REFAH GELECEĞİNİ TARTIŞIYOR/2
Aydın Menderes: "Refah solcuyum desin"
Türk siyasi hayatının önemli ve ağırlıklı isimlerinden Aydın Menderes, 'Bir halk hareketi, bodrumdakilerin hareketi' olarak tanımladığı Refah Partisi'nin 'bütünü kucaklaması' için ilginç bir öneride bulunuyor: "RP'ye yakışan CHP'ye solcu demek değil. Tersine çıkıp 'Ben solcuyum' demesi lazım"
Ruşen ÇAKIR-Kemal CAN
RP'nin çaresizlikten zaman zaman en ilkel reflekslerine geri döndüğünü de ileri süren Menderes, korktuğu için izole, steril kalmayı tercih eden partinin sadece İslami söylemle bütünü kucaklayamayacağı görüşünde. Menderes, "Çünkü bunların bir kısmı alkol tüketir, bir kısmı camiye gitmez" diyor.
ARALIK 95 genel seçimleri öncesinde RP'nin yaptığı en önemli transfer olan ve RP'nin "46 ruhu" misyonunu devralmasının sembolü sayılan Aydın Menderes, RP Genel Başkan Yardımcılığı'na getirildi. "MGK krizi" öncesinde partisini de eleştiren önemli çıkışlarıyla dikkat çeken Menderes ile Refahyol deneyi ve RP'nin merkeze yolculuğu üzerine konuştuk.
"Merkezin çöküşü" biçiminde ifade edilen süreç, yeni merkezin inşası aşamasında bir krize girmiş görünüyor...
Menderes: Türkiye'nin krizi, ölen merkez sağa duyulan ihtiyaç. Çünkü, Türkiye'nin siyasi biçimlenişinde merkez sağ temel sütun, istikrar onun üzerinde kurulur. Türkiye'de merkez sağ üç ana vektöre göre biçimlenmişti: Kalkınma-sosyal adalet-din ve vicdan hürriyeti. 80'e kadar da böyle geldi. 80 sonrasında Özal bunları bir buçuğa indirdi: Din ve vicdan hürriyeti-yarım kalkınma-sıfır sosyal adalet. "Zengini sevmek" gibi söylemlerle, yeni temayüz eden mafyozo sermaye ile merkez sağın sınıfsal tabanı parçalandı. Bu sınıfsal taban çökünce ideoloji de çöktü. Bu çözülme karşısında 87-91 arasında Demirel'in 1950-80'i tekrar eden popülist muhalefeti bir tutunma gayreti olarak düşünülebilir. Sadece popülizm yaparak, ödünç oylarla filan merkez toparlanmaya çalışıldı, ama olmadı.
Bu kriz noktasında iki seçenek duruyor: Ya merkez sağı toparlamaya aday olanlar kendilerini RP seçmenine de açacak bir yapı oluştururlar, ya da RP merkeze hamle eder.
RP, Refahyol ile bu hamlesini yaptı, Erbakan'ın 5. kongredeki konuşmasıyla da bunu beyan etti.
Menderes: Bu hedefi ifade edildi ama bunun gereği yapılmadı, yapılamadı. Burada konjonktürün buna elverişi olmadığını ifade etmek gerekiyor. RP'nin üzerine çok gidildi ve bu RP'nin reflekslerini harekete geçirdi.
RP'nin merkeze yönelişi zaten kendi içindeki bir dönüşümle olamazdı. Bunun yolu bir koalisyondu. Onu alıp merkeze taşıyacak bir partnere ihtiyaç duyuyordu. Bu da DYP oldu. Yani RP, merkeze yerleşme atağında geleneksel merkez sağ ile ilişkili bir formül denedi. Fakat başka siyasal - toplumsal ittifaklar, demokrasi adına geniş bir cephe arayışını da tamamen gündem dışında tuttu. Aydınları yanına alabilirdi. Sivil alanı güçlendirirdi. Kendi sağına açıldığı kadar sola da açılabilirdi.
Son dönem RP söyleminde sola açılma yerine çok ciddi bir sol-solcu düşmanlığı görülüyor.
Menderes: RP'ye yakışan CHP'ye 'Solcu' demek değil. Bu siyaseten yanlış. Anti solculuk da yanlış. Tersine RP'nin çıkıp 'Ben solcuyum' demesi lazım. RP çaresizlikten en ilkel reflekslerine geri dönüyor zaman zaman. Anti - komünizm günleri hatırlanıyor. Korktuğu için izole, steril kalmayı tercih ediyor. Aslında RP Türkiye'nin en önemli, en ciddi olgusu. RP bir halk hareketi, bodrumdakilerin hareketi. Fakat sadece İslami söylemle bütünü kucaklayamazsınız, çünkü bunların bir kısmı alkol tüketir, bir kısmı camiye gitmez. Ben kişisel olarak "Daha geniş bir kitleyi hedeflemeliydi" diyorum. Kişilik değiştirmeden bunu geçmeliydi. Ben bu cephede yer alacak demokratlardan bahsettikçe, "Aydınlar" dedikçe, "Kim bunlar" diye soruluyor; pek de bir şey diyemiyorum, ama olsun.
Bunun önündeki engel neydi sizce?
Menderes: Bu siyasi maharet ister. Bir başka etken de; RP iyiye gidiyordu ve bu noktadaki pragmatizm "işler iyiyken niye zorlayalım" biçiminde oldu. Ama uzun vadede kapalı süreçler sonsuza kadar kendini besleyemez. "Ay büyümezse küçülür". RP'nin daha fazla demokrasi, insan hakları demesi lazım. Vizyon yaratması lazım. Bir özgürleşme projesi RP'ye hiçbir şey kaybettirmez. 'Biz laikiz' deyip sisteme şirin görünmek yerine, 'Biz demokratız' demek gerek. Anlık-günlük şık-kötü perakende ittifaklar yerine geniş cephe tutmak, sistem ve derin devlet karşısına derin demokrasi ile çıkmak gerekiyor. RP bundan artık kaçamaz. RP demokrasiyle daha fazla yüzleşecek. Bu siyasi pratiğin bir sonucu. RP'nin yeterince düşmanı var. Şimdi dostlar edinmek zorunda. Aksi takdirde, yani şimdi olduğu gibi dışarı çıkamayan, kendini yeniliğe açamayan bir RP: Düzene sırtını dönmüş ama zarar da getirmeyen; ülke gündemini dolaylı olarak etkileyen, figüran bir parti olur.
Refahyol deneyi, RP'nin merkezle ilişkisi bakımından ciddi engellerle karşı karşıya olduğunu gösterdi. Çok ciddi bir blok oluştu.
Menderes: Ordu-medya-sermaye ittifakı, bu geçici bir şey, çok ciddi değil. Sorun bu blok değil, daha derin bir sistem meselesi. Refahyol ile birlikte sistem kendi aynasında RP'yi gördü, bundan irkildi ve gücü devreye soktu. Sizin hakkınızda plan yapan, sizin onun hakkında bir planınız olmadığı için avantajlıdır. RP'nin sisteme dönük bir projesinin olmaması yüzünden, "karşı plan" kolay işledi. Ama her şeye rağmen gerilimi RP yükseltmedi. RP, kendi yetersizlikleri ile yüzyüze kaldı.
Ben hep söyledim, Refahyol davaya sadakatın değil devlet yönetme yeteneğinin imtihanıydı. Neye 'Hayır' dediğimizi belki biliyorduk ama, neye 'Evet' denildiği ortaya konulamadı.
RP dahil herkes görmeli ve kabul etmeli ki, bu toplumun insanlarını bir kalıba dökmek mümkün değil. O zaman mütareke...
En başta RP'nin varlığı onur kırıcı bulunmamalı. Bu yanlış şeylere bakmaktan oluyor: RP söylemine, Şevki Yılmaz'a bakınca başka bir şey görünüyor. RP de, gereksiz biçimde Cumhuriyet'in refleksleri üzerinde dolaşmamalı.
Ben bütün bunları söylerken dudaklarını büken insanları görür gibi oluyorum, ama samimiyetle ifade ediyorum, bu potansiyel RP'de var. Her şeye rağmen RP seçmeni dinamik. Kişilik yozlaşmasına uğramadan geniş seçmen yığınlarıyla buluşabilecek bir formüle uyar.
TANIL BORA YAZIYOR
Daha dindar Özalcılık
"RP'nin selefi olan MSP, ilk koalisyonunu "sol" ile yapmış olmasına rağmen, siyasal yelpazedeki konumu açısından şüphesiz sağdadır. MSP, kendisini "sağ - sol şemasına uymayan, kendine mahsus 'milli' bir siyaset" olarak takdim ediyordu ama, genel kamuoyu nezdinde de, bizzat kendi kitlesinin büyük çoğunluğunun nezdinde de sağcı sayılıyordu. 1980'lerin sonlarına doğru, İran devriminin de etkisiyle "sağcılıktan" istifa etme eğilimleri belirdi.
80'ler boyunca şiddetlenen radikal İslamcı eğilim, RP'yi de bir miktar etkiledi. 90'lara gelindiğinde sağcılığı reddedenler bir hayli çoğalmıştı.
RP üst yönetimi ise, kendini hiçbir zaman sağdan başka bir yerde düşünmedi. Refahyol tecrübesini de, RP'yi merkez sağa kuvvetli biçimde lehimleme fırsatı olarak değerlendirmek istedi.
Bu sağ hamle, üç düzlemde gözlemlenebilir:
Sermayenin baskınlaşması: Sermaye ve orta çaplı "Anadolu sermayesi" değil, basbayağı büyük sermaye, artık RP'nin hassasiyetlerini çok daha fazla belirliyor. Hükümetin en sevgi gösterdiği "sivil toplum kuruluşunun" Mazlum - Der değil de MÜSİAD olması çok şey anlatıyor.
RP'de ciddi bir iç dönüşüm veya kopma olmadıkça; yoksulları ve "aşağıdakileri" değil, "memnunları" gözeten bu çizginin değişmesi beklenmemeli.
Merkez sağ ve siyasete biat: RP, bir süredir kendini Türkiye'nin yeni merkez sağ partisi olarak takdim etmeye yönelmişti.
Erbakan, Türk merkez sağının bütün siyasal alışkanlıklarını tevarüs etmişti. Başta da, "çoğunluğu yakalayan her istediğini yapar" şiarına dayalı, "azınlık" sayılanları "susta" durdurmayı özleyen "milli irade" ve "demokrasi" anlayışını... RP'nin talip olduğu merkez sağın restorasyonu, dini motifleri çoğaltmış bir liberal - muhafazakar restorasyon olacaktı. Özalcılığın daha dindarı.
Devlete biat: RP'nin merkez sağa yerleşme projesi açısından, "devletçe onanması" olmazsa olmaz bir şarttı. Refahyol sürecinde yediği vetoya rağmen, devlete biat gayretlerini sağcılığı koyultarak sürdürüyor. Türk merkez sağının biri Demirel'de diğeri Özal'da şahıslanan iki taktiğini devralıyor. Birincisi; orduyu karşısına almayıp, onunla özdeşleştirilen laiklik, Atatürkçülük gibi değerlerin muhalif kanattaki savunucularını "solculukla", yozlaşmışlıkla, hıyanetle itham ederek hem ordumuza - devletimize azami sadakati kanıtlıyor, hem de karşı cepheyi yıpratarak örtülü muhalefet yapıyor. İkincisi ise Özal'ın "devlet - millet barışması" söylemi; "Çalışan, sadık, itaatkar ideal yurttaş, mümin yurttaştır, geliniz müminleri rencide etmeyelim, bundan devletimiz kazanır."