Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler

10.04.2024 medyascope.tv

10 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. Stanford Üniversitesi’nden târihçi Prof. Ali Yaycıoğlu ile birlikteyiz. Gerçekten târihî olan bir seçimi değerlendireceğiz. Ali, merhaba.
Yaycıoğlu: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Siz târihçiler herhalde her şeye “târihî” denmesinden rahatsız oluyorsunuzdur, ama bu seçim galiba târihî oldu, ne dersin?
Yaycıoğlu: Gerçekten öyle oldu. Bence Cumhuriyet târihinin önemli kırılma anlarından biri. Yerel seçim bir genel seçim değil; ama bana kalırsa, 1950, 1965, 1973, 1982, 2002 büyük kırılma yaratan genel seçimlerdir. Bir de yerel seçim olarak 1989’da SHP’nin birinci parti olması ve 1994’te Refah Partisi’nin yerel iktidârı elde etmesi. Bunlarla karşılaştırılarak değerlendirmemiz gereken bir seçim oldu. Bir yerel seçim olmanın ötesinde bir önem atfediyorum. Yerel seçim olması da önemli; ama tek partilileşmeye başlayan bir rejimle girilen bir seçimde, muhâlefetin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin böyle bir başarı elde etmesi oldukça târihsel bir olay.

Ruşen Çakır: Gazete Oksijen’de “Açılan kapı ve riskler” https://gazeteoksijen.com/yazarlar/ali-yaycioglu/yeni-bir-baslangic-acilan-kapi-ve-riskler-207579 başlığıyla bayağı kapsamlı bir seçim değerlendirmesi yapmışsın. Ben bile seçim değerlendirmesi yazdım, düşün. Bu yayının başlığını da senin yazından aldık. Yazında, “Türkiye Erdoğan yorgunu” diye çok önemli bir tespitin var. Erdoğan’ın hâlâ büyük bir kitlesi var; ama bu kitle sürekli eriyor. Ben geçenlerde iktidar yanlısı gazetelerde yapılan seçim değerlendirmelerine baktım. Hattâ onunla ilgili bir yayın da yaptım. Şunu gördüm: AK Parti artık yok, AK Parti’nin lâfı yok. AK Parti suçlanıyor, günah keçisi. Ama “Erdoğan varsa umut var”. Aynen bunu yazmış köşe yazarları var. Reis’e bakan insanlar var. Erdoğan’ın seçim gecesi yaptığı değerlendirmede de partiye yönelik eleştiriler vardı — bunu da gördük. Erdoğan tek başına girdiği bir seçimi ilk defa kaybetti; ilk defa bir seçimde ikinci oldu. Burada sanki Erdoğan’ın bu yalnızlığının bu seçime çok etkisi oldu. Adaylar da, parti de buraya pek bir şey katamadı. Hattâ yazında da söylüyorsun: MHP gözükmedi bile. Bütün bunları berâber okuduğumuzda, karşına nasıl bir şey çıkıyor?
Yaycıoğlu: Üç şey gözüküyor. Bir tânesi, evet, karşımızda bir Erdoğan olgusu var. Çok kuvvetli bir toplumsal desteği olan, bir anlamda da kendi desteğini son 15-20 yılda kendisi kurmuş bir liderden bahsediyoruz. Yüzdeye vurursak, herhalde yüzde 30-35’lik çok kuvvetli bir Erdoğancı, Erdoğanist bir kitle var. İşin bir boyutu bu. İkinci boyutu, bir AK Parti meselesi var. AK Parti’nin nasıl oluştuğunu biliyoruz. Millî Görüş Hareketi’nden koptular. Farklı grupları içine alan, büyük bir seçim makinasına dönüşmüş ve kuvvetli bir örgütü olan bir partiydi. Bu partinin uzun süredir bir yorgunluk içinde olduğunu görüyoruz. Erdoğan buna “metal yorgunluğu” demişti.
Bir de daha geniş bir mesele var. Ben ona “rejim meselesi” diyorum. Erdoğan, aynı zamanda bir rejim kurdu. Bu rejim AK Parti’nin iktidârından ya da Cumhur İttifâkı’ndan öte bir şey. Birçok farklı ortağı olan, devletin içinde, dışında, küresel anlamda ortağı olan, tam da oluşamamış bir rejimden bahsediyoruz. Bir rejim perspektifi var; ancak, kendini bir türlü tam oluşturamayan, ama bir şekilde yine de güçlü bir yapı. Bu üçünü, yani Rejim, AK Parti iktidârı ve Erdoğan’ı berâber düşünmek lâzım. Türkiye’nin geçirdiği bu dönüşümü bu üçü arasında incelemek gerekiyor. Erdoğan’ın toplumdaki desteğinde bir azalma olduğu doğru. Bu yüzde 30’lara indi, belki daha da inecek. Yeni nesil, özellikle Erdoğan’la gönül bağı kuran bir nesil değil. AK Parti’de mekanizma artık çalışmıyor, iç çürüme yaşanmış. Lâkin rejim, devletin içinde, iş dünyasında, yeraltı dünyasında daha geniş ortakları olan o yapı –ben bunları derin devletten ayırıyorum, o kelimeyi kullanmıyorum, bu derin devletin çok ötesinde bir şey– güçlü şekilde devam ediyor ve önümüzdeki dönemde de devam edecek.
Türkiye’yi çalışmak, zâhirî olanla gözükmeyeni çalışmayı gerektiriyor. Türkiye’de muhâlefetin de Cumhuriyet Halk Partisi olacağı gözüküyor, muhâlefetin asıl güçlü temsilcisi o. Ben artık “muhâlefet” kavramını kullanmaktan yana değilim. Cumhuriyet Halk Partisi, DEM Parti dememiz, daha spesifik olmamız lâzım. Onlar, iktidarla ve Erdoğan’la mücâdele ettiği kadar, rejimle de mücâdele etmek mecbûriyetindeler. Bu biraz karışık bir mesele. Rejim dediğiniz an, başka gri bir alana giriyorsunuz. Formel demokratik ya da hukuksal sistemin içinde ve dışında ve devletin de hem içinde hem dışında olduğu için, aslında elle tutulup gözle görülmesi, anlaşılması zor bir mekanizma. Bunu çalışmak gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi özelinde, rejim üzerine ciddî analizler yapmaları gerekiyor diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: CHP’yi biraz sonraya saklayalım. Bu seçimde birtakım önemli gelişmeler yaşandı. Meselâ bir “Milliyetçi Cephe”. Hatırlarsan, 2023 seçiminde, milliyetçi partilerin ve adayların aldığı aşırı yüksek oy üzerine, Tuğrul Türkeş, AK Parti’den seçilmiş olmasına rağmen, bir “Milliyetçiler Ligi” kurulmasını önermişti ve “Milliyetçiler iktidâra gidiyor” demişti. Ama bu seçimde, 2023’te alınan oyun yarısını bile zor aldılar sanki. Türkiye’deki milliyetçi hassâsiyetler 11 ayda bu kadar inip çıkıyor mu? Bunu sen nasıl okuyorsun?
Yaycıoğlu: Milliyetçilik tek başına çekiciliği olan bir siyâsî hareket değil; bir şeylerle birleştiği zaman güçleniyor. Mâlûm, milliyetçilik büyük bir güvenlik meselesi olduğu zaman kendini ciddî şekilde fark ettiriyor. Dünyada bir çalkantı olduğu zaman ya da Türkiye’nin iç ve dış güvenliği diyelim, o dönemlerde çok öne çıkıyor. İnsanlar milliyetçi bir merkezde birleşebiliyorlar. Ama iktisâdî kriz zamânında, milliyetçilik çok da kendini fark ettiren, insanlara çekici gelen bir düşünce ya da siyâsal akım olmaktan çıkıyor. Kendini ancak başka şeylerle, meselâ kalkınmacılıkla ya da bir demokratik uyanışla birleştirerek çekici olabilir. Meselâ İYİ Parti en başta öyle bir şey denedi. Tek başına göçmenlik meselesi de milliyetçiliğin toplumda çok büyük bir sâha kazanmasına yetmiyor. Dolayısıyla, bu seçimde ana mesele, iktisâdî buhran ve yoksulluk, aynı zamanda da tek adam rejimiydi.
İYİ Parti seçime “hür ve müstakil” gireceğini söylemişti; ama daha çok, muhâlefete kaybettirmek için pozisyon almışa benziyor. MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin bu seçimde hiç gözükmemesi benim çok ilgimi çekti. Bunu sağlık durumuyla bağlantılı bir şekilde görenler var; ama ben burada başka bir şey olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen Devlet Bey bu seçimin kaybedileceğini anladı, öyle tahmin ediyorum. Aynı zamanda, AK Parti’nin gerilemesi onlar için de çok kötü bir fikir olmayabilir. Netîcede daha güçlü bir AKP yerine daha güçsüz bir Erdoğan ve AK Parti ile ittifak etmek, onlar için kısa ve orta vâdede daha ilginç olabilir. Bunlar işin güncel siyâsî taktik boyutu diyelim. Dediğim gibi, milliyetçilik tek başına kaldığı zaman çok da böyle toplumlara çekici gelen, onları mobilize eden bir hareket değil. Ancak güvenlik meselesi çok önde olursa o gerçekleşiyor. Bu seçimin ana aksı ekonomik buhran ve yoksulluk, aynı zamanda da tek adam rejimi meselesi üzerineydi.

Ruşen Çakır: Peki, oradan Kürt sorununa geçelim. DEM Parti, bölgede, Güneydoğu’da bayağı başarılı bir performans gösterdi. Birçok ili, ilçeyi aldı. Meselâ Van’ı tamâmen aldı. Ama büyükşehirlerde, özellikle İstanbul’da çok az oy aldı. Hatırlarsan, Ekrem İmamoğlu doğrudan Kürtler’e hitap ettiği zaman, ben, “Kürt realitesini tanımak iyi de ‘Kürt hareketi’ realitesi var. Onu by-pass etmek ne kadar akıllıca?” diye şerh düşmüştüm. Yanıldım. İmamoğlu’nun “Ben Kürtçe öğrenmeye çalışıyorum” gibi sözlerinin bayağı karşılık bulduğunu gördük sanki.
Yaycıoğlu: Türkiye’de bir demokrasi uyanışı olacaksa, DEM Parti, genel anlamda Kürt hareketi en kritik aktör. Genel olarak Kürt hareketini Türkiye’nin demokratik muhâlefetinden çıkardığınız zaman, karşımıza çok büyük bir boşluk çıkıyor. Dolayısıyla, Kürt hareketi çok çok önemli ve bu süreçte de târihî bir rol üstlendiler. Ben olayı böyle görüyorum.
Ama DEM Parti olarak bakarsak, orada bir iç tartışma olduğu göze çarpıyor. Bu tartışmayı tâkip ettik. İktidarla ya da rejimle bir diyalog arayan bir grup var. Selahattin Demirtaş’ın, biraz daha dikkatli şekilde partiye kendine hatırlatma isteği, belki başka bir manevra alanı bulma isteği var. Partinin sol kanadı, rejim ve iktidar konusunda daha net duruyor anladığım kadarıyla. Tabiî diasporası var, kadın hareketi var, çok karmaşık bir hareket. Dolayısıyla bir iç tartışma yaşadılar. Bu iç tartışmayı da aslında çok kötü yürütmediler. Sonunda, kendi güçlerini devam ettirip, iktidârı ve rejimi bir şekilde zayıflatan bir sonuç elde edilmesine yardımcı oldular. Bence bu süreçten kazançlı çıktılar.
Van olayı çok ilginç. Van’da toplumsal bir hareket görüldü ve bence, seçimin hemen arkasından çok etkili oldu. Kürt hareketinin bu seçimin kazananlarından olduğunu düşünüyorum. Ama oradaki o tartışma devam edecek, o anlaşılıyor. Türkiye’deki demokratikleşme imkânının daha çok içinde mi yer alacaklar, yoksa bâzı arkadaşların ifâdesindeki gibi Kürdistânî bir parti mi olacaklar? Ona karar vermeleri gerekiyor. Orada ilginç bir tartışma yaşanacak. Kürt sorunu zâten şu anda iyice uluslararasılaşmış durumda. Türkiye, Kuzey Irak’ta bir askerî harekâta girişecek mi, girişmeyecek mi? Önümüzde böyle bir soru var, onu göreceğiz. Bunu ilgiyle izlemek lâzım. Selahattin Demirtaş’ın son âna kadar bir çıkış yapacağı bekleniyordu. Ne düşündüğünü bilmiyorum, ama Ekrem İmamoğlu herkese rağmen kazanan bir başkandı, bir de Selahattin Demirtaş’a rağmen kazanma ihtimâli doğmasın diye böyle bir çıkış yapmadığını tahmin ediyorum.

Ruşen Çakır: Geçenlerde senin sosyal medyada bir paylaşımın vardı, bir solcu olarak çok hoşuma gitti; ama “İyi güzel, inşallah böyledir” dedim. “Türkiye’de yüzde 45’lik bir sol blok imkânı” diyorsun. Türkiye’de solu –ki o da merkez sol– yüzde 25, bilemedin yüzde 30’la sınırlayan bir perspektiften, yüzde 45’e.  Bunu salladın mı?
Yaycıoğlu: Hayır. Yani şimdi “Cumhuriyet Halk Partisi ne kadar solu temsil ediyor?” diyeceksiniz. Ya da bâzıları DEM Parti için bunu söyleyebilir. Ama önümüzde böyle garip bir durum var. Cumhuriyet Halk Partisi, DEM Parti ve sosyalist hareketleri topladığımız zaman yüzde 45 ediyor. Bunu Yektan Türkyılmaz’la tartışıyoruz, o da bu konuyu geçen gün gündeme getirdi. “Sol blok” demeyelim, “sol alan” diyelim, yüzde 45’lik bir sol alan, muazzam bir şey.  Hele Avrupa’da solun bu kadar gerilediği, yüzde 20’lere, 30’lara indiği bir dönemde, yüzde 45’lik bir sol imkânı, çok şaşırtıcı ve üzerine düşünmemiz gereken bir şey. Hattâ ben bunu biraz daha da büyütebilirim. Tabiî bâzı seyircilere ters gelebilir, ama ben Yeniden Refah Partisi’ni de sınıfsal kompozisyonu açısından sol partilere benzetiyorum biraz. Bu bir işçi-köylü partisi şu anda. Tabiî ki ideolojik sol çerçevesi yok, tabiî ki böyle bir gelenekten gelmiyor. Ama bu siyâsal hareketin sınıfsal açıdan AK Parti’nin daha emekçi kesimlerinden oy aldığını biliyoruz. Yeniden Refah Partisi’ni de koyarsak, yüzde 50’yi geçen bir sol hareketten bahsedebiliriz. Bunun gerçekleşmesi ne kadar mümkün? Solun farklı gruplarının, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, DEM Parti’nin ortak bir Türkiye tahayyülünde buluşmaları ne kadar mümkün? Bunlar ayrı tartışmalar. Tabiî Cumhuriyet Halk Partisi’nin daha merkeze oturması gerektiği üzerine de bir görüş söylenebilir. Ama ben bu “merkez” meselesini biraz sorguluyorum bu dönemde. Türkiye’de öyle bir merkez yok gibi. Buna daha eklektik bir sol diyelim. Cumhuriyet Halk Partisi açısından, daha eklektik, içinde farklı pozisyonları alabilen, daha akrobatik ve daha elastik bir sol ihtimâlinin olduğunu düşünüyorum. Bu şaşırtıcı bir olay, üzerine düşünmemiz gerekiyor. Yüzde 45’i aşan, neredeyse 50’lere varan bir sol ihtimâli Türkiye’nin önünde belirmiş durumda.

Ruşen Çakır: Burada tabiî en önemli mesele Cumhuriyet Halk Partisi. Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 37,7 gibi acayip bir rakam aldı ve birinci parti oldu. Batıda Sakarya, Kocaeli ve Kırklareli’ni saymazsak, bütün belediyeleri aldı. Bir tek Hatay’ı kaybetti, onu da tartışmalı bir şekilde kaybetti.  Onun dışında 4 tâne yeni büyükşehir aldı batıda. Bu arada Amasya, Giresun, Adıyaman, Kilis, Kütahya, Afyon var. Hakîkaten böyle acayip bir performans gösterdi CHP. Neye uğradığımızı şaşırdık. Onlar da herhalde bu kadarını beklemiyorlardı sanki. Cumhuriyet Halk Partisi –bir târihçiyle konuştuğumuz için “târihî” diyeyim hadi– bu târihî şansı, fırsatı kullanabilecek mi?
Yaycıoğlu: Bu gerçekten muazzam bir şey. Cumhuriyet Halk Partisi için gerçekten çok önemli bir şans. 1989 seçimini iyi çalışmak gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi orada büyük hatâlar yaptı. 89’da büyük bir kapı açılmıştı Cumhuriyet Halk Partisi’nin önünde — o zamanki adıyla SHP’nin önünde. O fırsat çok kötü bir şekilde berhevâ oldu. Özal’ın vefâtı, Demirel’in cumhurbaşkanlığına geçmesi gibi konjonktürel olaylar da ilginç tabiî. Ama 89’dan ders alınarak bunu bir yönüyle çalışmak gerekiyor.
İkincisi, şöyle ilginç bir durum var: Geçenlerde bu konuda Gönül Tol’la sohbet ettik. Bu otoriter rejimlere karşı mücâdelede, yerel yönetimlerin ve yerel demokratik hareketlerin çok büyük bir etkisi, etkinliği var. Bir yandan da, yerel yönetimlerden, yerel, mahallî siyâsetten çıkan hareketler, güçlenmiş ve devlet içinde artık rejime dönüşmüş otoriter rejimlere karşı mücâdele alanı açıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin olaya biraz böyle bakması lâzım. Yerel yönetim, yerel kalkınma, yerel demokrasi, yoksullukla yerel mücâdele, çevre meselesiyle yerelde etkin mücâdele çok çok önemli. Burada özellikle halkla, toplumsal kesimlerle işbirliği içinde berâberce ortaklaşarak bunu yürütebilirse; kendilerini topluma iyi anlatarak, dediğim gibi toplumun farklı kesimleriyle, ayrım gözetmeksizin güçlü işbirlikleri yaparak, ortaklaşarak bu süreci yönetirlerse önlerinde muazzam bir kapı var. Aynı şekilde, Cumhuriyet Halk Partisi gelecekte nasıl bir Türkiye istiyor? Nasıl bir yeni Türkiye tasarımı tahayyül ediyor? Bu da çalışarak yapmaları gereken bir şey. Dediğim gibi, muazzam bir şans. Türkiye’nin bütün sosyolojik varsayımlarını kökünden sarsacak bir olay yaşadık ve yaşayabiliriz, bunu daha da derinleştirebiliriz. Ben burada çok büyük bir imkân görüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi içinde de bu târihî fırsatı değerlendirebilecek kadroların olduğunu düşünüyorum şu anda. Son 30 yıldır büyük dersler alındı. 2023 seçimleri sürecinde de çok önemli dersler alındı. Her şeyde bir hayır varmış, öyle diyelim. Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi’nin önünde böyle bir imkân var. Hem yereli, yerel kalkınmayı ve yerel demokrasiyi iyi çalışmak ve bu hareketi, yani Türkiye’nin yeniden demokratikleşme sürecini yerelde kurmak… Bunu gerçekleştirebilirlerse, muazzam târihî bir fırsat ve dünyaya da örnek olabilecek bir fırsat olabilir bu.

Ruşen Çakır: O zaman son olarak lider meselesini konuşalım. Sen seçimden kısa bir süre önce Türkiye’ye, İstanbul’a geldin ve seçimden kısa bir süre sonra da döndün. O müddet boyunca da Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasını yakından tâkip ettin. Onun otobüsüyle gezdiniz ve bayağı sıcak gözlemlerin ve yorumların oldu. Hem İstanbul’da aldığı oy, hem eklediği ilçe belediyeleriyle Ekrem İmamoğlu bir lider olarak kendini gösterdi. Aslında Türkiye çapında CHP’nin başarı kazanmasında da birinci derecede etkili olduğunu görüyoruz. Sence, “CHP 2028 seçimine Ekrem İmamoğlu ile girecek ve kazanacak” yorumunu yapmak için çok mu erken?
Yaycıoğlu: Kazanacak mı bilmiyoruz. 2028 ya da öncesinde Ekrem İmamoğlu’nu Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı olarak görme ihtimâlimiz oldukça yüksek. Bu yeni sistemde hem rejimin hem de dünya siyâsetinin geldiği noktada, siyâsal partilerin daha elastik olmaları gerekiyor. Parti disiplini tabiî önemli; ama siyâsal partiler, genel merkez tarafından yönetilecek kadar dar yapılar değil. Kendi yerellikleri içinde, kendi ittifaklarını kuran liderlerle devam etmesi gereken, çok liderli, çok katmanlı ve akrobatik yapılara dönüşmek zorundalar. Cumhuriyet Halk Partisi de kendisini parti örgütü ve ideolojisi olarak öyle konumlamalı. Orada baktığımız zaman, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da kurduğu “İstanbul İttifâkı” –kendisi, “partiler ötesi” diye tanımlıyor– çok önemli. Cumhuriyet Halk Partisi’nin de sınırlarının ötesinde bir şey bu. Klasik sınırlarının ötesinde bir alana hitap ediyor. O yönüyle, Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı herhalde ileride söz konusu olur diye düşünüyorum. Tabiî zaman ne gösterir bilmiyorum.
Liderlik açısından bakarsak, Ankara’da Mansur Yavaş da çok büyük bir başarı gösterdi. Daha apolitik bir kampanya yaptı. Genel olarak da çok siyâsî ve Türkiye’nin geleceği hakkında çok fazla şeyler söyleyen bir lider ya da bir belediye başkanı değil. İleride Mansur Yavaş’ın daha milliyetçi sağ kesime hitap eden başka bir yola girmesi mümkün olur mu, olmaz mı bilmiyorum. Geçen gün İsmail Saymaz söylemiş, böyle tartışmalar var. O da ilginç olabilir. Cumhuriyet Halk Partisi’nden çıkan iki belediye başkanının yelpâzenin iki alanını işgal edecek şekilde Türkiye’nin geleceğine damga vurmaları da ilginç olabilir. Öyle bir noktaya gelir miyiz bilmiyorum. Ama Ekrem Bey’in kurduğu yapı, kullandığı dil çok önemli. Hemen herkesle, toplumun her kesimiyle iletişime geçen bir siyâsetçi. Ben bir haftalık süreci onunla geçirdim. Geçen seçimde de biraz katılmıştım. Bizim bir dostluğumuz var, sağ olsun, kendisi dâvet etti. Gözlemleme fırsatım oldu. Bir enerji var, onu görebiliyorsunuz. Çok acayip; herkesle konuşabiliyor, herkesle hemzemin olabiliyor, duygusal bağ kurabiliyor ve bunu bir şekilde kendi diliyle sentezleyebiliyor. Bakalım nasıl olacak?
Ben yine de şunu vurgulamak istiyorum: Bu hikâye yerelden çıkacak. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden demokratikleşme süreci, bu tek adam rejiminin, çok plüralist bir demokratik cumhuriyete doğru evrilmesi, cumhuriyet fikrinin, kamu fikrinin güçlü şekilde toplumda yeniden yeşermesi, kurumların yeniden oluşma sürecini, yerel siyâsetten başlayan bir büyük yürüyüş olarak görüyorum. Bu beni heyecanlandırıyor. Ekrem İmamoğlu gibi diğer belediye başkanları da bu şuurla yaklaşırlarsa, önlerinde hem çok büyük bir imtihan hem de büyük bir imkân var.

Ruşen Çakır: Evet Ali, çok teşekkürler. Yine çok iyi bir yayın oldu. Çok sağ ol. Bakalım, hep birlikte tâkip edeceğiz. Arada sırada seni yoklarım böyle. Yüzde 45’lik blok kaça inmiş ya da kaça çıkmış tâkip ederiz.
Yaycıoğlu: “Blok” demeyelim de, “alan” demek daha doğru sanki.

Ruşen Çakır: Olsun, lâfı bile güzel. Çok teşekkürler. 
Yaycıoğlu: Çok sağ ol. İyi bayramlar diliyorum herkese.

Ruşen Çakır: Evet, Stanford Üniversitesi’nden Prof. Ali Yaycıoğlu ile seçimleri ve bunun neden târihî olduğunu, bundan sonra neler olabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler ve tekrar iyi bayramlar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı