Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?

17.04.2024 medyascope.tv

17 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet gazetesi yazarı Murat Ağırel stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle son kitabı Havala’yı (Kırmızı Kedi Yayınevi, Mart 2024) konuşacağız. Murat hoş geldin.
Murat Ağırel: Merhaba, hoş buldum.

Ruşen Çakır: “Havala” diyoruz da, bu havâle, değil mi?
Ağırel: Evet, havâle.

Ruşen Çakır: Tebrikler. 200 sayfayı aşkın bir kitap, yüzlerce isim ve her ülkeden insan var. Bir de her ülkeden, sonradan Türk vatandaşlığını kazanmış insan da var.
Ağırel: Evet. Zâten sistemi de kuranlar onlar. Sağ olsunlar, bize de öğretmişler. Türkler de kurmuş bu sistemi. Almanya’da, Hollanda’da ve diğer Avrupa ülkelerinde de kurmuşlar. Kitabı araştırırken karşıma çıkan isimler de çok enteresan.

Ruşen Çakır: Burada ağırlıkla uyuşturucu ticâreti var. Bir ayağında, büyük ölçüde Latin Amerika var. Orası zâten uyuşturucunun merkezi gibi. Bunlar deniz yoluyla geliyor. Dünyanın değişik yerlerinde ve Türkiye’de de Mersin başta olmak üzere çeşitli limanlar var. Çok sayıda Türk vatandaşı, sonradan Türk vatandaşlığı kazanmış isimler ve başka ülkelerden de isimler var. Kitabı okuyunca, her yere yayılmış bir uyuşturucu rotası olduğunu görüyorsun.
Ağırel: Evet. Timur Soykan’ın son çıkardığı Baron İstilâsı kitabı (Kırmızı Kedi Yayınevi, Şubat 2024) ve benim bu kitabım aslında birbirini tamamlayan kitaplar. Ülkemizdeki varlık barışı ve “Nereden buldun?” yasasının olmaması, varlık barışının defalarca uzatılması, ne yazık ki ülkemizi kara para cenneti hâline getirdi. Çünkü “Nereden gelirsen gel ve ne getirirsen getir, herhangi bir soru sormayacağım” denildi bu insanlara. Bunu biz nitelendiriyoruz böyle. Çünkü dünyada kara para aklamanın bile mâliyeti vardır. Kayıtdışı ve yasadışı elde edilmiş parayı aklarken %20, %30, %40, bâzen %50’sini bile gözden çıkarmak zorunda kalabilirsiniz. Ama dünyada bir ülke düşünün; “Ne olursan ol, gel. Ben senden sâdece %2 vergi alacağım” diyor. Bâzen de almıyor. “Yüzde 2 vergi alacağım, paranı istediğin gibi kullanabilirsin” diyor. Üzerine bonus olarak da, “Sen getirdiğin parayı burada tutarsan, ev alırsan, işyeri açarsan, fabrika açarsan ya da birilerini çalıştırırsan, ben sana bir de vatandaşlık vereceğim” diyor. Yani diğer dünya ülkelerinde adâletten kaçmak için ellerine fırsat da vermiş oluyor. Bu insanlar bir de Türk vatandaşı oluyorlar. Dolayısıyla dünyadaki bütün bu kara para sağlayıcıları Türkiye’ye akın ediyor.

Ruşen Çakır: Bunun mîlâdı nedir?
Ağırel: Yurtdışında, baronlara yönelik yaklaşık 28 ülkenin katıldığı bir operasyon yapıldı. Bu operasyonda birçok baron ve çete lideri kıskaca alınmıştı. Bunu da şöyle başardılar: Hem Europol (Avrupa Polis Teşkîlâtı), hem FBI, hem de Fransız Jandarması, bu çetelerin kullanmış oldukları haberleşme sistemine sızdılar. Bu haberleşme sisteminde de milyarlarca mesaj ele geçirdiler ve bu örgütleri, bu çeteleri çıkardılar. Sonra bunları iyice sıkıştırmaya başladılar. Bu çetelerin bir kısmı Dubai’ye gitti. Dubai 200 kişiyi iâde etti. Can güvenlikleri olmadığı ve kendilerini koruyamayacakları için herkeste bir tedirginlik başladı. 2019, 2020 yıllarında “Türkiye daha güvenli” diye resmen bir çağrı yapıldı ve uluslararası çetelerin tamâmı Türkiye’ye geldi. 
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’nın açıkladığı rakama göre –bunu da dün ilk defa Timur Soykan açıkladı– sâdece Ali Yerlikaya döneminde 14 tâne uluslararası çete Türkiye’de çökertildi. Rakamı düşünebiliyor musun? On dört uluslararası çete.

Ruşen Çakır: Bir de, sık sık gazetelerde birbirlerini vurduklarını da görüyoruz. 
Ağırel: Tabiî. Çünkü hesaplaşmaları var burada. Lüks AVM’lerin lokantalarında, yurtdışında göremedikleri işleri burada görüyorlar ve birtakım uyuşturucu pazarlarını ele geçirebilmek için ya da işlerine kim engel olursa burada hesaplaşıyorlar. Lotu Quli’yi biliyorsunuz. Timur bunların hepsini yazdı. Birçok baron burada birbirleriyle çatıştı. Birbirlerini GPRS cihazlarıyla tâkip edip katlettiler, kimisi evlerin bahçelerine gömüldü. Türkiye’de başka ülkelerin muhâlifleri bulundu, öldürüldü. Yani biz dünya kadar olay yaşadık burada. Aynı zamanda, Türkiye daha önce uyuşturucu rotasında transfer ülkesiyken, artık hedef ülke hâline getirildi.

Ruşen Çakır: Hedef ülke derken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının uyuşturucu tüketimi için bir pazar olduğundan söz ediyorsun.
Ağırel: Evet. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın göreve başladığından, benim kitabımı yazım tarihine kadar olan süreçte, İçişleri Bakanlığı’ndan aldığım resmî rakama göre toplam 107 ton uyuşturucu madde ele geçirilmiş. Bunun kokain, ekstazi, eroin gibi çeşitli kategorileri var. Bu 107 tonun içerisinde, dağıtılacak olan ve içerisine kimyasallar eklenerek çoğaltılacak olanlar hâriç.

Ruşen Çakır: 107 ton bir yılda, değil mi?
Ağırel: Altı ayda. Altı ayda 107 ton uyuşturucu ne demek? Resmî rakamlara göre kullanıcı yaşı 15, ama biz bunun daha aşağısında olduğunu biliyoruz. Çocuklarımız ve yurttaşlarımız gerçekten çok büyük bir tehlike altında. Biz bu karanlığı görüyoruz. Bu karanlıkla mücâdele edilirken de ne yazık ki devletin kurumlarının çürümesini de görüyoruz. Bunu çok kez anlattım ama tekrar anlatayım: Adana’da bir ihbar geliyor. İhbârı değerlendiren sivil polisler, bununla ilgili bir aracı tâkibe alıyorlar ve sonra bir yerde kıstırıyorlar. “Dur” ihtârında bulunuyorlar. Araç durmuyor, kaçıyor. Bir polis aracın tekerleklerine ateş ediyor, diğer polis ise aracın açılır tavanına atlıyor, oradan sürünerek tâkip ediyor aracı. Kaçamayacağını anlayan uyuşturucu tâcirleri yaya olarak kaçmaya çalışıyorlar. En sonunda polisler yakalıyorlar. Vâli polislere üstün hizmet belgesi veriyor.
Birkaç ay sonra, Konya’da yol aramasında bir karı koca seyahat ederken, polis arabadan inmelerini istiyor. İnmiyorlar. Polisleri de vurup kaçıyorlar. Kilometrelerce kovalamacadan sonra yakalanıyor. Polisler arabadan indiriyor karı kocayı ve kimlik kontrolü yapıyorlar. Üstün hizmet belgesi verilen polis, uyuşturucu kuryesi çıkıyor. Yola attığı 24 kilo kokaini de buluyorlar. Ardından, soruşturma devam ediyor, bunlar tutuklanıyor. Uyuşturucu baronu Adana savcısı çıkıyor. O savcının, aynı zamanda FETÖ Borsası kurduğu ve rüşvetle yargı kararları verdiği ortaya çıkıyor.

Ruşen Çakır: Şimdi kendimi izleyici yerine koydum. Ben kitapta okudum bu kısımları.  Uyuşturucuyla mücâdelede görevli insanların içerisinde bizzat bu işi yapan polisler var. Yargıda bunları soruşturması gereken, belki de soruşturan bazı isimler de doğrudan bu işin içerisine giriyor. Bunlar aynı zamanda uyuşturucu dışında FETÖ Borsası gibi başka işler de yapıyorlar.
Ağırel: O savcı, uyuşturucu baron dışarıda ama. Savcı baron bu işi kuruyor. Tutuklanıyor, savcılıktan atılıyor. Ama şimdi tahliye ediliyor.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Kitabı okudum, şurada şu kadar ton eroin yakalandı diyorsun. İsimler ya da kısaltmalar var. Âdeta film izler gibi izliyoruz. Ama bir sayfa sonra serbest bırakıldığını görüyoruz. Nasıl oluyor bu? Bu kadar kolay bir şey olmasa gerek.
Ağırel: Bugün ülkemizde iktidar aleyhine bir tweet atan bir kişinin, bir sabah evinin polislerce basılmayacağının garantisi var mı? Yok. Adâlet inanılmaz hızlı çalışıyor. Ama söz konusu bu ülkede yurttaşların zehirlenmesi olunca, ne yazık ki görmezden, duymazdan geliniyor. Şerefiyle, namusuyla işini yapanları vareste tutarak söylüyorum bunu. Meselâ düşünün ki bir savcı hem baron hem uyuşturucu ticâretini kontrol ediyor hem de oradaki para hareketlerini kontrol ediyor. Sonra tahliye ediliyor. Uyuşturucu ticâreti yapan, konteynırında uyuşturucu çıkmış olan adamın kim olduğu belli, herkes biliyor. “Ben bunu kendim almadım. Denizde var olan konteyneri satın aldım, içinden çıkmış. Ben bir şey bilmiyorum” diyor ve bu adam hiçbir şekilde cezâlandırılmıyor, dâvâ bile açılmıyor. 

Ruşen Çakır: Yani ortada, sâhipsiz bir şekilde yakalanmış çok sayıda uyuşturucu var, öyle mi?
Ağırel: Evet, çok fazla. Mersin’dekiler için konuşursak, ne yazık ki adrese teslim tespiti yapılmıyor. Ne demek istiyorum? Diyelim ki “Uyuşturucu geldi” ihbârı yapıldı, buldunuz ya da uyuşturucuyu tespit ettiniz. Uyuşturucuyu limanda almak yerine bırakılsa, nereye gidecek, kime gidecek o rotayı da tâkip edip, onun asıl alıcıya ulaştığını tâkip etseler, ortadaki bütün zincirleme ağ çıkacak ve bu kişilerin olduğu çete çökertilecek. Ama biz ya limanda alıyoruz, ya limandan çıkınca alıyoruz ya da Jandarma bölgesine girince alıyoruz. Yani üçünden biri mutlaka alıyor, ama asıl alıcıya gitmiyor. Ticâret yapan da –belki de suçu yok adamın gerçekten– “Ben denizde aldım. Benim kokainden haberim yok, nereye gittiğini tâkip etseydiniz” diyor ve yırtıyor, hiçbir cezâ almıyor.

Ruşen Çakır: Sen çok sayıda uzmanla konuşmuşsun, bayağı arşiv taramışsın, iddianâmelere bakmışsın. Hep “Şu kadar ton, şu kadar kilo uyuşturucu yakalandı” diye duyuyoruz. Ama genellikle yakalananın kat kat fazlası var.
Ağırel: Yüzde onu söylenir.

Ruşen Çakır: Peki, kalıcı ya da transit geçen tonlarca uyuşturucu limanlarımıza geliyor ve oradan başka yerlere gidiyor. Ya da iç piyasada dağıtıma sokuluyor. Meselâ bir yılda ne kadardır bu rakam?
Ağırel: Çok büyük rakamlar bunlar ve bunların tespiti de mümkün değil — tabiî Avrupa’da da yakalanan çok fazla. Bizden gidip Avrupa’da yakalanan da var. Bunun tespiti gerçekten çok zor. İki örnek vereyim: Meselâ biz araba lastiği göndermişiz Hollanda’ya. Araba lastiklerinin içerisinde 2,5-3 ton kokain çıktı. Geçenlerde tüm Türkiye’de gündem oldu. İran’dan tırlar giriyor. Bu tırlar normalde üzerlik tohumu taşıyor. İstanbul’un dışındaki bir ilçeye götürüp depolara bırakıyorlar. Depolara bırakıldıktan sonra, yine İran’dan dört tâne doktor geliyor. Üzerlik tohumlarına emdirilmiş olan metamfetamini damıtarak, gerçek sıvı metamfetamini elde ediyorlar. O metanfetamin yine başka kimyasallarla karıştırılarak bizim sokaklarımıza dağıtılıyor. Yakalanan miktar 4 ton. O 4 tonu, isterse, 120 ton da yapar, 12 ton da yapar, 3 ton da yapar.

Ruşen Çakır: Breaking Bad dizisine bir gönderme var değil mi orada?
Ağırel: Breaking Bad dizisinde, bir kimya öğretmeninin kurmuş olduğu uyuşturucu bağlantıları var. Bu, bizim ülkemizde de var. Yine bir kimya hocası, uyuşturucu sattığı tespit ediliyor, cezâevine giriyor, çıkıyor. Çıktıktan sonra bu sefer kız arkadaşıyla birlikte evini imâlâthaneye çeviriyor ve uyuşturucu üreterek çocuklara, üniversite öğrencilerine satıyor. Adâletten bahsediyoruz ya? Bu kişi cezâevinden çıktığı zaman, o dilim arasında aftan yararlanıyor ya da açık cezâevinde olmasından yararlanıyor, ondan yararlanıyor, bundan yararlanıyor, çıkıyor ve işine devam ediyor. Çünkü bu işe başlayanların sonradan bıraktığını daha duymadım. Meselâ bu işi yapanlarla konuştum, torbacılarla konuştum. Torbacılar diyor ki: “Abi bizim üstümüze niye geliyorsun? Biz en son noktayız. Bizde iş yok güç yok. Ben zâten sabıkalıyım. Bununla ilgili asıl başlar yukarıda. Kimse onlara dokunmuyor, ama biz her ay alınıyoruz” diyor. “Her ay alınıyorsan niye giriyorsun?” diye soruyorum. “Çıkacağımızı biliyoruz zâten” diyor.

Ruşen Çakır: Kitapta bol miktarda muz olayı var. Genellikle Latin Amerika’dan gelen muzların içerisinde müteaddit defalar çıkan uyuşturucular var. Bir de şimdi adını hatırlayamadım, birisinden bahsediyorsun, intihar etmiş.
Ağırel: Evet, Hasan Rastgeldi.

Ruşen Çakır: İntihârında bir şüphe var galiba.
Ağırel: Evet, ben bu intihârın şüpheli olduğunu düşünüyorum. Ben yazıları yazmaya başladıktan sonra –Twitter hesâbında “gazete muz” rumuzuyla yazıyordu– bana bilgi vermeye başladı. Sâdece bana değil birçok gazeteciye ve devletin ilgili birimlerine de anlatıyormuş. Verdiği bilgileri denetledim, doğruydu. Meselâ “Bu hafta şu olacak, bu hafta bu olacak” diye, geminin adına varana kadar her şeyi söylüyordu. Tabiî ki devlet yetkilileri de bunu biliyor. Biz Timur’la (Soykan) Timur’la beraber ona, Mersin’e gittik. Aslında bu işin merkezini öğrenmek için gittik Mersin’e. Limanı kontrol ettik, sonra kendisine uğradık, çayını içtik. Bize, belgeleriyle birlikte sistemi ve kimlerin ne iş yaptığını anlattı. Sonra bize, “Eğer sizinle ya da diğer gazetecilerle konuştuğum öğrenilirse, bunlar beni öldürürler” dedi. Biz de, “Bununla ilgili olarak devlete başvur, suç duyurusunda bulun, koruma iste. Bunu mutlaka yap” dedik. “O zaman daha çabuk öğrenirler” dedi. “Devlete başvurduğun şeyi nasıl öğrenecekler?” diye sordum. “Zâten onlar bildirir. Onun için ne yazık ki risk altındayım” diye cevap verdi.  Kitabı yazarken kendisiyle tekrar görüşmek için aradığımda ulaşamadım. Gazeteci büyüğüm, meslektaşım Cengiz Erdinç’le konuştuğumda, intihar ettiğini öğrendim. İntihar sebebini öğrenmek için raporlara baktım. Aracın içerisinde intihar diye geçmiş, ama ben bunun şüpheli ölüm olduğunu da birçok yere ilettim. Bunun da peşini bırakmayacağım. Şu anda tâkibimde. Tabiî intihar da olabilir, bilmiyorum; ama ben yakınlarıyla, iş arkadaşıyla görüştüğümde, onun intihar etmesini gerektirecek herhangi bir durum olmadığından bahsediyorlar.

Ruşen Çakır: Süleyman Soylu kitabın birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Geçenlerde bir komedyen bir espri yapmıştı Süleyman Soylu ile ilgili biliyorsun.
Ağırel: Evet. “Bir grip ilâcının uyuşturucuyla bağlantısı olduğunu düşünmüyorum, Süleyman Soylu ile fotoğrafı yok” diye bahsetmiş.

Ruşen Çakır: Bu nedir hakîkaten? Bir de Ali Yerlikaya geldikten sonra operasyonların hız kazanması vs.. İki bakan arasında çok büyük fark var değil mi?
Ağırel: Evet, fark çok büyük. Süleyman Soylu dönemiyle ilgili kendisine soru sormak istedim, aradım da. Ama ne yazık ki cevap alamadım. Aslında bu tür soruları kendisine sorduğumda hep cevap veriyordu; cevaplamaktan imtinâ etmiyordu. Ama cevaplaması gereken çok soru var. Çünkü herkesin aklında belki de böyle bir şey yok, kendisi çıkıp anlatırsa böyle bir şey olmadığını öğreniriz tabiî ki. Ama cevaplanması gereken ve ortaya bütün netliğiyle konulması gereken bir tablo var. İnsanlar, bu kadar suç örgütünün, bu kadar kırmızı bültenle aranan baronun Türkiye’ye nasıl elini kolunu sallayarak girdiğini merak ediyor. Biz de merak ediyoruz. Uyuşturucuda rota hâlindeyken o zaman bile çok fazla uyuşturucu yakalanıyordu. Artık uyuşturucunun merkezi hâline gelmiş bir Türkiye’ye döndüysek, buna yetkililerin cevap vermesi gerekiyor. Ama bu soruyu sâdece Süleyman Soylu’ya sormamak gerekiyor. Süleyman Soylu’nun yöneticisi olan bir de Cumhurbaşkanı var. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı’na da sormak gerekiyor. Meselâ Süleyman Soylu tek başına “Türkiye’ye gelin, paraya ihtiyâcımız var. Ne olursanız olun, gelin” diyebilir mi? Bir irâdenin olması gerekiyor.  Aynı irâde, nasıl ki Ali Yerlikaya ve Mehmet Şimşek’le birlikte, “Biz gri listeden çıkmak istiyoruz” diye beyan ediyorsa, o irâde, daha öncesinde de, “Bu paraya ihtiyâcımız var” ya da “Bu ülkeye bu para gelsin” ya da “Bu kişiler gelsin” diyen başka bir irâde vardır; mantık bunu gösteriyor. O zaman şu soruyu soruyoruz: Kim, nasıl, ne zaman istedi? Bizim gazetecilerin 5N 1K soruları var ya? Onu sorma zamânı ve bununla ilgili cevap almamız gerekiyor. Cevap verilmediği müddetçe de sorular birbirinin arasında bağlam kurduruyor bize. O zaman da aklımızda cevaplanmayan şâibeli durumlar ortaya çıkıyor. O yüzden bunun cevaplanması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi kitabın adına gelelim: “Havala” ya da havâle. Benim ilk El Kaide üzerine çalışırken karşıma çıkmış bir olaydı. Uzun zamandır, dünyanın en önemli kara para aklama ve özellikle terör finansmanında kullanılan bir yöntem. Biraz karışık bir yöntem gibi duruyor.
Ağırel: Ama çok basit. 

Ruşen Çakır: O zaman anlat.
Ağırel: Havala, aslında yurtdışında Hawala olarak yazılıyor. Hawala’nın ülkemizdeki karşılığı havâle. Ama bu yasadışı bir para transfer sistemi. Kara paranın hiçbir kayda takılmadan, karşı tarafa gizlilik içerisinde gönderildiği bir sistem bu. Aslında bu, yüzyıllar öncesinde de kullanılan, karşılıklı güvene dayalı bir sistem. Son dönemde ise artık terör örgütlerinin finansından uyuşturucu parasına, sanal bahisten insan kaçakçılığına, silâh kaçakçılığına kadar bütün bu yasadışı işlerden elde edilen paranın kayıtlara girmeden transferi söz konusu. Bu transferi yapabilmek için herhangi bir iz bırakmadan yapılan elektronik bir sistem kurulmuş. Bu sistem daha öncesinde kervanlarla veyahut karşılıklı mektuplaşma, telgraf yoluyla yapılırken, şimdi, artık sâdece, verilen bir şifrenin karşı taraftaki havaladara (havala kuryesi) bildirilmesiyle, para gitmiyor, sâdece, karşı taraftan parayı alma şekline dönüşmüş. Bu, en hızlı sistemlerden bir tânesi.
Ben uyuşturucu parasının nasıl transfer edildiğini ve neden kayda girmediğini araştırdım. Çünkü kayda girse devlet bulur bunu. Bulamadığına göre başka bir sistem var. Meselâ bir operasyonda bir kuyumcu yakalandı. Biz kuyumcuyu tâkip ederken yine bu işlerin içerisinde olan biri, “Havala sistemini takip edin. Biz parayı Fatih’ten alırız” dedi. Nasıl yapıldığını sordum. “Biz bütün parayı Fatih’ten alırız, Fatih’teki bir yere, bir döviz şirketine bırakırız” dedi. Döviz şirketlerini tâkip etmeye başladım. Türkiye’de açılmış havalayla ilgili bir soruşturma var mı diye baktım. Türkiye’de operasyonlar yapılmış. Ama bu operasyonların ana merkezi Almanya. O zaman Almanya’ya gitmem gerekiyor diye düşünüp, atlayıp Almanya’ya gittim. Orada savcılarla, avukatlarla, yurttaşlarla görüştüm. Hattâ bu işi yapan, yaptığını bilenlerle görüştüm. Çok da verimli oldu.
Aslında Almanya’daki bütün sistemi ortaya çıkaran da bir tâne kazâ. İki kişi otobanda seyahat ederken şoför uyuyor. Araç şarampole yuvarlanıyor. Hemen polise haber veriyorlar. Polis olay yerine geldiğinde araçta kimse yok, plaka da sökülmüş. Şüpheleniyorlar ve bunun üzerine hemen kısa bir araştırma yapıp adamları bir benzin istasyonunda buluyorlar. Üstlerini arıyorlar. Yanlarında bir çanta var, 220 bin Euro nakit para ele geçiriliyor. Adamları sorguya alıyorlar. Sorguda kendisinin iş adamı olduğunu, Almanya’ya iş yapmaya geldiğini anlatıyor. Sonrasında savcılığa haber veriyorlar. Savcılık bakanla görüşüyor. Bakan bu işin çökertilmesini istiyor. Bu adamlar kontrollü olarak serbest bırakılıyor ve hareketleri bir yıl boyunca tâkip ediliyor. Ardından, Hollanda, İtalya ve Almanya’da 800 polisin katıldığı bir operasyon yapılıyor. Operasyonun ana üssü Almanya. Almanya'da yapılan operasyonda, 255 milyon euro ve ziynet eşyâları ele geçiriliyor. Bu, para transfer sistemiyle aktarılan para. Mahkemede de Türkiye’deki birçok kişiye havâle yapıldığı ortaya çıkıyor. Aynı zamanda, Suriye’deki terör örgütlerinin de finansının buradan yapıldığından bahsediliyor.

Ruşen Çakır: Meselâ diyelim ki ben şu anda 100 bin doları Almanya’ya havâle etmek istiyorum. Ne yapıyorum?
Ağırel: Kuyumcuya ya da bu işi yapan döviz şirketine gidiyorsun.

Ruşen Çakır: Ne diyorum onlara?
Ağırel: “Ben bu paranın Almanya’daki Duisburg şehrine gitmesini istiyorum” diyorsun. O da sana, “Benim komisyon oranım %3 ya da %4” diyor. Parayı teslim ediyorsun, sana bir şifre veriyor ve “Karşı taraf 2 saat sonra parayı oradan gidip alabilir” diyor. 

Ruşen Çakır: Yani orada bir adres veriyor. Meselâ bir başka döviz bürosunun adresi.
Ağırel: Evet. Almanya’daki bir kuyumcu, döviz bürosu ya da şirketin adresi.

Ruşen Çakır: Tamam. Ben de Almanya’daki adamıma diyorum ki…
Ağırel: Mesajı gönderiyorsun.

Ruşen Çakır: “Şu adrese git, şu şifreyi ver, parayı al” diyorum.
Ağırel: Evet, oradaki adamınız, adrese gidip şifreyi veriyor ve parasını kesintili şekilde alıyor.

Ruşen Çakır: Yani ortada bir nakit para var. Ben o parayı, bulunduğum yere bırakıyorum. Yollayacağım kişiye o parayı banka üzerinden yollamıyorum.
Ağırel: Hayır, banka aracılığıyla değil. Zâten karşı tarafta bununla ilgili para var. Burada havaladarın kasasında 50 milyon euro’su varsa, karşı tarafta da 50 milyon euro’su var. Yani iki taraf da denktir.

Ruşen Çakır: Kitabı okuyunca şunu gördüm. Almanya’da yakalanan aslen Suriyeli’ydi değil mi? 
Ağırel: Evet.

Ruşen Çakır: Aynı anda WhatsApp’ta dünyanın farklı yerleriyle konuşuyor. Meselâ, diyelim Dubai’ye 100 bin dolar, Insburg’a 50 bin dolar gönderebiliyor.
Ağırel: Evet, 61 ülkede bu organizasyonu kurmuşlar. Dolayısıyla 61 ülkeye istedikleri anda, istedikleri transferi yapabiliyorlar ve kara para sâhibi o parayı parçalamak isterse, istediği anda her tarafa gönderebiliyor. Bunlar hep ikili ilişkilerle yapılmış, bağlantılar sağlanmış sistemdeki açıklar. Bu adamlar Hollanda’da 6-7 eyâlette varlar, Almanya’da 6-7 eyâlette, İspanya’da, İtalya’da, aklınıza gelebilecek bütün Avrupa ülkelerinde, Dubai’de var. Adamın iddianâmesinde Çin’e dahi gidip kurduğu yazılı. Almanya’dan Çin’e para gönderebiliyor, Çin’den geri getirebiliyor. Ekvador da kezâ öyle. Ama bunlarla çalışırken de tabiî rakamların büyük olması gerekiyor. Meselâ zor ülkelere gönderirken rakamların büyük olması gerekiyor. Tabiî komisyon oranları da değişiyor. Yüzde 2 ilâ %10 arasındaki komisyondan bahsediyoruz. Ama zâten kara para aklayıcılar için o %10, %5, %20 komisyon mesele değil, onları önemsemiyorlar. Önemli olan paranın hareket etmesi, parasını alabilmesi.
Ben, kripto parayla niye yapmadıklarını merak ediyorum. Çünkü yeni sistemler de çıktı. Soğuk cüzdanlar var, kripto paralar var. Avrupa ülkelerinde o paraları elektronikten bankaya geçirirken bile “Nereden buldun?” diye geliyorlar. O parayı bile alman büyük mesele.

Ruşen Çakır: Ama kara para meselesinde elektronik para hâlâ bayağı aktif kullanılıyor. 
Ağırel: Evet, çok aktif kullanılıyor. Şimdi yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum. Şöyle bir şey gördüm. Meselâ, bunların sanal bahisle ilgili kullandıkları bir sistem var. Orada kripto para da kullanıyorlar. Sanal bahiste kripto parada toplanan para 55 milyar dolar. Havala yöntemiyle sevk edilen para miktarı 500 milyar euro. Bu Europol’un raporunda var. Beş yüz milyar Euro.  Yani Türkiye’nin dış borcu kadar bir para şu anda havala sisteminde dönüyor. Bu paranın büyük bir bölümü Türkiye’ye geliyor veya Türkiye’den gidiyor.

Ruşen Çakır: Bunlar büyük ölçüde uyuşturucu parası mı yoksa her türden var mı?
Ağırel: Her türden var, ama çoğunluğu uyuşturucu parası. Almanya’da bu paranın izini süren kişiler, bu örgütü çökerttikten sonra, Türk örgütü soruşturuyorlar. Orada da Türk bir kuyumcuyu, Yalçın Karasu’yu buluyorlar. Yalçın Karasu, Türkiye’de Karasu Mücevherat’ı kuruyor. Kıbrıs’ta bir şirket kuruyor, Almanya’da da Ekol GmbH diye bir şirket kuruyor. Karasu, ilk defa kendisi kullandığı sistemi, “Artık bunu ben de kurarım” diyerek gerçekten bu sistemi kuruyor. Almanya’dan Türkiye’ye, Türkiye’den Kıbrıs’a para aktarıyorlar. Almanya’da bununla ilgili tespitler yapılıyor. Galiba 270 milyon euro’ydu tespit edilebilen rakam. Yalçın Karasu kara para olduğunu ve o parayı Türkiye’ye aktardığını îtiraf ediyor. Bunu Türkiye’ye bildiriyorlar. Türkiye’de de bunlarla ilgili birçok ilde eşzamanlı operasyonlar yapılıyor.
Hatırlarsan bir ara FETÖ’nün gaybûbet evlerinde dağıtılan paraların ele geçirildiği haberleri çıktı. İşte bu operasyonun devâmı o; onlar ortaya çıkarıldı. Havala sistemiyle gönderilmiş bir merkezden, FETÖ örgütünün içerisinde yer alan kişilere dağıtılan para olarak tespit edilmiş ve buralara baskınlar yapılmış. Diğer türlü hem Amerika’daki raporlarda hem Birleşmiş Milletler’in raporunda, havala sistemiyle Suriye ve Irak’taki birçok terör örgütünün finansının sağlandığı tespit edilmiş. Bunlar raporlara da girmiş, hattâ isim isim verilmiş. Hatırlarsanız, Amerika ve Rusya bâzı firmaların hesaplarını dondurdu. Türkiye’de de Rusya ile iş yapan bir kişi vardı. O da Yemen’deki Husiler’i destekliyor diye yapılmıştı. Burada şirketler kurup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alıp, buradan para transferi yapan kişiler yine aynı sistemin içerisindeler. Amerika bunu rapor olarak bildirmişti zâten Türkiye’ye. Almanya’dan, Europol’dan da bize raporlar geldi. O raporlara istinâden, bu terör örgütlerinin ve aynı zamanda uyuşturucu kaçakçılarının, bu transfer sistemini kullanarak çok büyük para transfer ettiğini tespit etmişler. Aslında önümüzdeki dönemde bu konuyu daha çok konuşacağız.

Ruşen Çakır: Gazeteci olarak bu bilgilere ulaşmak, bunları haberleştirmek kolay olmasa gerek. 
Ağırel: Hiç değil.

Ruşen Çakır: Bu haberleri Timur (Soykan) da yapıyor, sen de yapıyorsun. Sorun yaşıyor musunuz?
Ağırel: Tabiî ki yaşıyoruz. Meselâ ben bu yazıları yazdığımda, yani kokainle ilgili yazıları yazdığımda, yazılarıma erişim engeli getirildi. Ben bir daha yazdım, o yazıya da erişim engeli geldi. Ben tekrar yazdım. O yazdığım yazılarla Sedat Simavi Ödülü’nü aldım. Avrupa Birliği Araştırmacı Gazetecilik Ödülü’nü aldım. Uğur Mumcu Ödülü’nü aldım. Bir gazeteci bir şey ortaya çıkarmaya çalışıyor. Daha doğrusu, elde ettiği bilgileri, belgeleri kamuoyuna aktarıyor. Gazeteci olarak bizim görevimiz bu. Biz dedektif değiliz, savcı değiliz, hâkim değiliz. Bu konuyla ilgili bilgilerin ortaya çıkmaması, isimlerinin geçmemesi için de mücâdele eden kişiler var. Bir tarafta uyuşturucu baronu bir savcı var, bir tarafta da gazeteci var. Yazılar yazıyorsun, savcı serbest kalıyor. Ama o yazıları yazdığın için sen yargılanıyorsun, savcı tahliye ediliyor. Adâletle gazetecinin arasındaki ince çizgi.
Bunu niye anlatmaya çalışıyorum? Benim bu yazılarımı engelletmeye çalışan insanlardan birisi yurtdışında yaşıyor. Kendisinin göndermiş olduğu konteynırların içerisinde dünya kadar kokain çıktı. “Bize âit değil” diyor. Kimin bahçesinden yükleniyor? Senin bahçenden yükleniyor. Ama “Bana ait değil” diyor. Bunu iddia ederek kişilik haklarının zarar gördüğünü düşünerek Türkiye’deki temsilcilerle yazılarımı engelleme ya da tekzip kararı çıkarttırıyorlar. Yine, yazdığım yazılarımın içinde bulunan isimlerden Türkiye’deki çok tanınmış avukatlardan birisi, yazılarımı engelleme kararı çıkarttırdı. Başka bir noktaya gidiyorsunuz, adam diyor ki: “Bu işin içinde ben yokum. Benim adımı kullanarak kişilik haklarıma zarar verdi” diyor. Savcıya o kişinin bu işte olduğuna dâir belgelerimi gösteriyorum. Savcı, “Şu anda görünür gerçeğe göre yok” diyor. Aradan 1 yıl geçiyor. İçeri girip cezâ alan adam îtirafçı oluyor ve “Evet, gazetecinin yazdığı doğru. Gerçek uyuşturucu sâhibi bunlar” diyor. Ama onlar dışarıda. Sonra onlara operasyon yapılıp tutuklamaya çalışıyorlar. Kitapta var bunların hepsi.

Ruşen Çakır: Peki ne olacak? En azından yeni İçişleri Bakanı’yla sanki bir şeyler değişiyor gibi bir hava var. Bu aldatıcı mı?
Ağırel: Hayır, aldatıcı olduğunu düşünmüyorum. Şunu açıkyüreklilikle belirtmem gerekiyor: Dünyadaki bütün narkotik birimlerin içerisinde Türk Polis Teşkîlâtı’nın narkotiği parmakla gösterilecek seviyede ve özene sâhip. Gerçekten de yokluklar içerisinde büyük işler başarıyorlar. Kendi mesleklerinin içerisinde o üniformayı kirleten, arkadaşlarının yaptığı başarılı işlerin arkasına saklanan ahlâksızlar var mı? Var. Onlar ne yazık ki Türk toplumunun zehirlenmesine ön ayaklık yapıyorlar. Ama işini gerçekten nâmusuyla yapan, bunlarla mücâdele eden, can veren Emniyet yetkilileri ve Emniyet Teşkîlâtı’ndaki insanlar var. Özellikle narkotik birimi, dünyada gerçekten el üstünde tutulan birimlerden bir tânesi. Eğer narkotik birimine güvenilirse, eğer adâlet hakkıyla uygulanırsa, emin olun ki bu bataklığı kurutmak çok zor değil. Hele toplumla bütünleşmiş bir Emniyet Teşkîlâtı, toplumun her katmanıyla birlikte olan, kimseyi terörist olarak görmeyen, siyâsetten arındırılmış bir Emniyet Teşkîlâtı’yla birlikte bu bataklığa karşı hep birlikte kurutmak için mücâdele verir. Ama ne yazık ki siyâsetin artık her alana sirâyet ettiği, devletin her kurumunda çürümeye ve yozlaşmaya neden olduğu bir sistemde yaşıyoruz biz. Bakın bunu ben söylemiyorum. Bunu Anadolu Başsavcısı söyledi. Çıktı, dilekçeye yazdı dedi ki: “Erişim engelleri parayla alınıyor. Uyuşturucu baronları ya da uyuşturucu tâcirleri böyle böyle dâvâlarda ayarlanarak giriliyor”. Bir ülkenin, Adliye’nin başsavcısı bunu en üst makama bildirdi.

Ruşen Çakır: Sonra ne oldu?
Ağırel: Sonra ne olduğunu gördük.

Ruşen Çakır: Murat çok sağ ol, çok teşekkürler.
Ağırel: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Tekrar tebrik ediyorum seni kitabın için. Cumhuriyet gazetesi yazarı Murat Ağırel’le Havala kitabını konuştuk. Kendisine çok teşekkür ederiz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı