52 GÜNLÜK İTTİFAK–5 Türk-Kürt çatışması tehlikesi

28.11.1991 Cumhuriyet

Önce Kayseri’de yaklaşık 10 bin kişi, PKK ile çatışmada ölen Mehmet Ünal, Cengiz Sabunca, Ali Enlem ve İsmet Özdemir adlı erlerin cenaze töreninde “Yumruk Olalım, Tepesine Vuralım”, “Sabrımız Taşıyor”, “Yeter Artık” diye bağırdı. Ardından Malatyaspor-Kayserispor maçından önce PKK baskınında ölen 17 er için saygı duruşunda bulunulup İstiklal Marşı söylendi; “Şehitler ölmez”, “En Büyük Türkiye” sloganları atıldı. Nihayet Kayseri’deki olayların benzeri, yine Diyarbakır’da ölen Üsteğmen İsmail Aksu’nun Erzurum’daki cenazesinde yaşandı.
Cenazelerde taşınan pankartların, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından Kenan Evren’in yaptığı yurt gezilerinde taşınanlara çok benzemesi dikkat çekiciydi. Sloganlar beyaz bez üzerine kırmızıyla yazılmıştı ve altlarında hiçbir “imza” yoktu.
Bir başka dikkat çekici nokta, bu olayların TBMM’de HEP kökenli SHP milletvekilleri Leyla Zana ile Hatip Dicle’nin tartışmalı yeminlerinden hemen sonra yaşanmasıydı. Değişik çevreler, Kayseri ve Erzurum’daki gelişmelerde resmi ve yarı resmi kurum ve kişilerin “dahil” olduğunu iddia ederken, her iki şehirde de kalabalıkların önünde ülkücü kadroların olduğu açıkça ortadaydı.

Kayseri’nin özgüllüğü
İttifakı protesto etmek için RP’den ayrılan Kürtlerin önemli isimlerinden Altan Tan, seçim sonuçlarını tek bir cümlede değerlendiriyor: “Batıda Türk milliyetçiliğine, doğuda ise Kürt milliyetçiliğine prim verildi.” Tan, “Yerli ve yabancı bazı odakların” bu sonucun elde edilmesinde RP-MÇP-IDP ittifakına çok fazla misyon yüklediklerini de iddia ediyor.
Nitekim “anti-Kürt şovenizmi”nin ilk ciddi görüntülerinin sergilendiği Kayseri’de, ittifakın yedi milletvekilinin tümünü almış olması çarpıcı. Bu milletvekillerinin kompozisyonu da ilginç: üç RP’li, üç MÇP’li, bir IDP’li.
MÇP ile RP tabanlarının birbirlerine en fazla kaynaşmış olduğu yerlerden biri Kayseri. Seçim kampanyası boyunca bu kaynaşma somut biçimde sergilendi. Örneğin birinci seçim bölgesinde, önemli toplantılarda ya bütün adaylar mevcuttu ya da bir RP’li, bir MÇP’li birlikte katılmışlardı.
Öte yandan Kayseri, İstanbul ve Ankara gibi merkezlerden görece özerk, yerel ve güçlü bir milliyetçi-muhafazakâr entelijansiyaya sahip. Bu odaklar özellikle son bir yıldır değişik vesilelerle yaptıkları açıklamalarla, ülkedeki otoriter-devletçi ve şoven eğilimlerin bir nevi öncülüğünü üstlenmiş durumdadır.
Son olarak Türk Ocakları Kayseri Şubesi, Kayseri Aydınlar Ocağı, Kayseri Makine Mühendisleri Odası, Kayseri Tabip Odası ve Erciyes Üniversitesi Öğrenci Derneği, kaleme aldıkları ortak bildiride “bölücülük tehdidine” karşı kendileri gibi düşünmeyenleri “vatan haini” ilan ettiler.
“Tehlikeyi hafife almak gaflet; devlet otoritesinin, milli hâkimiyet şuurunun, devletin temelini teşkil eden Türk kültürü ve Türklük şuurunun aşındırılmasına göz yummak ihanettir. Yine aynı şekilde, acayip gerekçeler ileri sürerek, Türkiye’yi federal bölgelere ayırmak isteyen zihniyetler de bölücülüğün hizmetindedir” denilen bildiride “susanlar” eleştiriliyor: “Devletimiz gerekeni yapar; devlet işte böyle günler için vardır, biraz daha sabredelim, diyoruz. Daha ne kadar bekleyeceğiz?” 

Gözler Meclis’te
Bu bildirinin yayınlandığı haftalık Yeni Düşünce Gazetesi’nin 22 Kasım 1991 tarihli sayısında, masa başında kotarılmış şu başlıklı bir haber/yorum da yer alıyor: “Bu Mecliste gizli oturum yapılmaz.” Gazete, TBMM’de yapılacak gizli görüşmelerin ‘‘PKK’ya ve bölücülüğü destekleyen bazı ülkelere aktarılabileceği endişesi”nden söz ediyor. Çünkü MÇP’nin yarı resmi yayın organı olan Yeni Düşünce, Halkın Emek Partisi’ni (HEP) ta başından beri “PKK’nın yasal uzantısı” olarak itham ediyor.
MÇP’liler anti-Kürt şovenizmini tırmandırırken birçok olgudan cesaret alıyorlar. Bunların en başında, PKK’nın saldırılarını neredeyse düzenli birliklerle, daha etkili biçimlerde geliştirmesi ve bunun yarattığı şok geliyor. Zana ve Dicle’ye, özellikle DYP’li milletvekillerinin çok sert tepki göstermesi ve büyük basının olayı bir “milli infial” havasına sokması da cesaretlerini artırıyor.
MÇP’liler, hemen hemen eşit sayıda oldukları HEP kökenli milletvekillerine karşı geliştirecekleri tavırlarla TBMM’deki sayı ve etkinliklerini yükseltmeyi hesaplarken; anti-Kürt şovenizmi, gerektiğinde saldırganlıkla yoğurarak kitleselleştirmeye çalışarak taban desteklerini güçlendirmeyi hedefliyorlar.
Hedef kitle ise, çekinmeden belirttikleri gibi milliyetçi duyarlıkların görece yüksek olduğu İç Anadolu, Karadeniz ve Trakya. Parti olarak tanımlanacak olursa; Türk milliyetçiliğini, en azından koalisyon gereği okşayamayacak olan DYP’nin; aynı tavrı İslam ümmetçiliği nedeniyle alacak RP’nin ve hatta sosyal demokrat partilerin milliyetçi duyguları yüksek seçmenleri.
“Devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ülküsüne halel getirmemek için “bölücülere” karşı devletle birlikte mücadele kararlılığını dile getirmeye başlayan ülkücü hareketin bunu hangi yöntemlerle somutlaştırabileceği şu anda belli değil. Bu konuda ilk akla gelen, Kayseri ve Erzurum’da yapılanların, Türk ve Kürt nüfusların yoğun bir biçimde bir arada yaşadıkları İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Adana gibi büyük şehirlere taşınması.
Bu takdirde, örneğin hemen hemen hâkim oldukları Erciyes ve Atatürk üniversitelerinde dağıttıkları bildirileri, bu büyük şehirlerdeki üniversitelerde de dağıtmaya çalışmaları durumunda, ülkücülerin şiddetli tepki görecek olmaları kuvvetle muhtemel.
Ülkücülerin “70’li yılları tekerrür”e yönelmeleri durumunda karşılarında ilk olarak geçmişteki karşıtlarını, yani solu bulmaları hiç şaşırtıcı olmayacak. Ancak saldırganlık potansiyellerini anti-Kürt şovenizmine kanalize etmeleri durumunda çok ciddi bir biçimde radikal İslamcılarla da çatışmaları söz konusu olabilecek.
Radikal İslamcı-ülkücü gerginliğinin tohumları 70’li yıllarda atılmıştı. 12 Eylül sonrası yeni dönemde ise, özellikle 1985’ten itibaren, her iki taraf birbirlerine karşı bilenme sürecine girdi. Ülkücüler, milliyetçi-muhafazakâr gençlik içindeki inisiyatiflerini İslamcılara kaptırmış olmayı hazmedemediler. Cezaevlerindeki bazı ülküdaşlarının radikal İslamcı saflara geçip geçmişlerini kıyasıya eleştirmesi ise sıkıntılarını iyice artırdı.
İslamcılar ise ülkücülerin 12 Eylül şokunu yavaş yavaş atlatıp karşılarına rakip olarak çıkmasıyla tedirgin oldular. Yeni dönemde ülkücülerin söylemlerini geniş ölçüde İslamileştirmiş olması, bazı bildirilerini “Ülkücü Gençlik” yerine “Müslüman Gençlik” olarak imzalamaları gibi hususlar bu tedirginliği gerginliğe dönüştürdü.

İslami harekette Kürt ağırlığı
İttifakla birlikte, öteden beri eleştiregeldikleri RP’yi köşeye sıkıştırmak için iyi bir fırsat yakalayan radikal İslamcılar eski defterleri iyice açıktılar; ülkücülere yönelik eleştirilerini keskinleştirdiler.
Örneğin radikal İslamcı kesimin önemli yayın organlarından aylık Tevhid dergisinin Kasım 1991 sayısında Nureddin Şirin şunları yazıyor: “Biz, Türkeş ve yandaşlarıyla ideolojik açıdan çelişmekteyiz. Dünya görüşlerimiz ve siyasi hedeflerimiz tamamen farklıdır. Ayrıca Erdoğan Tuna, Metin Yüksel ve Sedat Yenigün gibi İslami mücadelenin yiğit evlatlarını bunların kanlı elinden Rabbimize kurban verdik. Eğer o mukaddes kanların yeşerttiği sahada büyüyen bizler, bu aziz şehitlerin kanlarını unutacak kadar alçalacaksak, alıp vereceğimiz her bir nefes bize haram olsun.”
İstanbul Üniversitesi’nde Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde solcu öğrencilerle birlikte “Kahrolsun Faşizm” diye bağırmış olan radikal İslamcıların önemli bir kısmının Kürt kökenli olması gerginliği daha da tırmandırıyor. Güneydoğu’da ve İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde, İslamcılar, doğrudan Kürt sorunuyla ilgili birçok eylem gerçekleştirdiler. Halepçe katliamında ölen Kürtleri her yıldönümünde Kürtçe sloganlarla andılar; Saddam Hüseyin’den kaçıp Türkiye’ye sığınan Kürtlere yardım için, her iki defasında da geniş kampanyalar açtılar; örgütledikleri “Cuma eylemleri” ile Körfez savaşına karşı çıkan cephede kitle protestosu inisiyatifini ele geçirdiler.
Ülkücüler Kürt sorununun karmaşıklaşmasına paralel olarak Türk milliyetçiliğinin tırmanması ihtimaline kendi varoluşları açısından sempatiyle yaklaşıyorlar. Benzer bir şekilde böyle bir gelişmenin sonuçları, son üç yıl içinde belirgin bir tıkanma yaşayan radikal İslamcılığa da bir ölçüde hayatiyet kazandırabilir. Ancak daha önemli olan, bir Türk-Kürt çatışmasının ihtimalleri arttıkça, bağımsız bir Kürt İslami hareketinin doğma ihtimalinin de yükselmesi. Bu noktada belirleyici güç yine RP olacak.
Altan Tan, İslami bir Kürt partisi yolunda RP’den ayrılanların çalışmalar yürüttükleri iddialarını kesinlikle yalanlıyor ve MÇP kamburundan kurtulmuş partilerine geri dönebileceklerinin işaretini veriyor : “RP küstürdüğü Kürt seçmenlerini mutlaka kazanmalıdır. Yıllarca insanlara ‘biz kardeşiz’ sözünden başka bir şey söylenmemiştir. Anadolu’da ‘biz kardeşiz, ama cebimiz hariç’ diye bir söz var. Bu kardeşliğin hukukunu ortaya koymak lazım. Bunun için de tüm program ve kadrolarını gözden geçirmelidir. Bunlar gerçekleşirse geri dönüşümüz tabii ki mümkün.”
Bir RP’li yetkili, Necmettin Erbakan’ın, kurmaylarına somut ve iddialı bir “Kürt raporu” hazırlamaları talimatı verdiğini söylüyor.
Bu adım, hem RP’nin kendi geleceği hem de genel olarak Kürt sorununun geleceği için büyük önem arz ediyor.


* * *

Oğuzhan Asiltürk:
“Sorun polisiye tedbirlerle çözülemez”

TBMM’de olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili görüşmelerde RP grubu adına, parti genel sekreteri ve Malatya Milletvekili Oğuzhan Asiltürk konuştu. RP-MÇP-IDP ittifakının dağılmasından bir gün önce yapılan bu konuşmayı zaman zaman SHP sıraları da alkışladı. DYP’lilerin yer yer tepkisine yol açan, bazı bölümlerini sunduğumuz bu konuşma, RP grubu içindeki MÇP kökenlileri de fazla memnun etmemişti:
Biz, güneydeki kardeşlerimizle beraber yıllarca bu vatanı müdafaa etmiş bir topluluğuz. İstiklal Savaşımızı beraberce yaptık, aynı cephelerde şehit olduk. O zaman güneydoğulu, güneyli, doğulu ayrımı yoktu. Çünkü birbirimizin kardeşi olduğumuza inanan bir inanç birliği içerisindeydik. Ama yıllar, bu inanç birliğini önemsemeyen idarelerin tatbikatıyla, bunun tahribiyle geçti ve hiçbirimizin istemediği bir manzara ortaya çıktı.
Bu sorunun sadece polisiye tedbirlerle çözülemeyeceğini bütün arkadaşlarım elbette görüyorlar. İhtilaller geldi geçti, “bunun kökünü kazıyacağız” dediler, ama görülüyor ki kökü kazınmadı. İhtilal öncesi dönemde, anarşi sokaktaki insanı hedef almıştı, “anarşiyi biz önledik” diyen iktidarlar döneminde ise devletin askeri güçlerini hedef aldı.
Bize göre bunun iki sebebi var. Birincisi, gerek bölge insanına, gerek bütün Türkiye’deki insanlara, onların temel ahlaki ve manevi değerlerine saygılı tatbikat yapılmıyor. İkinci sebep ise ekonomiktir. Bölge geri bırakılmıştır, yatırım yapılmamıştır.
Bölgedeki insanı hem birbirine hem 60 milyon insanımıza bağlayan dini inançlarımızdır. Bölge insanı imanlıdır, inançlarına bağlıdır. Güneydoğu’da yaşayan insanın çocuğunu —bu Batı’da yaşayan insanın çocuğu için de geçerli— üniversiteye girerken başörtüsüyle sokmazsanız, Güneydoğu’daki insan, inançlarının gereğini söylediği zaman onu DGM’lere gönderirseniz, ondan sonra çıkıp “bu devlet senin inancınla mücadele ediyor, bu devlete nasıl sahip çıkacaksın” derlerse işte bu ortamda bir karşılık buluyor. Neticede şu memleketin kendi evlat ları birbirleriyle çarpışır hale geliyor.
Bölgeye, temel insan haklarına riayet edecek şekilde davranmak zorundayız; batıda, biri suç işlerse münferit oluyor; doğuda biri suç işlerse, bütün köy halkı getirilip hesap soruluyor.
Siz, hiç Diyarbakırlı, Muşlu, Hakkârili bir gencin üniversite sınavlarında birinci olduğunu duydunuz mu? Oradaki insanlar akıllı değil mi, zeki değil mi? “Jandarmayı, polisi göndererek bu işi halledeceğiz” derseniz eğer, kesinlikle böyle olmadığını bilmeniz lazım. Adil, dürüst, samimi olmak zorundayız.
Türkiye’nin tatbikatı başından beri bölgeye ırkçılığı esas alan bir tatbikattır. Bunun yerine, ahlaki ve manevi değerleri esas alan bir tatbikat yapmak lazımdır.
Meselenin hakikaten çözülmesini isteyenler var; meseleyi çözer gibi görünme görüntüsünü yeterli bulanlar var. Meselenin çözülmesini isteyenler için yapılacak şey, bu bölgede, insan haklarına dayalı, herkese saygıyı esas alan, bu bölgenin insanını kardeş kabul eden, ahlaki ve manevi değerlere bağlı bir yönetim kadrosunun bu bölgede görev yapmasıdır.
Diyanet İşleri Teşkilatı’nın orada görevlileri var. Bunların özel olarak yetiştirilmeleri ve bu kardeşliği yerleştirmek için mutlaka gayret göstermeleri lazım. Sanki bu mesele onların meselesi değil.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

YAZI DİZİSİ
1 52 GÜNLÜK İTTİFAK-1 Başbuğ Erbakan, Mücahit Türkeş 24.11.1991
2 52 GÜNLÜK İTTİFAK-2 Bozkurtların Ergenekon’dan Çıkışı 25.11.1991
3 52 GÜNLÜK İTTİFAK-3 MÇP ayrıldı, RP selamete erdi 26.11.1991
4 52 GÜNLÜK İTTİFAK-4 Ülkü aynı, ülkücüler değişti 27.11.1991
5 52 GÜNLÜK İTTİFAK–5 Türk-Kürt çatışması tehlikesi 28.11.1991
6 52 GÜNLÜK İTTİFAK–6 Refah'a sızan "demokrasi virüsü" 29.11.1991
7 52 GÜNLÜK İTTİFAK–7 Sağ aramaya devam ediyor 30.11.1991

Son makaleler (10)
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı