Haftaya Bakış (288): Çeteler, operasyonlar, cinayetler, Muhalefet içi kavgalar, Yeni Yargı Paketi

17.10.2025 medyascope.tv

17 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız ve Kemal Can'la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Dün 3,5 saat çözüm süreci ile ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/10/16/rusen-cakir-konuklariyla-yorumluyor-tum-yonleriyle-terorsuz-turkiye-sureci/ yaptım. Bir de, yine aynı konuda 1 saatlik bir Açık Oturum yayını https://medyascope.tv/2025/10/16/bu-surecten-nasil-bir-cozum-cikabilir-video/ yaptım. Onun için, mümkün olduğu kadar bu olaya girmeyelim diyeceğim, ama ‘’muhalefet sertleşiyor’’ bahsinde öyle bir husus var, istersen oradan başlayalım. Dün, İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz, “Anlaşıldı ki DEM Parti zaten muhalefet değilmiş, Baştan beri ‘’mış’’ gibi yapıyormuş” dedi. Çünkü sertleşmenin en son göstergesi, İYİ Parti'nin DEM Parti'ye yönelik aşırı söylemleri, tavrı. Murat Sevinç de Diken’de çok güzel bir yazı https://www.diken.com.tr/hedef-dem-olunca-elestiri-dili-nasil-da-hasin/ yazmış, gördün mü bilmiyorum. Murat, Turhan Çömez olayını görmemiş, yazıdan sonra farkına varmış, ki Turhan Çömez olayı çok rahatsız ediciydi. Ben bu sabahki yayınımda https://medyascope.tv/2025/10/17/rusen-cakir-yorumladi-dem-parti-heyeti-imraliya-tunel-mi-kazdi/ değinmeye çalıştım. Dilimin ucuna gelen şeyleri söylememeye çalıştım. Çünkü Pervin Buldan'a yaptığı, söyledikleri yanlış olabilir, ama orada Pervin Buldan Mecliste oturum yönetirken, o tür şeyler söylenmesi ve ardından Müsavat Dervişoğlu'nun hakaretleri... Bir yığın kavramı adeta sıraya dizdi. Aslında tam tribüne oynuyorlar. Yalnız orada şöyle bir şey oldu: Turhan Çömez'in müdahalesinden sonra, AK Parti ve MHP'liler de Pervin Buldan'a destek vermişler Mecliste. O ayrıntıyı söyleyelim. Bir de daha önce yaşanan fotoğraf meselesinde oldu bu, eleştirileri daha çok DEVA Partisi üstüne alındı. Oradan çıkan bir tartışma da var, inceden inceye yürüyor o tartışma aslında. Ahmet Davutoğlu da arada fırsat buldukça CHP'ye laf ediyor, ama Özgür Özel alabildiğine dikkatli bir şekilde muhalefet partilerine söz söylememeye çalışıyor. Böyle garip bir durum olmaya başladı. Ama açıkçası şöyle de bir şey var. Türkiye'de muhalefet kimdir, hangi partilerdir, benim kafam net değil bu konuda. Muhalefet partilerini bana alfabetik sırayla say desem sayabilecek misin?
Kemal Can: Eğer muhalefet partisi etiketini, iktidarın kimi karşısında muhalefet olarak gördüğü üzerinden tarif edeceksek, şu anda, iktidarın muhalefet diye tarif ettiği, hatta dışarıda tutmaya çalıştığı, CHP. Dolayısıyla, CHP bu pozisyonundan dolayı, iktidarın onu her türlü sürecin dışında tutma gayretinden ve bildiğimiz gibi, 19 Mart'tan itibaren devam eden ki onun evveliyatı da var, 19 Mart'tan itibaren çok daha bariz hâle gelen bu kuşatma nedeniyle, iktidar CHP'yi tek muhalefet aktörü gibi konumlamak niyetinde. Meclisin açılışındaki resim hikâyesinde de, diğer muhalefet partilerini kendisiyle teması devam ettiren, tabir yerindeyse kendisi açısından meşru görülen aktörler gibi konumlayarak, onların da kendi etrafında fotoğrafa girme gayretini tespit edip, muhalefet olarak da CHP'yi işaret ediyor. Söylediğim gibi, CHP, biraz bu zorunluluktan dolayı, 19 Mart sonrasında yoğun olarak tek başına muhalefet performansı sürüklemeye çalışan bir parti konumunda. Hatta CHP değil, özel olarak Özgür Özel'i bu konudaki pozisyonu itibariyle tarif edebiliriz. Yani neredeyse CHP parti teşkilatının motivasyonunun çok daha üzerinde bir bireysel performans sergiliyor Özgür Özel. Dolayısıyla, meydanlardaki o mitingler serisiyle, her hafta yapılan iki mitingde de siyaseten kuvvetli şeyler söyleme gereğinden ötürü, sürekli siyaset yapma, en azından söz düzeyinde güçlü bir muhalefet performansı gösterme çabasında. Ama onun dışındaki bütün partiler, tam olarak bir pozisyon sıkıntısı içerisindeler.
DEM Parti'nin meselesini biliyoruz. DEM Parti bu süreç bağlamında nasıl pozisyon alacağını bir türlü ayarlayamadı. Ayarlasa bile, bu aldığı pozisyonu meşru, ahlâki ve siyasi olarak savunabilecek söylem imkânlarına, koşullara ve belki de kadroya da çok sahip görünmüyor. En azından şu ana kadarki performansları öyle. Çünkü süreç kaçınılmaz olarak, biraz da mecburen, onların balansını bozmuş durumda. Evet, 19 Mart sürecinde CHP ile dayanışma gösterdiler. Birtakım hukuksuzluklara, antidemokratik uygulamalara, en azından sözlü tepki verme konusunda çok geri durmadılar belki, ama kaçınılmaz olarak kuvvetli bir muhalefet partisi performansı sergileyemiyorlar. Çünkü üzerlerinde sürecin devamıyla ilgili bir yük var ve öncelikleri kaçınılmaz olarak oraya yüklenmiş durumda. Tabii bu çok ciddi kazalara yol açıyor. Malum, Pervin Buldan'ın konuşması, daha önce Tuncer Bakırhan'ın konuşması… Çoğu zaman belki kastetmedikleri anlamları üretebilecek birtakım iletişim kazalarıyla da yüz yüze kalıyorlar. Bunun karşısında, biraz da kötü niyetle uğradıkları saldırılara da çok oransız cevaplar veriyorlar. Senin biraz önce söylediğin gibi, bugün Murat Sevinç'in yazısında da olduğu gibi, DEM’e dönük eleştiri ya da itirazların hakikaten sınırı yok. Kimse bu konuda ağzını da, elini de korkak alıştırmıyor; vur abalıya şeklinde gidiyor. Ama DEM de buna karşı çok başarılı bir savunma kuramayıp, biraz sinirlerine hâkim olamıyor ve orada tuhaf bir gerilim ortaya çıkıyor.
Ama diğer partiler açısından baktığımızda da durum parlak değil; İYİ Parti, Zafer Partisi, Anahtar Parti gibi, sürecin karşısında pozisyonlanarak, daha önce AKP-MHP ittifakının tuttuğu alanı, bu ‘’DEM’lenme’’ hikâyesi üzerinden Kürt siyasetini bir düşmanlaştırma aracı olarak kullanarak her şeyi ona göre endeksleyen MHP-AKP ittifakının pozisyonunu boşaltmasını bir fırsat bilip, o pozisyona yerleşmiş durumdalar Ve orayı mümkün olduğunca abartarak kullanmaya çalışıyorlar. Çünkü tabir yerindeyse, bunun hemen sıcağı sıcağına sonuç getireceğine inanıyorlar ve oradaki ölçüleri siyaseten de ahlâken de zorlayan bir agresiflikle alana giriyorlar.
Ama bunların tamamı aslında bir siyasetsizlik hâli. Başlığımızı da öyle verdik zaten. Muhalefet sertleşiyor, ama muhalefet iktidara karşı sertleşmiyor. Muhalefet birbirine karşı sertleşiyor. Tabanlar düzeyinde sürekli trol iddiaları da var. Özellikle sosyal medyada ve genel olarak muhalefet medyasında, resmi parti sözcülerini katbekat aşan son derece saldırgan, hakaretamiz, dışlayıcı, suçlayıcı bir dil hâkim oluyor. Sen biraz önce, İYİ Parti’nin, Zafer Partisi'nin DEM’e dönük sözleri ya da agresif tutumlarını örnek verdin. Ama şöyle bir şey var. Bu partiler, parti kimlikleriyle böyle pozisyon alıyorlar Mecliste de bunun şovunu yapıyorlar. Ama bir yandan da bu isimler, CHP medyasının da Özgür Özel'den bile daha çok görünen yüzleri. Turhan Çömez örneğini verdiğin için söylüyorum. Turhan Çömez muhtemelen CHP kanallarına Özgür Özel'den daha fazla çıkıyor ya da o kanalları seyredenler onu daha çok görüyorlar. Bunlara ilaveten, sabit konuk olarak Zafer Partisi yönetiminde yer alan insanları ya da İYİ Parti ve Zafer Partisi sözcülerini veya onlardan CHP’ye geçmiş isimleri yahut yine o çevrenin emekli siyasetçilerini sabahtan akşama kadar dinliyorlar. Onlar, bu iktidarın boşalttığı o eski kutuplaştırma aksını, yani Kürt meselesi üzerinden kurulan kutuplaştırma aksını hâlâ canlı tutuyorlar ve bütün tartışmayı onun üzerine yıkmış durumdalar.
CHP kurumsal olarak, özellikle de Özgür Özel hiç bu gerilime girmiyor. Hem meclisin açılış fotoğrafları, hem daha sonraki bütün gelişmelerde, diğer partileri dışlamayan, hatta onları kollayan bir tutum aldı. Ama buna karşılık, CHP’nin bu kurumsal tavrının tamamen zıddı olarak, CHP'li ya da CHP çevresinde konumlanmış yorumcuların çok saldırgan bir dil tutturduklarını görüyoruz. İYİ Parti-DEM geriliminden daha önce, bu fotoğraf ve ondan öncesinde, bu süreçle ilgili, komisyonla ilgili çok sert eleştiriler gündeme geliyordu. Bir de, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi gibi Meclise CHP çatısı listelerinden girmiş, bu yüzden de ciddi eleştirilere neden olmuş partilerin, Meclis açılışında Erdoğan'la verdikleri resim ve daha sonra da buna dönük eleştirilere karşı son derece üstten, tabir yerindeyse son derece burnundan kıl aldırmayan, üste çıkan bir tutumla, son derece saldırgan cevapları var. Özetle, birbiriyle problemi olan bütün bu muhalefet partilerinin hepsi, aslında genel bir siyasetsizlik, siyaset üretememe, iktidar karşısında, üstelik artık ciddi biçimde bir azınlık iktidarı karşısında, çok kuvvetli bir muhalefet performansı sergileyememe, ortak bir muhalefet dili kuramama, hatta siyaset üretememe açığını, böyle birbirleriyle, biraz ölçüsü kaçmış, hamaset dolu polemiklerle doldurmaya çalışıyorlar. Senin demin, “Tribüne oynuyorlar” dediğin gibi, seçmenlerine, sanki bir şey yapıyormuş, sanki bir şey söylüyormuş, çok önemli bir pozisyonu tutuyorlarmış görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Ve bu, aslında muhtemelen iktidar çevrelerinin keyifle seyrettiği, çeşitli operasyonlarla başaramadıklarını muhalefetin kendi kendine yaptığını gördükleri bir şey.

Ruşen Çakır: Demin Murat Sevinç'in Diken’deki yazısından bahsettim ya. O yazıda bir bölüm var, onu okumadan edemeyeceğim. Cumhuriyet gazetesinde benim hiç okumadığım bir yazar, Pervin Buldan'ı eleştirirken bir cümle kullanıyor. Murat yazısında, o yazarın satırlarından bahsetmiş. Hakikaten çok rahatsız edici bir şey. Biliyorsun Pervin Buldan malum medyaya, “Öcalan medyadan şikâyetçi, bu konu iktidarın” diye bir açıklama yapmıştı. Yanlış bir şey söyledi. Zaten Murat Sevinç de bunun yanlış olduğunu söylüyor. Şimdi Cumhuriyet’teki o yazarın Pervin Buldan'a yönelik eleştirisini okuyorum: Süreci eleştirenlerin medyaları mı kapatılacak? İşten kovulmaları mı sağlanacak? Hapishanelere mi doldurulacak, yoksa gözleri bağlanıp kuytuda cezalandırılma mı yapılacak? Bunu Pervin Buldan'a söylüyor. Pervin Buldan'ın eşi Savaş Buldan, biliyorsun 90'lı yıllarda bir kuytuda devlet tarafından, devletin paramiliter unsurları ya da derin devlet unsurları tarafından infaz edildi. En az 35 yıl olmuş. Yani bunu yaşamış bir kadın siyasetçiye söylenecek lâf mı bu? ‘’Gazetecileri hapse mi atacaksınız?’’ diyor, abartılı bir şey ama, tamam. Hadi, onu anladık. Ama bilmeden yapmış olduğunu sanmıyorum açıkçası. Pervin Buldan’ın hayatını bilmiyor olamazlar. Yani kuytuda cezalandırmak filan… Neyse, bu konuyu kapatalım, çünkü hakikaten sinir bozucu.
Kemal Can: Siyasi performansı ölçüsüzlüğe bindirirseniz, evet, bir kısım tribünü memnun edebilirsiniz. Ya da İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin, kendilerine ‘’kanzi’’ diyen sokaklardaki kalabalığın küfürbazlığını Meclise taşıyabilirsiniz ve bundan bir popülerlik temin edebilirsiniz. Ama bunlar siyaset yapmak değil. Sert muhalefet ya da birbirini sert eleştirmek, ölçüsüzlükle ölçülecek bir şey değil. Buradaki şey bence tam da kifayetsizliğin çirkeflikle kapatılması hâli.

Ruşen Çakır: Evet, tam da öyle. Kifayetsizliğin çirkeflikle kapatılması hâli. Demin okuduğum şey hâlâ aklımda. Neyse, daha fazla konuşmak istemiyorum. Bugün Merkez Bankası’nın eski Başkan Yardımcısı tutuklandı. Bugün yine Can Holding'e yeni operasyon oldu. Can ailesinden yine birtakım gözaltılar var. Kenan Tekdağ ev hapsindeydi biliyorsun, tekrar gözaltına alındı. Eski grubun, Habertürk grubunun yöneticisi. Remzi Sanver çok önemli bir isim. Tanırım da bizim liseden. Benden yaşça biraz küçüktür.
Kemal Can: Evet. Galatasaray’da kulüp yöneticiliği de yaptı.

Ruşen Çakır: Ama esas, Türkiye'deki Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nda Büyük Üstatlık görevinde biliyorsun. Bilgi Üniversitesi'nin eski rektörüydü. Bilgi Üniversitesi de Can Holding’indi. Galiba öyle bir şeyden gözaltı var. Bingöl soyadlı birileri var. Ben pek bilmiyordum, ama bu konuya hâkim olan meslektaşlarımız, onların, kuruluşundan beri AK Parti ile çalışan, AK Parti'ye angaje insanlar olduklarını söylüyorlar. Erdoğan'la fotoğrafları var. Mesela Çukurova Uluslararası Havalimanı’nı yapmışlar. Oradan fotoğraflar var. Bir tarafta bu operasyonlar sürüyor. Bir tarafta çeteler sürüyor. Bir de tabii, tam olarak ne olduğu anlaşılmayan, ama çok tatsız bir olay yaşadık biliyorsun. Bir meslektaşımız, Hakan Tosun, Esenyurt'ta dövülerek öldürüldü. Ailesi onu aradı, bulamadı, sonra buldu. O olayın içinde, neden, nasıl ve hangi motivasyonla saldırdıkları belli omayan iki genç saldırgan var. Gözaltındalar. Tutuklanmış olmaları lazım. Hangi motivasyonla yaptıkları belli değil. Bir de, şüphelilerin ailelerinin kamera görüntülerini almaları, Hakan Tosun’un ailesine eşyalarının çok sonradan verilmesi gibi bir yığın da şey var. Ülke bir garip. Yani garip dediğim her yerden bir şey çıkıyor.
Mesela çeteler var. Biri Dalton Çetesi. Bir başka çete gördüm; Adana'da, adını bile söyleyemeyeceğim garip isimli bir çete, 92 üyesi var. Eskiden örgüt operasyonları bile böyle olmazdı, Kemal. 92 çete üyesi gözaltına alındı ya da tutuklandı. Böyle fotoğraflar var. Her yerden bir şey çıkıyor ve zaten sürekli polis ve adliye işleri var, başka da bir şey yok. Şirketlere el konuluyor. Bir de Paramount Hotel hikâyesi var, değil mi? Sezgin Baran Korkmaz tekrar gündeme geldi. Orada gözaltına alınan kişi, savunma sanayiinde çok aktifmiş. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın tedarikçisiymiş vesaire. Bunları takip etmenin, neyin ne olduğunu anlamanın imkânı yok. Özellikle bu akçeli işlerdeki operasyonlarda çok ciddi bir siyasi boyut var ya da çok ciddi siyasi boyutlar var. Sürekli bir şeyler söyleniliyor. Mesela, ‘’Merkez Bankası Başkan Yardımcısı şunun adamıydı. Şu iş insanı şuna yakın, bu bunun adamı. Cumhurbaşkanı danışmanlarından şu kişi, şu holdingle ilişkideydi’ gibi şeyler söyleniyor. Bu işin iktidar içi bir kapışma boyutu da var sanki.
Kemal Can: Evet. Çeşitli vesilelerle konuşuyoruz. Bu çeteler meselesini de konuştuk, daha önce yapılan operasyonlar meselesini de konuştuk. Mesela yargıyı ilgilendiren, yargı içinde birtakım rüşvet ve yargı mensuplarının ve bazı avukatların karıştığı çeşitli suç dosyaları ile ilgili borsalar kurulduğu, paralı ilişkilerle birtakım sonuçlar alınması konusunda aracılıklar yapıldığı, arada para alışverişi olduğuna ilişkin birtakım davalar hâlâ sürüyor. Şimdi bu resmin bütününde, tek tek değil, çok sayıda vaka patlak verdi. Son birkaç aydır neredeyse pıtrak gibi çeşitli olaylar iki üç günde bir önümüze düşüyor. Ama resmin biraz bütününe baktığında, bunun iki tarafı var diye düşünüyorum. Bir tanesi, senelerdir konuştuğumuz şey. Özellikle 2018'den itibaren, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu garip yönetim modeline geçildikten sonra çokça tartışıldı. İdare bilimi, siyaset bilimi, bürokrasi konularında, hatta ekonomi konusunda deneyimi ve uzmanlığı olan pek çok kişi ve hukuk alanıyla ilgili bu yeni oluşan düzenin, yani bütün yetkilerin merkezde toplandığı ve bütün bu yetkilerin de tek bir insan tarafından asla deruhte edilemeyeceği, dolayısıyla, bunun kaçınılmaz olarak bir yönetememe krizine, birtakım otorite boşluklarına yol açacağına, tam tersine, yönetimde istikrar ve güçlü devlet iddiasının aksine, pek çok alanda başıbozukluk yaratacağına dair yorumlar, değerlendirmeler yapıldı. Hatta Anayasa Referandumu öncesinde de bu çok konuşuldu ve o tarihten bu yana adım adım çeşitli alanlarda, bu yapısal bozulmanın işaretlerini görmeye başladık. Ekonomide görmeye başladık, hukukta görmeye başladık, bürokraside görmeye başladık. Güvenlik bürokrasisinde görmeye başladık.
Ama daha sonra iktidar zaten bunu, bu belirsizlik atmosferini, bu keyfiliği bir tür kendi avantajına çevirdi. Yani en başta yargıyı tamamen kendisinin bir uzantısı hâline getiren, siyasi iktidarın bir organı hâline dönüştüren, bildiğimiz siyasi davalar, şunlar bunlar ortaya çıktı. Dolayısıyla, aslında bu belirsizlik ve çokbaşlılığı kendi avantajına çevirecek birtakım araçlar oluşturdu. Bu araçları oluştururken de muhtemelen bazı alanlarda böyle küçük, kimi kontrollü, kimi kontrolsüz küçük başka iktidar alanları da oluştu. Yargıda bir öbek oluştu, akçalı işlerde başka bir şey oluştu. Ve şimdi yavaş yavaş anlıyoruz ki bunun bir de gayrimeşru tarafı da var. Yani mafyadan, işin içine para girdiğinde her zaman devreye girebilecek normal, hukuki ve açık işlemlerden oluşmayan büyük bir iktisadi arka plan işlemeye başladı. Orada mafyalar, çeteler ortaya çıktı. Şimdi önümüze gelen şey, kaçınılmaz olarak kendiliğinden büyüyen ve bu tür bir enfeksiyonu bastıramadığı için sürekli yeni cerahatler ortaya çıkartan bir genel kriz. Dolayısıyla, böyle zaman zaman önümüze oradan patlak veren şeyler düşüyor. İşin bir tarafı bu; bu yapısal bir bozulmanın yavaş yavaş somut sonuçlar üretmeye başlaması.
Ama ikinci bir tarafı daha var: Bu belirsizlik atmosferi ki sen de söyledin, siyasi bağlantıları olan ve siyaset kurumunun ve iktidarın, kendi iktidarının devamı için avantaj üretmekte kullandığı bir alan aynı zamanda. Dolayısıyla, bu belirsizlik alanında yaşanan problemler, gerilimler, rekabet, mücadele, çatışma her neyse, bunların aynı zamanda siyasi sonuçları olur. Ve çeşitli ekipler, bu belirsizlik alanını kendi siyasi gücü ya da iktisadi gücü için kullanan çeşitli öbekler, odaklar, çevreler birbirlerine karşı da bu alanı kullanıyorlar. Dediğim gibi bu, yargı operasyonlarında konuştuk, çete operasyonlarında konuştuk, şimdi yapılan birtakım yolsuzluk operasyonlarında yine gündeme geliyor. İktidar içerisindeki çeşitli ekiplerin, yine iktidar içerisindeki başka ekiplere karşı operasyonlar yaptığı, o operasyonlara karşı başkalarının cevap niteliğinde hamlelere kalkıştığı konuşuluyor. Bunlar, kulislerde hiç de gizli saklı olmayan şeyler. Dolayısıyla, işin ikinci tarafında görüyoruz; bir yapısal bozulmanın yarattığı çürümenin dışa vuran sonuçları. Ama bu sonuçları kullanarak, iktidar için mücadelelerin de bir savaş arenasına döndüğünü görüyoruz. Yargının ve bürokrasinin içerisinde çok güçlü bir mücadele zemini var. Bu ikisini birlikte gördüğümüzde, hem yapısal bozulma büyüdüğü için, hem de çatışma derinleştiği için bu tür vakalar da daha fazla görülmeye başladı. Ama bir yandan da iktidarı, hep tartışıldığı üzere, sanıyorum Erdoğan'ı da içine alan, iktidar içerisindeki bir güç mücadelesi. Erdoğan Ailesi’nin de içinde olduğu bir güç mücadelesinde taraflardan bahsediliyor. Dolayısıyla, iktidarın bir tür sadeleştirmeye de ihtiyacı var. Bu, kendisinin bilerek, isteyerek belirsizliğe ittiği, kısmen bozulmasına göz yumduğu alanın, bir süre avantajına çalışmasına rağmen problem yaratmaya başlayan taraflarını temizlemek biraz. Bu, bir arınma anlamında temizleme değil. Bir sadeleştirme ve orada, daha işe yararların elde tutulacağı, gözden çıkarılabileceklerin temizleneceği imkânlar da görüyor ve bazı operasyonlar da galiba böyle yürüyor diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi, Mehmet Şimşek Amerika Birleşik Devletleri'nden “Enflasyonda beklediğimizin üzerinde rakamlarla karşılaşabiliriz” demiş. Neyse. En son olarak yeni yargı paketini, 11. yargı paketini bekliyoruz. T24’ten Ceren Bayar bir atlatma haber https://t24.com.tr/haber/11-yargi-paketi-lgbti-lara-hapis-cezasi-geliyor-cinsiyet-degisikligi-yasi-25-e-cikiyor,1267781 yaptı. Sonra meslektaşlarımız AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler'e sordular. Güler, “Biz öyle bir taslak görmedik, ama çalışma var” diye açıklama yaptı. Bir yerlerde çalışılıyor. İçinde çok şey olacak belli ki, ama şu ana kadar en çok tartışılan konu LGBT+ için yapılacağı söylenen düzenlemeler. Neredeyse yasaklayacaklar. Neredeyse diyorum, çünkü orada, teşvik eden, şu bu gibi hususlar var. Tamamen afakî hususlar. Sonuçta herhangi bir kolluk gücü, sırf kılık kıyafetinden ya da konuşmasından dolayı bile, sokaktaki bir insanı gözaltına alabilir. Böyle şeyler var. Cinsiyet değişikliği yaşı yükseltiliyor ve şartları iyice ağırlaştırılıyor. Platformlara yönelik birtakım düzenlemeler var. Ben geçenlerde bunu uzun uzun ele aldığım için özetle söylemek istiyorum. Burada, bir kere şöyle bir husus var. Bu aslında tüm dünyada yaşanan yeni sağ hareketlerin çok sevdiği bir eğilim. Mesela aşı karşıtlığı da böyle bir şeydi biliyorsun. Çok sevdikleri türden...
Kemal Can: Sokak hayvanları meselesi, o yasa da öyle çıktı.

Ruşen Çakır: Evet. Tabii, o da var. Eşcinsellik meselesi ya da daha genel olarak eşcinsellik ötesinde bir şeyden bahsediyoruz. Bunca yıldır bu ülkede yaşayan insanlarız. Görüyoruz, ediyoruz, hayatın her alanında kimisi açık kimliğiyle, kimisi örtülü bir şekilde var. Her şey bir yana, ilk akla gelen Zeki Müren, Bülent Ersoy. Üstelik Bülent Ersoy cinsiyet değiştirmiş birisi olarak var. Zeki Müren öyle değil. O kadar çok isim var ki.
Kemal Can: Ayrıca Bülent Ersoy Külliye’nin iftar davetlerinin baş konuklarından biri.

Ruşen Çakır: Tabii. Kim kimi nasıl aldatıyor? Ama ülkeyi yönetenlerin bu tür argümanlara ihtiyacı var. Çünkü burada çok basit bir hesap yapılıyor. ‘Biz bunu söyleriz. Muhalefet gelsin buna karşı çıksın, itiraz etsin.’’ Ne olacak o zaman? ‘’Bakın muhalefet, neleri savunuyor’’ gibi bir havada gösterecek. Bu, çok ucuz bir popülizm. Ama bir de şöyle bir husus var tabii burada. Bu, farklı cinsel yönelimlere sahip kişilerin arasında işi gücü olanlar için daha kolay olabilir, ama farklı yönelimleri olanlar, özellikle ergenlikte ve gençlik zamanlarında zaten çok büyük zorluk yaşıyorlar. Toplumsal baskı anlamında endişeleri var, kaygıları var, şu var, bu var. Bir de üstüne böyle bir devlet kıskacı gelince… Şunu bir kere kesinlikle net bir şekilde söylemek mümkün. Yani yönelimi öyle olan birisinin devlet yasakladı diye, devlet sınır çekti diye ondan vazgeçecek hâli yok. Bu kurgulanan şey, insanlık dışı bir şey aslında. Bunun, dünyanın başka yerlerinde de örnekleri var. Yasak olan ülkeler var biliyorsun. Eşcinsellik yasak mesela, ama orada eşcinsellik var. Her yerde var. Dünyanın her yerinde var. Bizde böyle bir şey yoktu. Yani ‘’ahlâka aykırı hareketler’’ diye ucu açık birtakım şeyler var, ama burada başka bir şey çevirmeye çalışıyorlar.
Kemal Can: Evet. Aslında, biraz önce senin söylediğin şey tam olarak karşılıyor bunu. Bunu bir tür koçbaşı gibi kullanmak aslında. İtiraz edilmesinin zor olduğunu düşündükleri, yani genel olarak, genel muhafazakârlığın içerisinde istismar edilebilecek şeyler. Yani, ‘Bakın, neyi savunuyorlar?’’ ‘’Bakın, sapkınlığı savunuyorlar.’’ ‘’Bakın, zaten bunlar böyle. Yerli ve milli değil’’ filan. Hatta bir ara hatırlarsan, Netflix hikâyesinde de vardı ki bu düzenlemede de sanıyorum var. Platformlarda bu tür dizi, film gibi şeylerle ilgili birtakım yasaklamalar, sınırlamalar, kısıtlamalar getirilmesi söz konusu. Bunların hepsi, belki büyük çoğunluk olmayan, ama gürültücü bir tribün kalabalığını tatmin edebilecek şeyler. Tabii ki aynı konular değil ama, demin senin söylediğin aşı karşıtlığı, hayvan hakları ya da sokak hayvanları ile ilgili meselelerde veya başka meselelerde olduğu gibi, dünyada son dönemlerde, özellikle yeni sağ yükselişte. Hedefe konulan ve ‘’kimlik siyaseti’’ denilip etiketlenen ve her türlü dikkatli davranılması istenilen, farkındalık istenilen alanlardaki kazanımları tehdit olarak gören bir tutum var. Dolayısıyla bunun gürültücü bir tribünü var. Onu tatmin etme ihtiyacı, biraz önce konuştuğumuz o siyasetsizliğin ilaçlarından biri.
Daha önce de kadınlara ilişkin düzenlemeler, kadınların miras haklarıyla ilgili düzenlemeler, eğitimle ilgili düzenlemelerle ilgili seninle konuştuk. Ortalama muhafazakâr seçmene sevimli gelebilecek, birtakım başka kesimleri rahatsız ve tedirgin edecek, ama buna karşılık çok kuvvetli bir kamuoyuyla direnç oluşmayacak birtakım alanlarda, ideolojik birtakım ataklar yapıyorlar. Ama buradaki niyet, bence siyaset üretememenin, siyasetsizliğin çaresi olarak bulunmuş. “Çaresizlikten bunu yapıyorlar” dedin ya. Çünkü bu, bir hikâye üretmek değil. Bu, daha iyi bir dünya tasvir etmek değil. Sadece, birtakım düşmanlar, birtakım hedefler, ‘’ötekiler’’ icat ederek onların hayatını zorlaştırıp, sanki diğerlerinin hayatını güzelleştiriyormuş taklidi yapmak. İktidarların, asıl olarak kendilerinin desteğini arttırmak için yapmaları gereken, daha fazla insanı memnun etmek. Ama bu iktidarın uzunca bir süredir bu otoriterleşme ile birlikte yaptığı şey, kendisini destekleyenlerin dışındakilerin hayatını zorlaştırarak, kendisini destekleyenlerin durumundan hoşnut kalmasını beklemektir. “Bu kadar iktisadi soruna, bu kadar baskıya, hukuksuzluğa rağmen iktidarın oy oranı neden hâlâ beklenildiği kadar dramatik olarak düşmüyor?” sorusunu cevaplayan önemli bir mesele bence. O da şu: İktidar kendisini desteklemeyenlerin hayatını o kadar kâbusa çeviriyor ki, iktidarı destekleyerek kalmanın bir güvence olduğu hissini yaratıyor. Otoriter tutumun önemli avantajlarından, konsolidasyon araçlarından biri bu. Dolayısıyla, kendi destekçi çevresinin rahatsızlıklarını veya daha iyi bir hayat için taleplerini değil de, o çevrenin dışındakilerin hayatlarını zorlaştıracak hamleleri sanki bir iş yapıyormuş gibi, bir başarıymış gibi sunmaya çalışıyor. Bu da onlardan biri. Henüz taslak gelmediği için detaylarına hâkim değiliz, ama Ceren epeyce noktayı işaret ediyor. Mesela o yargı paketinde konuşulmadı, ama daha önce geri çekilen sansür hikâyesinin de tekrar getirileceği söyleniliyor.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal, noktayı koyalım. Haftaya cuma günü galiba ben İstanbul'da olmayacağım, şehir dışında olacağım. Şimdiden söyleyeyim, Haftaya Bakış’ı Cumartesi yapabiliriz. İzleyicilerimizi de bilgilendirelim. ‘Haftaya Bakış’ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere. Hepinize çok teşekkürler, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
24.10.2025 Hopa’dan sevgilerle
23.10.2025 Diyelim ki mahkeme Kılıçdaroğlu’nu yeniden CHP’nin başına geçirdi…
22.10.2025 Çözüm sürecini sabote mi ediyorlar?
21.10.2025 Suriye’nin karmaşık dengeleri: Savaş yok ama barış da yok! | Amberin Zaman anlatıyor
20.10.2025 Türkiye’nin Kürtçe ile sınavı
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
18.10.2025 Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (47): İBB Borsası tartışması sürüyor | CHP’den AKP’ye transferler | Komisyondan ne sonuç çıkar?
17.10.2025 DEM Parti heyeti İmralı’ya tünel mi kazdı?
17.10.2025 Haftaya Bakış (288): Çeteler, operasyonlar, cinayetler, Muhalefet içi kavgalar, Yeni Yargı Paketi
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı