Necati Özkan ile söyleşi: CHP tsunamisinin nedenleri ve sonuçları

06.04.2024 medyascope.tv

6 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Siyasal iletişimci ve Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanyası direktörü Necati Özkan stüdyomuzda konuğumuz.  Kendisiyle Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye'de bu başarıyı nasıl elde ettiğini ve bundan sonra bu başarıyı nasıl koruyabileceğini konuşacağız. Hoş geldin Necati.
Necati Özkan: Hoş bulduk, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Seninle Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı’ndan sonra 17 Kasım 2023’te burada bir yayın https://medyascope.tv/2023/11/17/rusen-cakirin-konugu-necati-ozkan-degisim-chpyi-ve-yerel-secimleri-nasil-etkileyebilir/ yapmışız ve “Parti bundan sonra ne olur? Gerçekten değişiyor mu? Yerel seçimler ne olur?” gibi sorularla her konuyu konuşmuşuz. Yayının sonunda da ben, “Bayağı iyimsersin diyeyim. Sen objektif olduğunu da söyleyeceksin, ama sonuç olarak iyimser değerlendirmeler yaptın. CHP’de bu ölü toprağından bir silkinme başladığını ve önünün açık olduğunu söylüyorsun. Bakalım, göreceğiz” demişim.
Özkan: Öyle mi kapatmışız?

Ruşen Çakır: Evet, öyle kapatmışız. Sen de, “Tek bir cümle söyleyeceğim: Kurultaydan önce benim âile bireylerim dâhil etrâfımda kim varsa bir daha oy kullanmayacaklarını ve bir daha Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vermeyeceklerini söylerken, şimdi hepsi ‘Evet, oldu; tekrar oy verebiliriz’ diyor.  Bu aslında optimist, yani iyimser olmak için bir tabanı bize sağlıyor ve veri de bunu destekliyor. Umarım daha iyisi olur” demişsin. Haklı çıktın. Ben senden özür diliyorum, ama benim böyle temkinli davranmamın nedenini biliyorsun, 11 ay önce yaşadığımız o büyük travma. Bugün yaşananlar, aslında o gün de mevcuttu. Hani biz solcuların tâbiriyle “somut koşulların somut tahlili”ni yaptığımızda, Erdoğan devrinin kapandığı gözüküyordu; ama bir şekilde olmadı.
Özkan: Bu sonuç o zaman alınabilirdi.

Ruşen Çakır: Evet, yapamadı. Şimdi ne oldu da oldu?
Özkan: Aslında o yayında bu işin neden olabileceğini konuştuk, hatırlıyorum. Hattâ şimdi hâfızamda net değil, ama yine bu sorudan önce ya da sonra, “Kurultayda elde edilen değişimin yerel seçimlere etkisi ne olabilir?” diye sormuştun. Yanlış hatırlamıyorsam ben de orada bâzı koşullar saydım: Doğru adaylar seçilebilirse, genç adaylar seçilebilirse, bu adaylar yeterince liyâkate dayalı olursa…

Ruşen Çakır: Lütfen bana genç isimler getirin.
Özkan: Evet. “Bunlar olursa, yerel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 50-65 bandında bir sonuç elde edebilir, oylarını yüzde 50 ve daha fazla artırabilir” demiştim. Nitekim bunlar oldu. Bunları, “Ben çok zekiyim, acayip iyi biliyorum” anlamında değil, pek çok insan gibi, aslında bir önceki seçimde kaybetmenin temel nedenlerini çok iyi bildiğim ve veriye dayalı olarak, o kaybedişin temel problemlerinin ayrıntılarına vâkıf olduğum için, bunlar düzeltilebilirse seçmen yeniden sandığa gidebilir, yeniden demokrasiye inanabilir ve yeniden muhâlefet duygusunu yükseltebilir diye düşündüğümden söylemiştim. Gerçekten de, 29 Mayıs sabahı Ekrem İmamoğlu’nun başlattığı değişim videosuyla bu iş bugüne kadar örüldü. Bu, günlerce, haftalarca süren ve gece gündüz yoğun bir emekle devam eden bir iş oldu. Sonuçta da mahallelerin ve ilçelerin, illerin kazanılması, arkasından kurultayda târihte hiç görülmemiş bir başarının elde edilerek eski yönetimin gönderilmesi ve yerine yeni bir yönetimin gelmesi, “Evet, Türkiye'de değişim mümkün. Demek ki Cumhuriyet Halk Partisi değişebilir” duygusunu yarattı. Sonra da 4 Mayıs’tan 31 Mart’a kadarki sıkışmış zaman içerisinde yapılan her şey çok doğru yapıldı. Adayların belirlenmesi, adayların liyâkatli şekilde belirlenmesi, adayların mümkün olduğunca genç, mümkün olduğunca iyi okumuş, mümkün olduğunca başarı hikâyeleri olan insanlardan belirlenmesi, adayların içerisinde kadın oranının artırılması gibi bir sürü faktör işin içine girdi. Arkasından da bir kampanya yönetimi işin içine girdi. Daha önceki kampanyalardan farklı olarak, bu sefer kampanyada ciddî bir koordinasyon yaptık. Sâdece İstanbul’daki adayların değil aynı zamanda Marmara’daki, hattâ bâzı Anadolu kentlerindeki adayların koordinasyonu ve orkestrasyonu sonucunda harita bir anda kırmızıya döndü. Tsunami dediğimiz şey oldu.

Ruşen Çakır: Sözünü kesiyorum: Yine o yayında, “Türkiye’de 200 küsur tâne olan belediye başkanlığı sayısını yüzde 50-60 artırabilir” diyorsun. Açıkçası, onu dinlerken, “Hadi canım” diyordum.  Beş yıl önce, beldeleri saymazsak, CHP’nin ilçe, il ve büyükşehir sayısı 212 imiş. Şimdi bakıyorum, sırf ilçe sayısı 337.
Özkan: Doğru. 14 tâne büyükşehir,

Ruşen Çakır: Beldeyi saymazsak 370 adet. Hakîkaten yüzde 50’den fazla artmış.
Özkan: Yanılmışız orada, hatâ yapmışız.

Ruşen Çakır: Şunu çok merak ediyorum: Sen bu değerlendirmeyi yapıyorsun, birtakım verilere dayandırıyorsun, gözlemliyorsun. İyi, güzel. Biz inanmıyoruz, hattâ dalga geçiyoruz; ama benim bildiğim kadarıyla bu sâha araştırması konularında en ciddî olan isimlerden birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Özkan: Doğrudur.

Ruşen Çakır: Sizin gördüğünüzü onun da görmüş olması lâzım, öyle değil mi?
Özkan: Doğrudur.

Ruşen Çakır: Ne oldu da sizi azaltamadı, kendisini çoğaltamadı?
Özkan: “Zamânın rûhu” diye bir şey var. Bu zamânın rûhunun Cumhuriyet Halk Partisi’nin lehine olacağı âşikârdı. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi büyük bir değişim başardı. Aslında bu değişim sırf “değişim” diye de târif edilemez. Bir gazeteci, “CHP genel merkezinde Şero dışındaki her şey değişti” diyor. Belki bu biraz abartılı bir târif, ama özellikle partinin tepeden tırnağa değiştiği bir dönem gördük biz. Bu dönem içerisinde, partinin, vatandaşı, seçmeni dinlemek, vatandaşın derdine derman olabilecek yollar aramak gibi bir süreç içerisine girdiğini de gördük.
Elbette bir başka konu da şu: Bir akademisyen (Sinan Alper) bu hafta ‘’The İmamoğlu Effect’’ https://medium.com/@sin.alper/chpnin-s%C3%BCrpriz-zaferinin-sosyal-psikolojik-i%CC%87ncelemesi-the-i%CC%87mamo%C4%9Flu-effect-bdcae929328e başlığıyla, bu zaferi sosyal psikolojik yönden inceleyen bir yazı yazmış. Bütün bunların arkasında bir başka başarı hikâyesi var. O da İmamoğlu döneminde İstanbul’da yapılan büyük başarıların anlatılması hikâyesi. Bizim kampanyamız 3,5 aşamadan oluşan bir kampanyaydı. Biz her bir aşamayı Ağustos ayında planladık. Birinci aşaması şuydu: Hatırlarsan, Ekrem İmamoğlu 2019’da seçimi kazandığı günden îtibâren Türkiye’deki müesses medyanın tamâmı, kimisi gazeteci, kimisi uzman, kimisi akademisyen görünümlü olan ve her akşam konuşan o çeşitli ağızların tamâmı, hep birlikte İmamoğlu’nun ne kadar başarısız olduğunu, ne kadar yanlış bir belediyeci olduğunu, hiçbir iş yapmadığını ve aslında gözünün başka yerlerde olduğunu anlattı. Biz de onlara bakarak güldük. “Bunlar bu kadar konuştular, ama vatandaş gerçeği ve hizmetleri görecek” diye düşündük. Fakat Ağustos ayına geldiğimizde bir araştırma yaptık ve bu ifâdelerin vatandaşı ne kadar etkilediğini anlamak istedik. Gördük ki, Türkiye demiyorum, İstanbul seçmeninin yarıya yakını buna inanmış. “İmamoğlu bir şey yapmadı, İmamoğlu kayağa, tatile gitti” diye bir algıya inanmış. Kampanyanın ilk aşamasında bu algının tuzla buz edilmesi gibi bir ihtiyaç olduğunu gördük. O yüzden de kampanyanın ilk aşamasını “İstanbul Başardı” diye tanımladık.
