Haftaya Bakış (209): 31 Mart sonrası Türkiye

05.04.2024 medyascope.tv

5 Nisan 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba. İyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can, Kadri Gürsel ve ben, 31 Mart yerel seçimlerini, ama asıl olarak, bundan sonrasını konuşacağız. Hoş geldiniz arkadaşlar.
Gürsel-Can: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Kadri, seninle başlayalım. Aslında iki temel soru var: Birincisi, iktidar ne yapar? İkincisi, “muhâlefet” demiyorum artık, CHP ne yapar? Belki DEM Parti de. Ama onların dışında muhâlefet olarak fazla bir aktör yok. Yeniden Refah Partisi’ni nereye koyacağımı kestiremiyorum. Muhâlefet demek gerekir herhalde.
Kemal Can: Bence gerekmez. Blok değiştirmiş bir seçmen değil o. 

Ruşen Çakır: MHP’yi de katarsak, 1 Nisan’dan îtibâren başlayan sürecin beş aktörü var. Ama en önemli aktör CHP. En önemli sonuç, CHP’nin Ecevit’ten bu yana ilk defa birinci parti olarak çıkması ve AKP’nin de ilk defa birinci parti olamaması. İktidar yanlıları, “CHP oyunu artırmadı; bizimkiler sandığa gitmedi” diyor, ama rakamlar hiç de öyle değil. Oldukça fazla oy artışı var. Bu da “kutuplaşma” dediğimiz farklı mahalleler, “geçişkenlik yok” gibi teorilerin büyük ölçüde aşıldığını gösteriyor. Meselâ Adıyaman’da CHP’nin kazanabilmiş olmasının bir anlamı var. Her ne kadar aday parlak olsa da, CHP adayı sonuçta.
Kadri Gürsel: Şeytanlaştırma, toksik ötekileştirme, zararlı bir varlıkmış gibi gösterme politikası, propagandası artık çalışmıyor.

Ruşen Çakır: Meselâ Ahmet Davutoğlu seçim değerlendirmesi yapmış, onun metnini okuyorum. Hâlâ eski Türkiye’nin diliyle konuşuyor. Anladığım kadarıyla sonuçtan çok memnun olmamış. Erdoğan’ın seçim sonrası söylediklerini hayâta geçirmesini arzu ediyor: Özeleştiri vs.. CHP’ye daha ilk günden, jakoben laikçi uygulamalara dönerseniz şöyle olur, belediyelerde yolsuzluk olursa böyle olur diyor. Böyle garip bir yerde tıkanmış kalmış. Önce şunu konuşalım istiyorum: Erdoğan ne yapabilir? Ne yapmak ister? Meselâ Van’da bir tür prova yaşadık. Van’da DEM Parti’nin seçilmiş adayı için “Sen seçilmiş olabilirsin. Ama ben devletim. El koyarım” dedi. Halktan çok ciddî bir reaksiyon geldi. Yüzde 55 oy almış bir aday var. Partisi ve diğer partiler –CHP dâhil– geri adım atmak zorunda kaldılar. 
Kadri Gürsel: Hattâ seçimden iki gün önce, adayın seçilme haklarının iâdesini geri almışlar.

Ruşen Çakır: Ama biz bunu seçildikten sonra öğrendik.
Kadri Gürsel: Netîcede Van’daki hâdisede, taraflar birden fazla. Yerel gazeteciler ve Ankaralı gazetecilerin iyi araştırılabileceği bir konu olduğunu düşünüyorum. İlk yargı hamlesinin iktidârın hangi kanadından geldiğini araştırmalılar. Sonrasında oluşan büyük tepki üzerine, 2015’ten beri iktidârın özenle ayırmak istediği Türk muhâlefeti, Türk solu, Türk ana muhâlefeti ile Kürt hareketi arasındaki işbirliğini, destek ve dayanışmanın ortaya çıktığını görür görmez bunu hemen söndürmek gereğini duydular ve YSK devreye girdi. Bu yasaklama karârını alan, mazbatayı vermeyen irâdeyle, YSK eliyle o mazbatayı sâhibine iâde eden irâde, farklı irâdeler olabilir mi acaba? Geri adım atan Saray mı, yoksa attıran mı Saray? Bu bir soru işâreti olarak duruyor.
İzin verirsen, bu haftaki programa bir küçük selâmlaşma faslı ile başlamak istiyorum. Seçim akşamı Özer Sencar’la kısa bir yayın https://medyascope.tv/2024/04/01/rusen-cakirin-konugu-istanbuldaki-farki-bilen-ozer-sencar-ekrem-imamoglu-nasil-bu-kadar-farkli-kazandi/ yapmıştın. “Kadri Gürsel ile selâmlaşacağız” demişti. Niye bana selâm yolladığını kısaca anlatayım. Ben Özer Bey’in selâmını geri çevirmiyorum. Selâmlaşmak zaten işteş fiildir. Tek kişi selâm gönderse bile, karşısındaki almazsa selâmlaşma olmaz. Ben alıyorum selâmını. Tabii ki selâmlaşmaya ne mânâ yüklediğini bilerek alıyorum. Benimkisi de ona uygun bir selâm olacak.
Sen o akşam programı kapatırken Özer Bey’e, “Her seferinde kapanışta bana bir sürpriz yapıyorsunuz” diyorsun. O artık aranızdaki samîmiyet ve yakınlıktan ileri gelen bir şey. Özer Bey de anlıyor, ama belli ki hazırlamış. Türk yayıncılığında, programı bitirmeden öce, kapanışta “lâf sokuşturmak” diye bir defo vardır. Televizyonlarda da vardır bu. Süre kalmaz, kapanır, biter. Programı kapatmadan önce Özer Sencar, “Bence siz özeleştirinizi yaptınız” diyor sana. Sen de gülerek bir tepki veriyorsun. Sonra devam ediyor Özer Bey: “CHP’li aydınlardan özeleştiri yapmayanlar var. Meselâ Kadri Bey. Özeleştiri yapmayanlarla, sürekli, bir şekilde selâmlaşacağız” diyor. Sen de gülerek “tamam” diyorsun ve program bitiyor. Bir şekilde selâmlaşacakmış benimle. Hadi bakalım, başlayalım.
İspat edemem ama, Özer Bey'in benimle selâmlaşma isteği tamâmen kişisel. O da şuradan kaynaklanıyor: 16 Nisan 2023’te, Özer Bey MetroPOLL Araştırma’nın Nisan ayı sonuçlarını yayınladı. Topladıkları zaman 100 üzerinden 102,5 çıkıyordu. Hatâ yapmışlar yani. Yüzdeler şaşmış, 102,5 çıkıyor. Ama benim dikkatimi çeken başka bir şey vardı. 2018’de AK Parti Parlamento seçiminde %42,5 almıştı. 2023 seçiminde %40,1 gösteriyordu. Ben de şöyle bir tweet attım: “AKP’nin 2018’den beri sâdece %2 oy kaybettiğini ileri sürebilmek için ne yapmak lâzım? Bu nasıl mümkün olabilir? Özer Sencar’ın 2023’ün Adil Gür’ü olma ihtimâli yüzde kaçtır?” dedim. Özer Bey de bu tweet’i gördü ve cevap verdi. Sonuçta, 14 Mayıs 2023’te AKP %36,30 oy aldı. Aslında, AK Parti 6,5 puan erimiş. Özer Bey o Nisan ayı anketinde yanılmış. Aynı ankette MHP’yi %5 gösteriyor, ama MHP %10,1 aldı. Şimdi Özer Bey’in yaptığı bu iş için kendisinden özeleştiri istemiyoruz. Özer Bey’in bir terâzisi var, o terâzi hileli olabilir. O terâzi isterse yanlış da tartabilir, doğru da tartabilir. Terâzisi doğru tarttı diye Özer Bey’i alkışlamıyorum ben. Denekleri doğru seçersen, deneklerin seni aldatmasına izin vermezsen, dağılımı güzel yaparsan, doğruyu da bulursun. Özer Bey, İstanbul seçimlerini bildiği için kendisine bir moral üstünlük atfederek ondan bundan özeleştiri istemeye kalkıyor. Bir kere bu haddini bilmezliktir; önce bir haddini bilmesi gerekir. Özer Bey işini yapsın. Zâten işini doğru, güzel yaparsa bütün takdir ve övgüler Özer Bey’e gider. Kasım 2015 seçimlerinde MetroPOLL dâhil bütün araştırma şirketleri ağaca çıktı. Dokuz puan yanıldılar. AKP’yi %41-42 bandında gösterdiler. AK Parti %49-50 aldı. O zaman “Yanıldık” dediler. Eh yanıldınız, ne yapalım? Bir daha bu işi yapmamanızı istemedik sizden. Yanılmalarının nedenleri vardı.
Ben anketçilerin siyâset mühendisliği yapmalarına fena hâlde öfkeleniyorum. Siyâset mühendisliği yapmayın, anketlerinizi bu amaçla kullanmayın. Bugün Türkiye’de çok ilginç örnekler var. Misal, bir anketin terâziyle doğru tartarak elde ettiği sonucun yarattığı güvenilirliği, bir sonraki seçimde piyasaya çıkarıp onu çeşitli menfaatlere tahvil eden bir zihniyet var. Gerçekten çok yozlaşmış bir ortam var. Medyadaki ahlâkî yozlaşmadan çok daha fazlası anketçilerde var. İstisnâlar vardır elbette, ama genelleme yapıyorum. Pazar akşamı seyirciler, “Kadri Bey, sizin için böyle böyle diyorlar” dediler. Ben orada selâmı almadım. Çünkü tamâmını izlemem lâzımdı. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” diyerek haddini bildirmek ve hesaplaşmaktan kastettiğim Özer Bey’di. Seyirciler değildi tabiî ki. Bu selâmlaşma kısmını kapatıyorum.
Özer Bey yine aynı yayında diyor ki: “İmamoğlu 2028’de seçimi alırsa, önümüzdeki 20 yılın başkanı olarak ortaya çıkar”. Yani İmamoğlu’na kesintisiz yirmi yıl Türkiye’yi yönetmeyi vaat ediyor. Birincisi: Bu ne demektir? Böyle bir şey hangi şartlarda mümkün olabilir? İmamoğlu’na despotluk, otokratlık vaat ediyor. İkincisi: “İmamoğlu, Erdoğan kadar güçlü bir lider” diyor. Neden İmamoğlu’nu Erdoğan’la kıyaslıyorsun? Burada da durmuyor. “Cumhuriyet târihinin üç önemli lideri Atatürk, Erdoğan ve İmamoğlu’dur” diyor. İmamoğlu’nu, Atatürk ve Erdoğan’la kıyaslamak çok büyük bir haksızlıktır. Üçüncüsü; “İmamoğlu kazanırsa önünde iki yol var: Ya parlamenter demokrasi ya da bugünkü sistem aynen devam eder” dedi. İmamoğlu iktidârı aldı, devleti de kontrol etti diyelim. “İstanbul’un gelmiş geçmiş en demokrat belediye başkanı olacağım” diyen İmamoğlu’nun, bugünkü sistemin devam etmesi hâlinde, iki yıl içinde despot ve otokrata dönüşmesi kaçınılmaz olur.
İmamoğlu’nu Atatürk’le kıyaslamak, “20 yıl başımızda başkan olarak kalacak” demek, gücünü kıyaslamak... Bunlar yalakalıktır. İmamoğlu yalakalığına ne İmamoğlu’nun ne onun seçmeninin ihtiyâcı var. Yalakalığın muhâlefette yeniden üretilmesine ihtiyâcımız yok bizim. Kamuoyu anketçileri yalakalık olmadan da kamuoyu anketçiliği işini yapabilir, gazeteciler de gazeteciliğini yapabilir. Hiçbir araştırma Özer Sencar’a bu yalakalığı yapma hakkını tanımıyor. İstiyorsa selâmlaşmaya devam ederiz. Heybemde daha çok şey var. Hepsini bitirmedim. Ben pas geçmiş olayım.

Ruşen Çakır: Tamam, bu konuyu burada bitirelim. İkiniz de isterseniz benim moderatörlüğümde tartışırsınız. Kemal, soruyu tekrar sorayım.
Kemal Can: Ben soruyu unuttum.

Ruşen Çakır: Erdoğan ne yapmak ister? Ne yapabilir? Tabiî Van olayını da düşünerek değerlendir.
Kemal Can: Erdoğan her zaman iktidarda kalmak ister. Bu önceden de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle. Erdoğan’ın bütün hareket rotasını belirleyecek şey ne yapacağına ya da ne yapmayacağına karar vereceği şey, bu konudaki önceliği, kendisini iktidarda tutacak seçeneği. Bazen yanlış bir seçeneği kendisini iktidarda tutacak olan seçenek zannedebilir. Hatâ da yapıyor olabilir. Ama sonuçta “Niye yaptı?” sorusunun cevâbı çok karışık değil. Erdoğan için bu sorunun cevâbı daima: “Onu iktidarda tutacak şeyi yapmak ister”. Bunun cevâbı çok net.
Peki, ortaya çıkan bu tabloyu nasıl okuyor? Kendisini iktidarda tutmaya devam edecek şeyi nasıl süzmeyi düşünüyor ya da bunun ne olacağını düşünüyor? “Erdoğan sonrası” meselesi seçimden önce konuşulmaya başladı. 2018’de de vardı hatırlarsan. Hattâ burada da konuşmuştuk. Birileri böyle bir şeyi çok ısıttı. Erdoğan’ın bile böyle bir tasarının parçası olduğu iddiası ortaya atıldı. Şimdi de yavaş yavaş “onurlu çıkış” gibi kavramlar etrâfında böyle şeyler konuşuluyor. Ben bunu çok gerçekçi bulmuyorum. İlk işâretler de bunu doğrulamıyor. Balkona çıkıp yaptığı konuşmada MYK’sından planlı olarak sızdırdığı değerlendirmeleri, yine sorunu kendi dışında ârızî bir mesele olarak konumlandırdığını –lâf arasında “ben dâhil” diyor ama–, ne bu yenilgi üzerine yapılan tartışmalarda ne de kendisinin îmâ ettiği şeylerde, “benim de sorumluluğum var” dese bile, bu bir hatâ îtirâfı değil. Yeniden bir büyüklük gösterisi.

Ruşen Çakır: Ya da hatâyı yeterince görememek ve zamânında müdâhale edememek. 
Kemal Can: Evet. Hatâ kendi yaptığı bir şey değil, hatâlıları yanlış yerlerde kullanmak gibi bir şey. Bu, çok kullanılan, aslında hatâyı kendinden uzaklaştırmanın kolay yollarından biridir. Gündelik hayatta da herkesin müracaat ettiği basit bir savunma mekanizmasıdır. O konuşmada bu meseleyi bir ârızî, konjonktürel, geçici bir mesele olarak konumlayıp, bunun çârelerini üretme penceresi.
Kadri’nin biraz önce söylediği, “Hangi kanatlar devreye girdi? Aynı kanatlar mı aynı hamleleri yapıyor?” meselesi açısından baktığımızda, Devlet Bahçeli ve Mehmet Uçum gibi iki örneğimiz var. Van vesîlesiyle ve Bahçeli’nin daha önce Erdoğan’a söylediği, “Bizi bırakamazsın” mesajı ile işâret ettiği bir şey var. Erdoğan “Beni iktidarda ne tutacak?” diye düşünür ve ona göre adım atar. Ama diğer kanatların, hattâ zaman zaman Erdoğan’la çatıştığı, çeliştiği iddia edilen kanatların bir kısmı açısından da, Erdoğan’ı orada tutmak bir öncelik gibi duruyor. İki nedenle öyle duruyor. Çünkü bu iktidârın tabanının, tutulamaz biçimde hafif sızma, yavaş yavaş erime gibi değil, boşalma şeklinde krizinin bir taban sonucu vermesi ihtimâli doğdu. En azından bunun işâreti doğdu.
Kadri Gürsel: 2023 ve 2024’te alınan oy sayısı mukayese edildiğinde korkunç bir tablo var. 19 milyondan 13 milyona düşüyor.
Kemal Can: Bir de seçmen oranı da artmış durumda. Oy artışını da hesâba katarsak, Cumhur İttifâkı’nın kaybı, sayı olarak 7-8 milyona varıyor. Yüzdeler üzerinden konuşuyoruz, ama katılımlar eşit olmadığı için yüzdelerin yanıltıcı bir tarafı var. Yani az oy alan partinin de yüzdesi, olduğundan yüksek görünüyor. Baktığın zaman, daha önce iknâ edebildiği 7-8 milyon insanı iknâ edememenin bayağı bir karşılığı var. Şimdi bunu herkes görüyor. Dolayısıyla iktidarın diğer kanatları da, Erdoğan’a kendi dediklerini yaptırmak isteyen ya da Erdoğan’ın iktidar ittifâkının bir parçası olarak diğerleriyle çatışma hâlinde olanlar açısından bile, şu anda böyle krizli bir tablo ortaya çıkmış ve bu krizin büyüme istîdâdı gösterdiği net biçimde ortaya çıktığında, bu iktidârın –eğer kalmak istiyorsa; Erdoğan tabiî ki kendisi için iktidarda kalmayı hedefler, ama diğer kanatlar için de bu iktidârın iktidarda kalması gibi bir önceliği varsa–, Erdoğan’dan başka kullanabileceği başka bir enstrümanı yok. Çünkü çok önce başlayan yapısal krizi, başkanlık sistemiyle birlikte iktidârı şahsîleştirirken kullandıkları kart, diğer imkânları, “teşkîlât”, “dâvâ”, “yeniden bir açılım” ya da iddia edildiği gibi “yumuşama” gibi yolları kapattı. Şu anda iktidârın neredeyse tek oy toplama aracı Erdoğan. O da 2024 îtibâriyle tekledi. Zâten Erdoğan’ın kampanyasında da gördük; ne oy aldıysa, bu Erdoğan’ın oyu. Bunu AK Parti yorumcuları da kabul ediyor. Kaybedilen oy başkalarının, ama alabildiği oy Erdoğan’ın. Böyle bir perspektiften baktığın zaman, Mehmet Uçum’un, bu iktidârın artık ortağı hâline gelmiş olan devleti de işin içine dâhil ederek söylediği… “AK Parti mi devletleşti? Parti devletine mi dönüştü?  Devlet mi bir partiyle iktidar ortaklığı yapıyor?” tartışmalı bir şey. Bunda farklı yorumlar var, ama Uçum’un söylediklerinden anladığımız; devlet adına aldığını söylediği ve devletin de aldığını îmâ ettiği notlar, bize bundan sonraki yol haritasının hiç de öyle “onurlu çıkış”, “yumuşayarak toparlanma”, “hatâları görme” gibi bir durum olmayacağını gösteriyor. “Hatâ” dedikleri şey, seçimi kaybettiren taktik meseleleri.

Ruşen Çakır: Mehmet Uçum meselesine tek tük îtirazlar gelmeye başladı AKP içerisinden. Orhan Miroğlu yazdı, eski milletvekili Aziz Babuşçu yazdı. Başka başka isimler de çıkıyor. Ben orada şöyle bir benzetme yaptım. Çok ısrarcıyım o konuda. Biliyorsunuz Mehmet Uçum eski TKP’li. Onun şu anda verdiği tepki, Doğu Bloku’nun çöküşünde nomenklaturanın verdiği, “Halk böyle istiyor olabilir, ama devlet var” tepkisi. Milletin karşısına devleti çıkartıyor.
Kemal Can: Beka dâvâsından îtibâren bu böyle zâten. Beka dâvâsı ana çapa olduğundan îtibâren bu böyle.

Ruşen Çakır: Tamam, ama bunu böyle açık tanımlaması, devleti yazarken D'yi büyük harfle yazması. Birçok şeyinden rahatsız oldum. Meselâ Van’da başkanlığı kazanan adaydan bahsederken “Kişi” diyor. Kişi kim? Abdullah Zeydan. Yüzde 55 oy almış siyâsetçiye “kişi” diyor. Adını söylemeye yüksünüyor. Sonuçta bunların en büyük iddiası ne? “Biz devletiz. Milletin hizmetkârıyız.” Bu kişi o hakkı nereden buluyor? Erdoğan onu atadığı için buluyor. Herhangi bir seçime mi girdi? Mülâkata mı girdi? Hayır. Büyük bir ihtimalle Erdoğan’a birileri onu tavsiye etti. Normalde kendi doğal çevresinden de değil. Dışarıdan, yani devşirme. Zâten tabanı yok. Ondan sonra da %55 oy alıp başkanlığı kazanmış Abdullah Zeydan’dan “kişi” diye bahsediyor. O “kişi” kendisi, devlet. Devleti “Millî Devlet” diye târif ediyor ve devletin kaydettiğini söylüyor. “Bu seçim sonucunu, Türkiye’yi Batı’nın egemen güçlerine peşkeş çekmek isteyenler…”
Kadri Gürsel: Tam metni okuyabilirim istersen, bende var: “İktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neoliberal zehir ile zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin, Van olayında aldıkları tutumlarının kaydedildiğini herkes fark eder” diyor. Neoliberal zehir ne? Bir defa kavramlar tamâmen yanlış kullanılıyor. Neoliberalizmle hiçbir alâkası yok buradaki durumun. O çok başka bir şey. Belki liberalizmle alâkası olabilir.

Ruşen Çakır: “Zihinlerini Batı’ya teslim etmiş olanlar” deyince…
Kemal Can: Başka destek alabilmek için onu kullanıyor.
Kadri Gürsel: Orada îmâ başka. Başka bir adres.

Ruşen Çakır: Yıkılan Doğu Bloku ülkelerinde, Polonya’daki Komünist Partisi Genel Sekreteri ya da Çekoslovakya –ki artık öyle bir ülke yok–, “Batı’nın komplosu” diyordu. Şimdi aynı şeyi buraya taşıyor. Çöken bir şey var. Millet bir şeyden artık vazgeçiyor, kabuğunu kırıyor. Onun karşısına devleti çıkartıp, “Siz millet olabilirsiniz, ama durun bakalım burada devlet var” diyor. Şimdi burada iki tâne seçenek var. Erdoğan “Devlet” mi diyecek, yoksa gerekirse milleti devletle mi terbiye etmeye kalkacak? 
Kemal Can: Ben sana tam bu örnek üzerinden bir şey söyleyeyim. Eğer Uçum üzerinden konuşuyorsak; Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay krizi sırasında, hatırlarsan, Bahçeli’nin çıkışları sonrasında, Erdoğan’ın aslında tamâmen başka bir şey düşündüğü, bu süreçten rahatsız olduğu, hattâ daha ileri giderek, kanıtlamadan bilgi serdetmeye meraklı arkadaşlar, başka bir formülün hazırlandığını bile söylediler. Sonra yine bu Uçum çıktı dedi ki: “O iş öyle değil. Yargıtay haklıdır. Anayasa Mahkemesi’nin karşısında direnç gösterilmesi gereklidir.” Sonrasında Erdoğan, Can Atalay’ı suçlayarak bu sürecin doğru olduğunu, Anayasa Mahkemesi’nin karârına karşı çıkılması gerektiğinin doğru olduğunu söyledi. Ben sâdece böyle bir şeyi de buraya hatırlatarak koymak istiyorum.

Ruşen Çakır: Ben şunu ya da bunu seçecek demiyorum. Sonuçta AK Parti, Millî Görüş’ten gelme, ana gövdesi hâlâ İslâmi olan bir yapı. Böyle kritik bir anda burada birisi çıkıyor ve oraya bir yön çizmeye çalışıyor. Bu kişinin bu hareketle hiçbir alâkası yok.
Kadri Gürsel: Mehmet Uçum’un bu tür çıkışları ilk değil. Daha önce çok sayıda böyle çıkışı var. Ayar vermeye yönelik, hat çekmeye yönelik. Bunlar hiçbir zaman Saray’da veya o çevrede ya da Saray’ın medyasında tepkiyle karşılanmadı. Bu, Mehmet Uçum’un bireysel tutumu değil. Mehmet Uçum bunu onay alarak yapıyor. Saray’daki tutumun sözcüsü. Mehmet Uçum hiçbir zaman Saray’daki hâkim irâdenin hilâfına hareket edemez. Burada bir onarım gayreti var. Onarım gayreti de şu: “Van'da YSK Zeydan’a mazbatayı geri verdi, ama sakın bu bir güçsüzlük sayılmasın, zannedilmesin. Sakın bunu yanlış anlamayın. Güçsüz olduğumuzu düşünmeyin. Güç yitirdiğimizi düşünmeyin. Sizin tepenize binmek için lâzım olan irâde ve donanım bizde var” diyor. Bitirirken, son söz olarak da, daha önce söyledikleri ile tamâmen tenâkuz, çelişki hâlinde olarak şöyle demiş: “İyi niyetli ve hakîkî demokrat olan hiç kimse Türkiye’nin 2024 yerel seçimlerinin dünyaya demokrasi dersi verdiğini asla inkâr edemez. Van seçiminde YSK karârı bu dersin etkili örneklerinden biridir.” Bütün bunları söyledikten sonra bu son cümleyle bitirmesi, aslında bunun arkasında kendilerinin olduğunun da ifâdesi. “Saray’ın da bu yönde bir irâdesi var, ama dikkat, ayranınız kabarmasın” diyor. Fakat burada dünyaya demokrasi dersi verdiği ise tam bir otoriter rejim mantığı içinde tezâhür eden bir yaklaşım. Diyor ki: “Biz yenilgiyi kabul ettik. Otoriter rejimler yenilgilerini kabul etmezler, bırakmazlar, gitmezlerdi. Ama bak, biz yenilgiyi kabul ettik. Ders verdik.”  Yenenlerin ders verdiğini söyleyecek hâli yok.

Ruşen Çakır: Kadri, “CHP ne yapabilir, nasıl yapabilir?” Meselesine geçelim. Önünde çok büyük bir fırsat var. Oyu acayip arttı. Hitap ettiği kesimler çok arttı. Sakarya, Kocaeli, Kırklareli ve Hatay’ı saymazsak, batıdaki bütün büyükşehirleri aldı. Balıkesir, Bursa, Manisa, Denizli’yi de ekledi. Karadeniz’de Giresun var. Doğuda Adıyaman var. İçeride Kırıkkale var, Kastamonu var, Bartın var, Zonguldak var. Bunların bir kısmını MHP’den aldı.
Kemal Can: Zonguldak sürpriz değildi aslında.

Ruşen Çakır: Olsun, ama yeni aldı.
Kadri Gürsel: Bartın da çok önemli.

Ruşen Çakır: Bartın’ı MHP’den aldı. Kütahya'yı aldı. Afyon’u aldı. Acayip bir şey. Bu arada Ardahan’da mazbatayı CHP’ye vermişler. Seçim yenilenecek deniyordu, karar iptal edilmiş, mazbatayı CHP adayına vermişler.
Kadri Gürsel: Bir anekdot anlatmak istiyorum. Biraz keyiflenmek istiyorum artık müsaadenizle. 2014’te CNN Türk’te “Dört Bir Taraf” programını yapıyoruz. Beşinci taraf olarak da Abdulkadir Selvi eklenmişti. Ben bir gün programda Abdulkadir Selvi’ye takıldım: “Abdulkadir Selvi, senin CHP’ye ikide bir ‘kumsal partisi’, ‘kıyı partisi’ diye hakaret edip aşağılamanın nedeni ne olabilir acaba? Aşağılık kompleksinden mi kaynaklanıyor bu? Sen yoksa yüzme bilmiyor musun? Yüzme bilmediğin için mi bu partiyi ‘kıyı partisi’ diye aşağılıyorsun?” dedim. Bu minvalde bir şey söyledim. Hiç düşünmeden şöyle cevap verdi. Belli ki kafasında, zihninin altında yer etmiş. Hiç düşünmedi, sâniyesinde cevap verdi. Çok zeki olduğundan değil. Onun arkasında zihinsel arka planı olduğu için. “Kaçarken yüzersiniz” dedi. Bunu demiş bir adam. Nereden nereye. Yani bizi… Bizi derken, Türkiye’nin laik, cumhuriyetçi, sol, demokrat kesimini… ki artık büyük bir kesim böyle.

Ruşen Çakır: Bu hangi seçimdi?
Kadri Gürsel: 2014 yılında oldu bu. Program zaten Haziran ayında bitti.

Ruşen Çakır: Yerel seçim miydi?
Kadri Gürsel: 2014’te iki seçim oldu.
Kemal Can: Hem cumhurbaşkanlığı seçimi hem yerel seçim yapıldı.
Kadri Gürsel: Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce kapatıldı program.
Ruşen Çakır: CHP’nin başında kim vardı?
Kadri Gürsel: Kılıçdaroğlu vardı. 2014 yerel seçimine gidiliyordu.
Kemal Can: Ekmeleddin senesi işte.
Kadri Gürsel: Evet. Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’ydu. CHP İstanbul adayı da Mustafa Sarıgül’dü.

Ruşen Çakır: Anladım. Deniz Baykal’ın bana söylediği şeyi hatırladım: “Kazanamazsam Rodos’a kadar yüzerim” demişti. Biliyorsun kazanamadı. O bir önceki seçimdi.
Kemal Can: Ben hatırlıyorum Kadri’nin söylediğini. Sosyal medyada da bu dolaşmıştı.
Kadri Gürsel: Şimdi yüzerek kaçmak değil, tam tersine, İç Anadolu kırmızı oldu. İnanılmaz bir şekilde o sâhiller İç Anadolu’nun içine kadar geldi. Târihsel bir dönüşüm var.

Ruşen Çakır: Türkiye’nin gayrisâfî millî hâsılasının en yoğun olduğu belediyeler CHP’de. Türkiye’nin en dinamik kesimi. Peki ne yapacak bundan sonra?
Kadri Gürsel: Özgür Özel’in açıklamasında iki önemli nokta var: Birincisi, bu oyları kesin konsolide, cepte olan oylar olarak görmediklerini ve bu oyları kazanmak için, bu oylara, bu teveccühe lâyık olmak için üzerlerine düşen her şeyi yapacaklarını söylüyor. Bunu söylemek, bunu görmek önemli. Benim en büyük korkum şudur: CHP’nin, bu 12-13 puanlık yükselişini, %25’lerden %38’lere olan yükselişini, kendi politikalarının doğruluğunun bir kanıtı olarak göstermesi ve kendisini doğrulanmış kabul etmesi ve hiçbir değişim yapma gereğini duymaması. Bir kere şunu kabul edelim: CHP’de değişiklik oldu; ama ben hâlâ ısrarlıyım, değişim olmadı. Değişimin bundan sonra olması lâzım. Artık seçmen, halk, millet, CHP’yi değişime zorladı. Sırtına öyle bir yük bindirdi ki CHP’nin, öyle bir sorumluluk bindirdi ki, CHP bu mesajı doğru okuyup buna doğru reaksiyon vermekle yüz yüze. Bu bir görev CHP için. Bunu doğru okumak lâzım. Bunu alıp cebine koyamaz CHP. 
Dolayısıyla, birincisi, örgütlenme tarzını, anlayışını ve siyâset etme tarzını değiştirmesi lâzım. Bu kitlesel enerjiyi içselleştirmek, soğurmak –yatıştırmak demiyorum, Kılıçdaroğlu yapardı onu–, bunu canlı tutmak, bu desteği politize etmek, örgütlü kılmak ve gündelik, barışçıl, demokratik eylemlilik ekseninde bu teveccühü, bu yönelimi dâimî kılması lâzım. Bunu nasıl yaparlar? Onu ben bilemem, ama bunun yapılması lâzım.

Ruşen Çakır: Belki Kemal biliyordur.
Kadri Gürsel: Tartışılır tabiî. CHP’ye “Şunu yapın, bunu yapın” denmez. İkincisi, İmamoğlu, “CHP’de değişim olduğu için bu oylar yükseldi” diyor. Ben katılmıyorum. Değişim, tam tersine Türkiye’deki cumhuriyetçi, demokrat ve laik tabanda oldu. Onların yönelimi değişti. İyi anket yaparak, seçim politikaları ve parti siyâseti yönetmek mümkün değil. Anketlerle olmuyor bu iş. Anketleri yönetebilirsin. İyi siyâset yaparak anketleri değiştirirsin. CHP’nin bugünden tezi yok, çıkıp “Ben, Millet İttifâkı’nın güçlendirilmiş parlamenter demokrasi hedefine bağlıyım” demesi lâzım. Yoksa şunun akıllardan silinmesi lâzım: CHP’nin bundan sonraki adayı her kim olacaksa, onu parlamenter demokrasiye geçiş programıyla bağlaması lâzım CHP genel merkezinin. Ne kadar sürer bu? Çünkü Millet İttifâkı’nda iki yıllık bir geçiş süreci öngörülüyordu. İki yıl içinde yapılacaktı bu. Şunu kabul etmek lâzım ki, eğer devleti kontrol edebilmeyi başarırsa, bu sistem, en demokrat insanı bile iki yıl içinde bir despota, neredeyse diktatöre dönüştürür. O yüzden bunun olmaması gerekiyor.
Ruşen Çakır: Kemal Bey, Kadri Bey söyleyemedi ama, sen mutlaka biliyorsundur. Ne yapmalı CHP?
Kadri Gürsel: Söyleyemedim değil, söylemedim.

Ruşen Çakır: Söylemedin işte.
Kemal Can: Ben de söylemeyeceğim. Çünkü siyâsetin çok akıl vereni var.
Kadri Gürsel: Hele CHP’nin, değil mi? 
Kemal Can: Siyâset çok uzun bir zamandır, yapılmayan ama üzerine konuşulan bir şey. Üzerine konuşulan şeyin de aslında ne kadar siyâset olduğu ayrı bir tartışma konusu. O yüzden, bizim yaptığımız işin, gazetecilerin ve yorumcuların ne yazık ki çoğu, hattâ bizi dinleyenlerin de çoğu böyle bir alışkanlığa girdikleri için, bizi de ya öyle görmek istiyorlar ya da öyle görmedikleri için eksik buluyorlar. Kimseye akıl vermek değil de kendi gördüğümüz şeyi anlatmak lâzım. Herkesin aklı kendine yeter. O yüzden, ben bir yol haritası değil ama gördüğümü anlatmak için şunu söylemem lâzım: Erdoğan iktidârının, AK Parti’nin 20 yıldır süren ve birçok insan için, üstelik muhâlefetteki birçok insan için değişmez kader gibi algılanmasına neden olan birkaç şey vardı. Birincisi, o haritanın sarı badanası. İkincisi, birinci parti çapası. Üçüncüsü, muhâlefetin ana aktörü olan CHP’nin, yer yarılsa, gökyüzü aşağı inse %25’i geçemeyecek bir kültürel barajının olduğu iddiası. Bu üçü, iktidârın sürekli kullandığı, ama muhâlefette de en kolay satın alınan, o akıl verenlerin de ikide bir, sosyolojiyle, anketle besleyerek tekrar tekrar ürettikleri bir hakîkat gibi önde duruyordu.
Şimdi bu seçimde, bu üçü de sayısal olarak değişti. Bunun kalıcı olmadığını iddia edenler çıkabilir. Kalıcı olmama riskinin de olduğunu zâten teslim etmek gerekir. Ama bunun değişmez kader olduğu iddiası büyük bir sarsıntıya uğradı. İktidar için bunun kullanılabilir olması zâten ortadan kalktı. Muhâlefetin de bu tedirginliği üstünden atması için çok açık bir alan var. Bu aynı zamanda, CHP açısından, Özgür Özel’in, “Hepsi bizim demiyoruz. Öyle yorumlamıyoruz” değerlendirmesini yaptığı şey, aynı zamanda bir yük. Taşınması gereken, yönetilmesi gereken bir yük. Kadri, “cebine koyma” tâbirini kullanıyor ya? Doğru, “Aldık ve bu artık bizim”. Tıpkı Merkez Bankası’nın sağdan soldan topladığı swap’lar gibi bir şey.
Kadri Gürsel: Çok güzel bir benzetme oldu bu.
Kemal Can: Bunu rezerve dönüştürebilmek için başka yapısal adımlar atması gerekiyor. Bunun bir tânesi: Değişim. Demin söylediğim gibi, siyâsetin evden, kapalı kapılar ardında yürütülen taktik mücâdelesinden başka bir alana taşınması lâzım.
Ruşen Çakır: Bir araya gireceğim izin verirsen.
Kemal Can: Sözümü bitirmedim ama.

Ruşen Çakır: Biliyorum ama, “siyâsetin taşınması” dedin ya? Onunla bağlantılı bir şey anlatacağım. Seçimden bir gün önce, değişme ihtimâli olan yerlerden Sancaktepe’ye gittim. Belediye başkan adayını arayıp, “Kampanyanızı izlemek istiyorum” dedim. Bir gün sonra seçim var. O gün Sarıgazi pazarında faaliyet yapıyormuş. O kadar da büyük bir pazar ki. 1 saat 10 dakika izledim. İyi ki gitmişim. Şaşırdım. 40’a yakın, yelekli, çoğu kadın CHP görevlisi vardı. Hiçbiri asık suratlı değil. Kalem dağıtıyorlar, pazar çantası dağıtıyorlar, çakmak dağıtıyorlar. Kırk yaşında bir aday. Çok dinamik. Herkesin elini sıkıyor, herkesle konuşuyor. Bir taraftan orada birisi anons yapıyor. Ağzım açık kaldı. Orada gerçek bir sokak siyâseti gördüm. Çünkü Sancaktepe zor bir yer, hep kıl payı kaçmış ama zor bir yer. Ama sonuçta açık arayla seçimi aldı. Yüzde 50 küsur oy aldı. Beyoğlu’nu, Üsküdar’ı çok anlatıyorlardı. Buralar yıllardır AKP’nin yönetimindeydi. Belki çok basit bir lâf, ama hakîkaten: Çalışınca oluyor. Herkese gidince oluyor. Geleneksel olarak milliyetçi muhâfazakâr sayılacak Sancaktepe’deki seçmen oranı %50’nin üzerinde. Ama %50’nin üzerinde oyla CHP alabiliyor. Orada siyâset yaptığını gördüm. Siyâseti yaparken “laiklik” falan demiyor. İnsanlara, “Biz sizin sorunlarınızı çözeceğiz. Bana ulaşabileceksiniz” diyor. Yani mesâfesiz bir ilişki kuruyor. Anladığım kadarıyla, İstanbul’un birçok yerinde ve Anadolu’da da birçok yerde, özellikle kazanılan yerlerde, uyguladıkları bir stratejiymiş. Buna tanıklık ettim. Sancaktepe’nin tek örnek olduğunu sanmıyorum. Sen devam et Kemal.
Kemal Can: Bu tür faktörlerin çok etkili olduğunu tahmin edebiliriz. Adayların çok etkili olduğunu, bu bir yerel seçim olduğu için yerel dinamiklerin de çok etkili olduğunu düşünebiliriz. Ben bütün bunların elbette hakkını teslim ederek şunu yine de söylemek istiyorum: Bu ölçekte neredeyse bütün ülke sathına yayılmış bir genel dalga görüntüsünün, böyle lokal gayretlerden daha fazlasına ihtiyâcı olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bu resmin bütününün ortaya çıkması için daha fazla şeye ihtiyaç var. Biraz önce senin örneklerini söylediğin yerlerde, temasla açıklanamayacak büyük kapılar var. Muhâlefetin ve CHP’nin, “Bu oy ve başarının hepsi, henüz bize âit olan bir şey değil” sağduyusunun bir başkasını, iktidârın yaşadığı sıkıntıyı değerlendirirken de yapması lâzım. Tıpkı ekonomide olduğu gibi, iktidardaki sorunun öznesi ister AK Parti olarak düşünülsün ister Erdoğan olarak düşünülsün, bir liyâkat sorunu olduğu düşünülürse yanlış olur. Oradaki sorun yapısal. Dolayısıyla o soruna yapısal bir sorun olarak yaklaştığında, yani “Erdoğan yoruldu. Ekonomiyi bilmeden yanlış şeyler yapıyor. Yanlış şeyler yaptığı için de kaybediyor” düşüncesi yanlış olur. Çünkü sorun yapısal. Seçmen, bu sorunun yapısal olduğunu, tek tek partilerin ne yaptığından bağımsız olarak uzun zamandır göstermeye çalışıyor zâten. Yani ucunu gösteriyor, realize olmuyor. Bunu engelleyen nedir? Bugün yaşanan şey daha önce neden olmadı? Meselâ ekonomik sorunlar bir sene önce de vardı. Türkiye 10 ayda bu hâle gelmedi. İktidar asıl olarak muhâlefeti yönetme işini becerebiliyordu.
Seçimler genellikle iktidarların sınavıdır, memnuniyet tartısına çıktıkları yerdir. Geriye doğru dönüp kampanya diline ve özelliklerine bir bakalım. Muhâlefetin kaç seçimdir kendini anlatmaya çalışıp, savunmaya çalıştığını, sanki kendisi tartılıyormuş, kendisinin memnûniyeti ölçülüyormuş, kendisi test ediliyormuş gibi bir tedirginlik içerisinde olduğunu, iktidârın da sürekli bunu kullanarak, muhâlefeti sınava sokan, kendi memnûniyetini asıl parametre olmaktan çıkartan bir seçim atmosferi yarattığını gördük. İktidar bu sefer bunu yapamadı. Meselâ DEM meselesinde nasıl pozisyon alacağını kestiremedi. Bir taraftan, İmamoğlu seçilemesin diye DEM Parti’nin kendisini toparlaması için program yönetti. Bir taraftan, belki açılım yaparız diye düşünerek program yönetti. Bir taraftan da Van’da örneğini gördüğümüz gibi, “İstediğimi yapmazsanız fena olur” dedi.
Kadri Gürsel: Son gün de “Ben DEM Parti ile konuşmam” dedi.
Kemal Can: Balansı bozuk işte. Bir mesajı ve temel çatışmayı kurabilme yeteneği olan bir kampanya yürütemedi. Aday profili de öyle, Erdoğan’ın söylemi de öyleydi. CHP’nin küskünlerine, CHP’nin içindeki gerilimlere, muhâlefetin dağınıklığı meselesine çok güvendiler. 

Ruşen Çakır: Evet. “Özgür Bey’i özgür kılalım, Kılıçdaroğlu’nu arkadan hançerledi” dedi Erdoğan.
Kadri Gürsel: Kemal Bey’i hayırla yâd ediyordu.
Kemal Can: Tabiî. Buna çok güvendiler. “Bu işimizi halleder” diye düşündüler. Ama aynı şeyin muhâlefet tarafında da işe yarayacağını düşünenler vardı. 2023 seçimi öncesinde ve sonrasında, büyük milliyetçi patlama olmuştu. “DEM”lenme iddiası ya da muhâlefet seçmenindeki küskünlüğü kullanarak, İYİ Parti’nin kuvvetlice tutunacağı, beklendiği gibi büyük oy kaybı yaşamayacağı, müstakil siyâsetinin cevap alacağı düşünüldü, ama bu olmadı. Bir de üstüne, Zafer Partisi’nde büyük bir patlama olacağı iddiaları ortaya atılıyordu. İktidarda da muhâlefette de kaybeden aktörlerin tamâmı, muhâlefetin dağınıklığı ve CHP’ye küskünlük meselesini olmadığı kadar abarttılar. Seçmen ise sonuçla, kurumsal siyâset arasındaki bağı hâlâ önemsediğini gösteren bir reaksiyon verdi. Muhâlefet seçmeni gayet açık biçimde, “Ben bu iktidârın gerilemesi talebinden vazgeçmedim” dedi. Buna karşılık, durmadan yoklamaya çağrılmaktan artık yılmış olan iktidar seçmeninin önemli bir kısmı sandığa gitmeyerek, önemli bir kısmı da başka bir yoklamaya; kimlik yoklamasına değil, memnûniyet yoklamasına ismini yazdırdı.
Ruşen Çakır: Şunun ısrarla vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Daha önce iktidâra oy vermiş seçmenin hatırı sayılır bir bölümü, bu sefer iktidarda olmayanlara, yani CHP’ye, Yeniden Refah Partisi’ne oy verdi. Sandığa gitmediler diyemeyiz. Tercih değiştirdiler.
Kemal Can: Hayır. Katılım bir faktör. Ama her şeyi açıklamıyor.
Kadri Gürsel: Seçmeni bir kişiye indirgersek, “Seçmen sihirli bir varlık  diye bir mitos yaratırsak, seçmen sol eliyle CHP’ye oy verirken, sağ eliyle de AKP’ye verdiği oyları geri aldı; ona o vermedi. Millet dediğimiz mefkûre, aslında bu seçimlerde uyumlu bir tablo ortaya çıkardı. Ben,”Millî İrâde”den bahsederken, AKP seçmenini kutluyorum. Sandığa gitmeyen ve AKP’ye oy vermeyen seçmenin, Türkiye’deki barışa, Türkiye’nin geleceğine, istikrârına, Türkiye’ye umut vaat eden bir gelecek bahşetmeye, bu kapıyı açmaya büyük bir katkıda bulunduğunu düşünüyorum. 
Kemal Can: Ama ben bunun ahlâkî gerekçesi olup olmadığından emin değilim. Bir tarafıyla rasyonel bir şey aslında.
Kadri Gürsel: Ahlâkîlik aramak gerekmiyor. Netîcede ortaya çıkan tabloda sandığa gitmeyen ve partisine oy vermeyen AKP seçmeninin rolünü teslim etmek lâzım.
Kemal Can: Çünkü o “AKP seçmeni olma” etiketiyle davranmadığı için başka bir parametreye geçiyor. 
Kadri Gürsel: Ama o daha önce AKP seçmeniydi. Dolayısıyla bir dahaki seçimlerde “geri gelecekler” diye beklememek lâzım.

Ruşen Çakır: Bunca yıllık solcuyum. “Millî İrâde” lâfını bu kadar kullandığımı ve genellikle olumlu anlam atfederek kullandığımı hiç hatırlamıyorum. “Millî İrâde” lâfı sağcılar tarafından istenmeyen bir kavram olarak görülürken, biz, “Evet, Millî İrâde önemlidir” diyoruz.
Kadri Gürsel: Bir bileşke çıktı ortaya. Bu iki tutum bir bileşke ortaya koydu. Hak ediyor bence böyle tanımlanmayı.
Kemal Can: Çünkü sağcılar, Millî İrâde sözünü, her dâim, ne yaparlarsa yapsınlar kendilerinden yana olacağına inandıkları için, başkalarını dövmek için bir sopa olarak kullanmayı tercih ediyorlar. Çoğunluk olmak, başkasını dövme hakkı gibi kodlandığı için öyle oluyor. 

Ruşen Çakır: Evet, artık bu haftayı noktalayalım. Kadri, yayının girişinde söylediklerine farklı farklı tepkiler geliyor.
Kadri Gürsel: Olabilir, anlayışla karşılıyorum.

Ruşen Çakır: Onları YouTube’daki yorumlara bakarsan görürsün. Kimileri “Kadri Gürsel varsa artık sizi izlemiyorum” diyor. Kimileri başka bir şey söylüyor.
Kadri Gürsel: Siz de karar verirsiniz o zaman.
Kemal Can: Biz anketlere göre karar vermiyoruz.
Kadri Gürsel: Ama dükkânın sahibi bunu oradan seçip söylüyor. Netîcede, her kuşun eti yenmez. Öyle kapatalım.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Şunu da özellikle söylemek istiyorum. Bu seçim ve geçen seçim öncesi Medyascope’ta birbirinden farklı görüşlerde çok kişi oldu, yazı yazdı, yayınlar yaptı. Bâzı izleyiciler “Bunu niye çıkarıyorsunuz?” dedi, bâzıları, “Bunu niye çıkarmıyorsunuz?” dedi. Biz, olabildiğince farklı, söyleyecek lâfı olan herkese bir imkân sağlamaya çalışıyoruz. 
Kadri Gürsel: İktidar medyasındaki teksesliliğin burada veya kendini bağımsız mecrâ olarak tanımlayan yerlerde yeniden üretilmemesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Kesinlikle. Özellikle kendilerine “muhâlif medya” diyenlerin de çoksesli olmalarını bekliyoruz. Evet, “Haftaya Bakış”ı burada sonlandırıyoruz. Bugün saat 19.20’de, Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’la canlı yayın yapacağım. Artık mazbatasını aldı biliyorsunuz. Kendisiyle canlı yayında, “Van’da neler oldu? Bundan sonra neler olacak? Belediye Başkanı olarak neler yapacak?” diye konuşacağız. Çünkü Güneydoğu’da herkes bir kayyumdan devraldı belediyeleri, yapılacak işler epeyce birikmiştir. Kadri Gürsel’e, Kemal Can’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
23.04.2024 Rıfat Bali ile söyleşi: Musa’nın evlâdı Cumhuriyet’in yurttaşı
22.04.2024 Murat Somer ile söyleşi: CHP mi kazandı, AKP mi kaybetti?
21.04.2024 Erdoğan özeleştiri yapabilir veya yakın çevresinden, “Kral çıplak“ diyecek birileri çıkabilir mi?
19.04.2024 Haftaya Bakış (210): Istakozdan Rolex’e – Beklenen Erdoğan ve Özel görüşmesi
17.04.2024 Murat Ağırel ile söyleşi: Türkiye nasıl kara para aklama cenneti haline geldi?
14.04.2024 Kim Erdoğan ile müttefik olmak ister?
12.04.2024 AK Parti “yok hükmünde”, çünkü…
11.04.2024 Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi – 31 Mart değerlendirmesi: Köftecilerin gazabı
10.04.2024 Ali Yaycıoğlu ile söyleşi: Erdoğan yorgunu Türkiye’de açılan kapı ve riskler
28.04.2024 Akşener’den sonra İYİ Parti: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı