KİTAP YAZILARI (5)
En cesurumuz Hasan Cemal mi?
Hasan Cemal’in “1915: Ermeni Soykırımı” kitabını okuyalı çok oldu, ne zamandır üzerine yazmayı düşünüyordum ama hayli geciktim. Gecikmemin tek nedeni tembellik olsa sorun olmazdı ancak bir süredir birçoğumuzu kapsama alanına alan tehlikeli bir ruh halinin etkisi altında kalmış olduğumu itiraf etmeliyim. Bir tür “otosansür”den söz etmeye çalışıyorum. Ülkenizin en önde gelen gazetecilerinden biri onca riski göze alıp ülkenizin en önde gelen tabularından birine alenen meydan okuyor ama siz sanki bu meydan okuyuş onun kişisel bir meselesiymiş gibi, takdirinizi bile yüksek sesle ifade etme yoluna gitmiyorsunuz.
Hasan Cemal’in, içimizde “en cesur” kişi olduğu için “1915: Ermeni Soykırımı” adlı bir kitap yazıp kapağına da Ermenistan’daki Soykırım Anıtı’na çiçek bırakırken çektirdiği fotoğrafı koyduğunu, geri kalanlarınsa korkudan kitap hakkında sessiz kaldığını düşünmüyorum. Yani bu durumu açıklamada sanıldığı gibi anahtar kavram “cesaret” değil. “Peki nedir?” diye sorarsanız verecek tek kelimelik bir cevabım da yok.
Soykırım demek ya da dememek
Belki de cevap kitabım 175 ile 182. sayfaları arasında gizlidir. Burada Hasan Cemal Los Angeles’ta bir üniversite salonunda çoğu Ermeni olan bir kalabalığa yapacağı konuşma öncesi yaşadığı tereddütü anlatıyor. Kafasındaki soru şudur: Soykırım demeli miyim?
“Ne düşünüyorsam, neye inanıyorsam apaçık söylemekten, yazmaktan beni alıkoyan ne?” diye soran Cemal seçenekleri şöyle sıralar:
“Tabular? Korkular? Mahalle baskısı? ‘Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!?’, 301’ler? ‘Vatan hainliği’ damgası? Dün Ali Kemal, Bugün Hasan Cemal?”
Nihayet “Hâlâ özgürleşemeyecek miyim? Ayıp değil mi Hasan Cemal?” diye kendi kendisine kızdıktan sonra konuşmanın girişindeki cümleye soykırım sözcüğünü ekler: “Sizin acınızı biliyorum, anlıyorum ve soykırım acınızı paylaşmak için buradayım.”
Bu kadar!
Açılımlar kapandıktan sonra
Tabii bir de olayın siyasi boyutu var. Kitabı okuduğunuzda birkaç yıllık bir zaman diliminde Türkiye toplumunun Ermeni sorunuyla nihayet yüzleşmesi yolunda ne kadar çok adım atılmış olduğunu hayretle hatırlıyor ve aradan topu topu 4-5 yıl geçmiş olmasına rağmen gelmiş olduğumuz geri noktaya yine hayret edip üzülüyorsunuz. Düşünsenize Cumhurbaşkanı Abdullah Gül sadece 4 yıl önce, 2008’in Eylül ayında Erivan’da milli maç izlemeye gitmişti. Binlerce insan Hrant Dink’i o muhteşem “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla 2007’in Ocak ayında uğurlamıştı.
Evet bir dönem Türkiye’de Ermeni sorununa değinmek, ırkçı-faşist çevrelerden gelen tehditlere rağmen pek makbuldü; sonra nedense birden bu konu tekrar konuşulmaz oldu. “Nedense” dediğime bakmayın, bunun birçok nedeni var ve esas nedenin, hükümetin diğer başka konularda olduğu gibi Ermeni sorununda da açılım stratejisini sonuna kadar götürememesi ve yarıda bırakması olduğunu biliyoruz.
Hükümetlerin, siyasetçilerin şu ya da bu nedenle başlamış olduklarını bitirmemeleri, ilk koyulduklarından bambaşka yollara savrulmaları bir yere kadar anlaşılabilir, ama aydın olma iddiasındaki kişilerin bu tür mazeretleri olabilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım: Siyasi iktidarla birlikte açılıp onunla birlikte kapanarak aydın olunur mu?
Bereket, medyanın bilinçli ilgisizliğine rağmen “1915: Ermeni Soykırımı” okurun geniş ilgisiyle karşılaşmış. Bu da gösteriyor ki medya önemli ama tek başına her şey değil. Toplum sadece medyanın gösterdiklerini görmüyor, medyanın bilerek ya da bilmeyerek gizledikleriyle de, eğer belli bir değeri varsa, ne yapıp edip buluşuyor.
BİTTİ