‘’İstanbul Başardı” kampanyası, aslında başarı hikâyesinin anlatımıdır. Orada, İmamoğlu yönetiminin beş yıl içerisinde el attığı çeşitli hizmet alanlarını anlattığımız 20 küsur film vardır, O filmlerin hiçbirinde hiçbir profesyonel oyuncu yoktur, tamâmı vatandaştır. Hiçbir kelimesini bir tâne bile reklâm yazarı yazmamıştır; vatandaşların kendi ifâdeleri, kendi şahâdetleridir. İngilizcesi “testimonial” denilen, Türkçede “şahâdet” dediğimiz, vatandaşın kendi alanında yaşadığı hizmetlerin tanıklığına dâir bir kampanyadır o. Vatandaş bu kampanyayı izledi. Bütün Anadolu izledi. “Meğerse İmamoğlu neler yapmış? ‘Çalışmadı’ dedikleri adamın yaptığı işlere bakın” diye izledi. Metrolardan tutun, sosyal yardımlara, çevre yatırımlarından, insana yapılan büyük yatırımlara kadar, hattâ ev kadınlarını, anneleri, çocukları ve gençleri destekleyen bir sürü proje anlatılınca, müesses medyanın ya da saray medyasının –ki buna maalesef TRT de dâhil– yarattığı algı tuzla buz oldu. “İmamoğlu hiçbir şey yapmadı” diyen İstanbullu seçmenlerin tamâmının gözleri açıldı ve İmamoğlu’nun yaptıklarını gördüler. Dolayısıyla o ilk aşama, yani başarı hikâyelerinin anlatım aşaması bir beis yarattı. Çünkü o yapılmasaydı, büyük ihtimalle Millet İttifâkı’nın dağıtılmış olmasının doğal sonucu olarak Ekrem İmamoğlu seçim yarışına eksi 2 ile başlıyordu ve belki de bu seçim alınamayacaktı. Dolayısıyla öncelikle onu anlattık.  
Kampanyanın ikinci aşaması, “Tam Yol İleri” aşaması. Bu ise şehrin geleceğine ilişkin vizyon hikâyesinin anlatıldığı aşama. Rakip sâdece kentsel dönüşümden bahsederken, Ekrem İmamoğlu bütün İstanbullulara kentin dönüşümünün nasıl olacağını anlattı. Üçüncü aşama, çözümlerin tek tek anlatıldığı bir aşamaydı. Hatırlarsan, Ekrem İmamoğlu her hafta çarşamba günü, bir alanla ilgili yapacaklarını anlattığı bir tematik sunum yapmaya başladı. Yani rakip tek bir toplantıyla İstanbul’da yapacağı projeleri anlatırken, Ekrem İmamoğlu 10 toplantıyla bunları anlattı. Bu 10 sunumun içinden çıkan çeşitli projeleri de iletişim ürünlerine çevirdik. Kadınlar, gençler, emekliler, engelliler, yani aklınıza gelen bütün alandaki vatandaşların ihtiyaçlarının, hangi çözüm önerileriyle giderileceği anlatıldı.
En son aşamada da insanların sandığa gitmesini sağlamak, onları iknâ etmek adına yaptığımız bir aşama var. Orada da doğmamış bir bebeğin ağzından nasıl bir İstanbul hayal ettiğini anlattık. Sonra da Ekrem İmamoğlu, “Sandık başına” demeye başladı. Biz bu aşamaların her birinde, İstanbul’daki bütün alanları kapsadığımız gibi, medyaya karşı mücâdele, Erdoğan'a karşı mücâdele, AK Parti hükûmetine karşı mücâdele, çeşitli çıkar gruplarına karşı mücâdele, eski “Altılı Masa”yı oluşturan diğer partilere karşı mücâdele, aklına kim geliyorsa hepsine karşı mücâdele ettik.

Ruşen Çakır: “Eski Altılı Masa” deyince, orada söylenecek çok şey var; ama susmayı tercih ediyorum. Orada şakayla karışık şöyle bir tespit yaptım, ama buna bayağı inanıyorum: İYİ Parti seçime ‘hür ve müstakil’ girme kararı alarak, Cumhuriyet Halk Partisi’ni hür ve müstakil kıldı ve önünü açtı.
Özkan: Çok doğru. Kim kimi aşağı çekiyor, bu çok tartışılır gerçekten. Ama elitler arasında, tepede kurulan bir ittifâkın tabana sirâyet etmemesi hâlinde bu ittifâkın anlamsız olduğunu zâten bir önceki seçimde görmüştük. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi o yükten kurtulmuş oldu ve hür ve müstakil bir şekilde kendi kampanyasını yaptı. Keşke böyle olmasaydı. Çünkü Türkiye’nin gerçekten bir merkez sağ partiye, bir liberal partiye ihtiyâcı var. Türkiye’nin son 20-25 yılına bakacak olursak, böyle bir partinin olmamasının yarattığı bir sürü sıkıntıyı da görüyoruz. Eğer bir merkez sağ parti olsaydı, merkez sol parti ile berâber büyük ittifâkı kurabilirlerdi. Bunun için İYİ Parti çok iyi bir başlangıç yapmıştı. Fakat, geçen gün başka bir yerde daha söyledim, İYİ Parti’nin içine sonradan gelen ülkücüler İYİ Parti’yi rotasından çevirdiler, İYİ Parti’den yeni bir MHP yaratmaya çalıştılar. O da zâten çöküş oldu, İYİ Parti diye bir şey kalmadı neredeyse.

Ruşen Çakır: İmamoğlu’nun kampanyasını anlatıyorsun. Bu arada Cumhuriyet Halk Partisi’nin de bir kampanyası vardı, ama İmamoğlu’nun kampanyası sanki tüm Türkiye’nin kampanyasıydı, yanılıyor muyum?
Özkan: Doğru. Netîcede İstanbul Türkiye demek ya. İstanbul’da bir kampanya yaparsanız, ister istemez televizyon mecrâsına çıkmak durumundasınız, ister istemez dijitali kullanmak durumundasınız. Ekrem İmamoğlu da bugün en çok tâkipçisi olan siyâsetçi. Sâdece sosyal medyada 20 küsur milyon tâkipçisi var. Televizyona çıktığı zaman Türkiye’de herkes görüyor. Bunun da doğal sonucu olarak böyle bir noktaya gelindi. Ama ondan daha önemlisi, Türkiye’de bugüne kadar görülmüş en iyi belediyecilik örnekleri burada olduğu için. Bugüne kadar yapılmış bütün belediyeciliklerden farklı olarak, hem İstanbul’da yapılan belediyecilikleri kastediyorum hem Türkiye’nin bütün il ve ilçelerinde yapılanları kastediyorum, buralarda yapılanların toplamından daha ileride bir belediyecilik örneği var. Biz adına “İstanbul modeli” diyoruz. Bu İstanbul modeli, sâdece demokrasi, sâdece kültür-sanattan başka bir model. Aynı zamanda kalkınmacı, aynı zamanda projeci, aynı zamanda yerel dayanışmacı ve elbette ki demokratik katılımcı bir model. Bu örnekleri anlattığınız zaman, ister istemez, bildiğiniz ve geleneksel Cumhuriyet Halk Partisi iletişiminden farklı bir iletişim kurmanız gerekiyor. O nedenle de bizim yaptığımız bu iletişim, aslında herhangi bir partiyi hedeflemeyen ama hepsini kucaklayan bir şey. Biz buna daha çok “siyâsetsiz siyâset” diyoruz. Çünkü proje anlatıyoruz. Yerel bir kampanya olduğu için, özü îtibârıyla proje ve aday odaklı bir kampanya yapmanız lâzım. Ama bunları başarmış bir siyâsetçinin beş yıllık döneminin arkasından anlattığınız zaman, ister istemez yerelin çok üstüne çıkıyor. İngilizcede “Best Practice” diyebileceğimiz, Türkiye’deki en iyi örneğin anlatıldığı bir belediyecilik kampanyasına dönüyor. Dolayısıyla bir Türkiye kampanyasına dönüyor.

Ruşen Çakır: Bu seçimde birçok şey yıkıldı. Meselâ, AK Parti kurulduğundan bu yana girdiği seçimlerde ilk kez birinci olamadı. İkincisi, Cumhuriyet Halk Partisi, 1973 ve 77’te Ecevit’in başında olduğu CHP’yi saymazsak, uzun yıllar sonra birinci parti oldu. Özgür Özel’in Cumhuriyet Halk Partisi için “cam tavan” dediği yüzde 25’in çok ötesine geçildi. Biz kutuplaşmayı esas alıyorduk, “Kimlik politikaları çok baskın, geçişkenlik olmaz” diyorduk, ama bir şeyler değişmiş.
Özkan: Evet.

Ruşen Çakır: Belli ki siz bunları seçim öncesinden îtibâren gözlüyordunuz.
Özkan: Tabiî.

Ruşen Çakır: Bunlar kalıcı şeyler mi yoksa anlık mı? Meselâ iktidar yanlıları, “Seçmen Erdoğan’a mesaj verdi, bu tesâdüfen oldu, sürecek diye bir şey yok” diyor.
Özkan: Evet, pek çok insan bunun bir tesâdüf olduğunu düşünüyor olabilir; ama yine o 17 Kasım’daki röportajımızda ne söylediğimi hatırlıyorum. Eğer bunlar bunlar olursa, bu partinin oyları yüzde 50’den fazla artabilir demiştim. Nitekim bu da oldu. Bu hem siyâsî bir ihtiyâcın sonucu, hem gerçekten zamânın rûhunun sonucu, hem de Türkiye vatandaşlarının uzun süredir baskılanmış taleplerinin sonucu. Bence bu bir başlangıç. 
Eğer bu süreç içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni seçilmiş belediye başkanları, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da yaptığı uygulamanın, bu modelin benzerlerini kendi çevrelerinde, kendi şehirlerinde, kendi ilçelerinde, kasabalarında yapabilirlerse, bu sâdece bir başlangıç olarak kalmaz. Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 50’yi geçen bir yere çok rahatlıkla gelebilir. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi netîcede bir modernite için kurulmuş, bu ülkede modernitenin temsilcisi bir parti. Uzunca bir süre buradaki temel vizyonunu unutmuş bir partiydi ve aslında o yüzden bir yere gelemiyordu. Şimdi aslında kendi kurucu değerlerine tekrar döndü. Demokratik olmayı, demokrat davranmayı ve her türlü haksızlığa karşı çıkmayı hatırladı. Meselâ Van olayında CHP hemen refleks gösterdi ve onun da doğal sonucu olarak YSK geri adım atmak zorunda kaldı. Demokrasiyi, ilkeleri, moderniteyi savunan ve bu doğrultuda çalışan bir parti olmayı millete gösterebilirse, bu yüzde 37,5’i çok küçük bir başlangıç rakamı olarak görürüz.

Ruşen Çakır: Bu seçimde çok ilginç yerler kazanıldı. İstanbul’un ilçeleri beni ayrıca çok etkiledi. Hattâ Gazete Oksijen’e özel olarak İstanbul’un ilçeleriyle ilgili bir yazı https://gazeteoksijen.com/secim-2024/bir-turkiye-partisi-olarak-yepyeni-chp-207606 yazdım. Meselâ 30 yıl sonra Beyoğlu’yu, Üsküdar’ı, Beykoz’u, Gaziosmanpaşa’yı, Eyüpsultan’ı, Sancaktepe’yi almak, Tuzla’yı almak başlı başına çok önemli bir başarı. AK Parti’yi, Zeytinburnu, Fatih ve bir yer daha var ama şimdi aklıma gelmedi, onun dışında, tamâmen yakın dönemde kurulmuş, kızmasınlar ama, İstanbul’un taşrası gibi tanımlanabilecek yerlere sıkıştırdılar.
Özkan: Doğru. Böyle bir sonuç çıktı buradan.

Ruşen Çakır: Evet, bu bir kere başlı başına acayip bir şey. Ekrem İmamoğlu ile yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2024/03/06/31-mart-kurum-erdogan-ve-2028-ibb-baskani-ekrem-imamoglu-rusen-cakir-ve-goksel-goksunun-sorularini-yanitladi/ Ekrem Bey bize kazanılacak ilçe sayısının çok artacağını söylediğinde Göksel (Göksu) ile berâber…
Özkan: Ona da iyimser dediniz, değil mi?

Ruşen Çakır: Tabiî. Çünkü daha önceki ilçe sayısı 12 miydi?
Özkan: 14’tü.

Ruşen Çakır: Şimdi 14’ü kaça çıkardı?
Özkan: 26 ilçeye çıkardı. Ekrem İmamoğlu mutsuz. Çünkü Ekrem İmamoğlu 14 ilçeye 14 daha ekleme hedefiyle bu kampanyaya başladı. Biz de, kampanyayı yöneten insanlar, profesyoneller olarak veya çeşitli masalarda berâber çalıştığımız, bu kampanyanın her aşamasında berâber ter döktüğümüz siyâsetçiler dâhil olmak üzere hepimiz, bunları konuşurken 14’e 14 eklemenin imkânsız olduğunu düşündük. Biz 14’e 6 ekleyerek, “20’yi geçelim, 20+ olsun. Öyle olursa Meclis’i alırız ve yeterli olur” diye düşünüyorduk. Ama her toplantıda Ekrem Bey “14’e 14 daha istiyorum, 14’e 14 olacak, göreceksiniz” dedi. “Nereden anlıyorsunuz başkanım?” diye sorduğumuzda, hep, “Sâhadaki insanların bakışlarından bunu anlıyorum” dedi bize.
Ekrem Bey toplumdaki taleplerin ve değişimin ne kadar ileride olduğunu, araştırmalardan daha iyi gözlemledi. Tabiî, gözlem ve araştırma yapmakla birlikte, biraz önce söylediğim kampanyanın koordinasyonu, her bir ilçeyle, her bir adayla, her bir aday adayının durumuyla ilgili bir sürü araştırmalar yapıldı. Bu araştırmaların sonucunda, hafta hafta nereye geldiğimizi izledik. Seçime sâdece 6-7 gün kala, şu anda seçimi kazanmış olan, kritik durumdaki 6 ilçenin adayını ve onların kampanyalarında çalışan insanları tekrar çağırdık. Onlara küçük bir omuz vererek, kazanmalarını nasıl sağlayabiliriz diye konuştuk. Bunları isteyen hep Ekrem Bey oldu. “Şu ilçeye bakar mısınız, burada risk var. Buradaki ilçeye bakar mısınız, risk görünüyor. Şu ilçeye biraz daha yardım edebilir miyiz?” dedi. Buraya gelinirken bu aşamalardan geçildi.
Başka bir şey daha söyleyeyim: Marmara Bölgesi’nde de hemen hemen her il ve ilçeyle aynı şekilde ilgilenildi. Hattâ Anadolu’daki pek çok ille de ilgilenildi. Biraz önce söyledim ya, bunlar bir koordinasyon ve orkestrasyon. O nedenle, bugün gelinen nokta asla tesâdüf değil. Biz seçimi 10-13 bandında bir farkla kazanacağımızı, seçimden 10-15 gün önce gördük. Ama inanmak bile kolay değil. Ekrem Başkan dâhil olmak üzere üç dört kişilik küçük bir grup dışında, bu rakamı başka kimseye de söylemedik. “Başa baş gidiyor” dedik ki herkes daha fazla çalışsın, seçmen de sandığa gitmemezlik yapmasın diye. Bunun iletişimini asla kurmadık. Çeşitli yerlerden gelen her türlü feedback’i alıp değerlendirdik ve geceyarılarına kadar çalıştık. Gerçekten çok yorucu bir dönem oldu. Ben şunu hatırlıyorum: Bir gün eve gittim ve baktım ki eşim hâlâ uyumamış, oturduk televizyon izledik, çay içtik. “Eve erken gelmek ne kadar güzelmiş” dedim, Eşim, “Necati, saat 23.30. Ne erkeni? Neden bahsediyorsun?” dedi. Çünkü aylardır eve gidiş saatimiz 00.00, 01.00, 03.00 olduğu için… Böyle yoğun bir çabanın sonucu bunlar oldu. Doğrusu çok yorulduk, ama değdi.

Ruşen Çakır: İstanbul’un dışına çıktığımız zaman, önümüzde çok çarpıcı bir harita var: Kırklareli, Hatay ve Marmara Bölgesi’ndeki Kocaeli, Sakarya ve Düzce’yi saymazsak, bütün batı Cumhuriyet Halk Partisi. Hattâ içeriye kadar iniyor: Kırşehir, Kırıkkale, Afyon, Kütahya gibi yerler var.
Özkan: Adıyaman, Kilis gibi yerler de var.

