REFAH GELECEĞİNİ TARTIŞIYOR/1
Kararsızlık, hazırlıksızlık, basiretsizlik, kifayetsizlik
RP, kendisinin ve Türkiye'nin sandığı gibi olmadığını dehşetle gördü; daha doğrusu baktığı aynada derin bir boşlukla yüz yüze kaldı
Ruşen ÇAKIR-Kemal CAN
BİR yıldan biraz fazla sürdü Refahyol; Türkiye için, siyaset bilimi için, demokrasi serüveni için ve RP için önemli dersler bırakarak ömrünü tamamladı. Biz bu yazı dizisinde RP'yi ele alacağız. Refahyol deneyiminden, hemen hepsi bizzat Refahlılarca da kabul edilen şu sonuçları çıkardık: Kararsızlık, hazırlıksızlık, basiretsizlik, kifayetsizlik. Ama en önemlisi RP, kendisinin ve Türkiye'nin sandığı gibi olmadığını dehşetle gördü; daha doğrusu baktığı aynada derin bir boşlukla yüz yüze kaldı. Aydın Menderes'in deyişiyle RP, "Ne karşı çıktı, ne kabul etti; ne kavga etti, ne anlaştı." Bulanıklaşarak, gevşeyerek büyüdü, gerilimle sürüklendi ve kendisine rağmen gücünü korudu. İşte bu dizi, hala birinci parti olduğu söylenen RP'yi, onun bundan sonraki muhtemel yolunu anlama çabasının bir ürünü. Bu amaçla RP yöneticileri, taraftarları başta olmak üzere değişik kesimlerden bir dizi şahsiyetle yüzyüze görüşmeler yaptık. Mümkün olduğunca objektif olmaya çalıştık, dolayısıyla çatışma halindeki tarafların hiçbirine yaranamama "riskini" göze aldık.
REFAHYOL, Necmettin Erbakan'ın politik serüveninin en önemli deneyi oldu. "Başbakan Erbakan" sloganı sonunda gerçekleşti, bunun ötesinde daha önemli bir kapı aralandı: "İktidar olmak." En azından başlangıçta ciddi bir beklentiydi bu. Hem karşıtları, hem yakın çevresi tarafından Erbakan'ın "hedefe kitlenmesi" olarak ifade edilen bu "iktidar yolculuğu", 1994 yerel seçimlerinde kazanılan zaferle başlamıştı. Bu tarihten itibaren RP'nin hem söyleminin, hem imajının muğlaklaşmaya başladığı, kitleselleştikçe bu kitleselliğin hedefinin bulanıklaştığı gözlendi. RP kendisini iktidara yakın hissettikçe, daha fazla iktidara endekslendi. Refahyol'un harcı da bu zeminde katıldı.
Aralık 95 genel seçimleri öncesinde doruğa çıkan "RP karşıtı blok"a rağmen seçimden birinci parti olarak çıkan RP'nin, bu taktik başarıyı kalıcılaştırması için bir hamle daha yapması gerekiyordu: Hükümet olmak. RP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk karar aşamasını böyle özetliyor: "Ben ta başından beri, ister ANAP, ister DYP ile bir hükümet kurmanın kendi programımızı zorlayacağını savundum. Nitekim bunu gördük de. Ya yapabileceğimiz kadarını gösterecektik ya da ondan vazgeçecektik. Birincide karar kıldık."
Hükümet oluşturmak için ilk başvurulan adres ANAP'tı, ama olmadı. RP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül, başbakanlık tavizi bile verilen ANAP'ın son gece caymasını iki üniformalı ziyaretçiyle ilişkilendiriyor. Refahyol'un kuruluşunun müzakerecileri de ilginç isimlerdi. DYP kanadından Mehmet Ağar, Yalım Erez, Bekir Aksoy; RP kanadında Şevket Kazan, Fehim Adak ve Gürcan Dağdaş.
Her şeyini hükümete bağlamak
Refahyol kabinesi açıklandığında RP'nin ağır toplarının çoğunun bakanlık koltuklarına yerleştirilmesi, "Hoca varını yoğunu hükümete yükledi, partiyi boşladı" yorumlarına yolaçmıştı. İslamcı düşünür İsmet Özel, RP kadrolarının kendilerini parçalarcasına çalıştığını ve bu anlamda üretken de olduklarını düşünüyor, "Ama asla yaratıcı olamadılar" diye ekliyor.
Bugünlerde RP hatiplerince Refahyol'un başarılı icraatı diye sıralanan bir dizi eylem, yine bu hükümetin danışmanlarınca "klasik sağ söylemin hakim olduğu ekonomik refah endeksli popülist bir icraat serisi" olarak tanımlanıyor. Doç. Murat Mercan, "Yeni bir şey yapılmadı, ama eski politika kirlilikten uzak biçimde başarılı uygulandı. Zaten hedefe de bu konulmuştu" diyor. RP, Çekiç Güç, Olağanüstü Hal, yolsuzluklar, İsrail'le anlaşma, Kürt sorunu, insan hakları gibi birçok konuda tabanını hayalkırıklığına uğratırken, genel kamuoyunda da derin şaşkınlıklara yol açtı.
Gerilimle yükselme
Ekim 96'da yapılan RP 5. kongresinde Erbakan'ın yaptığı konuşma, RP'nin merkeze adaylığının resmileştiği bir tablo oluşturdu. Fakat, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çiğdem'in söylediği gibi, "merkeze oynamak siyaseten en kolay şeydi. Çünkü sadece merkezin bilinen pragmatik söylemine müracaat yeterliydi." Ancak yine Çiğdem'in işaret ettiği gibi bu müracaatın bir de kabul mercii vardı: İş çevreleri, medya ve "derin devlet". RP'nin ısrarlı adaylık başvurusu bu odaklar nezdinde açık bir kabul görmedi. Merkeze taşınmak için denklerini toplamış RP'nin bir türlü sözleşmeyi imzalayamaması, genel kitleyi memnun edecek hiçbir projeyi ortaya koyamamış bir hükümet görüntüsüyle birleşince geleneksel tabanda rahatsızlıklar artmaya başladı. Bu da, kendini ve pozisyonunu kalıcılaştıracak kararlılığı ve siyasi netliği yaratamayan RP üst yönetimi ve Erbakan'ı can havliyle eski reflekslerine döndürdü. Taksim'e cami olayından kurban derisine, iftar mesaisi girişiminden devlet dairelerinde türban iznine kadar uzanan bir seri olay da böyle başladı. Bugünden geçmişi değerlendiren birçok Refahlı, Susurluk olayı ve "Bir Dakika Karanlık" eylemi karşısındaki tutumlarını da, "gereksiz bir savunma refleksiydi ve yanlıştı" diye yorumluyor.
Olaylarla sürükleniş
1997 yılına girilirken RP ve Refahyol artık kendi belirleyemediği bir konjonktürün içinde sürüklenir hale gelmişti. Krizin daha başında kendi partisine "uyarılar yapan" Aydın Menderes, "kimsenin üfleyerek söndüremeyeceği bir yangını tutuşturmaması gerekir. Ben aklı geri çağırmak istedim. Çünkü herkes şuuraltı ile devreye girmişti" diyor.
RP cephesinde oluşan şaşkınlığı da en iyi özetleyen RP TBMM Grup Başkanvekili Temel Karamollaoğlu'nun "biz ne yaptık ki! Açıkçası bu kadarını beklemiyordum" sözleri. Hükümetin istifasından kısa bir süre önce Çiller'in danışmanlarıyla toplantı yapan Erbakan'ın ise hâlâ "her şeyin yoluna gireceğini" söyleyip, buna gerekçe olarak Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın ortaokula kadar namaz kılmış olmasını göstermesi de olayın tuhaflıklarından birini oluşturuyordu.
Sonunda "havada ikmal" yapmak isteyen Refahyol uçağı yere çakıldı, iktidarı, nimetlerinden tam yararlanamadan, ne olduğunu anlayamadan kaybeden RP'liler, "Milletimiz mağdurları seviyor" diyerek bu krizden de, her zaman olduğu gibi kendilerinin karlı çıktığını iddia ediyorlar.
Abdullah Gül: Susurluk'a gücümüz yetmedi
RP'nin genç ve yeni yüzü olarak takdim edilen, özellikle dış ilişkiler konusunda Erbakan'ın sağ kolu olarak tanınan, Devlet eski Bakanı Abdullah Gül ile Refahyol deneyini konuştuk:
"Refahyol ile birlikte RP, istikametinden ve kimliğinden bir şey kaybetmemiştir. Fakat hükümet sorumluluğuna uygun olarak üslubunda, tavrında bir değişme kaçınılmaz olarak olmuştur. Muhalefette yalnız RP'lilerin partisi olan, ona göre söylemler geliştiren RP, iktidara gelince tüm Türkiye'nin partisi olarak hareket etmeye çalışmıştır.
RP-DYP hükümeti Türkiye'nin ikinci büyük uzlaşmasıdır. Birinci önemli uzlaşma CHP-MSP koalisyonuydu. Bizsiz Türkiye yok. Bunu herkes bilsin, bunu dünya biliyor. Tüccar, basın, zengin destekli bu sivil-askeri bürokrasi Türkiye'yi bugüne kadar istediği gibi idare edegelmiş. Şimdi ilk defa bunun kontrolü dışında bir grup hükümet oldu. Kısmi olarak oldu, ama başbakan o gruptan çıktı. Bu grup o çevreler çıkar uzlaşmasına girmeyince işler karıştı.
Hükümetin ilk altı ayında epey pembe bir tablo çıktı ortaya. Geçmiş hükümetlere kıyasla bu dönemden epey başarılı çıkmış olmamızdan çok korktular. Biz bu çevrelerle pazarlık etmedik, ama özel olarak onları engellemeye de çalışmadık, onlara düşmanca da yaklaşmadık.
Bize Susurluk soruluyor. Açıkçası bizim gücümüz yetmedi. Ama unutmamalı, bu olay yalnızca Çiller'in dönemiyle sınırlı da değil. Biz RP olarak, 28 Şubat kararlarına mesnet teşkil edecek hiçbir şey yapmamıştık. O kadar ki bize oy verenlerin bir kısmı infialin eşiğine gelmişti.
Nihayetinde ne yaptık ki? Bir şey yapmak bir yana, hep kurumları koruyalım zihniyetinde olduk. Hükümet 12 ay sürdü, ama bizim hükümette olduğumuz dönem 12 ay değil. Genel Başkanımızın Çiller'le birlikte yaptığı, başbakanlığın devriyle ilgili basın toplantısındaki konuşması çok önemlidir: Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları. Aslında bu, ta DP öncesine giden bir çizgidir; zaman zaman Menderes'le, Demirel'le, Özal'la devam etmiştir, şimdi Erbakan bu çizgiyi temsil etmektedir. Evet, biz Türk sağının lideriyiz. Ama tutuculuk anlamında bir sağın dışındayız. Türkiye'nin geleneksel sağ-sol ayrımında, doğrudur, bugün sağı biz temsil ediyoruz."