Kürt hareketi, iktidarda o olduğu için AKP ile müzakere yapıyor - Yarın Gazetesi ile söyleşi

14.09.2014 yarinhaber.net

Yarın Gazetesi
Onur Toper

Geçtiğimiz haftalarda Cemil Bayık röportajı çok dikkat çekti. Bayık, "Beyoğlu'ndaki marjinaller" derken belki de HDP içinde konuşulan bir sorunun önünü açmış oldu. Ancak hâlâ bu soru işareti cevaplanabilmiş değil. Biz yine de çözüm süreci, Kürt Hareketi ve Ortadoğu'daki soru işaretlerini röportajı yapan Vatan Gazetesi köşe yazarı Ruşen Çakır ile çözmeye çalıştık.

Cumhurbaşkanı olan Erdoğan var aynı zamanda ‘başkanlık sistemi’ni de getirmeyi hedefliyor. Kabine de değişti ve Beşir Atalay’ın yerine Yalçın Akdoğan geldi. Ne derece önemli bir değişiklik sizce bu?
Çakır: Yalçın Akdoğan’ı çözüm sürecine bağlamadılar. O Bülent Arınç’ın görevlerini aldı. Şu anda doğrudan Başbakan’a bağlı bir kurul kuruldu. Geçen çarşamba ilk toplantısını yaptı. Aslında bu işin patronu Cumhurbaşkanı Erdoğan sayılacak. Bülent Arınç’ın birtakım yükümlülükleri var. İçişleri Bakanı’nın, MİT Müsteşarı’nın var. Hepsinin ortak olduğu bir kurul hâlinde yürüyecek gibi gözüküyor. Ama bütün her şey Erdoğan’ın kontrolünde olacak. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. Zamanla anlaşılır; ama şurası muhakkak ki Eylül ayından itibaren bu konuda çok ciddi adımlar atılması ve hızlı bir şekilde gelişmelerin yaşanması bekleniyor. Neler olur? Birtakım rivayetler var. Geçen sefer yarım kalan geri çekilmenin tamamlanması ve bundan sonra bazılarının geri dönüşü söz konusu. Öcalan'ın koşullarıyla ilgili birkaç beklenti var. Hemen kısa sürede olmayabilir. Her halükarda bu konuda şu ana kadar yapılmamış hareketli gelişmelerin peş peşe gelmesi söz konusu. Eğer bu yaşanmazsa bir sorun var demektir.

Bundan önce iki kişi öldü örneğin Lice’de. Bu süreç çok tek düze mi ilerliyor? Kürt hareketi nasıl görüyor sizce bu gelişmeleri?
Çakır: Karşılıklı sorunlar var. Her iki tarafın da birbirine tam güveni tesis edilmiş değil. Daha çok bir diyalog söz konusu. Esas olarak siyasi kişilerle yani Abdullah Öcalan ile birtakım bürokratlar, yetkililerin görüşüyordu bugüne kadar. Fakat bu yeni dönemde yasal zemin de hazırlandığı için doğrudan siyasilerin müzakere etmesi bekleniyor. Müzakere sürecine tam anlamıyla geçilmesiyle beraber çok şey değişecektir. Eğer siyasi müzakerelere geçilirse o zaman süreç çok daha farklı gelişir. Lice olaylarına gelince, bu tür köklü sorunların çözülmesinde her türlü arıza çıkar. Çok daha büyüklerine de hazır olmak lazım. Bir de ülkenin içerisinde ve dışarısında bu sürece karşı olan, sorunun çözümünü istemeyen çok sayıda odak var. Dolayısıyla çok kırılgan, zor bir süreç. Onun için her türlü arıza olabilir; tabii ki Lice’de olanlar çok acı; ama bugüne kadar gelen süreçte binlerce insanın öldüğü bir savaştan bahsediyorsak bu savaşı barışla noktalama aşamasında da bu tür kayıplar yine söz konusu olabilir. Önemli olan tarafların birbirlerine olan güven eksikliğinin giderilebilmesi. Şu aşamada henüz giderilmiş değil. Bir de Türk ve Kürt kamuoyunun bu sürece ikna olması gerekir. Aslında büyük ölçüde baktığımız zaman her iki kamuoyunun da çok fazla şikâyetçi olmadığını, süreci benimsediğini görüyoruz. Bunlar hiçbir zaman mutlak değil. Mesela Ağrı Dağı’nda bir fotoğraf. O fotoğrafa bugün bir bakıyorsun medyada birileri ‘Türkiye bölünüyor’ vs. diyor. Onun üzerinden bir gürültü kopartıyor. Ya da diyelim ki heykel oluyor önce hükümete diyorlar ki "böyle bir heykele nasıl izin verirsin?" hükümet müdahale edip birileri ölünce de bu sefer Kürt hareketine dönüp "bunlar sizin insanlarınızı öldürüyor bunlarla nasıl iş yaparsınız?" diyor. Bunları söyleyenler bazen aynı kişiler. Her iki tarafa da gaz verip bu olayı sabote etmeye çalışıyorlar.

Güven ilişkisinden bahsettik. Bir yandan bu ölümler oluyorken güven ilişkisi ne derece önemli? Kürt hareketi bu müzakere süreci için bu ölümlere çok da ses çıkarmamalı mı sizce?
Çakır: Bir kere öncelikle şunu değerlendirmek lazım. Kürt hareketi bu konuda çok tecrübe kazandı. 30 yılı aşkın süren bir olay var ve politizasyonu çok yüksek bir hareket. Zaten Ortadoğu gibi bir coğrafyada bunca süre ayakta kalabilmiş olmaları bile bayağı bir göstergedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni masaya çekebilmiş olmaları da çok büyük başarıdır. Bunları kabul etmeden sanki Kürtler daha yeni dağa çıkmışlar ve önlerini göremiyorlar, ne yapacaklarını bilemiyorlar gibi onlara akıl vermeye kalkmanın hiçbir inandırıcılığı yok. Özellikle Türkiye’de sol çevrelerde çok fazla, onu yapma, bunu yapma diyen var. Son 30 yıla baktığımız zaman bir tarafta sürekli güç kaybeden bir sol hareket var, öteki tarafta sürekli güç kazanan bir Kürt hareketi var. Dolayısıyla kimin kimden ders alması gerektiği çok açık aslında. Sürekli gelişen bir hareketten bahsediyoruz. Mesela son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bambaşka bir şey yaptı Selahattin Demirtaş ile. Kürt hareketinin yıllardır en büyük talebi muhatap alınmak, masaya oturmak. Şimdi istedikleri şeyleri hemen olmasa bile adım adım gerçekleştiriyorlar. İnsanlar ölmüyor vs. böyle gözle görülür değişiklikler var. Burada sorun şu, tabii ki bütün bu şeylere her türlü eleştirel şekilde yaklaşması son derece doğal; ama kimsenin kraldan çok kralcılık yapmaması gerekiyor. Mesela, ilk bu olaylar başladığı zaman söylenenler ile bugüne kadar gelinen arasında fark var. Ne deniyordu? Çok yaygın bir şey vardı. "Devlet Öcalan’ı rehin aldı ve ona bir şeyler dikta ediyor" deniyordu. Öyle çıkmadı. Şu anda Kürt hareketi Ortadoğu’daki son gelişmelerin dışında Irak’ta da, Suriye’de de, Türkiye’de de güçlü, hayatının en parlak dönemini yaşıyor. Onun için böyle aceleci yorumlar yapmamak gerekiyor. Kürt hareketinde çok ciddi stratejik bir akıl var. Bu stratejik akıl Türkiye’deki sosyalist solda büyük ölçüde yok maalesef. Birtakım çok zeki insanlar olsa bile bunların gücü yok. Ama burada hem akıl var hem güç var. Dolayısıyla bunu böyle değerlendirmek lazım ve biraz da eleştiriyi engellemek anlamında değil ama “vardır bir bildikleri herhalde” diyebilmek lazım.

Cumhurbaşkanlığın seçimlerinde Demirtaş, tüm ezilenlere seslendi ve ilk defa bir sol parti yüzde 10’a varan bir oy aldı. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? PKK nasıl bakıyor bu duruma?
Çakır: Onlar bundan mutlular. Hatta daha fazla bekliyorlardı. Yüzde 12, yüzde 13 gibi. Kürt hareketinin öteden beri kendi dışındaki kesimlere açılamama sorunu vardı. Fakat unutmayalım son cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın esas dinamik gücü Kürtlerdi. Kürtlerin katılımı olmasaydı, sadece solculuk yaparak bu oyu alamazdı. İşin içerisinde Kürt kimliğinden dolayı, Kürt ulusal bilincinden gelen çok ciddi miktarda bir oy var. Onlarda da belli bir artma olduğunu tahmin ediyorum. Tabii sol boyutu da var. Özellikle CHP’nin sağcı bir aday çıkartması da bunu güçlendirdi. Şahıs olarak Demirtaş, şu anda Türkiye’de yükselişte olan ender siyasetçilerden birisi... Gençliği, konuşması, başka kesimlere ulaşmakta işini kolaylaştırıyor. Çok ciddi bir fırsat. Kürt hareketi bu fırsatı sonuna kadar değerlendirir mi emin değilim. Çünkü Kürt hareketinin hep kendi birtakım iç mekanizmaları, fren mekanizmaları var. Bunlar tekrar devreye girebilir. Bundan sonra nasıl sürecek? Eğer bu çizgide sürerse çok daha fazla açılır; ama şöyle bir sorun var: Kürt hareketinin diliyle HDP’ye soldan katılanlarının dillerinin ayrı ayrı çok defosu var. Kürt hareketinin içerisinde yetişmiş insanların dillerinin katılığı var ve sosyalist soldan buraya girenlerin de bir katılığı var. Bu işi zorlaştırıyor. HDP’nin içerisindeki gelişmelere; yani bu sürece, yaşananlara ayak uyduramayan, bunu kavrayamayan, gerçek önemini anlayamayan insanlar var. Bu insanların da belli güçleri var. Bu yeni sorunlara eski tip tepkiler verirse insanlar bu HDP’nin önünü tıkar. Ama sürecin hızlanmasını getirdiği yeni konfigürasyonlar birilerini rahatsız edecek.

Cemil Bayık röportajında aynı zamanda Beyoğlu’ndaki marjinaller diye bir söylem vardı ve bunu üzerine alınanlar oldu. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çakır: Bence o röportajın en önemli kısmı o değildi. Kendisi isim vermek istemedi, ben de çok üstelemedim; ama benim anladığım herhalde soldan birilerini kastediyor. Çok emin değilim, ama kendisinin açıklama yapması daha doğru olur.Belli ki Kürt hareketinin içerisinde bir tartışma var. Yaklaşım üzerine söylüyor. 30 yılı aşkındır bir silahlı mücadeleyi genel olarak baktığımızda başarıyla yönetmiş insanların dünya ve hareket algısıyla bir küçük burjuva hayatı yaşayan insanların bakışları tabii ki farklı. Bu kaçınılmaz bir şey. Burada sorun şu: kimin ne kadar söz hakkı var? Bu hareketin kendi gidişatı içerisinde belli olur. Eğer Cemil Bayıklar olmasaydı HDP olur muydu, bu kadar oyu alır mıydı, şüpheli yani. Aslında çok açık, alamazdı. Türkiye’deki Kürt kimliğinin inşası bu hareket sayesinde oldu. Her yaptığını doğrulamak zorunda değilsiniz, sonuca baktığımızda çok net bir şekilde ortada. Dolayısıyla onların bir şeylere hakkı olsa gerek. Öyle bir durum var; ama bu diğerlerinin hiçbir şeye hakkı yok anlamına gelmiyor. Oradaki mesele dengeyi tutturabilmek galiba. Aslında dönüp baktığımda fena da olmadı bu tartışma. Tam ne dediği anlaşılmasa da bir olay var ve herkes eteğindeki taşları döküyor, görüyorum bayağı yazı çıkıyor sağda solda, sol çevrelerde. Buradan ne çıkar bilmiyorum; ama sonuç olarak şu kesin: insanlar HDP çatısının eğer gerçekten daha fazla kitleselleşmesini istiyorsa gerçekten halk ile toplumun mağdur ve mazlum kesimleri ile birebir ilişki geliştirerek kurmalı yoksa birtakım şikayetçilerin kendi aralarındaki tartışmalarıyla olacak bir şey değil.

Selahattin Demirtaş adaylığından sonra daha fazla ön plana çıktı tabii. Örneğin en son, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu Meclis’teki konuşması ve orada Demirtaş’ın alkışlaması çok fazla gündem oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çakır: Ben Meclis’te basın locasında izliyordum. İnsanlar hâlâ olayı Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden getirmeye çalışıyorlar. Bu tamamen muhalefet yapamayan, köklü bir siyasi ve toplumsal damardan beslenemeyen, dolayısıyla sürekli bir kavga üzerinden siyaset yapmak isteyenlerin vardığı bir nokta. Kürt hareketinin Erdoğan temelli bir muhalefete ihtiyacı yok. Kürt hareketi çok daha büyük bir şey yapıyor. Kürt sorununun çözümünde aktif bir şekilde yol alıyor. Erdoğan ile görüşmeler yaparken öteki taraftaki insanlar bunu engellemeye çalışıyor. Bunlar realite. Kalkıp CHP ile birlikte Erdoğan karşıtı cephede yer almasını önerdiğin zaman HDP, şu soruya cevap vermek zorunda: Peki, bu sorun nasıl çözülecek? Cemil Bayık’ın bana söylediği neydi? Biz AKP’yi sevdiğimiz için değil, iktidarda olduğu için onunla müzakere yapıyoruz. İktidarda MHP olsa, CHP olsa onlarla da yapardık. Ama şu da var, CHP iktidara gelirse Öcalan ve PKK ile müzakere edecek mi, etmeyecek gibi gözüküyor. Çünkü hükümeti bu yüzden eleştiriyor. Bu hareket yüzlerce binlerce sivil, militan insanı kaybediyor. Buna rağmen bunları öldürenlerle görüşüyor. Savaştığı insanla barış yapıyor. Bu hareketin sanki hiçbir kaybı olmamış gibi son dönemde Gezi’de yaşananları ortaya sürüp, “bunlar böyle yaptı bunun için bunlarla el sıkışma” demenin siyasi bir anlamı yok. Normalde HDP’nin içerisinde yer alan solun bunları çoktan aşmış olması gerekiyordu. Mesela, Selahattin Demirtaş’a verdiği oyu haram eden de var falan bunlar bana çok anlamsız geliyor. Selahattin Demirtaş’ın olduğu hareket, Tayyip Erdoğan ile bir süreç yürütüyor. Sen oy verdiğinde bunu biliyordun.

Demirtaş da seçim sürecinde bir sonraki seçimlerde ana muhalefet olmayı hedeflediğini söylemişti. Bu noktada Demirtaş’ın da böyle bir başarısı varken CHP’nin siyasetinden ziyade bir ana muhalefet partisi olarak HDP neden ön plana çıkmasın?
Çakır: Teknik olarak önünde bir engel var. Türkiye’deki ana muhalefetin Türkiye’nin hemen her yerinde bir şekilde olabilmesi gerekiyor. CHP’de İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da yok; ama CHP’nin olduğu yerler Türkiye’nin en dinamik kesimleri bir toplumsal karşılık olarak. Kürt hareketinin böyle bir eksiği var. Zamanla bunu giderebilir. Önemli olan söylem ve siyaset üretme bazında baktığımız zaman şu anda en etkili muhalefet Kürt hareketi. Sadece HDP değil, hepsinin birlikte olduğu. Mesela, dünyada Türkiye denince akla ne geliyor? Tayyip Erdoğan. Son dönemde ise PKK geliyor. Bunlar önemli gelişmeler. Öteki tarafta insanlar hâlâ küçük küçük şeylerle uğraşıyor. Bu tarafta çok daha büyük bölgesel anlamda bir aktör olan hareket söz konusu. Bunun bölgesel aktör olabilmesinin en önemlilerinden biri de içeride ateşkesin olması. Bu denklemleri ve dengeleri okumadan yapılan sen onun niye elini sıktın, sen onu niye alkışladın gibi şeylerin hiçbir anlamı yok. Olayı böyle görmeyip sadece Türkiye’deki sol yüzde 9.8 aldı, CHP’nin kongresinde şu mu olacak bu mu olacak tartışmalarıyla yapılan şeylerden fazla bir şey çıkmıyor.

Ortadoğu’da IŞİD gibi bir bela var. Bir yandan Türkiye’nin de AKP iktidarı ile birlikte bir Ortadoğu politikası var. Siz bu politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? IŞİD’e karşı yapıla politika çok sert değil.
Çakır: Eğer Irak ve Suriye’de yerleşirse IŞİD, kesinlikle Suudi Arabistan’a, Ürdün’e vs. her yere gider. Petrol oradayken niye gitmesin. Orada şöyle bir sorun var. Musul’un düşmesinden bu yana baktığımızda önce Irak ordusu ardından peşmergeler IŞİD’e karşı varlık gösteremediler. Ama PKK, IŞİD’e karşı savaşabiliyor. IŞİD’i yeniyor mu? Hayır. Ama IŞİD’e karşı set çekebiliyor. Böyle bir olay var ve bu da çok ciddi bir şekilde dikkat çekiyor. Barzani gitti Mahmur’da siperlerde PKK komutanlarıyla fotoğraf çektirdi. Kendi yayın organlarında bunları özel olarak yayınlattı. Çok farklı çıkarlar, beklentiler, hesaplar var. Bunların hepsinin koordine edilmesi çok zor bir şey. Ama şurası bir gerçek: Türkiye artık Suriye’deki Kürt varlığını daha fazla karşısına alarak yol yürüyemez. Çünkü Obama’nın son açıklamaları çok net bir şekilde şunu gösteriyor, IŞİD ile mücadele sadece Irak’ta olacak bir şey değil, Suriye’de de olmalı. Suriye’de IŞİD ile mücadele ettiğin zaman bu aynı zamanda Esad rejiminin lehine olacaktır. Esad’ın lehine olan da onu devirmeye çalışanların aleyhine olur. Burada çok kayıp vermesine, bedel ödemesine rağmen Kürt hareketi, PKK çizgisi, Irak ve Suriye’deki varlıkları, bayağı bir öne çıkıyor. Ama ne oluyor, Türkiye’de müzakere yürütüyor PKK; ama Suriye’deki PKK çizgisinden hareketle Ankara ile sorun yaşıyor. Bu çözüm süreci gelişirse belki bu da bir şekilde hallolur.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
04.12.2024 Transatlantik: Suriye’de neler oluyor? Neler olabilir?
02.12.2024 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: "PKK’nin Öcalan’a bağlılığı özde değil, ağırlıklı olarak sözdedir”
01.12.2024 RTÜK İslam dinini kurtarabilir mi?
27.11.2024 Transatlantik: Lübnan’da ateşkes - Ukrayna savaşında son durum - Trump gün sayıyor
24.11.2024 Kürt realitesi, Kürt sorunu realitesi, Kürt siyasi hareketi realitesi
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı