Yenilginin faturasını İsmailağa, Menzil ve Cübbeli de ödeyecek

04.04.2024 medyascope.tv

4 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. 31 Mart seçimleri Türkiye’deki birçok şeyi değiştirdi ve daha da değiştirmeye aday. Bunlardan birisi de Türkiye’de Sünnî cemaatlerin siyâsetle ilişkisi olsa gerek. Çünkü daha önceki birçok seçimde olduğu gibi bu seçimde de birçok önde gelen cemaat ya da cemaatin öne çıkan insanları Cumhur İttifâkı’na açık desteklerini beyan ettiler ve istedikleri gibi olmadı. Bundan sonra bakalım neler olacak? Biraz bu konuları deşmek istiyorum.
Önce bir anekdot anlatmama izin verin. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Menzil Tarîkatı –Adıyaman Menzil Köyü merkezli tarîkat ki o zaman hâlâ “Gavs” dedikleri Şeyh baştaydı– bütün kurumlarıyla, dergileri ve vakıflarıyla hepsinin olduğu bir şekilde bir açıklama yaptılar ve dediler ki: “Bizim desteğimiz Cumhur İttifâkı’na ve Recep Tayyip Erdoğan’a”. Ben de çok eskiden beri tarîkattan tanıdığım bir arkadaşıma sordum: “Ya, bunu yapıyorsunuz ama, Erdoğan seçimi kaybederse –ki ben kaybedeceğini düşünüyordum o târihte– ne olacak?” Mesajıma cevap vermedi. Herhalde bir risk aldıklarının farkındaydılar ve sonuçta kazandılar. Daha doğrusu Erdoğan ve Cumhur İttifâkı kazandı, onlar da kazanmış oldular ve bunun keyfini çıkardılar ve iktidârdan pay almayı sürdürdüler, sürdürüyorlar. Şimdi bu seçim öncesi ne oldu? Bir kere Gavs vefat etti, cemaat üçe bölündü ve en küçük kardeş olan Mübârek, cemaatin ana organlarını büyük ölçüde bir şekilde kontrol etti. Semerkand diye bilinen dergi, televizyon vs. yayın grubu ya da artık şirketler grubu, birtakım iş insanları diyeceğim –ama hepsi erkek olduğu için iş adamı diyebiliriz–, iş adamı dernekleri, yardım dernekleri vs. bu seçim öncesi bildiğimiz klasik açıklamayı yaptılar. Dediler ki: “Şeyh Seyyid Abdülbaki El-Hüseyni Hazretleri ömrünü ilim ve irşâda vakfetmiştir, ümmetin ve milletin menfaatlerinin yanında durmuştur…” –Yani rahmetli olan babasına yönelik bir referans veriyor– “…Onun meşrebini sürdüren, onun yolundan gidenler olarak geçmişteki duruşumuzu koruduğumuzu, 31 Mart yerel seçimlerinde Cumhur İttifâkı’nı desteklediğimizi ifâde ediyoruz. Seçimlerin ümmetin menfaati doğrultusunda hayırlara vesîle olması Allah Teâlâ’dan niyâzımızdır” dediler ve onlar da çok kötü kaybettiler. Ama ilginç olan şu ki, benim kendisine “Yaptığınız yanlış değil mi?” diye sorduğum arkadaşım bunlarla berâber hareket etmedi. O, en büyük kardeş olan Saki Erol’un cemaatinde kaldı ve onlar, ilginçtir, bir açıklama yapmadılar. Yaptılarsa bile böyle alenî yapmadılar. Olsaydı önüme çıkardı diye düşünüyorum. Belli ki imtinâ ettiler. Ve ne oldu? 31 Mart’ta, ümmetin çıkarlarını koruduğunu düşündükleri Cumhur İttifâkı ve Erdoğan çok büyük bir yenilgi aldı. Hattâ öyle bir yenilgiye uğradılar ki… yıllar sonra Adıyaman’ı bile Cumhuriyet Halk Partisi aldı.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Adıyaman’ın yeni belediye başkanı, ilk verdiği demeçte, “Artık belediyenin kaynakları Menzil’e değil halka gidecek” dedi. Şimdi Adıyaman Belediyesi Menzil’e ne veriyordu, ne yapıyordu bilmiyorum; ama aralarının iyi olduğunu biliyorum. Bundan sonra ne olacak? Bundan sonra Menzilciler şunu mu diyecek: “Ya, bizim siyâsetle ne ilgimiz var? Biz tamâmen bu dünyayla işi olmayan tasavvuf erbâbıyız. Bize zorluk çıkartmayın” mı diyecekler? Alenen taraf olmuşlar, açık bir şekilde taraf olmuşlar. Ne hikmetse diyeceğim; ama hikmet belli. Çünkü iktidarla çok ciddî bir şekilde içli dışlı olmuşlar ve bunu beyan etmek zorunda kalıyorlar. Bu zorunluluk iki nedenle olabiliyor. Ya iktidar onlara, “Desteğinizi gösterin” diye baskı yapıyor, ya da “Ya, ne olur ne olmaz, biz desteğimizi gösterelim, sonra gönül koymasınlar” diye kendileri yapıyor. Ama sonuçta aslında 11 ay önce yaşamaları gereken hüsrânı şimdi yaşıyorlar. Küçük kardeş Mübârek Erol herhalde şimdi kara kara düşünüyordur. Onların bulunduğu, faaliyet gösterdiği –Türkiye'nin dört bir tarafında faaliyet gösteriyorlar, ama Adıyaman, Menzil merkez– Adıyaman gitmiş. Ama sâdece Adıyaman’ı değil; İstanbul, Ankara, ülkenin batısındaki bütün belediyeleri; Kırklareli’yi, Sakarya’yı, Kocaeli’yi ve Hatay’ı saymazsak bütün belediyeleri CHP almış ve buralarda, özellikle İstanbul’da Menzil’in çok ciddî birtakım yatırımları var. Yatırım diyorum, alenen yatırım; çünkü ticâretle çok içli dışlılar. Devletle çok işleri var, belediyelerle çok işleri var; yurtları var, şunları var, bunları var ve bunların hepsinde birtakım ilişkilerle işleri kolaylaşıyor. Bugüne kadar kolaylaşmıştı. Açıkçası CHP’li belediyelerin tarîkatlara karşı özel bir tavırlarının olduğunu pek düşünmüyorum. Yani onlara özel olarak sorun çıkartmak isteyeceklerini pek düşünmüyorum. Fakat böyle alenî bir şekilde, durup dururken, üstlerine vazife değilken, işleri bu değilken kalkıp, “Cumhur İttifâkı’nın yanındayız” dediğiniz zaman, “CHP’nin karşısındayız” diyorsunuz. Üstelik bunu yerel seçimde yapıyorsunuz … Hani Cumhurbaşkanı seçimi, o bile yanlış ama, hadi o bir yere kadar diyelim; ama yerel seçimden size ne kardeşim? Değil mi? Ama yapıyorlar.
Şimdi olayın bir Menzil boyutu var, bu böyle. Bir başka boyutu ise İsmailağa. İsmailağa Türkiye’de mürit sayısı ya da bağlı sayısı en fazla olan tarîkatlardan birisi. Nakşîbendîliğin İsmailağa kolu ve bunlar da uzun bir süredir Erdoğan’a desteklerini hep söylüyorlar ve AKP yöneticileri, zamânında Ahmet Davutoğlu da gitmişti biliyorsunuz ve başkaları da gitmişti, meselâ Erdoğan her seçim öncesi bir uğruyor. Bu sefer de gitti, Mahmut Efendi’nin ardından gelen Hasan Kılıç’ı ziyâret etti ve yanında Murat Kurum’la berâber gitti. İlginçtir, İsmailağa tarafından servis edilen ilk fotoğraflarda Murat Kurum hiç gözükmüyordu. Hattâ, “Murat Kurum gitmedi mi?” dedik. Ama sonra bir fotoğraf gördük ki, kenarda bir yerde Murat Kurum da oturmuş. Ve burada da nasıl yaptılar? Yine aynı şekilde Erdoğan’ı ve Cumhur İttifâkı’nı yücelten bir açıklamayla İsmailağa Cemaati duruşunu gösterdi. Şimdi bu buluşmada –daha önce Mahmut Ustaosmanoğlu ile yapılan buluşmada da benzer olay vardı, şimdi Hasan Kılıç’ta da benzer olay var– kim kime saygı gösteriyor? Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan bir tarîkat şeyhine mi, tarîkat şeyhi Cumhurbaşkanı’na mı? Burada, aslında baktığımız zaman, kim kimin ayağına gidiyor diye baktığımız zaman, olayın resmi biraz netleşiyor. Erdoğan’ın böyle bir fotoğrafa ihtiyâcı var mı? Demek ki varmış. Cemaatin de, İsmailağa Cemaati’nin de böyle bir fotoğrafa ihtiyâcı varmış ki bu fotoğrafı birlikte vermişler ve birlikte servis etmişler. Ama sonunda ne oldu? Erdoğan kaybetti, Murat Kurum 12 puana yakın puan farkıyla kaybetti ve tabiî ki İsmailağa da kaybetti. Az kalsın Fatih bile gidiyordu. Ama onun dışında, İsmailağa’nın özellikle İstanbul’da çok varlık gösterdiği meselâ bir Beykoz gitti, Sancaktepe gitti, Çatalca gitti. Daha birçok yer CHP tarafından kazanıldı. Onların dışında zâten belediyeleri CHP’de olan yerler de vardı; ama böyle yaparak İsmailağa da şimdi İstanbul’da, aynı zamanda Türkiye’nin dört bir tarafında durduk yere kendine sorun çıkartır oldu. Yani şunu tekrar söyleyeyim, Menzil için söylediğimi: CHP’li belediyeler İsmailağa Cemaati’ne ya da başka bir Nakşî ya da Kadirî ya da başka bir cemaate özel olarak düşmanlık ya da sempati beslemezler. Niye beslesinler? Normali de zâten her vatandaşa eşit davranmaktır. Ama burada o taraflar, yani bu tarîkatlar; meselâ İsmailağa durduk yere herkese eşit mesâfede olmayı… Hani olmadıklarını zâten biliyorduk da, bunu çok böyle göstere göstere, gözümüze sokarak îlân ettiler ve şimdi fatura önlerinde.
Şunu çok iyi hatırlıyorum. 1985’te gazeteciliğe başladım ve İslâmî hareketlerle ilgilenmeye başladım. O târihten îtibâren hep “Tarîkatlar kimi destekliyor?” sorusu sorulurdu ve ben de kendimce genç bir gazeteci olarak kaynaklarımdan araştırıp birtakım tablolar falan yapardım. Sonra onların ne kadar anlamsız olduğunu gördüm. Çünkü tarîkatlar herkese –sağ partilere, sola yapmazlar asla– sağ partilerde herkese tabiî ki destek derler; bunların hepsi kapalı olur ama sonuçta belli yerlere yönelirler. Ama şu da bir gerçektir ki onlar neye işâret ederse etsin, müritler, tarîkat bağlıları oy kullanırken sandıkta kendi başlarına oy kullanırlar. Şunu söylemiyorum yani: “1000 mürit varsa 500’ü şeyhin gösterdiğinin dışında oy verir” demiyorum. Ama büyük bir kısmı şeyhin gösterdiği kişiye oy verse bile, onu bir şekilde değerlendirir. Zamanla çok daha gelişti bu. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle berâber, cep telefonları, şunlar bunlarla berâber, artık öyle, “Hasan Efendi şunu dedi. Bütün İsmailağa buna veriyor” falan gibi şeyler yok artık. Ama eskiden en azından bunu açıktan söylemezlerdi, yapmazlardı. Bilirdik ki şu cemaat şuna destek veriyor, bu cemaat buna daha yakın vs.. Ama açıktan söylemezlerdi ve kendilerini siyâset üstü gösterirlerdi –biraz da devletten korktukları için yaparlardı tabiî–; şimdi devletten korkmuyorlar, o ayrı; ama kendilerini siyâset üstü, partiler üstü gösterirlerdi ve iktidarlar değişse bile onlara çok fazla bir şey olmazdı. Şimdi, bir süredir bu bozuldu. Özellikle darbe girişiminin ardından Fethullahçıların sosyal İslâm alanını iyice boşaltmasıyla berâber buraya bir talan perspektifiyle bütün cemaatler akın edince, Erdoğan onlara önce kendisine alenen bîat etmelerini dayattı ve bunu da büyük bir çoğunluğu yapmadı. Yapanlar yaptı, yapmayanların da önü tıkandı. Devletin imkânlarından, Fethullahçılardan kalan ganîmetin paylaşılmasından istifâde edemedi açık tavır almayanlar.
Şimdi gelelim Cübbeli Ahmet Hoca’ya. Yani o şimdi İsmailağa’dan da atıldı, biliyorsunuz. Alenen attılar, kapının önüne koydular. İçlerinde çok ciddî tartışmalar var. Bu tartışmalar sanki dinî gibi duruyor, ama fazlasıyla dünyevî olduğu ortada. Cübbeli’nin popülaritesi de mâlûm. Yani şu anda tarîkatın başında Hasan Kılıç var, ama Hasan Kılıç’ın adını soyadını bilen bile çok az insan vardır. Yani tarîkat dışındaki insanlardan çok azı biliyordur. Ben yıllardır tâkip ettiğim için biliyorum. Şimdi böyle bir yerde Cübbeli kalktı, binlerce kişinin izlediği o meşhur videolarından birisinde kalktı, o kadar açık ve komik aslında… Eğer izliyorsa ya da birileri ona aktarıyorlarsa “komik” dediğimi özel olarak kendisine belirtsinler. Komik olduğunu fark etmiyorsa iyice komik, onu da söyleyeyim. Çıktı dedi ki: “Cumhur İttifâkı’na oy vermek vaciptir” dedi. Ondan sonra daha da aşağı indi: “Kazanamayacakları yerlerde Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi’ne oy vermek de câiz değildir” dedi. Yani böyle artık fetvânın en ince katmanlarına bölünmüş. “Peki hocam, kazanabilirken, ama öteki türlü bilmem ne iken vermek câiz mi?” diye sorarsanız da başka bir cevap verecek. Yani şeye kadar gidebilir; önüne hangi adaylar katılıyor, önceki seçimde aldıkları oy nedir vs.’yi koyup… Hani biz gazeteciler analiz yapıyoruz ya da yapmaya çalışıyoruz ya? Meselâ, atıyorum: “Mudanya’da Yeniden Refah Partisi 5 puan alırsa orada AK Parti’nin kazanmasını engelleyebilir. Onun için câiz değil, ama şurada pekâlâ olabilir” falan gibi de şeyler söyleyebilir. Yani fetvâ meselesini iyice ayağa düşürdüğü ortada. Ve tabiî ki o da kaybetti. Kaybetmenin ötesinde, bu kadar büyük, bu kadar şatafatlı lâflar ettikten sonra, yani kusura bakmasın ama biraz da rezil oldu. Tek başına Yeniden Refah Partisi bile bunu gösteriyor.
Şimdi bakın, Yeniden Refah Partisi’ne oy veren %6’nın üzerindeki insanın, seçmenin hatırı sayılır bir bölümünün tarîkatçı olmasa bile tarîkatlara ve İsmailağa ya da benzeri Nakşî gruplara sempatik ya da empatik baktığını düşünebiliriz. Siz çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki: “Bunlara oy vermek câiz değil”. Ondan sonra sizi dinleyen ya da sizi dinleyenlerle yakın olan binlerce kişi… 3 milyona yakındı yanlış hatırlamıyorsam, rakamı tekrar bir kontrol etmeme izin verin, Yeniden Refah Partisi’nin aldığı oyu. Evet, 2 851 784 kişi. Yani insaf… “Câiz değil” dediniz ve bu kadar insan bu partiye oy verdi. Saadet Partisi de %1 civârında bir oy aldı. İkisini toplasak diyelim ki 3 milyonu aşıyor. Bu nasıl bir şeydir? Yani bu cüreti nereden buluyorsunuz? Ve ondan sonra da kaybediyorsunuz, fatura önünüze çıkacak. “Ya benimle ne alâkası var? Ben seçime girmedim ki” filan mı diyeceksiniz? Diyemeyeceksiniz. Çok garip bir şekilde kendi kuyularını kendileri kazıyorlar, bu anlaşılır gibi değil. Bu da Türkiye’de tarîkat yapılarının nasıl dünyevîleştiğini, nasıl hormonlu büyüdüklerini, iktidar eliyle büyüdüklerini ve bir şekilde hormon kesildiği zaman da nasıl açığa düştüklerini gösteriyor.
Son olarak şunu söyleyeyim: İsmailağa fotoğrafları İsmailağa tarafından servis edilince birileri hemen “Süleymanlı Haber” diye bir siteden hareketle, “Süleymancılar da…” –ki kendilerine “Süleymanlı” derler– “Ekrem İmamoğlu’nu destekliyorlar. Niye ona bir şey demiyorsunuz?” dediler. Şaşırdım açıkçası. Süleymancıların Ekrem İmamoğlu’na vermesine şaşırmıyorum. Çünkü Süleymancıların uzun bir süreden beri Erdoğan’la araları iyi değil. Erdoğan’ın karşısında kim varsa onların içerisindeki kendilerini en yakın gördüklerine destek veriyorlar. Ve önceki seçimde bildiğim kadarıyla bu İYİ Parti’ydi. Bu seçimde muhtemelen CHP olmuştur, buna şaşırmam. Ama şaşırdığım şuydu: Süleymancılar bunu açıkça söylemezler. Çünkü Süleymancılar, benim Türkiye’de gördüğüm cemaatler içerisinde en kapalı, şeffaflıktan en uzak ve bu nedenle de en az güven veren yapısıdır. Güven verme derken şunu söylüyorum. Bakın, ben neredeyse 40 yıldır gazeteciyim. Herhangi bir Süleymancıyla açık açık, on the record –yani yazılmak kaydıyla– röportaj yapamadım. O kadar Nakşî şeyhiyle vs. ile konuşmuş, Nurcular’la, şunlarla bunlarla konuşmuş etmiş bir insanım; Süleymancılar’la hâlâ bir ilişkim yok, denememe rağmen yok. Dolayısıyla bana güven veren bir yapı değildir. Ama şunu da biliyorum ki Süleymancılar böyle bir şeyi açıktan yazmazlar. Dolayısıyla o belli ki Süleymancılar’la bir şekilde ilişkisi olmuş, ama kopmuş bir yapı. Her neyse. Tabiî ki az da olsa Süleymancılar örneğinde olduğu gibi CHP’ye oy verenler de olmuştur. Bunları açıkça söyleyene rastlamadım, ama söyleyenler de olmuştur. En azından o zaman şunu söyleyebiliriz: Onlar daha akıllıymış. Yani mâdem bütün cemaatler hayatlarını siyâsete endekslemiş durumdalar, o zaman çok açıkçası doğru ata oynamayı bilsinler. Şimdi artık dikkat ederseniz, “Nakşîbendîlik, Süleymancılık nedir? Aralarındaki fark nedir?” derken, dinden îmandan bahsetmiyoruz, okudukları tefsir kitaplarından bahsetmiyoruz, zikirleri nasıl yaptıklarından bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz şey nedir? O ona ne demiş? O hangi siyâsî lideri ağırlamış? Ötekisi kime doğrudan saldırmış? Vs.. Böyle bir yerde, o zaman da diyoruz ki birileri Cumhur İttifâkı’na yatırım yaptı, bu sefer de Erdoğan’ın herhalde ne yapıp edip kazanacağını düşündüler. Kazanamadılar. CHP’ye yatırım yapanlar varsa kazandılar. Ne kazandıklarını çok bilmiyorum, ama en azından CHP ile bir düşmanlık ilişkisi içerisine girmediler.
Bütün bunları ötesinde şunu da söyleyelim, öyle bitirelim: Bakıyorsunuz, Semerkand Vakfı, Mübârek Erol, Allah’ın adını karıştırıyor işin içerisine. Ne diyor? “Allah Teâlâ’dan niyâzımızdır. Ümmetin çıkarı… şusu busu.” Öteki tarafta İsmailağa Cemaati aynı şekilde, “Ümmet vs.” diyor. Cübbeli Ahmet Hoca bunu diyor, dua ediyorlar tabiî ki, hayır duası ediyorlar. Özellikle Hasan Efendi’nin, Hasan Kılıç’ın Erdoğan’a ve Murat Kurum’a dua ettiklerini gördüm. Ne oldu? Yani hakîkaten ne oldu? Bu çok acayip bir şey. Neyse, söylenecek çok şey var; ama benim gibi birisini bile dini bu kadar ayağa düşürmeleri rahatsız ediyorsa, varın gerisini siz düşünün diyeyim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı