İktidar medyasında seçim değerlendirmeleri: “Kurtar bizi Reis!”

08.04.2024 medyascope.tv

8 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Bugün benim için yoğun bir gün oldu ve bu yayınla noktayı koyuyorum. Bu yayını yapmasam olmazdı; çünkü sabah, bu sabahı keyifli geçirmeme neden olan bir olay yaşadım. O da şöyle: Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’nin yazdığı haftalık yazılarda bir kolaj vardı, iktidar yanlısı ya da “havuz medyası”, artık ne derseniz, medyada seçim değerlendirmeleri yazıları. Aynı anda 10’dan fazla kişinin olduğu başlıkları gördüm ve açıkçası bu beni teşvik etti, tahrik etti. Şunu söyleyeyim; bunların büyük birçoğunu okumuyorum, varlıklarını biliyorum; ama okumuyorum, merak dahi etmiyorum ne dediklerini. Ama o başlıklara bakınca, “Ya, bir şeyler var sanki” dedim ve okumaya daldım. Sırasıyla, tabiî ki öncelikle Sabah gazetesinden başlayarak, sırasıyla Yeni Şafak, Akşam, Star, Hürriyet gibi gazetelere bakarak, “Neler demişler?” diye notlar da aldım ve bir panik havası gördüm. İlginçti, çok keyifliydi bunları okumak. Çünkü görüyorsunuz ki, hani meşhur söz vardır ya; Birinci Dünya Savaşı’nda, “Almanya kaybedince biz de kaybettik” söylemi, burada da böyle bir hava var. Normalde gazetecinin siyâsette koruması gereken mesâfe zâten bu kişilerde uzun zamandır yoktu. Bunlar angaje olmuşlar, iktidârın fonlarıyla. İktidârın fonları da nereden geliyor? Bizlerin vergileriyle, kamu bankalarından alınan reklamlarla, şunlarla bunlarla varlıklarını sürdüren, aslında çok da fazla okunmayan, dinlenmeyen, kamuoyu belirleme gücü çok olmayan; ama sayıları epey. Çünkü çok sayıda gazeteyi iktidar denetimine aldı ve bunların çok azı kapandı. Büyük bir kısmı hâlâ… yani şöyle söyleyelim: “Yaşayan ölü” gibi çıkmaya devam ediyorlar. Ve buralarda yazan çok sayıda; çoğu erkek, az sayıda kadın köşe yazarı var. Ve bakıyorsunuz: Büyük bir yenilgi var. AKP kaybetti, ilk kez ikinci parti oldu. Bu kişiler, AKP’nin ikinci parti olduğunu görmemişler, hiçbirimiz görmedik. Ve AKP’nin birinci parti olmasından, iktidârı kontrol etmesinden, büyükşehirleri kontrol etmesinden istifâde eden kişilerdi. Bunun bir yığın yolu var biliyorsunuz. İsimlere, olaylara gitmeye gerek yok. Ama 5 yıl önceki seçimlerde İstanbul, Ankara başta olmak üzere bâzı büyükşehirler elden gidince çok büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardı. Bu sefer 2023 seçimlerinin ardından bunların geri kazanılması beklentisi vardı. Çünkü 2023’te büyük bir başarı elde etti iktidar, Cumhur İttifâkı. Ama bu sefer bir bakıldı ki batıdaki özellikle bütün büyükşehirleri –Sakarya, Kocaeli istisnâ– kaybetti AKP. Yani Balıkesir, Bursa ve Denizli vardı, onlar da gitti. MHP’den Manisa gitti. Bir tek tartışmalı bir şekilde Hatay’ı CHP’den aldılar. Tam bir hezîmet.
“Bu kişiler acaba ne yazmışlar, nasıl yazmışlar?” diye baktığım zaman, açık söyleyeyim; Erdoğan’ın ilk gün yaptığı değerlendirme, yani sıcağı sıcağına yaptığı değerlendirme sâyesinde birazcık rahatlamışlar. Erdoğan yenilgiyi kabul etti biliyorsunuz ve bir özeleştiriden bahsetti vs.. Oradan bir cesâret alınmış ve en azından “Evet, kaybettik” diyebiliyorlar. Erdoğan böyle bir şey demeseydi ne durumda olacaklarını tahayyül bile edemiyorum. Ama okuduğum yazıların hemen hemen hepsinde ortak nokta şu: AK Parti kaybetti, ama CHP kazanmadı. İşte, küskünler var, emekliler var, değişik konular var, özellikle emekliler, enflasyon var, sandığa gitmeyen seçmen var; adı konmadan Yeniden Refah Partisi’ne yönelik öfkeler var; ama CHP’nin kazandığına dâir herhangi bir şey yok. Bu geçici bir olay gibi gözüküyor. CHP, AK Parti seçmeninden hiç oy almamış gibi bir hava var. Bir kere öncelikle bunu söyleyelim: Kendilerini kandırıyorlar, öyle söyleyeyim, kendilerini kandırıyorlar. Olsun. Tamam, bu bir şey. CHP’nin DEM Parti ile ittifak içerisinde olduğu yolunda az sayıda yazı gördüm. Normalde daha çok olurdu, ama ortada çok açık bir husus var. İstanbul’da DEM Parti %10 alsa bile Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasını engelleyemiyordu. Öyle çok bâriz bir gerçek de var. Dolayısıyla biraz daha az görüyoruz. Seçim öncesi bunların, bu yazarların, köşe yazarlarının seçimden hemen birkaç gün önce yazdıkları yazılara baktığınız zaman bu konu çok daha vurgulu bir şekilde var. Yani o mâlûm, “Kandil uzlaşısı” meselesini çok daha fazla öne çıkartmışlar, ama sonra bakmışlar ki olay bununla açıklanabilecek bir olay gibi değil ve çok da fazla bunu söylememişler.
Burada, ilginçtir, enflasyon, emekliler… tamam bu var. Sonra ne var? Yeniden Refah, bir şekilde adı konmadan var. Sokak köpekleri meselesi var. Yani şimdi iş döndü dolaştı, sokak köpekleri konusunda adım atmadığı için –“başıboş dolaşan sokak köpekleri” diyorlar– AKP'nin oy kaybettiğini ileri sürmeye kadar vardıranlar var. Yani CHP’nin başarısı kabul edilmeyecek diye… Sokak köpekleri birkaç yazıda birden karşıma çıktı. İsimlerini vermek istemiyorum. Gerek yok, adlarını anmaya gerek yok. Sokak köpekleri meselesine kadar inmiş bir ince işçilik var. Ama olayın yapısal yönü konusuna çok az değinen var. Burada tabiî bir başka husus; AK Parti’ye yönelik çok ciddî, kimi zaman yüksek tonda, kimi zaman isim vererek –böyle gördüm; Efkan Âlâ’yı hedef gösteren, başkalarını hedef gösteren yazılar gördüm–, açık açık isim vererek kelle isteyen yazılar da var. Yani şöyle bir hava var: AK Parti halktan koptu –ki Erdoğan da bunu söylüyor–, kibir var –ki Erdoğan da bunu söylüyor– bütün bunlar söyleniyor. Ama şunu da özellikle vurgulama izin verin: Bunları yazanlara bakınca, kibirse kibir de onlarda, halktan kopukluksa halktan kopukluk da onlarda; ama daha önemlisi, şu zamâna kadar bu konuda çok da fazla bir şey söylemiş insanlar değil. Yani bunlar, birdenbire seçim yenilgisi üzerine tedâvüle girmiş birtakım özeleştiri parçaları. Ama özeleştiri değil bu aslında; eleştiri. Meselâ birçok kişide şöyle şeyler var: “Ya, ben bunları söylemiştim aslında, uyarmıştım, dinlenmedi” falan. Açıkçası hiç öyle bir şey hatırlamıyorum. Olsaydı meselâ, AK Parti’yi kibirle eleştiren Yeni Şafak yazarı bilmem kim, kesin duyardık, öyle bir şey görmedik. Çok istisnâî birkaç şey oldu. Meselâ zamânında eleştiren bir isim vardı: Aydın Ünal. Koptu, ama sonra geri döndü. O da o çarkın içerisine tekrar geri döndü. Onun dışında çok da fazla böyle yüksek perdeden eleştiren yoktu.
Hele bir tâne yazı var ki başlık şu: “Sistemi dönüştürmek için çıktık yola, ama sistem tarafından dönüştürüldük”. Adı lâzım değil, isterseniz Google’layın, bulun kim olduğunu. Ama bu kişi de meselâ, “Sistem tarafından dönüştürüldük” derken bence doğru söylüyor, ben bunu uzun zamandır söylüyorum. AK Parti kaleyi içten fethedeyim derken, kale tarafından fethedilmiş bir yapıdır ve sistem insanları dönüştürmüştür, kendine benzetmiştir. Ama bu kişi meselâ o dönüşümden hayli memnundu. Hastâneye yattığı zaman, Erdoğan kendisini ziyârete geldiği zaman keyifle fotoğraflar veriyordu vs.. Şimdi putlaştırmadan, şundan bundan bahsedebiliyorlar. Çok ciddî bir samîmiyetsizlik var; en yumuşak tâbirle samîmiyetsizlik var. Şunu özellikle fark ettim: Devşirme yazarlarda –“devşirme”den neyi kastettiğimi anlıyorsunuz, İslâmî hareketten gelmeyen, değişik yerlerden gelen– yazarlardaki rahatsızlık çok daha belirgin. Ne diyeceklerini, nasıl diyeceklerini bilemiyorlar. İsimlerini vermeyeyim, biliyorsunuzdur. Ama en çok onlardaki telâş, onlardaki tedirginlik dikkatimi çekti ve açıkçası çok da şikâyetçi olmadım bunu gördüğüm için. Bir kısmını çok eskiden tanırım, berâber çalışmışlığımız vardır. Hattâ bâzılarının İslâmî harekete karşı nasıl antipatik baktığını da çok iyi bilirim. Şimdi büyük bir telâşla olayı kabullenmenin… nasıl söyleyeyim? Kabullenmek istemiyorlar, ama kabullenmekten başka bir çâreleri olmadığını da görüyorlar.
Özellikle şunu gördüm: Artık buradan geri dönüş olduğuna inanan hemen hemen kimse yok. Büyük bir umutsuzluk var. Ama işte, başlığa da çıkarttığım gibi, dönüp dolaşıp ne diyorlar? Bir tânesi aynen şöyle yazmış: “Erdoğan varsa umut vardır” ve bâzıları yazılarında Erdoğan’dan “Reis” diye bahsediyor, bu kadar mesâfe kalkmış. Bütün gözleri Erdoğan’da: “Erdoğan toparlar, toparlasın”. Anladığım kadarıyla bu yerel seçim öncesinde de, “Erdoğan bir şekilde toparlayacak” diye düşündüler, olmadı. Şimdi tek baktıkları yer Erdoğan. Erdoğan’a bakıyorlar ve Erdoğan’dan yeni hamleler, yeni birtakım manevralarla olayı toparlamasını bekliyorlar. Burada tabiî şöyle bir husus var: Artık AK Parti onların gözünde yok hükmünde. AK Parti’de bir şeyler değişsin, etsin falan diyorlar, ama oraya bakmıyorlar. Oradan zâten konuşulacak, üzerine konuşulacak pek isim de yok ya da birtakım günah keçileri buluyorlar, biliyorsunuz. Demin bahsettim bir iki isim. Sosyal medyada meselâ Grup Başkanvekili Özlem Zengin’e yönelik çok ciddî saldırılar da olmuştu. AK Parti adına ya da “Reisçi” olma iddiasındaki kişiler onları kendilerine günah keçisi seçmişlerdi. Birilerini bulsalar rahatlayacaklar. Ama çok ilginç, adaylara pek bir şey söylenmiyor. Yani meselâ “Murat Kurum beceremedi” diyen yok, “Turgut Altınok beceremedi” diyen yok benim gördüklerim içerisinde. Daha çok partiye yönelik, kimi zaman isim verilerek, kimi zaman isim verilmeden yapılan eleştiriler var ve bunların hiçbirisi aslında özeleştiri değil. Kendilerini katmıyorlar, öteki tarafı suçluyorlar. Onlar her zaman için doğruyu biliyorlar tabiî.
Ve gözler nerede? Gözler Erdoğan’da. Erdoğan gelecek, bu tepki oylarını halledecek, küskünlerin küskünlüklerini giderecek. Nasıl yapacak? O da yok. Erdoğan bilir, bir şekilde… Meselâ “CHP oy artırmış değil” diyen o kadar çok yazar var ki… ya da “Hizmet siyâseti karşılığını bulamadı” diyenler. Bir tarafta oy vermeyen seçmene yönelik bir kızgınlık var; ama çok sayıda da, “Hayır, biz seçmene lâf etmeyiz, bunu CHP’liler yapar” diyenler var. Bir tarafta sosyal medyada çıkan ıvır zıvır birtakım CHP yanlısı seçmenlerin sevgi gösterilerinden büyük krizler çıkartmaya çalışanlar var. Ama şöyle söyleyeyim: Bir ölü toprağı örtülmüş gibi, ne yapacağını bilemeyen, önlerini göremeyen ve de tabiî ki bu imtiyazlı hayatlarının sona ereceği endîşesiyle çok tedirgin, rahatsız insanlar gördüm değişik gazetelerde. Bakalım bundan sonra… Tabiî ki Erdoğan’a bakacaklar. Erdoğan’ın çizdiği sınır içerisinde eleştiriler, “Bizi dinlemediler” vs. gibi çıkışlar olacak.

Samîmî olduğunu düşündüğüm bir tek istisnâ gördüm. Şimdi adını vereceğim, kendisine kötülük etmiş olmam diye düşünüyorum. Diğerlerinin hiçbirisinin adını vermedim; ama bu olumlu, yani bana göre, bir özeleştiri anlamında. Özellikle son yazısında, iktidar medyasını eleştiren yazısıyla Türkiye gazetesinde Fatih Selek. Daha önce de bir çıkış yapmıştı; bayağı ilgi görmüş ve de tepki toplamıştı. Ama şöyle söyleyeyim: “Kral çıplak” demiş birisi olarak, açık bir şekilde, düz bir şekilde söyleyen bir tek onu gördüm. Onun dışındakilerin hepsi bir şekilde lâf salatası yapıyorlar… Aslında şöyle bir hal var: “Ya, keşke hiçbir şey yazmasam bu konuda. Ne diyeceğim ki? Ne diyebilirim ki?” hâli var. Yani kendilerini böyle bir yükümlülük altında görüyorlar, mecbur kalmış görüyorlar. Aslında tercihleri hiçbir şey yazmamak. Bu konuda hakîkaten hiçbir şey yazmayan bir istisnâ var. Tekrâr check edeyim. Yakın dönemde, yani belli bir süredir iktidar yanlısı olan, zamânında 28 Şubat’ın medyada önde gelen figürlerinden olan bir isim. Meselâ bakıyorum yazdığı yazılara, Hürriyet gazetesinde yazıyor: “Muğla Dalyan’da 5000 yıllık kanallar mazotla boğulurken…”, “Bakan Özhaseki: 110.000 kişilik bir orduyla çalışıyoruz” , “Gökyüzü târihimizin ibret dolu hikâyeleri” vs.. Kimden bahsediyorum? Fatih Çekirge’den bahsediyorum. Topa girmemiş. En ideali bu. Diğerleri de “Keşke böyle yapabilseydik” diye düşünüyorlardır. Ama mecbûren hamama giriyorlar ve terliyorlar. Artık terleme zamânı. Allah kolaylık versin, ne diyeyim? Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı