Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Türkiye’nin gündeminde “muhâlefet boşluğu” var

08.10.2024 medyascope.tv

8 Ekim 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. MetroPOLL Araştırma’nın aylık “Türkiye’nin Nabzı” araştırmalarından hareketle yapılan, “In-Depth”, derinlemesine analiz raporunu her ay olduğu gibi bu ay da Prof. Burak Bilgehan Özpek’le tartışacağız. Burak, merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Konuşacak çok konu var. Ağustos ayında değerlendirmesini yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2024/09/06/chp-cozumun-adresi-olabiliyor-mu-rusen-cakir-burak-bilgehan-ozpek-degerlendiriyor/ konuştuklarımızın devâmı niteliğinde konular da var — özellikle muhâlefet konusunda. Geçen ayki araştırmada, muhâlefet kendi içine kapandığı için CHP’de ciddî bir oy kaybı olduğunu ve AK Parti’nin birinci parti hâline geldiğini saptamıştınız. Bu ayki araştırmanızda da AK Parti kıl payıyla yine birinci parti görünüyor. Geçenlerde PANORAMATR Direktörü Hatem Ete ile yaptığım yayında https://medyascope.tv/2024/10/03/rusen-cakirin-konugu-hatem-ete-akp-kil-payi-yine-birinci-parti/ da konuştuk, onlar da benzer bir sonuç bulmuştu. Her iki ankette yer alan konulardan birisiyle başlayalım: “Bu Pazar seçim olsa oy verir misiniz?” sorusuna, araştırmaya katılanların neredeyse üçte biri, oy vermeyeceğini, protesto edeceğini ya da kararsız olduğunu veya cevap vermeyeceğini söylemiş. Üçte bir büyük bir oran, değil mi?
Özpek: Evet, çok büyük bir oran. Bu aslında birkaç aydır böyle çıkıyor. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi’ne 14 Mayıs seçimlerinde oy veren seçmenin büyük kısmı kendisini “kararsız” kümesinde tanımlıyordu. Yani biz aslında geçen aya kadar AKP seçmeninin sâdece %50’sinin, “Bu Pazar seçim olsa yeniden AKP’ye oy veririm” dediğini gördük. Geçtiğimiz ay bu oran çeşitli sebeplerden dolayı yükselmişti. Onu da îzah ettim zâten.  Bu ay biraz daha düştü, ama yine %50’nin üzerinde tabiî. Ondan dolayı AKP’de bir yükseliş görüyoruz. Fakat bu ay, özellikle AKP ve İYİ Parti’deki o kararsızların ağırlığını oluşturan kümeye bir de Cumhuriyet Halk Partisi eklendi. Yüzde 35’e yakın bir kararsız, protesto ve cevapsız seçeneğini işâretleyen var. Şöyle söylemek gerekiyor: Bugün Türkiye’de kararsızların oranı tekil olarak bütün partilerden daha yüksek. Hattâ yarın seçim olsa ne yapacağını bilmeyen, karar verememiş veyâhut siyâsete karşı mesâfeli olan seçmen oranı, AKP ve CHP oylarının toplamına yakın. Bu kararsızları teker teker incelediğimiz zaman, yarıya yakını da protesto oyu vereceğini söylüyor. Yani aslında mesele sâdece seçmenin siyâsî partiler arasında kararsız olması değil, aynı zamanda siyâset kurumuna olan güvensizliği de çok.

Ruşen Çakır: O tablo şu anda tam da önümde. “Siyâsetçilere ne derece güveniyorsunuz?” sorusuna, “Çok güveniyorum” diyenlerin oranı %2,2 çıkıyor. “Güveniyorum” diyenlerin oranı %20, “Hiç güvenmiyorum” diyenlerin oranı da neredeyse yarısı. Genel bir şey söyleniyor burada; bir parti olarak tanımlanmıyor. Bu tabloyla o kararsız ve protesto oyları arasında doğrudan bir ilişki var o zaman.
Özpek: Evet, çok ciddî bir ilişki var. Biz bu soruyu geçen sene Eylül ayında da sormuşuz. Bundan dolayı oluşan parti kırılımları var elimizde. Bir sene içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeninin siyâsetçilere güven oranı %51’den %36’ya düşmüş; güvenmeyenlerin oranı da %44’ten %56’ya çıkmış. Bu, AKP için dramatik bir düşüş. Cumhuriyet Halk Partisi’nde hemen hemen aynı kalmış. Yani siyâsetçilere güven meselesi hatâ payı içerisinde bir artış gösteriyor. Yine Milliyetçi Hareket Partisi’nde ciddî bir dalgalanma var. Geçtiğimiz sene “Güveniyorum” diyenlerin oranı %38,5 imiş, onlar da %32’ye düşmüş. En ciddî güven düşüşü İYİ Parti’de olmuş. Geçen yıl “Güveniyorum” diyenler %30. Zâten o zaman bile çok azmış. Bu sene oran %12’ye düşmüş. Yani İYİ Parti seçmeninin sâdece %12’si siyâsetçilere güveniyor. Yaşadıkları bâdirelerden dolayı ciddî bir şekilde etkilenmişler. Yani genel olarak “Güvenmiyorum” diyenlerin oranı %86.
Bu tablo başka sonuçlarla berâber düşünüldüğünde bir anlam ifâde ediyor. Bu, parti memnûniyeti sorusu veyâhut “Muhâlefet boşluğu var mı?” sorularıyla da alâkalı. Meselâ Türkiye’de muhâlefet boşluğu olduğunu düşünenlerin oranı %72.

Ruşen Çakır: Evet, zâten yayının başlığına da bunu çıkardık. Anlaşıldığı kadarıyla Eylül ayında yaptığınız araştırmadaki en önemli husus, muhâlefet boşluğu meselesi. Ardından gelen, “CHP etkili muhâlefet yapıyor mu?” sorusuna da çok yüksek miktarda “Hayır” cevâbı verilmiş.
Özpek: Doğru. AKP ve MHP’nin Cumhuriyet Halk Partisi’ni beğenmemesi normal. “Muhâlefet boşluğu var mı?” dediğimiz zaman, orayı bir netleştirmemiz gerekiyor. 2021- 2022 senelerinde aslında çok ciddî bir muhâlefet vardı Türkiye’de. Zâten biz o dönem birlikte program yapıyorduk. Siyâsetin gündemini belirleme yeteneğine sâhip muhâlefet partileri vardı. Orada da üç tâne önemli partiden bahsedebilirim: Cumhuriyet Halk Partisi, HDP ve İYİ Parti. Selahattin Demirtaş’ın cezâevinden yazdığı mektuplar, Meral Akşener’in grup konuşmaları… Kılıçdaroğlu’nun da kendi içinde aktivizm barındıran bir tarzı vardı. 128 milyar dolar meselesi, “Tiksindirici borç” meselesi, muhâlefette kurulacak ittifak... Açıkçası bunlar etkili bir muhâlefet olduğunu gösteriyordu. Ama bu enerji hebâ edildi. Bu da ayrı bir mesele. Şu anda “muhâlefet” denildiğinde bizim anladığımız, çok güçlü muhâlefet partileri değil, Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Halk Partisi, özellikle yerel seçim başarısından sonra muhâlefetle eş anlamlı bir hâle geldi. O yüzden herkes Cumhuriyet Halk Partisi’nin performansına bakıyor. Orada da Cumhuriyet Halk Partisi seçmeninin %75’i Türkiye’de bir muhâlefet boşluğu olduğunu düşünüyor. Biz Cumhur İttifâkı seçmeninin muhâlefeti beğenmemesini yadırgamayız. Zâten orada, muhâlefeti küçümseyen, muhâlefetin yeteri kadar iyi olmadığını düşünen çok yerleşik bir söylem var. Fakat muhâlefetin de kendisine inanmadığı ya da kendi performansını beğenmediği bir durumla karşı karşıyayız. Cumhuriyet Halk Partisi’nin dört seçmeninden üçü, bir muhâlefet boşluğu olduğunu düşünüyor. Bu oran İYİ Parti’de de benzer, DEM Parti’de de %81. Yani ikisinden de daha yüksek. Dolayısıyla Türkiye’de muhâlefetin yarattığı bir tatminsizlik var.

Ruşen Çakır: Peki, bir konuyu da soracağım, ankette sorulmadığını fark ettim — kaçırdıysam düzelt lütfen: Kılıçdaroğlu meselesi çıktı ortaya, geçen ay da biraz konuştuk bunu. Bugün grup toplantısında Özgür Özel, bir kadın belediye başkanı üzerinden, kendisine yönelik yapılan saldırıyı –ki bunun bir iftirâ olduğunu özellikle Belediye Başkanı iknâ edici bir şekilde anlattı–, adını vermeden aslında Kılıçdaroğlu’yla irtibatlandırdı. Suç duyurusu yapacağı kişilerin Kılıçdaroğlu’nun yakınında olduğu biliniyor. Araştırmada bu yok, ama Burak Bilgehan Özpek olarak sana sormak istiyorum. Kılıçdaroğlu bu muhâlefet boşluğunu, “CHP yeterince muhâlefet yapamıyor” gibi temaları, normalleşme eleştirisini dile getiriyor. Bu gerçekten bir çekim merkezi olabilir mi?
Özpek: Elimizde anket sonuçlarından öte, Kılıçdaroğlu’nun performansına dâir seçim sonuçları var ve ortaya çok başarılı bir tablo koyamadığını görüyoruz. Kılıçdaroğlu’nun muhâlefet yapma tarzı başarısız oldu.  Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan karşısında, Muharrem İnce ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aldıkları oyu aldı. Bu bir gerçek. Kılıçdaroğlu’nun etkili zannettiği muhâlefet aslında o kadar etkili değil, bunu söylememiz gerekiyor. Kemal Bey’den duyduğumuz, “Hesap soracağım”, “Devlet dairelerinin kapısına gidip dayanacağım ve onları bir şekilde sıraya çekeceğim” gibi, bana sorarsanız biraz ergen bir muhâlefet tarzı, bence çok büyük bir başarı getirmedi. Fakat bu, Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığının antitezi de normalleşme sürecidir demek değil. Burada bir ara zemin mümkün ve maalesef Türkiye’deki siyâsetçi kalibresi bu ara zemini bir türlü doldurmuyor. Bunu doldurmaya niyet mi etmiyorlar; bunu dolduracak nitelikleri, kadroları mı yok bilmiyorum. Seçimlerin üzerinden 6 ay geçti. Türkiye çok ciddî bir iktisâdî kriz yaşıyor. Buna rağmen, bizim Süleyman Demirel’den, Bülent Ecevit’ten, İsmail Cem’den ya da Turgut Özal’dan görmeye alıştığımız, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde bir Türkiye okuması yapan, mevcut durumu analiz eden ve veriler çerçevesinde çözüm önerisini sunan bir siyâsî yaklaşım görmedik. Maalesef Türkiye’deki siyâsetçi profili, Halk TV stüdyolarında mızmızlanan yorumculardan da çok farklı değil. Halbuki siyâsetçinin bu sorunları çözmesi ve güven vermesi gerekiyor. Yani Kılıçdaroğlu’nun o agresif dili de başarılı değil. Gördüğümüz üzere normalleşme süreci ve meseleleri sümen altı etme, çok fazla ekonomi konuşmama stratejisi de başarısız oldu. Dolayısıyla bir orta yol olması lâzım ve bu orta yolu kim keşfedecek diye bekliyorum açıkçası. Türkiye’nin birçok meselesi var, ama bunlar konuşulmuyor

Ruşen Çakır: Şu konu da aslında çok çarpıcı — PANORAMATR’nin anketinde de görmüştüm, sizin yaptığınız araştırmalarda da çıkıyor: Normal şartlarda merkez partiler, birinci veya ikinci partiler bir kriz yaşarken, alttan birileri gelir. Meselâ son yerel seçimde Yeniden Refah Partisi çok ciddî bir çıkış yapmıştı; il genel meclislerinde %6 civârı oy almıştı, bir yükselişte gözüküyordu ve özellikle de AK Parti’den giden oyların Yeniden Refah’a yöneldiği söyleniyordu. Bakıyorum araştırmalara: Yeniden Refah Partisi’nde, artış bir yana, çok net şekilde bir gerileme var. Yine kamuoyu araştırmalarına ve sizin araştırmanıza da bakıyorum: Benzer bir şekilde, popüler olma ihtimâli olan Zafer Partisi’nde, hiç de öyle “İnsanlar merkez partilerden, CHP ve AK Parti’den kaçıyor, Zafer Partisi’ne gidiyor” gibi bir olay da görmüyoruz. Bu nasıl oluyor? Şu anda sizin tablonuzda da parlayan bir yıldız yok maalesef.
Özpek: Niye olsun Ruşen Ağabey? Yeniden Refah Partisi, 31 Mart’tan sonra sizin veya benim aklımda kalacak nasıl bir çıkış yaptı? Bir de üstelik başkanlarını kaptırdılar. Erdoğan onların birçok gündemini elinden almaya çalıştı: LGBT gündemini elinden aldı, sokak köpekleri gündemini elinden aldı. Hattâ öyle bir noktada buldular ki kendilerini, “Sokak köpeklerini öldürmek günahtır” gibi bir şey söylemek zorunda kaldı Fatih Erbakan. İsrail’le olan ticâreti sınırlandırdı. Yani Yeniden Refah Partisi’nin aksiyoner söylemini elinden aldı. Bununla birlikte partiyi de çok fazla konuşamaz hâle getirdi. Çünkü siz de hak vereceksinizdir, sağ muhâlif olmak, hükûmetin gadrine daha doğrudan muhâtap olmayı gerektiriyor, özellikle Anadolu şehirlerinde. Yani bir dönem AK Parti’de siyâset yapan, sonra Yeniden Refah Partisi’ne geçip belediye kazanan, siyâseten rüştünü, varlığını ispat etmiş isimlerin hayâtı, muhtemelen en az CHP belediyeleri kadar zordur. Yerel ölçekte, özellikle taşrada siyâset yapmak, AKP’nin doğrudan baskısına muhâtap olmayı berâberinde getirir. Dolayısıyla çok ihtiyatlı gidiyorlar. Yani çok yaratıcı bir siyâset ortaya koydukları söylenemez. Yani Yeniden Refah Partisi 6 aydır bizim hayâtımızda yok. Bununla birlikte Zafer Partisi’yle de alâkalı bir şey var. Meselâ bizim araştırmamızda Zafer Partisi’ni en yüksek bulduğumuz ay Temmuz ayıydı. Temmuz ayında göç sorunu ve Suriyeli sığınmacılar meselesi %10,2 ile ekonomiden sonra ikinci sıradaydı. Yani %10,2 ile, Türkiye’nin en önemli ikinci sorunu olarak değerlendiriliyordu ve bu, Zafer Partisi’nin oyuna doğrudan pozitif olarak yansımıştı. Şu anda geldiğimiz noktada, göç ve Suriyeli sığınmacılar meselesi %4,7’lik bir orana gerilemiş durumda. Dolayısıyla göç ve mülteci sorunu görünür olmadıkça, konuşulmadıkça, Zafer Partisi oy alamıyor.
Muhâlefet partileri şöyle bir şey zannediyorlar: Zafer Partisi göç probleminden konuşuyor. Eğer onlar konuşmazlarsa Zafer Partisi oy alacak gibi bir şey zannediyorlar. Ama Zafer Partisi’nin beslendiği ana damar göç ve sığınmacı meselesinin çok konuşulması. Bu gündemde oldukça, konuşulup tartışıldıkça Zafer Partisi’nin oyu artıyor. Hatırlarsanız, Temmuz ayında Kayseri’deki göçmen mahallelerine yapılan baskınlar meselesi vardı; çok harâretli bir şekilde tartışılmıştı bu konu. Bu konunun konuşulması, gündemde olması, Zafer Partisi’ni besleyen bir şeydi. Fakat daha sonra hükûmet bir reaksiyon verdi ve ciddî anlamda bu aşırı sağcılık meselesini gündemine aldı. Ümit Özdağ’ın cezâevine gireceği, hakkında iddianâmeler düzenlendiği gibi bâzı iddialar ortaya çıktı. Yani kriminalize etti tâbiri câizse. O zamâna kadar yapmadığı bir şeyi yaptı ve Zafer Partisi ile onun temsil ettiği kitleyi kriminalize etti.
Türkiye gibi ülkelerde en büyük ezber konulardan bir tânesi, mağdûriyetin popülarite yaratması meselesidir. Bence durum bu değil. Türkiye’de insanlar devletin kriminalize ettiği aktörden uzaklaşma eğilimindeler. Hele ki medya üzerinde, iletişim kanalları üzerinde hükûmetin etkinliğini düşünürsek, göçmen meselesinin biz farkında olmadan hayâtımızdan uzakta tutulduğunu, çok konuşmadığımızı göreceğiz. Konuşmadıkça da Zafer Partisi’nin oyu düşüyor. Dolayısıyla bu tabloda, siyâset kurumunda insanlara umut olabilecek herhangi bir aktör görünmüyor. Yani yaşadığımız krizin sebebi biraz da bu.

Ruşen Çakır: Yeniden Refah Partisi geçenlerde bir açıklama yaptı biliyorsun. İki ittifâka ek olarak üçüncü bir ittifak kurabiliriz” dedi. Açıkçası son yerel seçimdeki başarısının ardından, ben Yeniden Refah Partisi’nin yapılacak ilk genel seçimde %7 barajını aşma ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünüyordum. Ama bu olanlardan sonra bir düşüş oldu, özellikle belediye başkanlarının transferleri önemliydi. Gerçi Şanlıurfa Belediye Başkanı henüz transfer olmadı, ama büyük bir ihtimalle olması bekleniyor; en azından şu an bağımsız duruyor. Yeniden Refah’ın da zâten yeni bir ittifâkı dile getirmesi ve %7 barajını ciddî bir şekilde gündemlerine almış olmasına bakarsak, şöyle bir soru geliyor aklıma: Biraz spekülatif olacak ama, bu ilk dört partinin, yani AK Parti, CHP, MHP ve DEM Parti’nin barajı geçmekte sorunu olmadığını, ama diğerlerinin çok ciddî baraj sorunu olduğunu görüyoruz; bu diğer partiler arasında bir birleşme olur mu? Bir de tabiî olması tek başına bir şey değil; o birleşme bir işe yarar mı?
Özpek: Evet, biraz spekülatif soru; ama olsa ne olur? Biz başkanlık sistemiyle yönetiliyoruz. Cumhur İttifâkı Meclis çoğunluğunu aldığı sürece ve bu partiler Tayyip Erdoğan’ın başkan adaylığını desteklediği sürece, pek de bir anlamları yok gibi. Çünkü Altılı Masa’dan farklı olarak, Cumhur İttifâkı lideri tâyin ediyor. Lider kabinesini kuruyor ve herhangi bir iktidarda yani yürütme erkinde güç paylaşımı sürecine girmeden seçimlere katılıyor. Yani bir istikrar var orada. Dolayısıyla orada Milliyetçi Hareket Partisi’nin %10 oyu, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, düşmesine rağmen %30 civârı çıkan oyu ya da Erdoğan’a destek verme koşuluyla muhtemelen %5-6 civârında oy alabilecek Yeniden Refah Partisi’nin oyu, Büyük Birlik Partisi’nin oyu… Bunların aslında başkanlık sistemi içerisinde pek de anlamı yok gibi bana sorarsanız. Küçük partilerin bu sistemdeki anlamı, başkan adaylarının etrâfında nasıl kümeleneceğiyle alâkalı bir şey. Bugün Yeniden Refah Partisi’nin son seçimlerdeki başarısının sebebi, bir anlamda, Tayyip Erdoğan’ın başkan adaylığına destek vermesi. Bugün Zafer Partisi’nin, İYİ Parti’nin, Türkiye İşçi Partisi’nin gelecekleri, kendileri bir cumhurbaşkanı adayı çıkartamayacakları için bir başkan adayına destek verip kendi saflarını belirleyecekler ve ona göre oy alacaklar. O yüzden, bu partilerin nereye savrulacakları, yüzde kaç oy alacakları, nasıl bir ittifak sistemi içerisinde bulunacakları, hangi başkan adayına destek vereceklerine bağlı olarak değişecek bence. Şu anda bir şey söylemek çok zor. Ama partiler arasındaki geçişe baktığımız zaman, bu bize bir şey söylüyor. Cumhur İttifâkı tarafından Cumhuriyet Halk Partisi’ne geçiş %4 civârında. Bu çok yüksek bir oran değil. Cumhur İttifâkı’ndan kopuş var, ama Cumhur İttifâkı’ndan o kopuşun muhâlefete geçtiğini söylemek çok zor. Cumhur İttifâkı oyu yine o mahallede kalıyor ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne geçmiyor. Yine muhâlefetteki oylara baktığımız zaman, oradan da karşı tarafa çok sınırlı bir geçiş var. Belki %10’luk bir İYİ Parti oyu AKP’ye geçebilir, o da aydan aya göre değişiyor. CHP ile İYİ Parti arasında bir alışveriş var; İYİ Parti’nin oyu CHP’ye gidiyor. Fakat genel îtibâriyle Parlamento aritmetiğini değiştirecek bir durumdan söz etmek çok zor şu anda.
Burada en büyük mesele şu oldu: Yerel seçimlerde DEM Parti’nin büyükşehirdeki seçmeni Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verdi; şimdi bu seçmenin geri döndüğünü görüyoruz. DEM Parti’nin oyu %5 civârına düşmüştü. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyu %37 olmuştu; bu seçmenin geri döndüğünü görüyoruz ve DEM Parti orada %10’luk bir alanı işgal ediyor. Fakat ilginç bir şey oldu: Bu sağ muhâlif dediğimiz, CHP’li olmayan, solcu olmayan, sosyalist olmayan, fakat bir şekilde Tayyip Erdoğan’a karşı muhâlefetini sağda kuran –bu merkez sağ olabilir, milliyetçi sağ olabilir, muhâfazakâr sağ olabilir–, orada büyük bir boşluk olduğunu görüyoruz. Bu boşluğun nasıl doldurulacağına bakacağız. Çünkü İYİ Parti çökmüş gözüküyor. Orada bir çekim merkezi olması, Cumhuriyet Halk Partisi için, muhâlefet için iyi bir şeydi. Ama şu anda çöktü ve yerini dolduran bir aktör de çıkmadı.

Ruşen Çakır: Olur mu? 29 Ekim’de adında “umut” ya da “güven” olan Yavuz Ağıralioğlu’nun partisi geliyor. Logosunda turkuaz mavisi ve beyaz renk olacakmış. Onlar da merkez olma iddiasındalar.
Özpek: Olabilir. Biz birkaç ay önce Yavuz Bey’e açık uçlu sorular sorduk. Açık uçlu sorularda %1,5 civârı çıktı — ki bu açık uçlu sorduğumuz bir soruda fenâ bir oran değildir. Partiyi kurduktan sonra yine bakacağız. Ama şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz: Meselâ bugün “Mansur Yavaş aday olsa oy verir misiniz?” dediğimiz zaman, “Evet, oy veririm” diyen bir muhâlif sâkit de var ve aynı zamanda iktidâra oy vermiş ama oradan soğumuş bir seçmen kitlesi var. Meselâ bu seçmene Mansur Yavaş gibi net bir hedef gösterdiğiniz zaman, oraya oy vereceklerini söylüyorlar.

Ruşen Çakır: İstersen o konuya, cumhurbaşkanı adayı konusuna geçelim.  Bu araştırmanızda değişik opsiyonlar sorulmuş. Birinde dört aday var: Erdoğan, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş aynı anda yarışıyor. İkinci tura Erdoğan ve Mansur Yavaş kalıyor. Erdoğan Mansur Yavaş’ın üzerinde görünüyor. Bir diğer seçenekte, Ekrem İmamoğlu’na siyâsî yasak geldiği varsayılarak sorulan bir soru var. Hattâ oraya CHP’nin adayı olarak Özgür Özel konmuş. Bu sefer Mansur Yavaş Erdoğan’ın da hayli üstünde, birinci görünüyor. Tabiî “İmamoğlu yasaklı olacak mı olmayacak mı?” meselesi çok önemli. Bu büyük bir ihtimalle Erdoğan’ın birtakım hesaplarla karar vereceği bir şey olacak. Sizin araştırmalarınıza göre, şu hâliyle bakıldığı zaman Erdoğan’ın karşısında en güçlü isim olarak Mansur Yavaş gözüküyor.
Özpek: Evet, ama şu var: Bildiğiniz üzere geçtiğimiz ay bu siyâsî yasak meselesi çok konuşuldu ve gereksiz şekilde konuşuldu. Bence, muhâlefet kendisine kurulmuş olan bir tuzağa düştü orada. Hükûmet tarafından çıkartılan ve yayılan bir söylenti, muhâlefetin başkan adayları arasında hiç olmaması gereken çok erken bir rekabeti tetikledi ve Ekrem İmamoğlu’na siyâsî yasak getirileceği ciddî ciddî televizyon stüdyolarında, özellikle İstanbul’da Ekrem Bey’e yakınlaşmaya çalışan bâzı insanlar tarafından dile getirildi. Yani bu öyle bir hal alıyor ki artık bir yerden sonra insanlar, sanki olmuş bitmiş bir seçim var, yarın seçim olsa kesinlikle seçim kazanılacakmış psikolojisiyle, tek sorunun bu siyâsî yasak olduğundan bahsetmeye başladılar. Bu tip acul tavırlardan kaçınmak gerekiyor. Altılı Masa süreci bize hiçbir şey öğretmediyse bunu öğretmiş olmalı; ama ısrarla aynı hatâları yapmaya devam ediyoruz.
Şimdi biz bu soruya baktığımız zaman, oy oranlarının dışında başka bir şey görüyoruz. İkili sorduğumuzda, yani “Tayyip Bey’in karşısında muhâlefetin ortak adayı İmamoğlu mu olsun?” diye sorduğunuzda, Ekrem İmamoğlu bu seçimi kazanıyor. “Mansur Yavaş mı olsun?” diye sorduğumuzda Mansur Yavaş bu seçimi kazanıyor. Fakat Tayyip Bey’in birinci çıktığı set sâdece bu. Yani cumhurbaşkanlığı yarışında muhâlefetin güçlü isimlerinin aynı anda sahnede olduğu bir set, Erdoğan’ın birinci çıkmasıyla sonuçlanıyor. Bu ilginç bir şey; çünkü Demirtaş’ın, İmamoğlu’nun ve Yavaş’ın aynı anda sahnede olmasını gerektiriyor. Eğer Tayyip Erdoğan sâdece ve sâdece muhâlefetin güçlü adayları aynı anda sahnede olduğu takdirde bu yarıştan birinci çıkıyorsa ve biz yeni anayasa çalışmaları sürecinde %40 gibi sohbetler duyuyorsak ve Erdoğan sâdece Yavaş’ın, İmamoğlu’nun ve Demirtaş’ın aynı anda sahnede olduğu bir sürecin kazananı oluyorsa, burada aktör sayısını azaltmak mı ister, yoksa aktörleri mevcut hâliyle ve mevcut rekabet ortamı içerisinde sâhada mı tutmak ister? Asıl soru bu. Yani rasyonalite bize bunu sormayı emrediyor.

Ruşen Çakır: Evet, çok adaylı olmasını ister. Ama tabiî herhalde hiç istemeyeceği şey de şöyle bir şeydir: Ekrem İmamoğlu’na yasak yok, aday oluyor; Mansur Yavaş da Ekrem İmamoğlu’nu destekliyor, aday olmuyor. Öyle bir şeyi herhalde hiç istemez, değil mi?
Özpek: Evet. Diyelim ki İmamoğlu’na yasak geldi, Mansur Yavaş ve Özgür Özel aynı anda aday oldular. Seçmen öğrendiği için en güçlü adayın etrâfında kenetleniyor. Meselâ orada Mansur Yavaş’ın oy oranı %40,3 çıkıyor ve muhtemelen seçim süresince bu ortak adaya dönüşecek. Ortak aday meselesi aslında muhâlefetin seçimi kazanması için çok önemli bir enstrümanı. O seçenek maalesef geçtiğimiz sene Kılıçdaroğlu üzerinden mahvedildiği için, “ortak aday” meselesine karşı insanlarda bir alerji var. Ama ortak aday olması, illâ Altılı Masa gibi sorunlu bir yapı ya da Kılıçdaroğlu gibi başarısız bir adayla çıkılmasını berâberinde getirmiyor. Yerel seçim sonrası bizim iki tâne organik cumhurbaşkanı adayımız var ve ikisi de Erdoğan karşısında şanslı. Şu andaki veriler bize ortak bir adayla gidilmesi durumunda Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğini gösteriyor. Erdoğan bu seçimi olabildiğince çok adayı sahnede tutarak kazanıyor. İşler bir yandan da Erdoğan’ın istediği gibi gidiyor. Çünkü bu siyâsî yasak söylentisi sahneye çıktıktan sonra, “CHP’nin Tüzük Kurultayı çok gergin geçti. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu arasında bir gerilim ortaya çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi cumhurbaşkanı adayını nasıl belirleyeceğine dâir somut bir usûl ortaya koyamadı” şeklinde yorumlarla bir hat kurulmaya başlandı ve belli ki bu hat olabildiğince derinleştirilmeye çalışılacak. AKP medyasını okuduğunuz zaman, nefes almadan, sabah akşam İmamoğlu ve Yavaş arasındaki rekabeti derinleştirdiklerini göreceksiniz.
Tecrübeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak neyi hatırlıyoruz? Bundan birkaç sene evvel de aynı isimler aynı televizyon stüdyolarında HDP ve İYİ Parti arasındaki ayrışmayı derinleştirmeye çalışıyorlar ve muhâlefet ittifâkını dağıtmaya uğraşıyorlardı. Şimdi aynı kişiler, İmamoğlu ve Yavaş arasındaki rekabeti derinleştirme çalışıyorlar. Dolayısıyla, İmamoğlu’na siyâsî yasak gelmesi, siyâsî açıdan Tayyip Erdoğan’ın işine yarayacak bir şeymiş gibi gözükmüyor. Çünkü bu durumda Mansur Yavaş etrâfında bir kümelenme olabilir. O yüzden, Erdoğan’ın tercihi olabildiğince bu rekabetin devam etmesi olacaktır. Yani biz bu verilerden bunu çıkartıyoruz. 

Ruşen Çakır: Evet, bu söylediğin çok önemli. “In-Depth” araştırmanızda ekonomiyle ilgili bayağı geniş değerlendirmeler yapmışsınız. Açıkçası, yıllardır araştırmalarda bu konuyu hep görürüm ve insanlar hep şikâyet eder. Ama şikâyetin bu kadar yüksek olduğunu ve umutsuzluğun bu kadar yüksek olduğunu hiç hatırlamıyorum.
Özpek: Evet, çok yüksek.

Ruşen Çakır: Çok acâyip rakamlar var bu araştırmanızda. Meselâ “Borcumu ödemekte çok zorluk çekiyorum” diyenlerin oranı %60. “Çocuğunuza harçlık verebilecek misiniz?” sorusuna “Hayır” diyenlerin oranı cidden yüksek. Beklenti konusuna bakalım. Meselâ “Fiyat artışlarının ne zaman düşmeye başlayacağını düşünüyorsunuz?” sorusuna, “Hiçbir zaman” diyenlerin oranı %70. Aslında Türkiye’nin sâhici gündemi bu ve anladığım kadarıyla, iktidar partisine oy verenlerin de büyük bir kısmı aynı şekilde düşünüyor.
Özpek: Evet. Bu tablonun böyle çıkmasının sebebi, iktidar seçmeninin de o muhâliflerin paylaşmadığı iyimserliklerini kaybetmiş olmaları. Çünkü biz şimdiye kadar iki farklı realite görüyorduk: Muhâlifler “kötü” diyordu, iktidar seçmeni “iyi” diyordu. Şu anda o denge tamâmıyla muhâlefet lehine kaymış durumda. Genel îtibâriyle ekonominin düzeleceğine dâir inanç %20’ler düzeyinde. Düzelmeyeceğini düşünen insanlar %80’lik bir kesimi oluşturuyorlar. Bu ilginç bir veri; çünkü bu kötümserlik, aslında bir anlamda piyasadaki fiyatlama davranışını etkiliyor, mevcut ekonomi programının gidişâtını etkiliyor ve hükûmetin yeteri kadar inanç yaratamadığını gösteriyor.
Benim de yaşım yetiyor, sizin yaşınız rahatlıkla yetiyor Ruşen Ağabey, hatırlarsınız Kemal Derviş dönemini. Çok sıkıntı çekiliyordu, fakat insanlar bir şekilde yaşadıkları zorlukların meyvelerini bir yerden sonra toplamaya başlamışlardı. Mehmet Şimşek göreve geldikten sonra yaklaşık bir buçuk sene geçti ve insanlar hayatlarında hiçbir iyileşme görmediler, sürekli kötüleşiyor, hayatları sürekli zorlaşıyor. Dolayısıyla bu iyimserliklerini kaybetmiş durumdalar. Türkiye için en kötüsü, gerçekten bu rakamın daha da artması olacaktır. Yani bizim biraz iyimserlik görmemiz gerekiyordu. Fakat mevcut ekonomi programı, bir buçuk sene geçmesine rağmen, insanlara bir esenlik, bir refah sunamadı maalesef. Fakat burada şöyle bir şey var, onu da göz ardı etmemek gerekiyor: Araştırmamızda “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” kısmında ilginç bir veriyi yakaladık. Nisan ayında bu soruya “Ekonomi” diye cevap verenlerin sayısı %65’ti; yani yerel seçimlerden hemen sonra “Türkiye’nin en yakıcı, en önemli sorunu ekonomidir” diyenlerin sayısı %65; fakat bu oranın %57’ye düştüğünü görüyoruz. Aslında baktığınız zaman hükûmetin enflasyonu da yönettiğini ve farklı sınıfları enflasyonun etkilerinden korumaya çalıştığını da görebiliyorsunuz. Meselâ temel gıda maddelerinde. Ben fiyatlara bakabilmek için semt pazarlarına ve üç harfli marketlere gidiyorum. Aslında orta sınıfın gitmediği semt pazarı ya da üç harfli marketler gibi yerlerde hükûmetin daha kontrollü gittiğini ve dar gelir grubuna çok fazla mâliyet yaratmamaya gayret ettiğini görüyoruz.
Öte taraftan, üst gelir grubu, yani enflasyondan servetini katlayan, daha çok para kazanan insanlar da aslında bunun mâliyetini ödemiyorlar. Bu ekonomik sıkıntının mâliyeti daha çok orta sınıfın üzerine yığılmış durumda ve özellikle büyükşehirlerde yaşayan orta sınıfın üzerine kalmış durumda. Bu sınıf da siyâsî olarak zâten AKP’ye çok mâliyeti olan bir sınıf değil. Zâten muhâlif olan bir sınıf olduğu için, biz, AKP’nin enflasyonu yönetirken sâdece ekonomik rasyonaliteyle hareket etmediğini, aynı zamanda siyâsî olarak kendisine mâliyet oluşturmayacak şekilde enflasyon konusuna yaklaştığını düşünüyoruz. Zâten sonuçlar da bunu gösteriyor. Yani baktığınız zaman, bu ağır ekonomik programa rağmen siyâsî mâliyet ödememiş, hâlen daha birinci parti çıkan bir AKP var. O yüzden bu memnûniyetsizlik meselesinde, evet, insanlar genel olarak refah kaybına uğradılar; ama birçok muhâlifin zannettiği gibi, bu kesinlikle hükûmet değişimi, iktidar değişimi anlamına gelmemeli. Hattâ bununla ilgili, yani hükûmetin kırılganlığıyla alâkalı, “Hükûmet bir sonraki seçimi kazanır mı?” diye bir soru da sorduk.

Ruşen Çakır: Evet, şu anda önümde duruyor. “Ekonomiyi düzeltirse kazanır” diyenlerin oranı %24. “Artık Erdoğan’ın devri bitti. Kazanamaz” diyenlerin oranı %40. “Erdoğan ne yapar ne eder kazanır” diyenlerin oranı da %25.
Özpek: “Ekonomiyi düzeltirse kazanır” ve “Erdoğan ne yapar ne eder kazanır” diyenlerin oranı yaklaşık %50. Hattâ kararsızları dağıttığımız zaman %50’nin üzerine çıkıyor. Bu, Erdoğan’ın ve onun liderlik ettiği iktidar koalisyonunun hâlen bir umut olabileceğini gösteriyor. Muhâlefet koordinasyonu açısından, asla yıkılmayacağını düşünmek ve kesinlikle yıkıldığını düşünmek çok tehlikelidir. Bu sonuç biraz ilginç: “Ekonomiyi düzeltirse kazanır” diyenlerin oranı %24 ve “Ekonomiyi düzeltirse kazanır” diyenlerde AK Partili oranı, yani parti kırılımındaki oranı %36,5. AK Parti seçmeni, ekonomiyi düzeltirse Erdoğan’ın kazanacağına hâlâ inanıyor. 

Ruşen Çakır: Ama tabiî genel tabloda bir umutsuzluk olması da önemli. Tamam, düzeltirse kazanır; ama “Kolay kolay düzeltemez” gibi bir hissiyat da var insanlarda.
Özpek: Evet, onunla ilgili geçen ay sorduğumuz bir soru vardı. Evet, insanlar umutsuz. Fakat “Muhâlefet bu ekonomiyi daha iyi yönetir miydi?” diye sorduk. Yani ekonomi çok kötü, bu konuda herkes mutâbık. AK Parti seçmeni de MHP seçmeni de muhâlefet seçmeni de hepimiz bu konuda mutâbıkız. Daha fazla televizyona çıkıp, “Ekonomi kötü” demenin bir mânâsı yok. Herhangi bir muhâlefet milletvekilinin “Ekonomi kötü” diyerek cezbedeceği bir oy da yok. Bu konuda herkes hemfikir. Fakat “Muhâlefet ekonomiyi daha iyi yönetir miydi?” sorusuna toplumun sâdece %29’u, “Evet, muhâlefet olsaydı şu anda daha iyi koşullarda olurduk” diyor. Yani asıl dramatik olan bu.

Ruşen Çakır: Burak, çok teşekkürler. Bu ayki “In-Depth” raporunu değerlendirdik. En önemli mesele, çok ciddî bir muhâlefet boşluğu olduğu düşüncesi. Bir diğer husus da cumhurbaşkanlığı yarışında muhâlefetin birden fazla adayla girmesi durumunda Erdoğan’ın nispeten daha rahat olacağı, kazanma ihtimâlinin artacağı. Bu anlamda da, söylediğin, Ekrem İmamoğlu’nun yasaklı olmasının Erdoğan’ın çok da işine yaramayacağı tespiti. Bunların hepsini özellikle not ettik. Çok teşekkür ediyoruz. Bir dahaki ay, yeni “In-Depth” analizini konuşmak üzere burada noktalayalım.
Prof. Burak Bilgehan Özpek’le MetroPOLL Araştırma’nın “Türkiye Nabzı” araştırmasından hareketle ele aldıkları Eylül 2024 “In-Depth”, derinlemesine analiz raporunu beraber değerlendirdik. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
14.10.2024 Türkiye’nin Selahattin Demirtaş’a ihtiyacı var
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
09.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 26 gün - 7 Ekim’in birinci yılında Ortadoğu
08.10.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Türkiye’nin gündeminde “muhâlefet boşluğu” var
08.10.2024 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: Silivri Postası
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
03.10.2024 Aydın Selcen ile söyleşi: İran-İsrail gerginliğinin geleceği
03.10.2024 Arzu Yılmaz ile söyleşi: Ortadoğu alt üst olurken Türkiye ve Kürtler
02.10.2024 Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası
20.10.2024 Doğrusuyla yanlışıyla Kürt hareketi üzerine yedi öne çıkan önerme
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı