REFAH GELECEĞİNİ TARTIŞIYOR/5
Tüm gözler radikallerde
Şu anda gündemde, "RP'nin iktidardan uzaklaşması radikalleri güçlendirir mi?" sorusu var. Radikal İslamcılar, 8 yıl karşıtı cuma gösterilerinde polisle ilk kez ciddi anlamda karşı karşıya gelseler de, bütün çabalarına rağmen geniş katılımlı ve etkin eylemler gerçekleştiremedi
Ruşen ÇAKIR-Kemal CAN
RP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Devlet Bakanı Abdullah Gül epey iddialı konuşuyor: "İslam ülkelerindeki birçok akım ve hareketin kendilerini gözden geçirmelerine, özeleştiri yapmalarına, varsa şiddete başvurma eğilimlerinden vazgeçmelerine vesile olmuşuzdur. Gördüler ki, zora başvurmadan demokratik yollardan halka kendinizi kabul ettirebiliyorsunuz."
Ancak herkes Gül'le hemfikir değil. Akit Gazetesi'nin sahibi Mustafa Karahasanoğlu, Refahyol'un devrilmesini, "Laikler, `Bu iş siyasi partiyle olmaz' diyenlerin ekmeğine nefis bir Trabzon yağı sürdü" şeklinde yorumluyor.
Yeni Şafak Gazetesi'nde Hayrettin Oğuz imzasıyla, 16 Temmuz'da yayınlanan "Bundan sonra ne yapacağız?" başlıklı yazıdaysa şöyle soruluyor: "Bundan sonra da 'Demokrasiyi araç olarak kullanacağım' diye diye kendimizi demokrasinin ve sistemin aracı konumuna getirecek miyiz?"
Radikallerin gücü
Öteden beri RP, kendi dışındakiler tarafından "radikal İslamcılıkla" ilişkisi bağlamında değerlendirildi. Hep şu sorular soruldu: "RP'de radikallerin gücü ne? RP'de kim gerçek radikal, kim ılımlı? RP'nin iktidara gelmesi, radikalleri mi güçlendirir, yoksa aksine gücünü kırar mı?"
Günümüzün sorusuysa malum: RP'nin iktidardan uzaklaşması radikalleri güçlendirecek mi?
Bu sorunun cevabı, daha ilk günlerden belli olmaya başladı. İslami camiadaki genel huzursuzluğu büyük bir fırsat olarak gören radikaller 8 yıl karşıtı sokak gösterilerine ağırlık verdi, güvenlik güçleriyle İslamcıların ciddi bir biçimde ilk kez karşı karşıya geldiği bu gösterilerde gerilimli anlar yaşandı, ama bütün çabalarına rağmen geniş katılımlı ve etkili eylemler düzenleyemediler.
Bu fiyasko, radikal İslamcılığın 1980 sonlarından itibaren içine girdiği krizin derinleşerek sürdüğünü gösteriyor. Bununla birlikte radikal kişi, çevre ve gruplar tam anlamıyla ortadan kalkmış değil. Bu radikal grupların bazı tezlerinin, RP tabanının bir bölümüne cazip geldiği de bir gerçek. Bununla birlikte radikaller, ne RP'nin, ne de geleneksel köklü cemaatlerin iç disiplinini parçalayarak buralardan kendi saflarına taraftar devşirmede bir türlü başarılı olamıyorlar. Diğer bir deyişle, İslami camiada devletle takışmama alışkanlığı eskisi gibi egemenliğini sürdürüyor.
"İslamcı aydın" bilinen isimlerin büyük kısmının gerek RP tarafından devlet ya da belediyelerde danışman olarak istihdam edilmesi, gerekse kendilerine atfedilen gücün altından kalkamamaları nedeniyle, RP'yi eleştirmekten kaçınmaları da radikallerin önünü tıkıyor.
Cuma eylemleri
Ama radikallere en büyük darbe yine RP'den geldi. RP yöneticileri, hükümeti kaybettikten sonra, dillerini İslami açıdan keskinleştirmekten ziyade DYP, BBP ve hatta Hasan Celal Güzel'in YDP'siyle birlikte "demokrasi savunuculuğu"nu yeğledi. Bunda ne denli samimi oldukları tartışmaları bir yana, demokrasiyi bir "küfür rejimi" olarak niteleyen radikallerle araları böylece daha fazla açıldı.
Kesintisiz 8 yıllık eğitime karşı ülke çapında kampanya başlatan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı Genel Sekreteri Ahmet Şişman, radikallerin etkili olamamasını samimiyetsizliklerine bağlıyor: "Türkiye'de Müslümanlar var, İslamcı hareket yok. İslamcı harekete de ihtiyacı yok ülkenin. O radikal denilenler çocuklarını İmam Hatip Liseleri'ine (İHL) de göndermez. Onların söylemlerinde düne kadar İHL'lilik de yoktu. İHL'ler düzenin mektepleriydi. İHL'ler kapansa kapanmasa da, Beyazıt'ta bir olay olacak: Bosna'yı, Keşmir'i, İHL'leri gündeme getirecekler, ama oradakilerin sayıları belli. Olayın vehametine göre bunlara katılanların sayısı inip çıkar. Bu yaygınlaşamaz."
Diğer kısım medya
RP, tıpkı mal varlığı ve Susurluk konularında olduğu gibi, ortağı DYP ve onun lideri Çiller'i büyük medya kuruluşlarıyla kavgasında da yalnız bırakmadı. Artık hükümetin iki ortağı da ülkedeki bütün sorunları "bir kısım medya"ya yüklemeye başladı ve ülkedeki kutuplaşmalara bir yenisi eklendi.
Kısa süre içinde bu ibare RP'lilerin dilinde "siyonizm"in yerini aldı. İsrail'le imzalanan malum anlaşmalar nedeniyle artık dünyadaki tüm kötülüklerden Yahudi lobilerini sorumlu tutma şansını yitiren RP'liler, yeni günah keçisi olarak medyayı buldu. Böylelikle Başbakan korumalarının, emniyet görevlilerinin, mafyacıların ve sokaktaki İslamcı militanın her gördüğü gazeteciye saldırması neredeyse meşrulaşmış oldu.
Medyanın medyaya ettiği
Bu kini, "bir kısım medya"nın karşısındaki medya kuruluşları da pompaladı. Çiller'in beslediği gazete ve kanallar genellikle mafyavari bir dil kullanırken, RP'yi destekleyenler hiç kuşkusuz daha ideolojik bir dil tutturdu.
RP'nin yayın organı Milli Gazete'nin sesi yine pek duyulmadı; Yeni Şafak entellektüel ve objektif bir dil tutturmaya çalıştı, ama ülkede gittikçe tırmanan gerilim nedeniyle istikrarlı yayın politikasını tutturamadı; cemaat yayın organları, her şeyin önüne kendi holdinglerinin çıkarını koydukları için "kavga"ya pek girmemeye çalıştı.
Bu dönemde Akit'le Kanal 7'nin yıldızları parladı. Diğer kanallara kıyasla ciddi tartışma programlarına yer veren, "bağıra bağıra" bir yayıncılık yerine yumuşak bir üslubu benimseyen Kanal 7, RP, hatta İslamcı camia dışı izleyicilere de ulaşabiliyordu. Bunda çalışanlarının çoğunun, entelektüel İslamcı çevrelerde yetişmiş olması ve RP'ye belli bir mesafeden, eleştirel bakabilmesi çok etkili oldu. Ancak genel müdürü Zekeriya Kahraman'ın RP MKYK üyesi olmasının da gösterdiği gibi, Kanal 7'nin "tarafsızlığı"nın çok belirli sınırları var. İşte RP yönetimi, bu prestijin farkına varıp, "bir kısım medya"nın manipülasyonlarına karşılık sık sık Kanal 7'yi sahaya sürdü.
Akit olayı
Akit Gazetesi'yse kimsenin itmesine fırsat tanımayıp kendisi sahaya fırladı. Masa başında hazırlanmış ajitatif manşetleri, birbirinden keskin dilli köşe yazarları ve sık sık beğenmediklerini hedef göstermesiyle kısa zamanda "yargısız infazcı" ve "tetikçi" olarak anılmaya başlandı.
Akit yalnızca "laikleri" değil, RP Genel Başkan Yardımcısı Aydın Menderes, Fethullah Gülen gibi kişilere, örneğin Şevki Yılmaz'ı tasvip etmeyen herkese "posta koydu".
Bunlardan biri, Yeni Şafak'ın Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan. Aynı zamanda şair olan Ocaktan, köşesinde Yılmaz'ı ironik bir dille eleştirince Akit'te "pipolu, entel" diye hedef gösterildi. Ve tabii bu yazının ardından Ocaktan'a hakaret ve tehdit dolu telefon ve fakslar yağdı.
"İslami kesimin demokrasiden başka seçeneği yok, ama demokrasiyi bir araç olarak görerek değil" şeklinde konuşan Ocaktan'ın, görüşleri yüzünden başı epey ağrıyor. Buna, "Şeriat neyimize yetmiyor?" diyen bir okuyucuya telefonda meramını anlatmaya çalışırken bizzat tanık olduk.
Erbakan'ın danışmanları
Radikal İslamcı eğilimli Haksöz Dergisi'nin Haziran 1997 tarihli sayısında Hayrettin Oğuz, "Kral Çıplak" isimli yazısında şu tespiti yapıyor: "Bir RP'li, İlnur Çevik'in Erbakan'ın danışmanı olmasının ne demek olduğunu anladığı zaman, değişimin nabzını, niteliğini ve niceliğini anlayacaktır."
Gerçekten Turkish Daily News'un sahibi ve başyazarı Çevik'in RP'yle ilişkisi, RP'nin medyayla ilişkisine de ışık tutuyor. Önce birtakım ünlü gazetecilerin Özal ve Çillervari metodlarla "bağlanması"na çalışıldı. RP'lilerin "bir kısım medyadan sorumlu devlet bakanı" adını taktığı Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan'ın yürüttüğü bu strateji, Çevik gibi istisnalar sayılmazsa, kısa zamanda başarısız oldu. Bu sefer, birtakım entelektüel ve politik mülahazalarla RP'ye karşı yürütülen mücadeleye katılmayı reddeden köşe yazarları, partililer ve Başbakan Erbakan'ın özel ilgisine mazhar oldu. Ancak Erbakan seçerek çağırdığı ve böylelikle güvenirliliklerini tehlikeye attığı bu gazetecilere "off the record" (yayınlanmamak kaydıyla) bilgiler yerine sevdiği yemeklerin tarifini verdi!
Hasan Hüseyin Ceylan, medyanın yayınları nedeniyle RP'den önce istifa etti, yetmedi ihraç edildi; İlnur Çevik Anasol-D'ye, kurulmasının arifesinde destek verdi, bazı cemaat yayın organları birdenbire 8 yıllık kesintisiz eğitimin bir "reform" olduğunu keşfetti.
Sonuçta Refahyol, belki de Cumhuriyet tarihinin basın ve halkla ilişkiler yönünden en zayıf ve sorunlu hükümeti oldu.
Akit Gazetesi sahibi Mustafa Karahasanoğlu:"Okuyucuya mastürbasyon yaptırıyoruz"
AKİT Gazetesi sahibi Mustafa Karahasanoğlu, yayın politikalarını şöyle anlattı:
"Türkiye'de taşlar yerli yerine oturmuş değil, maalesef bu yüzden ülke büyük bir karanlığa doğru süratle ilerliyor. Akit, bir kısım medyanın dile getirmediği gerçekleri söylüyor. Gerginliği tırmandıran maalesef bir kısım medyadır.
Çok yanlış yapılıyor; insanlar çıldıracaklar. Patlama noktasına getirildi bir kısım insanlar, çünkü onlar bir şeyler istiyor. Bunların doğru mu, yanlış mı olduğu tartışılmıyor. Biz kimseyi bir yere götürmüyoruz, çıldırma noktasına gelen insanları adeta teskin ediyoruz. Keşke böyle yapmasak, insanları teskin etmesek.
İnsanlar bana, 'Biz bu bir kısım medyayı okurken, haplarımızı da yanımıza alıyoruz. Akit bizim için bir başka türlü hap fonksiyonu görüyor. Panzehir olarak Akit okuyup, deşarj oluyoruz' diyorlar. İşte bu nedenle ben ciddi ciddi 'Acaba bu insanları pasifize mi ediyorum?', diye düşünüyorum. "Acaba ben insanlara mastürbasyon mu yaptırıyorum, onların dolan enerjilerini boşaltıp da yapmaları gerekenlere mani mi oluyorum?" diye kendi kendimi sorgulamaya başladım."