KİTAP YAZILARI (4)
Küresel cihada içerden ve samimi bir bakış
Onlarla ilk kez Afganistan’da karşılaştık. Sovyet işgaline karşı savaşan mücahitlere yardım etmek için gönüllü olarak ülkelerinden kopup gelmişlerdi. Çoğu Araptı. Bu nedenle onlar için “Afganlı Araplar” adı uygun görüldü. Derken Bosna’da, Çeçenistan’da, Keşmir’de, Etiopya’nın Ogadin bölgesinde, Filipinler’de, kısacası yer kürenin neresinde Müslümanlar bir başka toplulukla çatışma halindeyse orada karşımıza çıktılar. Araplar yine çoğunluktaydı ama içlerinde Türkler, Kürtler, Özbekler, Uygurlar, Pakistanlılar, yani her etnik kökenden Müslümanlar, hatta İslam’ı sonradan seçmiş Batılılar da vardı. Dolayısıyla “Afganlı Araplar” tanımına sığmaz oldular. Batı medyası ve akademik çevreler onlara “jihadist” demeye ve bu ismin başına da genellikle “Selefi” sıfatı eklemeye başladı. (Türkçe’ye “(Selefi) cihadcı” olarak çevriliyor ama anlamsız kaçıyor. “Mücahid” de onların yaptığını karşılamaya yetmiyor. Şahsen “küresel mücahitler” demeyi tercih ediyorum.)
Bosna-Keşmir-Afganistan
Eğer içlerinden El Kaide’yi çıkarmış olmasalardı “küresel mücahitler” yerkürenin belki de fazla umurunda olmayacaktı. Öte yandan özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından tam bir ilgi odağı haline gelmelerine rağmen,
en az 30 yıllık tarihleri olmasına rağmen haklarında, şehit düşenlerin ardından arkadaşlarının kaleme aldığı kısa yazılar ve yakalananların (genellikle işkenceyle yapılan) sorgularda anlatıkları dışında fazla şey bilmiyoruz. Bu nedenle Yahya Konuk’un (ismin gerçek olmadığı açık) kaleme aldığı “Bosna’dan Afganistan’a Cihadın Mahrem Hikayesi” (2. Baskı, Ark Kitapları, 2012) adlı kitap benim gibi konuyla ilgilenenler için bir hazine değerinde.
Yazar önce Bosna’da Türklerin oluşturduğu ve Bosna’da şehit olan ilk Türklerden birinin adını taşıyan Selami Yurdan Cephesi’nde bulunuyor. Ancak genellikle cezaevinden yeni çıkmış eski ülkücü-yeni İslamcı militanların komuta ettiği bu cephede işler pek parlak gitmediği için hem İran rejiminin denetimindeki gruplarla, hem de İranlıları (Şiileri) nerdeyse Müslüman bile görmeyen Selefi Araplarla ilişki kuruyor.
Bosna’dan sonra kitabı adadığı (daha sonra Irak’ta hayatını kaybedecek olan) “Haci Abi” dediği dostuyla Keşmir’e cihada gidiyorlar. Ama orada hayli uzun ve hiç de verimli geçmeyen bir kamp döneminin ardından sıcak çatışmaya gitmek yerine Afganistan’a geçmeye karar veriyorlar. Genellikle Gülbeddin Hikmetyar’ın Hizb-i İslami’sinde yer alan gönüllülerin hayatı Taliban’ın ülkenin denetimini büyük ölçüde ele almasıyla tamamen değişiyor. Kitapta anlatılmıyor ama biliyoruz ki Usame bin Ladin önderliğindeki yabancı gönüllüler Taliban’la mutlak ilişki içine girince sadece Afganistan ve komşu Pakistan’ın değil, tüm dünyanın kaderi değişti, her şey altüst oldu.
Stratejik hesaplar
Kitap 11 Eylül olmadan sona eriyor ama yazar 2. Baskı’ya yazdığı önsözde sonradan yaşanan birçok gelişmeye de değinmiş. Bu yeni önsözden yazarın da epey değişmiş olduğunu anlıyoruz. Başlangıçta Türkiye’deki radikal İslamcıların çoğu gibi İran’a fazla sempatik, mezhep konusunda fazla gevşek olan yazar Bosna’da İranlılarla Selefi Araplar arasındaki sorunlardan fazlasıyla rahatsız oluyor, olabildiğince nötr olmaya çalışıyor. Ancak yeni baskıya kadar geçen sürede, o hep eleştirdiği Selefi Araplar kadar, hatta belki onlardan da daha fazla İran ve Şii düşmanı haline gelmiş. Bunun nedeni, küresel cihadcıların Afganistan’dan sonraki adreslerinin Irak olması ve burada sadece Amerikan ordusuyla değil İran destekli Şii Araplarla savaşmaları olsa gerek. Buradan, şehit olmak için İslam dünyasının dört bir yanında mekik dokuyan gönüllülerin, şu ya da bu devletin stratejik hesaplarının kapsama alanında oldukları sonucunu çıkarabiliriz.
Sadece cihad hakkında “mahrem” bilgiler vermekle kalmayan, aynı zamanda metin olarak son derece başarılı bir kitap kaleme almış Yahya Konuk. Buna rağmen kitabın hak ettiği ilgiyi bulmamasını, Türkiye’deki İslamcılara yönelttiği eleştirilere bağlamak mümkün olabilir.
Çevresindekileri olduğu kadar kendisini de alaya alan Konuk, birkaç yerde yazarlığı beceremediğini ifade etmiş ki hiç katılmıyorum. Sonuçta gözlem ve tasvir kabiliyetleri son derece gelişmiş, heyecanlı, coşkulu, sevecen, kızgın ve entelleküel açıdan kendisini geliştirmiş usta bir yazar var karşımızda.
Arada sırada Türkiye’ye gelip mola verdiğini çıkartıyoruz kitaptan ama anlaşılan yine dünyanın bir köşesinde cihad ile iştigal ediyor. Kimbilir belki de hemen yanıbaşımızda, Suriye’dedir.
Yarın: Hasan Cemal’in 1915: Ermeni Soykırımı kitabı.