Ruşen Çakır: Onlar ayrı. Şimdi batı bölgelerini değerlendiriyorum. Bence batıda en büyük başarı dört tâne büyükşehir belediyesini; Bursa, Balıkesir, Manisa ve Denizli… Manisa'yı MHP’den diğerlerini AKP’den almış olması.
Özkan: Doğru.

Ruşen Çakır: Meselâ Bursa geçen seçimde kıl payı kaybedilmişti. Balıkesir’de İYİ Parti adayı vardı, kazanamamıştı. Kamuoyu araştırmalarında bunların birini alır gibi bir hava vardı, ama Kocaeli dışında batıdaki bütün şehirleri aldı CHP.
Özkan: 14 büyükşehir. Bugün Türkiye nüfûsunun neredeyse yüzde 70’i. Türkiye’deki katmadeğerin ya da Türkiye’deki gayri sâfî millî hâsılanın neredeyse yüzde 80’i. Muazzam bir sonuç tabiî.

Ruşen Çakır: Türkiye’nin en dinamik kesimi.
Özkan: Evet, en dinamik kesimleri. İnsanlar gerçekten mizah da yaptılar. Meselâ İstanbul’daki ilçelerden Sultanbeyli CHP’ye geçtiğinde, “Sultanbeyli, teslim ol, etrâfın sarıldı” gibi ya da Adıyaman için, “Ege’nin kıyısı Adıyaman” gibi çeşitli espriler yapıldı. Tabiî insanlar bu tür durumlarda gerçekten çok yaratıcı olabiliyorlar. Bunu gösterdiler. Bunlar hakîkaten kimsenin baştan inanamayacağı, oturup konuştuğunuzda, “Böyle bir sonuç geliyor” dediğinizde, insanların size, “Anlat, anlat…” gözüyle baktığı bir durumdu. Kasım’da seninle yaptığımız yayında olduğu gibi. Hattâ seçimden bir gün önce bile, kampanyamızın içinde çeşitli farklı masalarda bizimle birlikte çalışanlara ben, “7 puanı buluruz” derken –çünkü hedefimiz minimum 7 idi– “1 puan farkla da olsa kazanalım” diyen oldu. Çünkü anlıyorsunuz ki, 7 puan farka inanmıyor. Biz 12-13 puanı saklarken, o 7 puana bile inanmıyor. “Cumhuriyet Halk Partisi kazanamaz” düşüncesi, zihinlerin CHP ile ilgili kurduğu ilişkinin doğal sonucu. 

Ruşen Çakır: Ama bu 11 ay önceki büyük hüsranla ilgili.
Özkan: Tabiî. Ama sâdece o büyük hüsran değil. Tabiî o herkesin çok beklemediği bir şeydi, ama CHP’nin son 20-25 senelik yol haritasına baktığınız zaman, Sayın Özgür Özel’in “cam tavan” dediği şey... Hiç unutmuyorum, rahmetli Deniz Baykal, Umut Oran’ın ona karşı aday olduğu bir kurultayda, Umut Oran “Ben genel başkan olursam, partiyi yüzde 40’ın üzerine çıkarırım” diye bir demeç vermiş. Baykal da, “Burada bazı acemi siyâsetçiler var, böyle böyle diyorlar. Bu millet size yüzde 25’ten fazla vermez” dedi. Kendisi böyle dedi yani.

Ruşen Çakır: Biliyorsun geçenlerde Ali Babacan’ın bir videosu dolaşıyordu. 2023 Ağustos ayında Habertürk’teki bir programda Ali Babacan’ın, “CHP’nin kendi başına seçim kazanması mümkün mü? Nerede görülmüş?” diye bir açıklaması vardı. 
Özkan: Evet, şâhâneydi.

Ruşen Çakır: Peki, sen bundan sonrasıyla ilgili “tsunami” tanımı yaptın. Kimileri “dip dalga” dedi; ama sen “Hayır, bu daha farklı bir şey, bu tsunami” dedin. Neyi kastettin?
Özkan: Dip dalga gelir, yukarıda bir yeri etkiler. Ama tsunami silip süpürür. Bu, siyâsî olarak silip süpüren bir dalgaydı. Henüz sosyolojik bir dalgadan bahsetmiyorum, ama siyâsî olarak silip süpüren bir dalga. Bu, sosyolojik bir tsunamiye de dönebilir. Çünkü toplumun geciktirilmiş, baskılanmış ihtiyaçları var. Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’yi zannettiğimizden çok daha kötü yönetti. Dün akşam, Sancaktepe’nin yeni seçilmiş belediye başkanı Alper Yeğin’i kutlamak için Sancaktepe Belediyesi’ne gittim. Başkanlık katı 6.000 m2. Oda, oda, oda, oda, oda, bir sürü oda...

Ruşen Çakır: Ne yapıyorlar orada?
Özkan: Dinlenme odası, jakuzi,

Ruşen Çakır: Jakuzi mi?
Özkan: Yemek odası, 200 m2’lik mutfak… Bu nasıl olabilir? Bir kamu nasıl böyle yönetilebilir? Aşağıda millet büyük fakirlik çekerken, oradaki bir çadıra girip çadırda bir iftarlık almak için uğraşırken, bu nasıl olabilir?

Ruşen Çakır: İftar çadırını da kapattı, biliyorsun.
Özkan: Evet, bunu bir siyâsî akıl, bir siyâsî yönetim nasıl yapabilir? Bugün Adâlet ve Kalkınma Partisi’nin kaybetmesi boşuna değil. Bu, sâdece ve sâdece Cumhuriyet Halk Partisi!nin başarısı değil. Elbette ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok örgütlü bir şekilde bu değişimi yönetmesi, adaylarını doğru belirlemesi, genç, yetenekli, iyi okumuş adaylardan oluşan bir yapıyı millete sunması, değerler ve ideolojiyi bırakıp, tamâmen onların meseleleri üzerine konuşan bir kampanya gibi sebepler var. Ama bir o kadar da, Adâlet ve Kalkınma Partisi’nin artık bu ülkeyi yönetemeyecek hâle gelmesi, bu vicdansızlık, bu talan, bu ganîmet duygusu ve yaptıkları işleri artık saklayamaz duruma gelmeleri… Hiçbir şey tesâdüf değil. Zamânı çoktan gelmişti, bu fotoğrafı biz pekâlâ geçen yıl görebilirdik. Geçen yıl Türkiye gerçekten kurtulabilirdi. Gerçekten Türkiye geçen yıl rejimi değiştirecek ve hak ettiği yere gelecek bir başarıyı elde edebilirdi. Yapılamadı. Tekrar tekrar nedenlerini konuşmaya gerek yok. Ama artık bir raya girdi diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki son olarak şunu sorayım; Erdoğan’ın bir gücü var, devlet var ve hattâ, biliyorsun, devlet adına konuşan birtakım insanlar, sâdece muhalefette değil, kendi içlerindeki çatlak sesleri de kaydettiklerini söylüyor. Mehmet Uçum’un açıklamasını görmüşsündür. Bir sertleşme olabileceğini düşünenler var.
Özkan: Evet.

Ruşen Çakır: Van’da bunun bir tür provası yapıldı, ama başarısız oldu. Sonuçta 4 yıl sonra seçim var, ama 4 yıla kadar çok şey olacak. Bir sertleşme bekliyor musun? Bu, Ekrem İmamoğlu’nun dâvâlarına kadar gidiyor.
Özkan: İmkânsız, yapamazlar. Artık köprünün altından çok sular geçti, bunu yapabilecek kudretleri yok artık. Millete rağmen siyâset olmaz, millete rağmen sertleşme olamaz. Artık karşılarında Türkiye’nin en büyük politik gücü Cumhuriyet Halk Partisi. Kendine güvenen, başarmış ve artık çok çok güçlenmiş bir yapı var. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan sonraki adımlarını hep berâber göreceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi Van’a hızla, bir gün içinde milletvekillerini gönderdiyse, bundan sonra da bu gibi durumlarda ne yapacağını hep berâber göreceğiz. Artık çok geç. Zâten, bundan herhangi bir sonuç elde edemeyecekleri gibi, kendilerine de bu ülkeye de çok zarar verirler. Şöyle yapmalarını şiddetle tavsiye ederim:
Yeniden hukukun üstünlüğü, yeniden demokrasi, yeniden kanun ve yeniden adâlet. Bunlar olmazsa, istediklerini yapsınlar bu ülkeyi yönetemezler ve çöküşlerini hızlandırırlar.

Ruşen Çakır: Çok sağ ol Necati. Görüyorsun, artık sana “Anlat anlat, heyecanlı oluyor” demiyorum, ağzım yandı bir kere. Evet, İstanbul başta olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi’nin başarısına dâir çok önemli şeyler anlattın, neler yapıldığını ve bundan sonrasıyla ilgili şeyler söyledin. Çok teşekkürler.
Ekrem İmamoğlu’nun kampanya direktörü Necati Özkan’la çok keyifli bir sohbet yaptık. Kendisine teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı