Hatem Ete ile söyleşi: CHP neden ve nasıl birinci parti oldu?

02.04.2024 medyascope.tv

2 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PanoramaTR’den Hatem Ete ile seçim sonrası, 31 Mart ne oldu, nasıl oldu; ama en önemlisi Cumhuriyet Halk Partisi nasıl ve neden birinci parti olarak çıktı, bunu konuşacağız. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Öncelikle geçen seçimden hemen önce yaptığımız yayında PanoramaTR’nin İstanbul araştırmasını paylaşıp onu tartışmıştık. Öncelikle tebrik edeyim, İstanbul’daki farkı büyük ölçüde buldunuz. Çok riskli bir şey tabiî, böyle net bir rakam açıklamak zor. Ama sonuçta daha fazlası, 11 puanlık bir fark çıktı. Şimdi İstanbul çok önemli, hep bunu konuşuyorduk. Bu seçim İstanbul konuşacağız diyorduk; ama baktığımız zaman, tüm Türkiye çok önemli çıkıyor ve bence bu seçimin en çarpıcı sonucu Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıllar sonra ilk kez, hattâ 1977’den beri yanılmıyorsam… Ama en azından şöyle söyleyelim: AK Parti  2002 sonundan îtibâren girdiği ilk seçimden bu yana ilk kez birinci parti değil ve Cumhuriyet Halk Partisi de ilk kez birinci parti oldu. Rakamlar %38’e yaklaşık Cumhuriyet Halk Partisi’nin, %35,5’e yaklaşık Adalet ve Kalkınma Partisi’nin. Ben en önemli sonucun bu olduğunu düşünüyorum, katılır mısın?
Hatem Ete: Katılıyorum. Yani ben seçmenin bu seçim sonuçlarıyla temelde üç mesaj verdiğini düşünüyorum ve sıralamayı da bu şekilde yapıyorum. Birincisi: İktidâra çok güçlü bir ders verme — en önemli motivasyonun bu olduğunu düşünüyorum. Bunda biraz gecikmişliğin telâfîsinin de etkisi var. Yani 14 Mayıs’ta seçmen vermek isteyip de veremediği tepkiyi, 31 Mart’ta hem yerel seçim olması hasebiyle de beklenenin çok daha üzerinde bir sertlikte verdi ve bu nedenle de AK Parti ilk defa %36’nın altına düştü, birinci parti olma statüsünü kaybetti. İkinci dinamiğin ise muhâlefete bir kredi verme olduğunu düşünüyorum. Yani muhâlefete aslında 14 Mayıs’ta da bir kredi verme niyeti, beklentisi vardı, hepimiz araştırmalarda da bunu bulguluyorduk; fakat muhâlefetin seçime yaklaşırken görünürleşen yapısı seçmene güven vermediği için o kredi verme işini geciktirdi. Bu nedenle de bence biraz beklediğimizin üzerinde bir kredi verdi bu gecikmişliğin de etkisiyle ve CHP ilk defa birinci parti hâline geldi. Bunun önümüzdeki dönemde CHP’ye yüklediği bir sürü sorumluluk var. Seçmenin de CHP’den bir sürü talebi olacak. Üçüncü en önemli dinamik de Ruşen Abi, siyâsette bir denge kurma niyetinin, arzusunun çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. 14 Mayıs, hem iktidâra hak ettiğinden çok daha fazla bir güç veren bir seçimle sonuçlandı, hem de muhâlefete hak ettiğinin çok altında bir temsil imkânı sağladı. Yani toplumsal ilişkiler üzerinden bakıldığında, her bir blokun toplumsal dayanaklarına bakıldığında, muhâlefet hak ettiğinin altında bir temsille karşılaşırken, iktidar seçmeni ise hak ettiğinin üzerinde bir iktidar temsiliyle karşılaştı ve bu bir dengesizlik üretti siyâsette. 14 Mayıs’tan sonra hem iktidârın gündemine gelen senaryolar hem muhâlefetin içine girdiği dağınıklıklar da seçmeni bence, 31 Mart’ta yeniden bu süreci dengeleyeyim duygusuna iletti. Yani bu seçim sonucunu o çerçevede, hem iktidara bir ders verme, hem de muhâlefete bir kredi vererek siyâsette yeniden bir denge kurma ihtiyâcı, niyeti olarak okuyorum. Bence önümüzdeki 4 yılı da temelde bu üç dinamiğin nasıl şekilleneceği belirleyecek.

Ruşen Çakır: Bu meseleye gelmeden önce saptadığın şeylerde tabiî şöyle önemli bir husus var. Mayıs seçimi nedeniyle dilimiz alıştı, “muhâlefet” diyoruz, ama bu seçimde kim muhâlefet kim değil biraz karıştı biliyorsun. Meselâ Mayıs seçiminin muhâlefeti olan İYİ Parti kendi başına seçime girdi ve en çok eleştiriyi CHP’ye yöneltti. İkincisi; muhâlefetin, Altılı Masa’nın birçok unsuru yok oldu. Yani muhâlefet derken DEVA’yı, Gelecek’i, Memleket Partisi’ni sayıyor muyuz artık bilmiyorum. Çok bir anlamları kalmadı. Bir diğer husus da, Yeniden Refah Partisi Mayıs’ta iktidârın parçasıyken, şimdi en azından de facto muhâlefet partisi oldu ve en büyük başarıyı CHP’den sonra o sağladı. Yani belki artık muhâlefet lâfı yerine, CHP ve Yeniden Refah, DEM Parti diye ayrı ayrı konuşmak sanki daha isâbetli olur gibi, ne dersin?
Hatem Ete: Bu seçimden sonra dediğin doğru. Yani muhâlefetin en güçlü aktörü olarak CHP gözüküyor. Fakat ben seçime giderken seçmenin psikolojisinde iktidâra karşı muhâlefet duygusunun belirleyici bir işlev gördüğünü düşünüyorum. Bunu sürekli de yazdım. Yani siyâsî partiler 14 Mayıs’tan sonra iktidâra karşı muhâlefet duygusundan vazgeçtiler. Her birisi kendi partisinin geleceğini konuşmaya başladı. Fakat CHP ve özellikle büyükşehirlerdeki ittifak oyuyla seçilen CHP’li belediye başkanları iktidâra karşı muhâlefetin savunuculuğunu, bu iktidar mücâdelesinin cephesini, mevziini koruyan aktörler olarak temâyüz ettiler. Yani dolayısıyla siyâsî partiler kabullenmeseler bile seçimlere giderken iktidâra karşı muhâlefet duygusunun temsilcisi, sâhada bunu temsil eden aktörler, CHP’li belediye başkanları oldu. CHP kurumsal olarak da buna uygun davrandı seçimlere giderken. Yani İYİ Parti ile, Zafer Partisi ile, DEM Parti ile kurdukları ilişkiler, yapılan eleştirilere karşı geliştirdikleri stratejilerle iktidâra karşı mücâdele etmeyi arzu eden seçmenin uygun bir aktörü olarak gözüktüler seçimlerden önce. Ve bence 31 Mart’ta bu dinamik işledi. Yani 31 Mart’ta millet CHP’ye sâdece CHP kurumsal kimliği dolayısıyla oy vermedi; iktidâra karşı muhâlefeti temsil eden aktör kim diye düşündü ve tam da bu tutum dolayısıyla İYİ Parti seçmenini, Zafer Partisi seçmenini, Memleket Partisi seçmenini cezâlandırmayı tercih edip, CHP’li aktörleri ödüllendirmeyi tercih etti. Yani bu iktidâra karşı muhâlefet duygusu kurumsal siyâset düzeyinde ortadan kalksa bile, toplumsal muhâlefet nezdinde çok canlıydı. Çünkü eğer iktidar bu seçimlerden sonra da güçlense, muhâlefet dediğimiz aktörler toplumsal kesimler îtibâriyle önümüzdeki 4 yılın nasıl geçeceğine yönelik bir endîşeye sâhiplerdi. Bu endîşeyi gidermek üzere biraz da muhâlefet adına kim ayaktaysa ve de güçlüyse onun etrâfında toplanmayı tercih ettiler. Burada bir toplumsal muhâlefetin kolektif aklı devreye girdi diye düşünüyorum. Ama bundan sonraki süreçte, dediğin doğru, toplum muhâlefetin temsilciliğini CHP’ye devretti bu seçimde. Yani bir sürü aradaki siyâsî partiler sâdeleşti ve aradan çekildi. Şimdi çok daha güçlü bir şekilde AK Parti ve CHP karşı karşıya öbeklenmiş vaziyette. Arada işlev görebilecek Yeniden Refah ve DEM Parti etkili bir işlev görecek önümüzdeki dönemlerde. Ben hem bu diğer partilerin hem İYİ Parti’nin büyük oranda siyâseti etkileme marjlarını yitirdiklerini görüyorum. Meclis’teki aritmetik oranları îtibâriyle etkileyeceklerdir; ama toplumsal düzeyde, toplumsal dinamikleri etkileme marjları büyük oranda azaldı. CHP ve AK Parti arasındaki sürecin nasıl şekilleneceğini izleyeceğiz önümüzdeki dönemde.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Şimdi görmüşsündür, Ali Babacan’ın daha yeni, iki seçim arası diyelim, bir televizyonda yaptığı bir soru-cevap yayınında şöyle söylüyor: “Ya, CHP nasıl seçim kazanabilir? Meselâ önümüzde yerel seçim var. CHP’nin adayları kendi başlarına girerlerse nasıl kazanacaklar?” diyor. Ali Babacan’ı eleştirmek maksadıyla söylemiyorum, bu aslında çok yaygın bir kanıydı biliyorsun. Özellikle Mayıs’tan önce de bir algı var. Hani, “Türkiye sağ ağırlıklı bir ülke, sağda çok ciddî bir CHP zihniyeti alerjisi var. CHP ne yaparsa yapsın kendi başına %25’i ya da en fazla 30’u geçemez. Muhakkak sağ partilerle vs. ittifak yapması lâzım” gibi birtakım önkabuller vardı biliyorsun, yakın zamâna kadar, yani düne kadar. Ali Babacan’ın söylediği de tam buydu. Ama öyle olmadığını gördük. Öyle olmadığını bir de şundan gördük: CHP'nin kazandığı, başka partilerden aldığı belediyeler sâdece batıdaki o klasik belediyeler değil, biliyorsun. Yani CHP belli bir yere tıkanmış değil. Meselâ Giresun’u da aldı, Ardahan’ı da aldı, Adıyaman’ı da aldı, Kırıkkale’yi, Kütahya’yı, Afyon’u da aldı, Kilis’i aldı meselâ. Bunlar hakîkaten her biri ayrı ayrı bir şey. Burada o şeyin, sağ-sol… CHP’ye sol diyorum ama, o ayrı bir husus; sonuçta sol algısı var. Bunda da büyük bir değişiklik var sanki. Ne dersin?
Hatem Ete: Çok ciddî bir değişiklik var. Yani şimdi bir kere Ruşen Abi, dünden bugüne siyâseti etkileyen o geleneksel, târihsel kimlik hatlarının, kültürel fay hatlarının ortadan kaybolduğunu varsaymamak lâzım. Ben bunların hepsinin devrede ve etkili olmaya, yani dikkate almamız gereken bir faktör olarak devrede durmaya devam ettiklerini düşünüyorum. Ama burada seçmenin, ne iktidârın sözcülerinin ne muhâlefetin aktörlerinin varsaydığı gibi kimlikleri tartışılmaz, vazgeçilmez, çıkılamaz hapishâneler olarak görmediğini bu seçimde gördük. Yani evet, her bir seçmen kesiminin öncelikli değerleri var, kendisini yerleştirdiği bir âidiyet çemberi var, o âidiyet üzerinden bakıyor. Ama bunların hiçbirisi sınırsız krediler değil. Yani iktidar üst üste hatâlar yapmaya devam ettiğinde… Meselâ 14 Mayıs’tan sonraki temel ezberlerimizden birisi, bütün ekonomik sıkıntılara rağmen, iktidârın bütün yönetim zâfiyetlerine rağmen, muhâlefetin bütün yapıp ettiklerine rağmen, Türkiye’deki bu geleneksel kültürel fay hattı devrede duruyor ve dolayısıyla da herhangi bir siyâsî çabayı ümitsizleştiren, öldüren bir işlev görüyor. Bu seçim bunu biraz erozyona uğrattı. Bence en önemli verilerden birisi o, senin de dediğin gibi. Yani iktidârın yaptıklarının bir karşılığı var ve seçmen, iktidar paralelinde bir zaviyeden hayâtı, Türkiye’yi, dünyayı anlamlandırıyor olsa bile, seçimlerde bu yapıp ettikleri dolayısıyla iktidârdan vazgeçip onun ezelî muhâlifi, ezelî rakibi CHP’ye oy verebiliyor. Bu seçim bunu gösterdi. Yani burada kimlikler buharlaştı diye okumuyorum; ama kimlikler kritik zamanlarda rasyonel hareket etme ve şans verme, kredi verme ya da ders verme üzerinden harekete geçebilme imkânını da elinde tuttuğunu ve bunu gösterdiğini gösterdi, bir bu. İkincisi; bu bir genel seçim değil, yerel seçim. Ve yerel seçimlerde CHP’nin 2019’dan bu yana içinden geçtiği bir süreç var. O süreç de temelde, aslında CHP’nin terminolojisini, CHP’nin şablonlarını, jargonunu, hayâtında temsil eden aktörler yerine; geniş kitlelere yayılmak üzere CHP’nin içinden gelmiş, CHP’de siyâset yapmış, ama toplumun farklı kesimleriyle de etkileşim kurabilen, herkese eşit mesâfede durabilen, yani kendi değer yargılarından tâviz vermeden diğer toplumsal kesimleri de yabancılaştırmayacak bir yönetim performansı, bir dil ortaya koyabilen aktörlerle seçime girdi 2019’da. Toplum 5 yıl boyunca bunu gözlemledi. Yani Adana’yı gözlemledi, Mersin’i gözlemledi, İstanbul’u, Ankara’yı gözlemledi ve bunun netîcesinde CHP’nin değişen bir siyâset tarzı olduğunu gördü yerel seçimlerde. Bu seçimlerde bunun da etkisi oldu. Yani CHP 2019’dan bu yana farklı toplumsal kesimlere yönelme performansı gösterebilen ve yönetilen belediyelerde kendisini muhâlif kimliklerde gören aktörlerin de ciddî sıkıntı yaşamadan yaşayabildiklerini fark ettikleri bir denklemde seçimlere girdi. Şimdi bundan sonraki soru şu bence — yani seçmen CHP’ye bu krediyi verdi, 2019’da da vermişti, ama 2023’te bu sürece dönüşmemişti: Nasıl oluyor da yerel seçimlerde CHP’ye yönelebilen seçmen, genel seçimlerde CHP’yi tercih etmemeye devam ediyor? Bu, 14 Mayıs’taki Altılı Masa kurgusunun ürettiği yönetim zaafı endîşesinin bir ürünü müydü, yoksa mesele ulusal siyâsete geldiğinde sâbit kimliksel dinamiklerin seçmen nezdinde devam ettiğinin bir işâreti mi? Bence önümüzdeki 4 yılda biraz bunu göreceğiz. Yani seçmen yerel seçimlerde CHP’ye yönelebilirken genel seçimlerde niye %25’lik bir cam tavan orada duruyor? Bu hem CHP açısından önümüzdeki dönem üzerinde çok düşünmesi gereken, yoğunlaşması gereken bir mesele, hem de bence bu CHP’ye bir umut da verdi. Yani iktidâra ders verdiği gibi CHP’ye de umut verdi. İktidâra verdiği en önemli ders şu: “Ne yaparsam yapayım bu seçmen CHP’ye gitmez” duygusu, iktidârı rehâvete sürükleyen, iktidârı toplumun gözünün içine baka baka riyakârlıkla yönetmeye, zorbalıkla yönetmeye, kurnazlıkla yönetmeye teşvik eden bir siyâsete yol açmıştı. Muhâlefet açısından da, “Ben ne yaparsam yapayım seçmen bana gelmiyor” duygusuyla kendi kimliklerine hapsolma, kendi kimliğini konsolide edip derinleştirme sürecine yol açmıştı. Şimdi burada yeni bir dinamik oluştu; hem iktidâra ciddî bir ders hem muhâlefete ciddî bir kredi ve bunun üzerinden önümüzdeki dönemde toplum bence her ikisine de bakacak. Yani iktidârın da toplumu yeniden değerlendirip iknâ etmesi gerekecek, muhâlefet için de toplum erişilmez bir varlık değil artık, muhâfazakâr toplum kesimleri. Toplumla barışıp, toplumsal değerleri kendi kendisiyle eklemlediği zaman oy alabildiğini gördü. Yani az buz bir oydan da bahsetmiyoruz. Ankara’da %60, İstanbul’da %50, kazandığı bir sürü yerde AK Partili adaylara tek başına %10 fark atmış bir CHP’nin önümüzdeki döneme dâir hem kendi siyâseti açısından hem de bu yeni çıkan modelin seçmenle nasıl bir etkileşim kuracağını görmesi açısından ciddî bir laboratuvar işlevi görecek önümüzdeki dönem.

Ruşen Çakır: Şimdi ilk günde iktidar çevresindeki birtakım ilk tepkilere baktığımda şöyle bir şey görüyorum: “CHP kazanmadı. Bizim seçmenimiz sandığa gitmeyerek bizi cezâlandırdı”. Bu bana, yıllar önce Refah Partisi çıkış yaptığı zaman, merkez parti seçmenlerinin söylediği, aradıkları tesellileri anımsatıyor. Meselâ, çok basit, 5 yıl önceki seçimde CHP’nin 13-14 milyon gibi olan oyu 17 milyon 350 bin çıkmış. Yani 5 yıl içerisinde CHP’nin oyu neredeyse 3,5 milyon oy artmış. AK Parti de 20 milyon 500 binden 16 milyon 313 bine düşmüş. Yani bunlar çok önemli rakamlar. Ya da ilk kez burada yerel seçime giren Yeniden Refah Partisi, 2 milyon 845 bin oy almış. Şimdi, bu sâdece, “Seçmenimiz sandığa gitmedi” değil; “Seçmenimizin bir kısmı gitmedi, gidenlerin bir kısmı da Yeniden Refah’a ve CHP’ye oy verdi” gibi bir olayla karşı karşıyayız. Öyle değil mi? Yani bu olayı sâdece, “Onlar kazanmadı, biz kaybettik” şeklinde kolayca söylemek mümkün, ama burada AKP’nin kaybetmesine ek olarak, CHP’nin ve Yeniden Refah’ın; ama esas olarak CHP’nin net bir zaferi var. Öyle değil mi?
Hatem Ete: Kesinlikle. Yani burada dediğin doğru. Bir teselli olarak insanlar bunu nasıl yorumlayacaklarına bakarlar. Ama bunun gerçeklik payı da yok değil Ruşen Abi. Şöyle görüyorum ben bu süreci; yani bunu bir 100 olarak düşünürsek, %50’si temel olarak aslında AK Parti’ye ders verdi ve sandığa gitmedi diye okuyorum. Yani AK Parti’den kopan bu kesimin yarısının tercihinin başka bir partiye yönelmek olmadığı. Bu ilk kanaatim. Veriler çıkınca verileri oturup değerlendirmek lâzım. Geriye kalan %50’nin %30’unun CHP’li belediye başkanlarına, adaylara yöneldiğini, %20’sinin de Yeniden Refah’a yöneldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla burada aslında ortada bir durum var. Ana gövde AK Parti’ye bakıp önümüzdeki 4 yıl boyunca AK Parti’yi izleyecek. AK Parti’nin bundan gereken dersi çıkarıp çıkarmadığına, kendisini düzeltip düzelmediğine bakacak. Buna göre bir sonraki seçimde CHP’ye mi başka bir partiye mi yöneleceğine, yoksa AK Parti’ye mi döneceğine karar verecek. Ama burada bir 10’da 3’ü de CHP’li belediyelere yöneldi, o da biraz önce dediğim kredi verme süreci üzerinden ve bir ödüllendirme duygusu üzerinden. Burada neredeyse en etkisiz elemanın Yeniden Refah’a giden iki puanlık oy olduğunu düşünüyorum. Şimdi biz Yeniden Refah’ın Türkiye genelindeki oyunu da doğru değerlendirmeliyiz. Bence burada, “Yeniden Refah seçimlerde ne yaptı?” sorusunu cevaplarken, büyükşehirlerde aldığı oy oranını göz önünde bulundurmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü seçmenin parti âidiyetini gördüğü, özellikle yerel seçim gibi bir yerde en önemli yer büyükşehirler. Taşrada, Anadolu’da Yeniden Refah’ın aldığı oyların ne kadarını AK Parti’den aday gösterilmediği için Yeniden Refah’a gelen, dolayısıyla da kendine has oyu olan küskün AK Partili ama seçimlere Yeniden Refah kimliği altında giren adayların oyu olup olmadığını bilmiyoruz. Ben o anlamda Yeniden Refah’ın aldığı total oyun henüz Yeniden Refah’ın oyu hâline dönmediğini düşünüyorum. Seçmen burada da Yeniden Refah’a bir mesaj verdi. Yani asıl, Yeniden Refah’ın seçimlerde eğer %3’e yakın bir oy aldıysa, bu seçimde 3 buçuğa çıktı diye okuyorum. 6’yı buldu, 6 civârında bir oy aldı diye görmüyorum. Onun geriye kalanı, adaylar üzerinden gelen Yeniden Refah. Şimdi önümüzdeki dönemde Yeniden Refah da bir sınava girecek o çerçevede. Söylemlerini büyümeye uygun bir şekilde genişletebilecek mi genişletmeyecek mi ona da bakmamız lâzım. Şimdi senin başta verdiğin merkez sağ örneği; merkez sağ buna aldandı, ama bundan gereken dersi çıkarmadı. Çünkü zamânın rûhu artık kimlik partilerine yönelmişti 90’larda. Ve merkez sağ partiler, bu kimlik partilerine yönelen –Refah başta olmak üzere– seçmeni geri getirmeye yönelik bir güçlü siyâset üretemediler, ayrışmalarını bitiremediler, iyi yönetemediler, yolsuzluklarını gideremediler falan. Ama şimdi burada AK Parti de diri olmaya devam ediyor. Yani AK Parti, o dönemin merkez sağ partileri gibi ortadan kalkmış, siyâset üretemeyecek, yeni bir formül üretemeyecek bir atâlet içinde değil. O nedenle de bunun ders olma payı bugün bile %50 hâlâ. Yani seçmenin AK Parti’den kopmadığını, AK Parti’ye bir ders verdiği tezini elimizin tersiyle itemeyiz. Bu, fotoğrafın %100’ü değil; ama en az %50’si bu diye düşünüyorum ben de.

Ruşen Çakır: Şimdi, geleceğe gelmeden önce, bana çok önemli gelen, yakından bildiğim bir olaya değinmek istiyorum. İstanbul’un ilçelerine baktığımız zaman, AK Parti çok ciddî bir şekilde ilçe kaybetti. 13’e düştü ilçeleri benim elimdeki sonuçlara göre. Ve bu 13 ilçenin birkaçı dışında… Bu birkaçı da söyleyeyim sana: Pendik, Fatih, Ümraniye ve Zeytinburnu dışındaki 9 ilçe, yakın zamanda kurulmuş ilçeler. Yakın zaman derken, ben yaşlı olduğum için, 1993’ten îtibâren. Çünkü o târihlerde İstanbul’da yeni ilçeler kurulmuştu ve bir erken seçim olmuştu oralarda, belediye seçimi olmuştu ve Refah Partisi, ilk çıkışı 94 seçiminden önce biliyorsun, çok büyük bir zafer elde etmişti. Bunlar Bağcılar, Bahçelievler, Esenler, Güngören, Kâğıthane gibi ilçelerdi. Şimdi bu ilçeler hâlâ AKP’nin elinde duruyor. Yani Refah’ın o kimlik partisinden kitle partisine doğru yöneldiği zamandaki ilk ilçeler duruyor — ki bunların hepsinde de oyları azaldı ama. Ama bu arada Gaziosmanpaşa gibi, Beykoz gibi elindeki eski ilçeleri kaybetti, çok sayıda ilçeyi kaybetti. Yani bana sanki şöyle bir görüntü veriyor bu — çok zorlama da gelebilir ama: İstanbul’da AK Parti’nin belediye durumu sanki Refah Partisi’nin 90 başlarındaki durumuna benziyor: Daha merkezî yerlerde yok... Meselâ bakıyoruz: Kartal, Maltepe, buraları çoktan kaybetmişti, şimdi ekstradan kaybettiği Eyüp, Sultangazi, Osmanpaşa, Üsküdar gibi yerler var. Beyoğlu var. Meselâ Beyoğlu 30 yıl önce kazanılmıştı, çok büyük bir olay olmuştu ve 30 yıldır duruyordu, şimdi elinden gitti. Yani merkezî ilçelerin hemen hemen hepsinden dışlanmış bir İstanbul — ki Ankara’da da benzer bir şey var, ama Ankara’da Mansur Yavaş faktörü biraz daha farklı olduğu için İstanbul’a daha çok bakıyorum. Böyle bir durum var. Ne dersin?
Hatem Ete: Abi, bu dediğin çok önemli bir şey, çok kritik bir şey. Bence AK Parti’nin önümüzdeki dönemini de etkileyecek çok önemli bir dinamik. Bu iki şeyi gösteriyor. Biz bunu PanoramaTR araştırmalarımızda da görüyoruz. AK Parti demografik olarak, yaş üzerinden bakıldığı zaman da 35-54 yaş aralığında çok yüksek oy alırken, 55 üstü ve 34 altı yaş aralığındaki seçmenden beklediği kadar destek alamıyor. Şimdi bu verdiğin örneklerde, bu daha coğrâfî bir şeye de denk geliyor. AK Parti’nin buradaki en önemli problemi, önümüzdeki döneme yönelik riskli alanı: Yeni sosyolojiyi kaybediyor olması. Bence CHP’nin önündeki en önemli fırsat alanı da bu. Yani büyükşehir ve büyükşehirler içerisinde de merkez ilçelerin kaybı, AK Parti’nin geleceği tüketmeye başladığının işâretleri, tehlike çanları. Yani sosyolojiyi yönlendirecek, Türkiye’nin geleceğini etkileyebilecek ana dinamikleri, ana kulvarları kaybedip; eski Türkiye’nin o ilk endoktrine olmuş kesimlerini elinde tutmaya devam etmesi veya Türkiye coğrafyası üzerinden baktığımız zaman temelde taşraya ve Anadolu’ya sığınmış olması… Bu, AK Parti’nin geleceğine dâir kötü işâretler veriyor. Bu da bence son 6-7 yılın bu güvenlik, beka, retoriksel bir böyle içi doldurulmamış, dinî yorum îtibâriyle bile en irrasyonel metafizik dinî yorumlar üzerinden, medya temsilleri bağlamında böyle olabildiğince ucuz bir kalitesizlikle ortalama şeyin altında duran seçmene hitap eden bir kamusal temsil, AK Parti’yi ana sürükleyici sosyolojiden de kopardı. Bence önümüzdeki dönemde analiz yapılacaksa, en fazla yönelmesi gereken şeylerden birisi bu dediğin şey. Yani ilk endoktrine olmuş yerlerde ya da Türkiye’nin artık taşrası diye bildiğimiz yerlerde varlığını sürdüren bir parti olarak geleceğe yönelik iddialı varlığını sürdüremez. Bu CHP’ye de çok ciddî bir sorumluluk yüklüyor. Yani o anlamda sosyolojik olarak dediğin şeyi çok önemli buluyorum ve geleceğin siyâsetini de etkileyeceğini düşünüyorum. Yani AK Parti bu kurduğu siyâsal denklemi, mühendislik yerine siyâsete yönelmeyi tercih etmediği müddetçe, yani seviyesizlik yerine kaliteye dönmeyi tercih etmediği müddetçe, bence gidişâtı bu dediğin sosyolojiden çekilmeyle devam edecek gözüküyor önümüzdeki dönemde de.

Ruşen Çakır: Peki, bu noktada geleceğe gelecek olursak…
Hatem Ete: Abi, geleceğe gelmeden bir şeyi ihmal ettik, onu da konuşalım istiyorum. Şu 14 Mayıs’tan sonraki milliyetçilikle, şimdi, “31 Mart’tan sonra ne oldu?” meselesine dâir de bir iki şey söylememe izin verir misin? Ondan sonra geleceğe geçelim.

Ruşen Çakır: Tabiî.
Hatem Ete: Şimdi, yani onu sende de gözlemliyorum. Bir iki defa sen de bunu ifâde ettin. 14 Mayıs seçimlerinden sonra, böyle hepimizde bir, “Ne oluyor? Milliyetçilik yükseliyor mu?” duygusu oluşmuştu; özellikle İYİ Parti, MHP ve Zafer Partisi’nin oy oranlarındaki yükselme dolayısıyla. Yani iki tâne riskli alan paralel yürüyordu öngörülerimizde. Bir: “Acaba merkez siyâset azalıyor, radikal siyâset mi yükseliyor?” İki: “Acaba mâkul bir demokrasi ekseninde, merkez siyâset ekseninde buluşma yerine milliyetçilik mi yükseliyor?” duygusu oluşmuştu. Bence bu seçimlerde de biraz bunu test ettik. Yani İYİ Parti, MHP ve Zafer Partisi’nin, eğer sâdece seçim sonuçları üzerinden bakacaksak oy toplamları %10’u bulmadı, 10’un altına düştü. Bu %100’ün üzerinde bir oy kaybı demek. Ama ben o gün de söylediğimde, “Sâdece oy oranları üzerinden bakmamız doğru değil” demiştim. Bu seçimdeki ana dinamiklerde de etkileyici bir siyâsal söylem olarak, bir rüzgâr olarak milliyetçilik tedâvüle girmedi. Bu da bize esâsında, siyâset yapıldığında, projelerle seçmeni iknâ edecek merkez siyâset yükseldiğinde milliyetçiliğin köşesine çekildiğini gösteriyor. Bence bu CHP’ye de AK Parti’ye de çok ciddî bir siyâsal ders imkânı sundu. Yani 14 Mayıs’tan çıkarılacak ders, “Biz biraz daha milliyetçiliğe yamanalım, biraz daha milliyetçileri hoş edelim, milliyetçi söylem retoriği yükseltelim, böyle gidecek önümüzdeki Türkiye” demek ne kadar yanlışsa; şimdi bu seçimde de şu ortaya çıktı: İktidârın da muhâlefetin de asıl başvurması gereken şey, toplumun ortalama genel ihtiyaçlarına hitap eden genel merkez siyâsal söylem, gerçekçi ve sâhici. Onun hâricinde, bu fantastik şeyler, yani milliyetçi söylemler, yani Ümit Özdağ üzerinde tescillenen militarist siyâsal söylemler ve güvenlik söylemlerinin, seçmen başka bir alternatif siyâset bulduğunda çok da geçerli bir krediye sâhip olmadığını gösterdi. Bence bu seçimde bu mevzûyu da ihmal etmeden konuşmamız lâzım diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Demin sormak istediğim tam da şuydu: Erdoğan, oylarının sosyolojisinde merkezden taşraya doğru bu savrulmayı herhalde görüyor. Büyükşehirleri kaybetmesi, en son batıdaki Balıkesir’i, Bursa’yı, Denizli’yi de kaybetti. Manisa’yı da MHP kaybetti ama. Bir tek alabildikleri Hatay – ki o da çok istisnâî bir olay, mâlûm, deprem ve Lütfü Savaş olayı. Onun dışında batıda tamâmen çökmüş bir AK Parti var, tek bir il belediyesi yok ülkenin batısında. Bir tek Kırklareli’de MHP’nin var; bir de Sakarya, Kocaeli var — onları batı olarak alırsak. Peki Erdoğan tekrar merkeze geçebilir mi? Bu yapısıyla, bu söylemiyle, bu ittifak ilişkisiyle, tekrar merkeze, senin söylediğin gibi ortalama vatandaşın beklentilerine yönelik? Bu ne demek? Hukuk devleti demek, demokrasi demek, hak ve özgürlükler demek, otoriterliğin hafiflemesi demek, yani bir yumuşama demek. Ama bu pek olacakmış gibi gözükmüyor açıkçası. Yani öteki tarafta sertleştirip, kendini iyice taşra üzerinden daha kavgacı bir iktidâra da sürükleyebilir.
Hatem Ete: Mümkün. Yani AK Parti’nin geçmişine baktığım zaman, ben iki ana izlek görüyorum. Birinci izlek; bu 2019’daki yenilgisini 2010 referandumuyla aşan ve sonrasında da 2011 seçimlerinde %50’nin sınırlarına ulaşan bir AK Parti tecrübesi var. Hatırlarsan 2009’da %38’e düşmüştü AK Parti ve bu ciddî bir paniğe yol açmıştı. Onun üstüne 12 Eylül referandumunda asıl AK Parti’nin iktidar olmasını, muktedir olmasını sağlayan, vesâyetle mücâdelesinde en önemli eşiği temsil eden bir anayasal referandum sürecine girip %58 destek almıştı. Bu AK Parti’nin siyâsetle kendi sorunlarını çözmesinin ilk örneği. Ben bunu AK Parti’nin geçmişinde yaşadığı sorunları siyâsetle ve demokrasiyle çözmenin en önemli işâret fişeği olarak görüyorum, en önemli pusulası olarak görüyorum. Bu, AK Parti’nin daha önce yaptığı ve tecrübe ettiği bir şey. İkinci olumsuz örnek ise; AK Parti’nin 2019’daki yenilgisini neredeyse tamâmen güvenliğe yönelerek, mühendisliklere yönelerek, 2023 seçimlerini kazanmaya vardırdığı bir yanlış ders olduğunu düşünüyorum. Sonuç îtibâriyle AK Parti 2023 seçimlerini kazandı ve kazandığı için de 2019 yenilgisinden 2023 seçimlerine kadar geçirdiği dönemi muhâsebe etme ihtiyâcı hissetmedi. Bu çalıştı, diye düşündü. “Bakın ben siyâsete de yönelmedim, demokratik bir reforma da yönelmedim, daha iyi bir mühendislikle, muhâlefetin toplum nezdinde kredi kaybetmesini sağlayacak hamlelerle, seçim ekonomisine yönelik popülist hamlelerle seçimi kazandım” diye düşünüp kulağının üstüne yattı. O nedenle şimdi bu seçimde bu kadar savruluyor. Bu da kötü örnek. Şimdi önümüzdeki dönemde bu örneklerden hangisini seçecekleri önemli. AK Parti’nin geçmişinde bu ikisinin de dinamiği var. Yani eğer bundan siyâsete dönerek ve demokrasiye dönerek, bir kere bu 2014’te başlayıp 2018’de zirveye ulaşan ve 2019’da da toplumdan ilk karşı dersini alan güvenlik ve beka parantezini kapatmasının zamânı geldi bence AK Parti’nin. Yani bununla gelinebilecek yere gelindi. 2019-2024 arası tamâmen Türkiye’nin geleceğine bir şey söylemeden, ortalama seçmene umut edeceği, hayal edeceği bir siyâsal dil kurmadan, muhâlefetin kötü performansı dolayısıyla iktidâra duyulan mecbûriyet üzerinden sürdürülen bir iktidar. AK Parti ve Cumhur İttifâkı’nın Türkiye’ye sunduğu, seçmeni heyecanlandıracak bir şeyi yok 2019’dan beri, güvenlik arzı dışında. Şimdi 2024 seçimleriyle bence bir ders alınacaksa bundan bir ders alınması lâzım. Yani 2019-2023 arası dönem değil; 2009-2011 arasındaki o dönem eğer örnek alınacaksa, tekrar mâkuliyete, demokrasiye, reformlara dönülecekse buradan bir dönüş imkânı görüyorum. AK Parti’nin bunu gerçekleştirme potansiyelini de görüyorum. Ama dediğin gibi, mevcut ittifak dinamikleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim alışkanlıkları, bugüne kadar kurulan o tek başına sorgusuz iktidârın sağladığı konfor, 2009’a göre bunu biraz zorlaştırmış durumda. Onun da farkındayım, onu da görüyorum. Ama yine de önümüzdeki dönem bir imtihan AK Parti için. Yani muhâlefet artık eski hatâları yapacak, 2023’teki hatâları yapacak bir muhâlefet gibi gözükmüyor. Dolayısıyla 2028 seçimleri, iktidârın 2019-2023 yılları arasında yaptığı gibi sâdece mühendisliğe ve daha güçlü bir idâreye dayanarak kazanabilecekleri bir seçim olmaktan çıkıyor. Bence bu aynı zamanda iktidar için de bir meydan okuma. Dediğini ben de merak ediyorum, nereye doğru yönelecek ve hangisini tercih edecek? Önümüzdeki dönemin işâretlerini bu verecek bence.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman son olarak da CHP ile bitirelim. CHP çok iyi bir fırsat yakaladı. Anlaşıldığı kadarıyla bu fırsatı kendisine sağlayan dinamikleri anlayıp, kavrayıp ve biraz da cesâretle sürdürürse daha da gelişebilecek bir CHP var, öyle değil mi? Ama Erdoğan’ın olayı sertleştirmesi durumunda ona Erdoğan’ın istediği şekilde cevaplar verirse de o zaman CHP’nin kaybetmesi mümkün. Böyle hızlı bir okuma olarak bunu söylüyorum. Ne dersin?
Hatem Ete: Çok doğru. CHP’nin en önemli sınavı, kendi kimliğinin câzibesine kapılmakla topluma açılmak arasında bir tercihte bulunmak. CHP’nin bugüne kadarki bence en önemli handikapı, diğerleriyle, farklı toplumsal kesimlerle kurduğu ilişkiyi sürekli yüzeysel ve araçsal olarak kurgulamasıydı. Bunu seninle daha önce çok konuştuk. Yani yaptığı açılımlarda hiçbir zaman topluma bir sâhicilik duygusu aktaramadı. Bunu bir siyâsete çeviremedi CHP. Kılıçdaroğlu bu işin mîmârıydı. CHP’de bu açılımı sağladı, bu açılım üzerinden CHP’yi farklı toplumsal çevrelere açılmaya teşvik etti. Fakat bu biraz kendi şahsıyla sınırlı kaldı. Bunu CHP’nin diline, kadrolarına ve siyâsetine tercüme etmekte zorlandı. Kendisi de buna yönelik ciddî bir çaba sarf etmedi. Şimdi ilk defa bence CHP’nin önünde bu sınav çok daha güçlü bir şekilde duruyor. Yani CHP’nin oylarını yükselterek seçim kazanan adayları… Yani daha doğrusu şunu söyleyeyim: Bu seçimi CHP mi kazandı, CHP’nin adayları mı kazandı? Bu sorunun da sorulması lâzım ya da CHP içerisinde hangi tez kazandı bu seçimleri? CHP kimliğine sıkı sıkı tutunup bu kimlik üzerinden CHP’nin büyüyebileceğini düşünen perspektif mi seçimleri kazandı, yoksa toplumla barışıp, toplumsal eklemlenmeyle kendi toplumsal değerlerini kaybetmeden farklı düşünceye sâhip kesimlere de iyi bir yönetim, iyi bir hayat, iyi bir siyâset vaat eden siyâset tarzı mı kazandı? Önümüzdeki dönemde bence bu CHP için çok güçlü bir ders, bir laboratuvar imkânı görecek. CHP kendisini değiştirmek zorunda kalmadan, kendisini diğer toplumsal kesimleriyle eşit bir düzlemde etkileşime sokmadan 2028’de başarıya ulaşamaz. Ben kazandığı her yerde, kazanan aktörlerin bildiğimiz CHP profilinden daha farklı bir profil çizdiği için toplumda bir kabul gördüğünü düşünüyorum ve CHP’nin yeni yönetiminin de bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde en önemli şeylerden birisi de CHP’nin yeni bir siyâset kurgulaması. Yani bu kendisine kredi veren %30’luk seçmeni elinde tutacak, AK Parti’ye gitmemiş, evinde bekleyen %7-8’lik kesimin de oyunu talep edecek yeni bir siyâset ortaya koyabilecek mi, koymayacak mı? Bunu başarabilirse, 2028’e yürürken iktidârın mühendisliklerine karşı da güçlü bir bağışıklık kazanmış olacak diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet Hatem, çok sağ ol. Hemen hemen her şeyi konuştuk. Çok teşekkürler. Daha konuşacak çok şey var. Çok şey değişecek. Onları da ilerideki yayınlarda konuşuruz. Çok teşekkürler.
Evet, PanoramaTR’den Hatem Ete ile “CHP neden ve nasıl kazandı ve bundan sonra ne olabilir?” sorularını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizleri de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı