Avrupa’daki seçimler bizi niçin ve nasıl ilgilendiriyor? Aydın Sezgin ile söyleşi

17.06.2024 medyascope.tv

17 Haziran 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. Bayramın ikinci gününde emekli büyükelçi Aydın Sezgin konuğumuz. Kendisiyle, Avrupa Parlamentosu seçimlerini konuşacağız. Burada en önemli hususlardan birisi, belki de en çarpıcı olanı Fransa. Fransa erken seçime gidiyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerini, Fransa’daki durumu ve bütün bunların Türkiye’ye ne kadar etkisi olacağını konuşacağız. Unutmadan bir şey daha söyleyeyim: Aydın Sezgin aynı zamanda İYİ Parti’nin kurucularındandır. Bir dönem milletvekilliği de yaptı. Kendisiyle İYİ Parti’yi de konuşacağız. Ama onu yarınki yayına saklıyoruz. Bayramın üçüncü gününde de Aydın Sezgin’in yorumuyla İYİ Parti değerlendirmesini göreceksiniz. Aydın Ağabey, merhaba.
Aydın Sezgin: Merhabalar sevgili Ruşen, iyi bayramlar. İzleyicilerimize de iyi bayramlar diliyorum.
Yıllar önce sen Paris Başkonsolosu iken muhabbetimizi hatırlıyorum. O zamandan bu zamâna çok şey değişti. O tarihte de Fransa’da bir aşırı sağ vardı. Ama bu kez adı değişti, lideri değişti. Genç bir delikanlı başında. 29 yaşında yanılmıyorsam.
Sezgin: Evet, 95 doğumlu.

Ruşen Çakır: 29 yaşında. Avrupa Parlamentosu’nda bayağı iyi bir sonuç aldılar. Macron Meclis’i feshetti ve Fransa seçime gidiyor. Tabiî bu iş sâdece Fransa’da  olmadı; İtalya, Almanya, Avusturya –Macaristan zâten mâlûm–, genel olarak Avrupa’da sağ popülizmin, aşırı sağın yükselişi var. Onlar da birbirine birebir benzemiyorlar zâten.  Önce Fransa ile başlayalım, diğerlerini de konuşuruz. Fransa’da böyle bir gelenek hep vardı. Jean-Marie Le Pen’le başladı, kızıyla devam etti. Şimdi kızının desteklediği bu hareketle (Ulusal Birlik) çok büyük bir çıkış yaptı. Ne oluyor?
Sezgin: Sevgili Ruşen. Çok iyi bir özet yaptın. Bu geleneğin varlığından, bu siyâsî damarın mevcûdiyetinden söz etmeni çok önemsiyorum. Jean-Marie Le Pen döneminde Front National (Ulusal Birlik) olarak adlandırılan bu hareket, daha 1984’te Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %10, hattâ %11 oy almıştı. 1980’lerden bahsediyorum. Daha da geriye gidiyor. Hattâ I. Dünya Savaşı öncesine, 19. yüzyıla kadar dayanıyor. Bu hareketin ismini koyalım. Popülizm ya da radikal sağ diyerek bunları süslemeyelim. Bu basbayağı faşist bir gelenek Fransa’da. Avrupa’nın başka ülkelerinde de görülüyor tabiî; ama Fransa’da kuvvetli bir damar. Halkta belirli bir karşılık bulan bu geleneğe karşı, kendilerini “Cumhuriyetçi” addeden ana akım partiler, bu partinin bugünlere kadar Parlamento veya cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmasına bir şey demiyorlardı, ama belirli bir ortak tutumla bu partinin sivrilmesini önlüyorlardı. Tâ ki 2022 seçimlerine kadar. Hatırlayacaksın, 2002 seçimlerinde, Jacques Chirac ile Marine Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen ikinci tura kalmışlardı. Komünist Parti dahi Jacques Chirac’a oy tâlîmâtı verdi. Jacques Chirac o seçimleri %82 oyla kazanmıştı. Böyle bir cumhuriyetçi blokaj vardı, bu partiye ve bu harekete karşı.
Bugün durum değişti. Bu parti, kendisini bir normalleştirme gayreti içine girdi. Bunda da bir ölçüde başarılı oldu. Son seçimlerde önemli sayıda Ulusal Parlamento’ya, yani Millet Meclisi’ne milletvekili sokabildi. Bu Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %31 oy aldı. Yüzde 31 oyu şu açıdan önemsiyorum: Fransa’da 577 seçim bölgesi var. Ulusal Birlik Partisi, 577 seçim bölgesinin 457’sinde %35-%40 arasında bir oy oranıyla birinci parti çıktı. Ciddî bir yükselme söz konusu. Metropolitain Fransa ve denizaşırı vilâyetler dâhil 101 vilâyetin 97’sinde birinci parti olarak yine Ulusal Birlik sivrildi.
Avrupa Parlamentosu seçimleriyle Ulusal Parlamento seçimleri, yani milletvekilleri seçimleri, birbirinden çok farklı iki ayrı sistemde yapılıyor. Bunun ayrıntısına girmek istemiyorum, ama Avrupa Parlamento seçimleri tek listeyle yapılıyor ve nispî temsil sistemine göre seçim gerçekleşiyor. Her parti veya her ittifak, Avrupa Parlamentosu’nda Fransa’nın sâhip olduğu kota sayısına göre bir liste yapıyor. Fransa’nın kotası 81. Seksen bir adaylık bir liste yapıyor ve o listeye göre seçimlere giriyor.
Ulusal Parlamento seçimleri ise dar bölge sistemi. Yani her seçim bölgesinden bir tek milletvekili çıkıyor. Seçimler iki turlu. İki turlu olunca durum değişiyor. İkinci turda iki aday yarışıyor. İki aday yarıştığında, seçmen veya diğer partiler, hangi adayı kendilerine yakın görüyorlarsa ikinci tercih olarak oylarını ona yönlendiriyorlar. Zâten biraz önce sözünü ettiğim ana akım partiler, bugüne kadar sistemden faydalanarak Front National veya bugünkü adıyla Rassemblement National’ı (Ulusal Birlik) engelleyebilmişlerdi. Ama artık o sihir kayboldu. Şimdi burada muhtelif senaryolar söz konusu. En olası senaryo şöyle gözüküyor: Ulusal Birlik Partisi 250 civârında milletvekili çıkartarak birinci parti hâline gelecek, ama Parlamento’da çoğunluğu elde edemeyecek. En muhtemel senaryo bu gözüküyor. İkinci muhtemel senaryo, çoğunluğu da alması; yani 290 civârında milletvekili çıkartabilme ihtimâli söz konusu. Biraz önce Ulusal Birlik Partisi’nin coğrâfî başarısından söz ettim. Bunun bir de sosyolojik boyutu var. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde işçi ve ücretli kesimin oylarının %45’i bu partiye gitti.

Ruşen Çakır: İstersen burada sana bir mola verdireyim. Benim yaptığım okumalarda, sâdece Fransa’da değil tüm Avrupa’da, senin haklı bir şekilde “faşizm” olarak tanımladığın hareketlere ilginin büyük ölçüde arttığı görülüyor. Zâten İtalya’da iktidara gelmişlerdi. Avusturya’da, Hollanda’da çok güçlülerdi. Tam da bu söylediğin insanların yoksullaşmasıyla ilgili bir olay. Özellikle koronavirüsten sonra enflasyonun artmasıyla...
Sezgin: Çok doğru.

Ruşen Çakır: Diğer husus, iklim değişikliği politikaları gereği birtakım kısıtlamaların olması ve doğrudan alt gelir gruplarının bundan olumsuz etkilenmesi, geleneksel partilerin bunları karşılayamaması. Küreselleşmenin ne kadar olumsuz etkisi varsa, hepsini bu aşırı sağ faşist partiler çok ciddî bir şekilde kullanıyorlar. Kimisi daha başarılı oluyor, kimisi daha az başarılı. Ama Portekiz’de, İspanya’da, Yunanistan’da da olduklarını görüyoruz. Almanya’da zâten çok güçlü. Almanya’da yakın zamanda AfD ile ilgili büyük skandallar çıktı, ama yine de bayağı güçlü bir sonuç aldılar.
Sezgin: Evet, Almanya’da da %16 oy aldılar.

Ruşen Çakır: Burada Fransa için senin de söylediğin gibi şöyle bir senaryo var: İkinci turda merkez partiler birleşir ve Ulusal Birlik çoğunluğu alamaz. Ya da çoğunluğu alsa bile kohabitasyon olur. Yani Macron cumhurbaşkanı, ama Meclis çoğunluğu Ulusal Birlik’te olur, böylece en azından bir denge kurulur gibi bir tesellî var. Her ne kadar çıkış yapmış olsalar da, Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğu alamıyorlar. Aşırı sağın yükselmesinin, Avrupa politikalarında pek bir değişiklik yaratmayacağı söyleniyor. Aşırı sağın yükselmesi, merkez partileri de aşırı sağ tezlere yakınlaştırıyor. Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluk olmasalar dahi, Avrupa Parlamentosu onları da gözeterek birtakım adımları atmakta tereddüt edebilir gibi geliyor bana. Katılır mısın bu düşünceme?
Sezgin: Çok haklısın. Bu konuda görüşlerimi ifâde etmeden önce şunu söyleyeyim. Fransa'da ilginç bir gelişme oldu: Biliyorsun Fransa’da, solun, birtakım tehditler hissettiğinde birleşme yönünde bir refleksi vardır. Bütün sol partiler, aralarındaki tüm münâkaşa konularına, hattâ husûmete rağmen, Ulusal Birlik’in bu denli yükselmesi karşısında Halkçı Cephe (Front Populaire) ittifâkını oluşturdular. Burada da daha önceki birleşmelerden esinleniyorlar; ama esas referansları, 1934-1936 yıllarında o dönemde yükselen faşizme karşı bir araya gelerek hükûmet kurmaları. Solun bu şekilde bir ittifâka gitmesi, Ulusal Birlik’in ikinci turda yükselmesini bir ölçüde frenleyebilir. Bunu çok tereddütlü bir şekilde ifâde ediyorum; ama bunu da belirtmek istedim. Sol partiler, çok hızlı bir şekilde hem ortak bir program konusunda hem de seçim bölgelerinin paylaşılması ile ilgili, süratle kuvvetli bir mutâbakata vardılar. Ufak tefek sorunlar var, devam ediyor; ama kuvvetli bir mutâbakata vardılar.
Senin söylediğin doğru tespite gelince; aslında bu çok daha önceleri başladı. Ben bundan, Alman Hıristiyan Demokrat Partisi’ni ve bilhassa Sarkozy dönemi Fransa’sındaki merkez sağ anlayışı sorumlu görüyorum. Bu büyük geleneksel partiler, aşırı sağ, faşist veya radikal sağ partilerin söylemini ve tutumlarını kendi politikalarına entegre ettikleri ölçüde bu partileri beslediler; oy kaybetmemek için onların söylemine benzer bir söylem izlemeye başladılar. O izledikleri söylem, bu sağ radikal yapılanmaları daha da tahkim etti. Bundan sonra da bu tehlike var.
Senin de belirttiğin gibi, Avrupa Parlamentosu’nda bu aşırı sağ partiler arasında ciddî bir rekabet de söz konusu. Biliyorsun iki ayrı grup var. Birisi Meloni’nin grubu, diğeri de Marine Le Pen’in grubu. Bu iki partinin, kendi aralarında radikal sağın en ağırlıklı hareketi olma rekabeti var. Ama aynı zamanda belirli temel konularda da fikir anlaşmazlığı var. Meselâ Meloni, Avrupa’ya daha açık, daha NATO’cu; Ukrayna Savaşı konusunda Rusya karşıtı. Ukrayna’nın desteklenmesine taraftar. Le Pen cenâhı ise henüz bu değişimi göstermedi.
Avrupa Parlamentosu’nda birinci parti, en kuvvetli ve en yeknesak hareket, şu anda Hıristiyan Demokrat hareket. Hıristiyan Demokrat hareketin, ister istemez bu kuvvetlenen sağcı hareketlerin söyleminden, tutumundan, baskısından etkilenmemesi mümkün değil. Sosyalistler kuvvetlenmedi, liberaller zayıfladı. Dolayısıyla bu sağ hamleye ciddî şekilde karşı koyabilecek bir güç yok. Bir de çok ilginç bir şey: Avrupa Parlamentosu’nda en fazla yenilgi gören, ekolojistler yani Yeşiller oldu. Türkiye’den bahsedeceksek, Türkiye’ye yakın, yatkın, hoşgörülü bir yaklaşımları vardı. Orada da artık daha cılız bir yaklaşım göreceğiz.

Ruşen Çakır: Türkiye kısmına gelmeden önce, senin çok iyi bildiğin, bir dönem büyükelçilik yaptığın Rusya ile ilgili sorayım. Avrupa’da aşırı sağ faşist hareketlerin güçlenmesi, palazlanması, imkânlarının genişlemesi anlamında hep gözler Rusya’ya çevrilir. Hem mâlî anlamda hem birtakım gizli işler anlamında. Meselâ sosyal medyada kamuoyu oluşturma konusunu biliyoruz. Hattâ Amerika seçimlerinde de bu konu üzerine çok konuşulmuştu biliyorsun. Biraz önce, Meloni’nin Ukrayna taraftarı olduğunu, ama Fransa’dakilerin öyle olmadığından söz ettin. Bu Ukrayna meselesinde Rusya parmağı ararsak buluruz, değil mi?
Sezgin: Kesinlikle. Zâten Ruslar, örtülü bâzı sözcüleri vâsıtasıyla açık bir şekilde, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde radikal sağın yükselmesinden duydukları memnûniyeti dile getiriyorlar. Ama o aşırı sağın içinde, aynı zamanda çok kuvvetli Rusya karşıtı grupların da olduğunu ifâde etmek gerekiyor. Finlandiyalı aşırı sağcılar, Polonyalı aşırı sağcılar buna örnek. Meselâ Polonya’da bir dönem iktidarda bulunan Hukuk ve Adâlet Partisi. Parti Meloni ile birlikte hareket ediyor. Şimdi bunların Rusya taraftarı olması veya Rusların onlara destek vermesi söz konusu değil. Ama Le Pen’e destek veriyor. Hattâ biliyorsun Marine Le Pen geçmişte, Rus-Çekya ortak bankasından yanılmıyorsam 11 milyon dolarlık uzun vâdeli bir kredi almıştı partisi için. O bankanın Putin’e çok yakın olduğu da biliniyor. Bu da çok net bir şekilde açığa çıktı. Yani gizli de değil bu konu. Rusya’nın Avrupa’da kendisine yatkın aşırı sağ hareketlere destek verdiği ve bu aşırı sağ hareketlerin de Putin’in politikasına âdeta hayranlıkla yaklaştıkları bir gerçek. Rusya dahi bunu artık saklama gereğini duymuyor. Sen “Rusya'nın parmağı” diye tanımladın; ama ben net bir şekilde, Rusya’nın bu konuda bir desteği ve memnûniyetinin söz konusu olduğunu söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Peki, Türkiye’ye gelelim. İlk akla gelen, bu aşırı sağ hareketlerin çok ciddî bir şekilde mülteci karşıtı politikaları olduğu. Türkiye’nin de Avrupa ile yaptığı ve yıllardır süren bir anlaşma var. Türkiye’de de iç politikada buna karşı çok güçlü bir muhâlefet var. Zafer Partisi ve başka partiler; meselâ Kılıçdaroğlu da, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tur öncesinde bu politikayı benimsemişti. Avrupa’nın mülteciler konusunda Türkiye’den çok daha fazla beklentiye girmesi söz konusu olabilir. 
Ama bunun da ötesinde, bu tür bir güçlenme Türkiye’yi neden ilgilendiriyor? Avrupa’da yerleşmiş olan, birkaç kuşaktır artık orada olan, belki de vatandaş olan Türklerin bunlardan olumsuz etkilenme ihtimâli var mı?
Sezgin: Kesinlikle.

Ruşen Çakır: Ama bir de, Almanya’da, Fransa’da ya da başka ülkelerde, aşırı sağ partilerin içinde yer alan veya onlara destek veren eski kuşak ya da yeni kuşak Türkler olduğunu da duyuyoruz. O da garip bir durum.
Sezgin: Evet, böyle belirli paradokslar var. Evet, bu partiler içinde yer alan Türk vatandaşları veya Türk kökenliler olabiliyor, ama bu nispeten marjinal. Sonuç îtibâriyle, bu radikal sağ hareketlerin belirgin özelliği, göç karşıtlığı ve İslamofobi. Bu, mutlak bir gerçek. Çünkü biliyorsun aşırı sağ partiler, ekonomik konularla kültürel konuları harmanlayarak kitleleri cezbetmeye çalışıyorlar. Biraz önce senin sözünü ettiğin gelecek korkusu türündeki korkulara kültürel boyutu ekleyerek bunları daha da genişletiyorlar, perçinliyorlar. İster istemez Türk vatandaşları, Türkiye kökenliler, bunlardan belirli ölçüde etkileneceklerdir. Açıkçası, bir sıkıntı bekliyorum; ama bunun ciddî bir çatışmaya dönüşmesi ihtimâlini kısa vâdede veya orta vâdede görmüyorum. Sâhici bir çatışmaya dönmesi ihtimâline veya II. Dünya Savaşı öncesi bir duruma dönüşmesini beklemiyorum açıkçası. Ama hem yabancılara karşı, özellikle Müslüman yabancılara karşı hem de marjinal gruplara karşı sürekli artan bir gerilim olacaktır. Buna gender (toplumsal cinsiyet) olayını da dâhil ediyorum. Böyle bir baskı söz konusu olacaktır.
Göç konusuna gelince: Sâdece geçen yıl içinde, yanılmıyorsam 100 bini aşkın Türk vatandaşı ilticâ başvurusunda bulundu Avrupa ülkelerine. Bu çok önemli bir rakam. Tabiî ilticâ taleplerinin veya vize taleplerinin, Türk vatandaşlarının serbest dolaşımı konusunun daha ciddî engellerle karşılaşması büyük ihtimaldir.

Ruşen Çakır: Soracağım da… gülerek soruyorum. Bir zamanlar, Türkiye’nin bir Avrupa hayâli vardı. Senin Paris Başkonsolosu olduğun dönemde, bu, yakın bir hayal gibi duruyordu. Kadri Gürsel de Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapıldığı sırada Brüksel’deydi. Geçen gün yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2024/06/14/rusen-cakir-kemal-can-ve-kadri-gursel-ile-haftaya-bakis-218-avrupada-asiri-sagin-yukselisi-cumhur-ittifakinin-gelecegi-erdoganin-chpye-iade-i-ziyareti/ konuyla ilgili şunu dedi Kadri: “Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye, Avrupa’nın gündeminde yok.” Olay bir yanıyla bu kadar net. Türkiye, Avrupa Birliği’nin genişlemesinin gündeminde olmayabilir; ama Avrupa’nın gündeminden çıkması mümkün değil herhalde.
Sezgin: Kesinlikle. Gündeminden çıkması mümkün değil. Hele bugünkü risk ve tehditlerin bu denli yükseldiği bir dönemde. Sâdece Ukrayna-Rusya savaşından, Gazze krizinden, Ortadoğu’daki sorunlardan söz etmiyorum, Avrupa’nın göbeğinde olan Balkanlar da göz önünde bulundurulmalı. Bu koşullarda, Avrupa Birliği’nin Türkiye ile işbirliğinden vazgeçmesi mümkün değil. Ama üyelik süreci konusunda da hiçbir şekilde anlamsız beklentiler içine girmememiz lâzım.
Fakat biraz önce bahsettiğin dönemde, Türkiye’nin adaylığı tescil edilmiştir. Bu, âdeta mermere yazılmış bir durumdur. Hem Avrupa Birliği açısından hem Türkiye açısından müktesebattır. Hukukî açıdan bundan vazgeçilmesi, bunun silinmesi söz konusu değildir. Siyâsî açıdan geciktirilebilir. Eğer Türkiye bundan tek taraflı olarak vazgeçtiğini îlân etmiyorsa, bu hukukî gerçeğin değiştirilmesi mümkün değil. Türkiye’nin, yaklaşımını, bugünkü konjonktürü göz önünde bulundurarak, mâkul ama bu hukukî kazancı da el altında tutarak, saklayarak –bizim diplomatik tâbirle hıfz ederek– olaylara yaklaşması lâzım.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan G7 Zirvesi dönüşünde uçakta gazeteciler ile konuşurken, Avrupa Parlamentosu seçimleriyle ilgili hem Almanya Şansölyesi hem Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin tezlerine hak verdiklerini söylüyor. Bunu söylüyor da, neye hak vermiş olabilirler onu anlayamadım. Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra Erdoğan’a ne anlamda hak vermiş olabilirler?
Sezgin: Cumhurbaşkanı, İslamofobinin yükselmesinden sürekli bahsediyor. Bu bir realite. Türkiye bunu, Avrupa’yı sürekli olarak köşeye sıkıştırmak için bir argüman olarak kullanmak yerine, geleneksel partilerle İslamofobiye karşı ortak politikalar geliştirme yoluna girseydi keşke. Erdoğan’ın, “Almanya Şansölyesi ve Fransa Cumhurbaşkanı bana hak veriyor” demesi, pek matah bir şey değil. Bu arada Almanya Şansölyesi’nden hiç bahsedemedik. Seçimlerde hükûmetinin aldığı %14 oy çok büyük bir başarısızlık, hattâ komik. Dolayısıyla, Türkiye için mühim olan, geleneksel partilerle, yani merkez sağ partilerle, sosyal demokrat partilerle, sosyalist partilerle, “Biz bu aşırı sağ partilerin vatandaşlarımıza zarar vermesini önlemek için nasıl işbirliği yapabiliriz? Bunların yükselmesine karşı nasıl bir ortak tutum geliştirebiliriz?” konusunu değerlendirmeliydi. 22 senedir bu yapılamadı maalesef.

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. Emekli büyükelçi Aydın Sezgin’le, Avrupa Parlamentosu seçimlerini, özellikle faşist partilerin yükselişinin nedenlerini, muhtemel etkilerini ve Türkiye’nin bunlardan nasıl etkilenebileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Unutmadan, yarın kendisiyle İYİ Parti değerlendirmesini yapacağız. İYİ Parti kurucusu ve bir dönem milletvekilliği yapmıştı Aydın Sezgin. Yarın yapacağımız yayını da şimdiden not düşelim. Hepinize tekrar iyi bayramlar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
30.06.2024 “Tertemiz bir Cumhuriyet kadını”: Ayşe Ateş
23.06.2024 Cumhur İttifakı’nın ömrü uzun değil
23.06.2024 Edip Yüksel ile söyleşi: Dindarlar ve CHP
22.06.2024 Fethullah Gülen’in yerini kim alacak?
21.06.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (219): Diamond Tema olayı - Adalar’da minibüs tartışması - Ekonomik kriz sürüyor
20.06.2024 İzleyicilerle bayram sohbeti
18.06.2024 Aydın Sezgin ile söyleşi: İYİ Parti’nin bir geleceği var mı?
17.06.2024 Sinan Ateş davası pek çok şeyi değiştirebilir
17.06.2024 Avrupa’daki seçimler bizi niçin ve nasıl ilgilendiriyor? Aydın Sezgin ile söyleşi
16.06.2024 “AK Parti içindeki gayri memnun kesim” ve “bürokratik vesayet” ile mücadele iddiaları
30.06.2024 “Tertemiz bir Cumhuriyet kadını”: Ayşe Ateş
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı