Transatlantik: ABD seçimlerine son 26 gün - 7 Ekim’in birinci yılında Ortadoğu

09.10.2024 medyascope.tv

9 Ekim 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız ve Washington’daki Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile birlikte, ABD’de yapılacak seçimi, bir de 7 Ekim Hamas saldırılarının birinci yılı olmak üzere, iki konuyu konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba.
Ömer Taşpınar-Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Ömer, seninle 7 Ekim saldırılarının birinci yılıyla başlayalım. İlk başlarda sanki işin rengi biraz değişik gibiydi. “İsrail tuzağa düşüyor, düşebilir mi? Netanyahu içeride sıkışık, bunu bir koz olarak kullanacak” dendi. Ama sanki olay bunun çok ötesinde seyretti. Gazze’de adım adım bütün her yeri işgal etti, binlerce sivil insanı öldürdü, bu soykırım olarak damgalandı. İran’ın göbeğinde Haniye sûikastı başlı başına önemli. Lübnan’da Hizbullah’ın birçok komutanını ve en önemlisi, liderini öldürdü. Suriye’ye hâlâ arada sırada saldırıyor. Böyle, bambaşka bir olay oldu. Bu bir yılı nasıl okuyorsun? Hangi aktör ne kazandı, ne kaybetti?  Bütün olarak bölge ne oldu ve bundan sonra ne olabilir?
Ömer Taşpınar: Ruşen, hatırlarsan 7 Ekim saldırısının hemen sonrasında seninle bir program https://medyascope.tv/2023/10/11/transatlantik-israilin-11-eylulu-mu-israil-gazzede-etnik-temizlik-yapar-mi-abd-ve-bati-israile-nereye-kadar-goz-yumacak/ yapmıştık ve İsrail’in tepkisinden bahsetmiştik. Ben o programda, “Önümüzdeki aylarda 30 bin insanın öldüğü, Gazze’nin abluka altına alındığı, bir insanlık krizinin yaşandığı ve açlığın başladığı bir Gazze tablosu karşımıza çıkabilir” dediğimi hatırlıyorum. Sen o zaman, “Soykırım olur” demiştin ve ikimizin dediği de çıktı. Gerçekten de, birazcık İsrail’in siyâsî kültürünü ve İsrail’in travmasını bilen birisi, bunun Holokost’tan sonra en büyük saldırı olarak değerlendirileceğini ve Hamas’ın 1200 ölü verdirmesi, arkasından da 250 rehîne alması sonrasında Gazze’nin bildiğimiz Gazze olarak kalamayacağını ve altüst edileceğini öngörebilirdi. Burada Amerika devreye girerek, Biden elinden geldiğince Netanyahu’yu bir şekilde dostâne uyararak, “11 Eylül’den sonra bizim düştüğümüz hatâlara düşme. Senin arkandayız, fakat kendini nasıl savunacağın önemli” demesine rağmen, İsrail ve Netanyahu için bir bakıma caydırıcılığını tekrar ortaya koymaktı. 1200 ölü ve 250 rehîne bir bakıma İsrail için bir şoktu. İsrail hiçbir zaman böyle bir zâyiat vermemişti. 2006’da bir baskın sırasında Hamas militanları tarafından ele geçirilen İsrailli asker Gilad Şalit için, Yahya Sinvar’ın da içinde olduğu 1000 Filistinli tutukluyu geri vermişti İsrail. İki yüz elli rehîne ve 1200 ölü sonrasında, İsrail’in bir cinnet içine girip, böyle travmatize bir toplumun, hele Netanyahu gibi kendi koltuğunu da savunmak için hareket edecek bir başkanın ve böylesine radikal faşizan bir kabinenin yapabileceği deliliği gördük. 45 bine doğru giden ölü sayısı, dünyanın “soykırım” olarak gördüğü, uluslararası hukukun “soykırım” olarak tanımlamaya doğru gittiği, savaş suçlusu olarak görülen Netanyahu, Amerika’nın hiçbir şey yapamadığı, devrede bile olamadığı, İsrail’i tutamadığı, İsrail’e askerî yardımları engelleyemediği ve İsrail’in sâdece operasyonel açıdan Hamas’ı yok etmekle kalmayıp Hizbullah’a da büyük bir darbe vurduğu, “tırmandırma üstünlüğü” dediğimiz üstünlüğü hem teknolojik hem askerî açıdan elinde tuttuğu ortada. Bugün geldiğimiz noktada, artık bırak Hamas-İsrail ve Hizbullah-İsrail savaşını, İran’la-İsrail arasındaki bir savaşın eşiğinde bulunuyoruz ve Amerikan seçimlerine de şurada dört hafta kaldı.
İsrail açısından hep getirilen eleştiri şu: Stratejileri nedir, ne elde etmek istiyorlar? Endgame dediğimiz, bütün bu operasyonel ve taktik başarılar sonrasında, bunu bir stratejik kazanca, stratejik zafere çevirebilecekler mi? Çünkü İsrail’in operasyonel ve taktiksel olarak şu anda üstünlüğü elinde tuttuğu ve bütün bölgeyi şaşırtan, afallatan şekilde askerî ve teknolojik istihbârat üstünlüğü içinde olduğu ortada. İsmail Haniye ve Hasan Nasrallah’ı öldürmüş, bir tek Yahya Sinvar’a ulaşamamış bir İsrail’le karşı karşıyayız. Karşımızda, “Hamaney acaba cuma namazlarında dışarı çıkacak mı çıkamayacak mı?” sorusunun sorulduğu bir Tahran var. Hamaney’in bile hedef alınabileceği bir İran’la ve İsrail-İran ilişkisiyle karşı karşıyayız. Burada, “İsrail kazanıyor mu?’” sorusu hep soruluyor. Ben de hafta sonu bir toplantıdaydım ve bu soru da çok soruldu. Amerikalı yetkililer de bunu düşünüyorlar ve soruyorlar. Bütün dünyadan gelen analistler de basın da, “İsrail’in gerçekten stratejik olarak amacı ne?” diye soruyor. Benim verdiğim cevap şu: İsrail’in caydırıcılık dışında bir stratejik hedefi yok gibi şu anda. İsrail şöyle bir mantıkla hareket ediyor: Bu bölgede, Ortadoğu’da yaşamak ve ayakta kalabilmek için her şeyden önce gücünüzü kanıtlamanız gerekiyor. Bu onların tezi, benim tezim değil: “Gücünüzü ve caydırıcılığınızı kanıtlayamadığınız anda, bir sonraki gün ve uzun dönemde ne olacak?” sorusunu soracak lüksünüz olmaz; çünkü eğer Hamas, Hizbullah ve İran gibi düşmanlarınıza karşı gücünüzü ve caydırıcılığınızı kanıtlayamazsanız o sonraki güne gelememe riskiniz var — ki İsrail, bunların kendilerini yok edeceklerini düşünüyor. Târihî bir travmadan gelen bir bakış açısıyla, İsrail’in gözünde, bu örgütlerin İsrail’i yok etmek isteyecekleri kesin diye değerlendiriyorlar. İran’ın da eline nükleer silâh geçerse kendisini yok edeceğini düşünüyor. İran eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad geçmişte bunları söylemişti. Hamaney’in de İsrail’i meşrû görmediği, İsrail’in bölgede bir kanser olduğu ve yok edilmesi gerektiği yönündeki bütün ifâdelerini ciddîye alıyorlar ve “Bunları ciddîye almama gibi bir lüksümüz yok” diyorlar. “Neden?” dendiğinde de Hitler’e kadar giden açıklamalar yapıyorlar. Holokost’un etkisi eğitim sisteminde ve toplumsal psikolojide çok bâriz. 7 Ekim sonrası da bütün o târihî travma geri gelmiş durumda. O nedenle, caydırıcılık ve güç dışında bir stratejileri var mı? “Önce gücümüzü ve caydırıcılığımızı kanıtlamamız gerekiyor; bu bölgede güçsüzsen, bir sonraki güne strateji yaparak uzun döneme gelemeyebilir ve yok olursun” mantığıyla hareket ediyorlar.
Dolayısıyla iki devletli çözüm, içerideki Müslüman Filistinli nüfusun ne olacağı –sonuçta, İsrail’in %20’si Arap kökenli–, içeride radikalleşme gibi konular, İsrail toplumu ve İsrail stratejik beyinleri tarafından yeterince ciddîye alınamıyor. Ben hafta sonu İsrail’den gelen ve bana İsrail’i savunan bir akademisyene şu örneği söyledim: “Bakın, İran 200 balistik füze fırlattı ve sonuçta bir tâne Filistinli öldürebildi. Ama içeride aynı gün, İsrail vatandaşı bir Arap, elinde kalaşnikofla 8 İsrailli öldürdü. Gidişat bu şekilde. Tel Aviv, Kudüs ve Hayfa gibi, İsrail’in çokkültürlü, Araplar’ın da yaşadığı şehirlerinde, radikalize olmuş bir Arap nüfûsuyla yaşayacaksınız. Bu insanlar olanları görüyor. İsrail televizyonundan seyretmiyorlar; Al Jazeera’dan, Arap televizyonundan seyrediyorlar, internetten görüyorlar. Hadi diyelim İsrail vatandaşları Gazze’deki trajediyi görmüyor olabilir; ama bu insanlar görüyor bunu. İsrail’in yaşanamaz olduğu, İran’dan gelen tehdit nedeniyle değil içerideki Müslümanlar nedeniyle yaşanamaz olduğu bir yere doğru gidiyorsunuz. O zaman caydırıcılık ne işinize yarayacak? Amerika’nın Pearl Harbor sonrası Japonlar’a yaptığı gibi, içeridekileri toplama kamplarına mı koyacaksınız? Ülkede bir apartheid sistemi zaten var. Bu apartheid sisteminin üzerine bir de toplama kampları mı olacak? “Avrupa'da size yapılan şeyleri mi yapmayı düşünüyorsunuz?” dediğimde, konuşma orada kopuyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. İsrail şu anda kazandığını düşünüyor. Hamas bence bir süre iyi bir durumdaydı; fakat şu anda baktığımızda, Hamas’ın da Batı Şeria ve Arap dünyasındaki popülaritesinin biraz azaldığını görüyoruz. “Bu savaşın kazananı yok” diyerek şimdilik sözümü bitireyim.

Ruşen Çakır: Gönül, sen ne dersin? Özellikle şunu sormak istiyorum; Ömer’in de bahsettiği gibi, İsrail-Hamas Savaşı bir İsrail-İran Savaşı’na doğru evrildi ve İran’ın şu âna kadar yürüttüğü vekâlet savaşlarını eskisi gibi yürütememe durumu çıktı. Yıllarca yatırım yaptığı Hizbullah’ın hem komuta kademesi hem altyapısı çok ciddî bir şekilde darbe aldı. Böyle bir durumda, bu bölgede İran’la İsrail arasındaki geleneksel çatışma hâlinde de kendini gösteren gerginlik böyle nasıl devam eder ve nasıl evrilir? Hep “Savaş oldu mu, olmadı mı? Olacak mı, olmayacak mı?” diyoruz; ama savaşın iki esas aktörünün İran ve İsrail olduğu çok net bir şekilde ortaya çıktı sanki. Ne dersin?
Gönül Tol: Evet Ruşen. O yüzden senin Ömer’e sorduğun, “7 Ekim’den bu yana bir yıl geçti. Burada dengeler nasıl değişti, kimler kazandı kimler kaybetti?” sorusunu ikiye ayırarak yanıtlamak lâzım. Birincisi, kısa vâdede kazananlar; ikincisi, uzun vâdede kazanacak ya da kaybedecek olanlar. Ömer, “Kısa vâdede İsrail kazandı” diyor; ama ben, “Netanyahu kazandı” diyorum. Bugün hep Filistin halkından bahsediyoruz haklı olarak, çünkü 40 binin üstünde mâsum insan öldürüldü. Ama İsrail tarafında da mâsum insanlar öldü. Dolayısıyla bakıldığında, kısa vâdede kazanan tek kişi Netanyahu; çünkü 7 Ekim’den önce, soruşturmayla, yolsuzluk dâvâsıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Kendi halkı içinde Netanyahu’nun adı “Bay Güvenlik” diye söyleniyordu; çünkü İsrail’in güvenliğini sağlayabilecek yegâne lider olarak gören çok kuvvetli bir kesim vardı. Fakat 7 Ekim’den önce Netanyahu’ya karşı ciddî bir toplumsal direniş de vardı. Yüz yıl önceymiş gibi geliyor, ama Tel Aviv’de ve büyük şehirlerde ortaya çıkan demokrasi yanlısı protestoları hatırlayalım. Yargıyı yeniden yapılandırmaya çalıştığı ve yargıyı siyâsî kontrolü altına almaya çalıştığı dönemde, Netanyahu’ya karşı ciddî bir toplumsal direniş söz konusuydu ve 7 Ekim tam bunun üzerine geldi. O yüzden, şimdi baktığımızda, İsrail içerisinde yapılan bütün kamuoyu yoklamalarında Netanyahu’ya desteğin arttığını görüyoruz. Dolayısıyla bu savaşın kısa vâdede tek kazananı bence Netanyahu.
Kaybedenlere baktığımızda, kaybedenlerin listesi çok uzun. Her şeyden önce bence İsrail halkı kaybediyor. Şu durumda kuzeyde 60 bin insan yerlerinden edilmiş, İsrail’in göbeğinde yaşayıp hâlâ kendini güvende hissetmeyen bir İsrail halkı ve bütün dünya nezdinde eleştiriye tâbi tutulan bir İsrail var. Bunların hiçbiri İsrail halkı için sevinilecek şeyler değil. Filistin halkı da kaybetti. Her şeyden önce, Gazze’de korkunç bir yıkım yaşandı ve bu yıkımdan sonra Gazze nasıl yeniden inşâ edilecek, bu acılar ne tür bir radikalleşmeye sebep olacak, şu anda bilemiyoruz; ama olacağı kesin. Kısa vâdede Filistin halkı da kaybetti. Diğer taraftan, İran’ın liderliğini yaptığı, içinde Hamas’ın, Hizbullah’ın ve Esad rejiminin de olduğu o direniş ekseni çok zayıfladı. Kendi network’ündeki o direniş örgütlerinin zayıflatılmasına, Tahran’a bir saldırı yapılmış olmasına rağmen, İran buna anlamlı bir yanıt veremedi. Bu, İran’ın yumuşak gücü açısından önemli. Biz İran’ı hep bu milis güçleriyle düşünüyoruz; ama aslında İran’ın Arap dünyasında, Filistin meselesinden devşirdiği önemli bir yumuşak gücü de var. Şimdi bu imaj zedelendi. O anlamda, direniş ekseni de zayıfladı. Meselâ Suriye’de çok ciddî bir şey başladı: İsrail Suriye’yi vuruyor. Suriye’nin içerisinde, zâten 2011’den bu yana kaynayan bir toplum ve bir iç savaş var. Şimdi bir de İsrail müdâhil oldu. Suriye, İsrail’in saldırılarının merkezi hâline geldi. Çünkü İsrail, Hizbullah’ın lojistik kanalını vurmak için Suriye’ye saldırılara devam ediyor. Suriye’ye Esad açısından baktığınızda, bir taraftan, kendisini hep desteklemiş İran ve Hizbullah’ın zayıflaması söz konusu, diğer taraftan Rusya Ukrayna ile meşgul. Bir taraftan da IŞİD bu kaosu kullanarak palazlanıyor. Diğer taraftan, 2011’de iç savaşta ortaya çıkan kendine karşı muhâlefet de biraz palazlanmaya başladı. Esad mümkün olduğunca bunun dışında kalmaya çalışıyor. Bu, Esad’ı da zayıflatan bir şey.
Amerika açısından baktığımızda, kesinlikle Amerika bundan sonraki çatışmanın tırmanmasının hedefi olacak. Çünkü düşünün: Bundan üç beş yıl sonra, hattâ belki İsrail İran’a yeniden çok ciddî bir saldırı yapacak olursa, İran ne yapacak, nasıl yanıt verecek? İsrail’den çok, öncelikle Amerika hedeflerine yanıt verecek. İran, Hizbullah ve Hamas, belki konvansiyonel olarak İsrail karşısında çok zayıf durumda olabilir, fakat asimetrik savaşta hâlâ avantajlı konumdalar. Meselâ 80’li yıllarda Hizbullah İsrail işgaline karşı nasıl yanıt vermişti? Amerika’nın Beyrut’taki büyükelçiliğini ya da Arjantin’deki büyükelçiliğini bombalamıştı. Yani terör faaliyetleri yürütmüştü. Şimdi bu tür terör faaliyetlerinin hedefi Amerika olmak zorunda. Çünkü İsrail’in bölgenin her tarafında askerî üssü, büyükelçiliği ve diplomatik misyonu yok. Amerika’nın var. O yüzden, o anlamda kısa vâdede Amerika kaybetti.
Bugün geldiğimiz noktada, yani 7 Ekim’den îtibâren bakarsak, Türkiye kendini sürece enjekte etmeye çalışıyor ve bir türlü başat bir rol oynayamıyor. O rolü Katar, Mısır oynuyor ve Amerika arabuluculuk yapıyor. Bugünkü resimde, Türkiye’nin de bölgede marjinalize olduğu ortaya çıkıyor. Fakat uzun vâdede bambaşka bir resim olabilir. Bence uzun vâdede, İran ve direniş ekseni, elleri daha güçlü çıkacaklar. Çünkü 40 binden fazla insanın öldürülmesinin yaratacağı yeni bir radikalleşme dalgası olacak. İran ve onun müttefikleri bu radikalleşme dalgasının üstünde yükselebilir. Ama bu İsrail-İran gerginliğinde bir sonraki adımın ne olacağına bağlı. Eğer İsrail, bahsedildiği gibi İran’ın nükleer tesislerini ya da enerji tesislerini vurursa ve bu, zâten sallanmakta olan İran rejiminin bir şekilde devrilmesine ya da rejime karşı ciddî bir toplumsal ayaklanmaya sebep olursa, bu tabiî bütünüyle radikal olarak uzun vâdedeki resmi de değiştirecek bir şey. Uzun vâdedeki resimde, ben, eğer öldürülmeye devam edilmezlerse Filistin halkının kazanacaklarını düşünüyorum. Çünkü 7 Ekim’den bu yana Hamas’ın yaptığı bir şey vardı. Evet, maalesef çok sivil öldü, ama Hamas’ın saldırısının ardından, Filistin meselesi yeniden dünyanın ve bölgenin gündemine geldi. Öyle ki, Suudî Arabistan 7 Ekim’den önce İsrail’le normalleşmeye çok yakınken, geçen hafta Suudî Arabistan Dışişleri Bakanı Financial Times’ta bir yazı kaleme aldı ve “İsrail’le normalleşmenin şartı iki devletli bir çözümdür” dedi. Hamas saldırısı bunu mümkün kıldı. Aynı zamanda diplomatik olarak, Birleşmiş Milletler’de farklı ülkeler Filistin’i tanımaya başladı. O yüzden uzun vâdede orada da bir ivme yaşanabilir ve Türkiye de uzun vâdede bu resimden faydalanabilir. Eğer İran ve direniş ekseni uzun vâdede zayıflarsa, Suriye ve Irak gibi İran’la güç mücâdelesi içinde olduğu yerlerde, Türkiye’nin eli rahatlayabilir.

Ruşen Çakır: Şimdi biraz da sizin oradaki seçimi konuşalım. Seçime 26 gün kaldı. Ama aslında belki de konuşmamız gerekmiyor gibi, çünkü geçenlerde Habertürk’e çıkan Astrolog Zeynep Turan, “Pentagon’un müdâhale ettiği bir seçim yaşanacak. Trump’a bu seçimi vermeyecekler” dedi. Siz dükkânı kapatın, Amerikan halkı da sandığa gitmesin. Çünkü yıldızlar, “Olaylar çıkabilir” diyormuş. Hattâ, “Belki ilk kez seçim tekrarlanır” demiş. Ömer, o kadar gergin bir seçim bekliyor musunuz?
Ömer Taşpınar: Aslında şaka maka, Kamala Harris sâdece 2000-3000 oy farkıyla, rekabetin yakın olduğu bâzı eyâletlerde, meselâ Michigan’da, Pennsylvania’da, Wisconsin’de kazanırsa ve Trump kaybederse, insanları sokağa döker ve burada ciddî olaylar olur. Geçmişte bunların 10 bin, 16 bin oyla kazanıldığı oldu. “Bu tür durumlarda orada tekrar bir sayım olur mu?” dendiğinde, bu astrolog hanım “Ben size söylemiştim” diyebilir. Gerçekten şu anda öyle bir durum var — ki herkesin ortak analizi, bu seçimin birbirine çok yakın; %50-%50 olduğu yönünde. Çünkü kamuoyu yoklamalarında hatâ payı %2-3 çıkıyor ve Trump’ı %3 önde gösteren bir kamuoyu araştırması görmedim. Kamala Harris’i de %3-4 önde gösteren görmedim. Bunların hepsi %1-2 hatâ marjında çıkıyor. Özellikle Pennsylvania, Michigan, Wisconsin, North Carolina’da oylar birbirine çok yakın. Hattâ dün baktığımda, Arizona’da da yakın gözüküyordu. Öyle yerler var ki, normalde beklemediğin oranda Kamala Harris rekabet içinde. Meselâ Arizona gibi bir yerde bu kadar rekabet içinde olması önemli. Normalde North Carolina, Arizona, Cumhuriyetçiler’e yakın bir yerdir. Orada Kamala Harris’in bu kadar önde olması önemli. Fakat Michigan gibi, Arap Amerikalılar’ın, Wisconsin gibi mavi yaka işçi sınıfının yoğun olduğu ve imâlat sektörünün darbe almış olduğu yerlerde, Kamala Harris’in, mavi yakalı, beyaz, daha az eğitimli ve daha yaşlı kesimlerin gözünde yeterince popülarite kazanamadığını görüyoruz. Kamala Harris hem kadın olduğu için hem de etnik azınlık, yani siyah olduğu için, Biden’a oranla bir zemin kaybediyor gibi.
Bir yandan da ekonominin iyi gitmediği yönünde bir algı var. Her ne kadar ekonomik göstergeler şu anda Amerika’yı düzlüğe çıkmış olarak gösterse de, 4 yıl öncesine göre baktığımızda, Trump dönemi ekonomi açısından daha iyiydi. Göçmenler açısından daha iyi bir durumdaydı. Bu son 4 yılda hem çok göçmen girdi, hem ekonomik olarak enflasyon %20-25 oranında her şeyi değiştirdi — ki gıda sektöründe enflasyon oranı çok daha yüksek. Ekonomi konusunda Kamala Harris elinden geldiğince detaylı açıklamalar yaparak bir program sunmaya çalışıyor. Fakat bu, işini kaybetmiş ve fakirleşmiş işçi sınıfının gözünde çok iknâ edici gelmiyor. Bazı sendikalar, târihlerinde ilk kez çekimser kalıyorlar. Hattâ Trump’a kayan sendikalar var. Dolayısıyla Kamala Harris açısından çok zor bir seçim. Ben kaybetme ihtimâlini en azından %50 görüyorum. Trump’ın, geçmişte 2016’da ve 2020’de kamuoyu yoklamalarında daha geride gözüktüğünü ve seçimde daha iyi performans gösterdiğini de göz önünde bulundurursak, Trump’ın yükselme potansiyeli Kamala Harris’inkinden daha fazla. O nedenle çok yakın bir seçim olabilir. Bâzı anahtar eyâletlerde, “salıncak eyâletler”de gerçekten birkaç bin oyla sonuç belli olursa, orada tekrar seçime doğru gidilebilir. “Sonuç o gece belli olmayacak, kesin sabaha kalacak” gibi bir analiz yapılıyor. Sabah bile bâzı eyaletlerde hâlâ sayım devam edebilir. Bu arada Cumhuriyetçiler, Arizona gibi yerlerde makinalarla değil, elle sayılmasını istiyorlar ve o nedenle de uzama ihtimâli var. Bâzı analizlere göre de birkaç eyâlette bir hafta beklemek gerekecek. O nedenle çok kutuplaşmış ve gergin bir ortamda girecek.
Son olarak da şunu söyleyeyim: Tekrar Ortadoğu’ya dönecek olursak, şu anda İran bir misillemeye gebe. “İsrail’in İran’ın petrol kuyularını ve petrol santrallerini, Körfez’de ihrâcat yaptığı yerleri ve özellikle limanları vurması durumunda, petrol fiyatları hemen artar mı?” diye bir tartışma yapılıyor burada. Bir kesim, “Amerika’nın rezervleri var, onları devreye koyar, pompa fiyatına hemen yansımaz” diyor. Bir kesim, “Gene de yansıyabilir. İran’ın yapacağına bağlı” diyor. Gerçi şu anda Katar’da yapılan Körfez Birliği toplantısı sonrasında, tansiyon biraz düşmüş durumda. Ama gene de İran’ın bir misilleme yapacağı kesin. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudî Arabistan gibi yerler diken üstünde. Veya İran Azerbaycan’a bir saldırıda bulunursa, bu, petrol fiyatlarını kesinlikle etkileyecek. Daha da önemlisi, seçimlerden belki de bir iki hafta önce Ortadoğu’da kaosa, topyekûn savaşa doğru giden bir durum, Biden’ın ve Kamala Harris’in hânesine büyük bir negatif olarak yazılacak ve Trump bunları kullanacak. Dolayısıyla o açılardan baktığımızda, dış politika ve “Ekim sürprizi” gibi nedenlerle Trump’ın yükselme şansı Kamala Harris’e oranla çok yüksek.

Ruşen Çakır: Sen ne dersin Gönül? Evet, oyların başa baş olduğu kesin. En son, Hillary Clinton salıncak eyâletlerde kaybettiği için, toplamda daha fazla oy almasına rağmen kaybetmişti, değil mi? Ülke genelindeki anketlerde Kamala Harris’in 1-2 puan önde gözüküyor olması, kazanacağı anlamına gelmiyor. Bu iki turlu bir seçim. Onun bir adı vardı, ne deniyordu?
Gönül Tol: “Electoral College” yani “Seçmenler Koleji” (Delegeler Kurulu) deniyor. Aslında Hillary Clinton oyların çoğunluğunu almıştı, ama Seçmenler Koleji’nde kaybetmişti. Ömer’in söylediklerine tamâmen katılıyorum. Bugün New York Times’ın yaptığı kamuoyu araştırmasını gördüm, orada Kamala Harris, bir ay öncesine göre 3 puan önde görünüyor. Kamala Harris’in yukarı bir ivmesi var gibi. Bunun sebebi de Trump’tan daha avantajlı olduğu birkaç seçmen kesimi olması. Bir tânesi kadınlar; kadınlar çok kritik, çünkü kadınların erkeklere oranla sandığa gitme potansiyeli daha yüksek. O yüzden kadınlar arasında popüler olan adayın şansı daha yüksek oluyor. Kamala Harris de hem kürtaj meselesi hem kadın olması nedeniyle, hem de hedeflediği, bahsettiği politik ajandası nedeniyle, kadınlar arasında Trump’tan çok daha popüler. Bu, Kamala Harris’in lehine işleyecek bir şey.
İkincisi, salıncak eyâletlere baktığımızda, oralarda enflasyonun ülke genelinden daha düşük olduğunu görüyorsunuz ve Kamala Harris salıncak eyâletlerde çok az, bir puan kadar önde görünüyor. Fakat Ömer’in de bahsettiği gibi, ülkenin endüstriyel üretiminin kalbi olan ve Rust Belt (Pas Kuşağı) denilen Wisconsin ve Michigan gibi eyâletlerde, Kamala Harris, yani Demokratlar, buradaki mavi yakalı, beyaz seçmen arasında uzunca bir zamandır iyi performans sergilemiyor. 2016’da Trump’ın kazanması aslında çok kritik bir göstergeydi. Demokratlar’ın, globalleşme, global ekonomik entegrasyon ve serbest ticâret anlaşması yanlısı tutumları ve buradaki üretim yapan fabrikaların kapanması ve pek çoğunun da Meksika’ya gitmesi nedeniyle –çünkü 90’larda, Clinton tarafından imzâlanan, Meksika, Kanada ve Amerika arasında bir serbest ticâret anlaşması yapılmıştı– bu endüstriyel eyâletlerdeki mavi yakalı, beyaz, eğitimsiz seçmen bunu, “Serbest ticâret beni vurdu. Serbest ticâret nedeniyle buradaki fabrikalar kapatılıyor, Meksika’da açılıyor ve ben işimi kaybediyorum” diye görüyor. Trump 2016’daki seçim kampanyasında bunu çok iyi kullandı ve bir dönüşümü gördük. Normalde, Cumhuriyetçi Parti sermâye yanlısı bir parti olarak görülürken, Trump’la birlikte, mavi yakalının yanında olan, artık Demokrat Parti değil, Cumhuriyetçi Parti olmaya başladı. JD Vance’in de başkan yardımcılığına getirilmesiyle birlikte, bu trend artıyor. Kamala Harris bu toplum kesimini yakalayamıyor. Ömer’in söylediği gibi, meselâ sendikalar Biden’ı desteklemişti ve bu önemliydi. Biden aslında bu kesimden ciddî bir oy almıştı ve o nedenle de aslında Trump’ın yüksek gümrük vergileri uyguladığı Çin politikasını değiştirmemişti.
Kamala Harris, bu konuda, özellikle bu kritik eyâletlerde kendini iyi anlatabilen bir lider değil. Temel risk o. Fakat araştırmacılar bunu kompanse edecek bir gelişmenin yaşandığını söylüyor: “Kamala Harris, mavi yakalı, beyaz ve eğitimsiz kesimde kaybettiği oyu, beyaz ve eğitimli kesimde dramatik bir şekilde oy oranını artırarak kompanse etti” deniyor. Ama bunun kritik eyâletlerde olmaması, bizi 2016’daki gibi bir senaryoya itebilir. Yani, Kamala Harris’in oyların çoğunluğunu kazandığı, fakat seçimi kaybettiği bir senaryoyla karşılaşabiliriz.

Ruşen Çakır: Evet arkadaşlar, bu hafta biraz erken bitiriyoruz. Ben çok yoruldum. Sizde saat daha erken, ama eminim siz de bugün yorulacaksınız diye tahmin ediyorum. İzninizle bir reklâm yapacağım. Bugün Mustafa Öztürk Hoca’yla “İslam Kültüründe Kadın” https://medyascope.tv/2024/10/09/prof-dr-mustafa-ozturk-yeni-kitabini-rusen-cakira-anlatti-kuran-erkek-lehine-populist-bir-soyleme-sahip/ üzerine çok ilginç bir kayıt yaptık. Bugün saat 19.00’da yayınlanacak. Siz de muhakkak izleyin. Hoca’ya da yayında, “Hocam, kendini aşmışsın” dedim. Mustafa Hoca’yı yıllardır biliyorum. Bu yazdığı yeni kitap çok çarpıcı ve etkileyici. Hakîkaten kadın tartışmasına noktayı koyuyor. Böyle bir reklâm yapmış olayım. Sizinle de herhalde Ortadoğu’yu ve ABD seçimini konuşa konuşa devam edeceğiz. Ömer Taşpınar’a ve Gönül Tol’a çok teşekkürler.  İzleyicilerimize de teşekkür ederiz. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
14.10.2024 Türkiye’nin Selahattin Demirtaş’a ihtiyacı var
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
09.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 26 gün - 7 Ekim’in birinci yılında Ortadoğu
08.10.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Türkiye’nin gündeminde “muhâlefet boşluğu” var
08.10.2024 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Silivri Postası
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
03.10.2024 Aydın Selcen ile söyleşi: İran-İsrail gerginliğinin geleceği
03.10.2024 Arzu Yılmaz ile söyleşi: Ortadoğu alt üst olurken Türkiye ve Kürtler
02.10.2024 Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı