfa kongresinden başlayarak yeniden seçimlere katılma ihtimalini deklare etmesinden sonra, ‘’Erdoğan'dan sonra kim cumhurbaşkanı olacak?’’ tartışması ya da ‘’kim bu seçimlerde aday olacak?’’ tartışması büyük oranda ortadan kalktı. Bu, imkân ve ihtimalin beraber yürüdüğü bir süreç. Çünkü Erdoğan olmadığında devreye çıkacak bir süreç. AK Parti içi dengeler açısından, Erdoğan'a rağmen kimsenin toplumsal bir mobilizasyon ya da siyasal bir mobilizasyon yaratarak zorlayabileceği bir süreç değil. Ama bu rakamları, seçmen nezdinde Hakan Fidan'ın siyasal bir popülarite kazandığının, siyasal bir sempati kazandığının göstergesi olarak okumak lazım diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Demin Ümit Özdağ olayını sordum. Onun dışında teğmenlerin yeminini, İmamoğlu davasını, Kartalkaya yangınını sormuşsunuz. Bir de Suriye meselesi var, ama şimdi Suriye'yi bir kenara koyalım. Bunların hepsinde büyük bir çoğunluk, iktidar karşıtı pozisyonlar almış. Mesela Kartalkaya'da sorumlu olarak belediyeyi değil, bakanlığı gösterenler daha fazla. Teğmenler konusunu, onlara yönelik uygulamayı yanlış bulanlar daha fazla, değil mi? Ekrem İmamoğlu davasının siyasi bir dava olduğunu söyleyenler, neredeyse yarısı. Ümit Özdağ’ı zaten söyledik. Bunlar son dönemin en çarpıcı konuları ve iktidarın da savunduğu konular. Bu önemli adımların, kamuoyunun yarıdan fazlasının desteğini almadığını görüyoruz. Bambaşka bir olay olduğu için Suriye'ye olumlu bakanları bir kenara koyalım. Ama içeride yaşanan, bu gündemi belirleyen ayrı ayrı bu olayların hepsinde, insanlar büyük bir çoğunluğu iktidarı sorguluyor.
Ete: Çok doğru.  Bizim başta konuştuğumuz ‘’bu son yaşanan gelişmeler siyasi partilerin oy oranına nasıl yansıyor?’’ diye yaptığımız değerlendirmenin verisi aslında bu bahsettiğin şeyler. Bunlar iktidara yaramıyor. Bilakis ‘’muhalefete yarayabilir, yarama ihtimali daha yüksek’’ dememin bir nedeni de bu. Toplumun iktidara yönelik algısını iki şey üzerinden izleyebiliriz. Birincisi, çok genel, Türkiye'nin genel gidişatı, Türkiye'nin ekonomik gidişatı, genel olarak Türkiye'nin iyi yönetilip yönetilmediğine yönelik, daha gündelik gelişmelere sirayet etmeyen, bunları kesen, genel perspektifler üzerinden sorduğumuz sorular var. Bu sorularda, toplumun ülkenin iyi yönetildiğine, gidişatın iyi olduğuna yönelik kanaati, zaten uzunca bir süredir %25'lerin altına düşmüş vaziyette, %15'ler, 20'ler civarında. Toplumun %70'i, 80'i ekonomik gidişatın iyi olmadığını, ülkenin genel olarak iyi yönetilmediğini düşünüyor.
Bu genel algı dışında, gündelik siyasal gündem başlıklarıyla ilgili toplumun kanaati. Sorduğumuz bu soruların hiçbirisi kendiliğinden gündeme gelmiş sorular değil. Son bir iki ay içerisinde, iktidarın ya yargı üzerinden ya siyasi bir tutum üzerinden kamuoyunun gündemine taşıdığı polemiklerin, başlıkların, süreçlerin yansımaları. Toplum bunlara nasıl bakıyor üzerinden belirlediğimiz sorular. Bu başlıkların tamamında iktidarın tezinin toplum tarafından satın alınmaması, olağandışı bir durum aslında. Türkiye'yi 23 yıldır yöneten bir iktidarın, gündeme gelen, kamuoyunu meşgul eden başlıkların tamamında çoğunluğun desteğini almaması bir soru işareti. Bu aynı zamanda iktidarın toplumla ilişkisi açısından da ciddi bir tehdit çanı. Benim, ‘’siyaset boşluğu yargı eliyle dolduruluyor ve bu iktidara yaramıyor’’ dememin nedeni de bu. Bu, bir siyasi süreç ya da siyasal strateji olarak kurgulanıyorsa, ki bunu düşünmek daha makûl. Bunlar boşlukta kendi kendine olmuyorsa, bunların iktidarla bir ilişkisinin olduğunu varsaymak mümkün. Bunun iktidarla bir ilişkisi varsa, o zaman iktidarın lehine bir sonuç üretiyor olması beklenir. Şimdi bu göstergeler bize bütün bu meselelerde iktidarın aldığı pozisyonun toplumla çatıştığını gösteriyor. Bazı alanlarda bu tutumu almasını anlayışla karşılayabilirim. Diyelim ki teğmenler meselesinde iktidar ilkesel bir tutum takınma pahasına, toplumsal dengeleri karşısına almayı göze alarak ayrı bir tutum takınabilir. Burada öngördüğü temel şey toplumsal nabız değil, ordunun alacağı ders olabilir, ordu disiplinini koruması olabilir. Bunların birkaçı siyaseten tolere edilebilir. Ama bahsettiğim bütün başlıklarda iktidarın pozisyonunun toplum tarafından benimsenmemesi, bence iktidarın da üzerine oturup düşünmesini gerektiren bir sıkıntı.

Ruşen Çakır: Son olarak Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ya silah bırakma ve örgütü lağvetme çağrısını bir konuşalım. Tabii siz bu araştırmayı yaptığınız zaman 27 Şubat çağrısı yoktu, ama gelmekte olduğu söyleniyordu. Sonuçta oldu. Bu konuya çok hâkim birisi olarak sana, Öcalan'ın çağrısını, o metni, metnin kendisini sormak istiyorum. Ne bekliyorsun? Devlet Bahçeli'nin hasta yatağından yaptığı telefon diplomasisi daha çok önde. Ama haftaya, DEM Parti tekrar partileri gezmeye başlıyor. Pazartesi günü heyet olarak ilk önce CHP’yle buluşacaklar. Nasıl bakıyorsun, bu iş olacağa benziyor mu? Çok ciddi eleştiriler, soru işaretleri, karşı çıkışlar, itirazlar var.
Ete: Dediğin doğru, bu meseleyle ilgili birçok bilinmezliğe rağmen, riskler var, bu süreçler daha önce denendi. Önümüzdeki dönemde silah bırakma aşamasının fiilen hayata geçmesine kadar da herkesin tedirgin olma salâhiyeti var. Bu da iyi bir siyasi okuma da olur bence. Fakat bana sorarsan, bu sürecin olumlu bir yönde ilerlediği, aslında ilk günden belliydi. O yüzden PANORAMATR'deki analizlerimizde hep, bu meselenin bir silah bırakmayla sonuçlanma ihtimalinin daha yüksek olduğunu, bu ayki analizde bile 15 Şubat'ta beklenen açıklamanın gecikmiş olmasının aslında çağrının sonucunu olumlu etkilemeye yönelik bir gecikme olarak okunması gerektiğinin üzerinde durmuştuk. Dolayısıyla ben bu süreç gelişiminde, Türkiye'nin geçmiş hatalardan da ders çıkararak bu sefer süreci daha doğru yürüttüğünü düşünüyorum, bu bir. İkincisi, en başından aslında bu süreci belirleyici olan dinamik, doğrudan PKK'nın kendisinin, yani Öcalan'ın bu çağrı metninin de ana odağını oluşturan şeyin, esasında devletin herhangi bir müdahalesi olmasa bile PKK'nın miadını doldurduğu için silah bırakması gerektiğine yönelik gerekçelendirmeleri. Benim metni önemli bulmamın nedeni, bunun, Öcalan’ın daha önceki metinlerinden farklı olarak, doğrudan muhatabının bu meseleyi tartışırken açık kapı bulmamasını sağlamaya yönelik gerekçelerinin, sebep-sonuç ilişkilerinin, tez-antitez-sentez denkleminin çok doğru kurgulandığı bir metin olması. Öcalan, fazlalıkları olabildiğince atarak, asgari ifade içerisinde PKK'yı nasıl bir çerçeveye oturtacağını, PKK'nın buna nasıl itiraz etmeyeceğini sağlamayı öngördüğü, kamuoyunun, bu meselenin niye böyle olması gerektiğine dair şüphelerini, endişelerini izale eden çok iyi çalışılmış bir metni kaleme almış. Ve çağrı sonrasında yaşanan tartışmalar da bence kısa sürede sonucunu üretti. Bunu, devletle yürütülen bir meseleden uzaklaştırıp, tarihsel koşulların değişmesi, bölgenin jeopolitiğinin değişmesi, Türkiye'deki demokratik dinamiklerin değişmesi gerekçesiyle, PKK'nın, silahlı bir mücadele yürütmesinin anlamının kalmadığına dair bir çağrıdan sonra, ben, PKK’nın herhangi bir koşul öne sürerek, iktidarla yürütülen bu süreçte herhangi bir küçük meseleyi ön plana çıkararak silah bırakma yükümlülüğünden kaçabileceğine ihtimal vermiyorum artık. Bence bu mesele kapatıldı diye bakabiliriz.
PKK silah bırakacak, ama başka meselelerin nasıl olacağı büyük bir soru işareti hâlâ. Mesela ilk günden itibaren tartışılan üç dinamik, bence önümüzdeki dönemde sürecin selametini de etkileyecek. İlki, Sırı Süreyya Önder'in çağrıdan hemen sonra okuduğu not. Bu not, sürecin bir pazarlıkla, bir müzakereyle yürütüldüğüne dair bir beklenti içerisinde olan bir sürü çevrenin üzerine atlamasını sağlayan bir malzeme üretti. İkincisi, bir taraftan da “PKK ne aldı da silah bırakıyor?” türü mahalle baskılarına karşı, “Biz bunu hukuk ve demokrasi içerisinde yürüteceğiz” diye tatmin etmeye yönelik bir not. Ben her hâlükârda bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Ve bunun çağrı metninde yer almamasına rağmen orada okunmasında ısrar edilmesinin, önümüzdeki dönemde bu meselenin ne kadar önem taşıyacak bir mesele olduğunun da bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Düşünün, Öcalan'la devlet arasında bir metin üzerinde müzakereler yürütülüyor, gidiliyor geliniyor, bir yerde uzlaşılıyor. Bu çok tarihi bir çağrı, bütün dünya kamuoyunun izlediği bir çağrı diyelim. Sonuna iki cümlelik bir not eklenme ihtiyacı hissediliyor. Bu aciliyet ne, bu gerekçe ne? Bu, önümüzdeki dönemde de bu meselenin kaşınmaya müsait ya da ısrarla gündemde tutulmaya açık ciddi bir mesele olduğunu gösteriyor. Birinci mesele bu bence. Bu işin hukuk, demokrasi ve benzeri gerekleri ne olacak meselesi.
İkincisi, hemen yarım saat sonra Tayyip Temel ve Mazlum Abdi üzerinden, “Bu Suriye'yi kapsamıyor” açıklamasının yapılma ihtiyacının hissedilmesi. Bence bu aslında süreç yürütme sağduyusuna uygun bir şey değildi. Bırakalım kamuoyu zamanla bu meseleyi nasıl taşıyacaksa taşısın, günü geldiğinde bu açıklamayı yaparsınız. Ama ilk günden atlayarak, “Suriye'yi kapsamıyor” denilmesi de aslında bu meselenin yine PKK Dünyası içerisinde ciddi tartışmalar ürettiğini ve henüz bir çözüme bağlanmadığını gösteren bir şey. Önümüzdeki dönemde bu mesele de çok ciddi sorun çıkarmaya başlayacak.
Üçüncüsü, Efkan Âlâ’nın hemen yarım saat sonra, bu meseleyi çerçevelemeye yönelik, kamuoyunun, bu meselenin yürütücülerden biri olarak gördüğü iktidar kanadından beklemediği bir temkinlilikle, beklemediği bir soğukkanlılıkla, bir kayıtla, bir tehdit diliyle yaptığı açıklama. Efkan Âlâ’nın herhangi bir coşkuya yer vermeden, bu meselenin sonuçlarının daha önemli olacağına yönelik, temkinli ve tehditkâr dilinin diyelim devam etmesi. Bu da, önümüzdeki dönemde iktidarın bu işin neresinde olduğuna, bu işi ne kadar sahiplendiğine, bu işi ne kadar götüreceğine dair soru işaretlerini canlı tuttu. Ömer Çelik'in bir gün sonra yaptığı açıklamalar Efkan Âlâ’ya göre daha olumlu olmakla beraber, aynı temaları taşıyan açıklamalar olmaya devam etti. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde ben PKK'nın silah bırakmasını artık neredeyse gerçekleşmiş bir mesele olarak görebileceğimiz bir kesinlikte değerlendiriyorum. Bence, artık bu meseleye çözümlenmiş durumda diye bakılabilir. Bunun teknik süreçleri görülecek, halledilecek. Ama sürecin nasıl ilerleyeceği üzerinde üç önemli dinamik hemen ilk gün ortaya çıktı. İlk gün, çağrıdan sonraki bir saatlik bir süreç içerisinde, bu üç dinamiğin de hemen kendisini baş göstermesi, önümüzdeki dönemde sürecin selâmetle sonucuna ulaşmasını arzu eden aktörlerin de dikkat etmesi gereken üç dinamiğin ne olduğunu ve kamuoyu açısından da hassasiyetle izlenecek, henüz tam sonuca bağlanmamış üç farklı dinamiğin yer aldığını gösteriyor.

Ruşen Çakır: Herhalde önümüzdeki mart ayı araştırmasında en çok konuşulacak konulardan birisi bu olacak. Bakalım oy tercihlerini nasıl etkilemiş, göreceğiz. Çok merak ediyorum, herhalde sen de merak ediyorsundur. Çok teşekkürler, Hatem. Şubat 2025 araştırmasını PANORAMATR Direktörü Hatem Ete ile birlikte değerlendirdik. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
02.03.2025 Yeni çözüm sürecine yönelik bazı itirazlar ve bunlara cevaplarım
26.02.2025 Kardeşim Ahmet Sever’e veda
25.02.2025 AK Parti diye bir parti kaldı mı?
24.02.2025 AKP’nin transferleri: “Kazan kazan” mı?
23.02.2025 AKP Türkiye’yi dönüştürürken kendisi de dönüştü
23.02.2025 AKP Kongresi: Dağ da yok fare de
22.02.2025 Tarihi ve çok zor bir dönemden geçiyoruz
21.02.2025 Haftaya Bakış (255): TÜSİAD ve Erdoğan çatışması | CHP tartışmaları | İmralı heyeti Irak’ta
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı