Zalimler için yaşasın cehennem

29.01.2012 Vatan

Bundan tam 31 yıl önce, 1981 yılının kışında İstanbul Gayrettepe’deki 1. Şube’de (diğer adıyla Siyasi Şube, günümüzde Terörle Mücadele) yüzlerce kişi sistemli bir şekilde işkence görüyorduk. İşkenceli sorgular üst katlarda yapılır, sorgusuna ara verilenlerden şanslı olanlar alt katlardaki hücrelere konulurdu. Bu hücrelerden, dolayısıyla bizlerden sorumlu olan polis memurlarının ezici bir çoğunluğu, herhalde sorguculuğa terfi etmek için olsa gerek, zalimlikte birbirleriyle yarışırlardı. Bu yüzden tuvalete gitmek, yemek yemek, su içmek gibi en temel ihtiyaçlarımızı temin etmek bile ayrı bir işkence fırsatı olabiliyordu.

Ama istisnalar da vardı: Yaşı diğer polislere göre biraz daha ileri bir görevliyi, daha doğrusu onun gözyaşlarını hatırlıyorum. Belki kendisinin de o yaşlarda kız çocuğu vardı, belki de yoktu, hiç önemli değil; sözünü ettiğim görevli, maruz kaldığı ağır işkenceler nedeniyle arkadaşları tarafından tuvalete taşınan bir genç kızı gördüğünde gözyaşlarını tutamıştı.

Dilsiz şeytanlar

1. Şube’ye adımını attıkları andan itibaren sadece ve sadece kötülük, küfür, işkence, taciz görmüş olan insanlar için bu sahne bir tür mucizeydi. Nitekim kısa sürede bu kişi bir efsane haline geldi. Ve böyle ortamlarda hep olduğu gibi ilk kez kimin dile getirdiği belli olmayan bir söylenti genel kabul gördü: O polis Nakşibendiydi. Hızla yayılan bu rivayet bile, o tarihlerde Türk sosyalist solunun İslamiyete ne kadar mesafeli durursa dursun, ona bir şekilde sıcak baktığının kanıtıydı.

Bu mucizevi sahne bir başka şeyin de kanıtıydı ve hâlâ kanıt olma özelliğini koruyor: İnsanlar “emir kulu” olsalar da, haksızlığa karşı durabilir, zulüm mekanizmalarının bir dişlisi olmayı reddedebilirler.

Madem İslam konusuna girdik, yine İslami terminolojiyle devam edelim: Güvendiğim kaynaklarımın sahih olduğunu söylediği ama olmasa da sevmeyi sürdüreceğim bir hadise göre Hz. Muhammed “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır” demiş. İşte, Nakşi ya da değil, 31 yıl önce benim ve birçok arkadaşımın yaşamında farklı bir pencere açmış olan o polis memuru, bir damla gözyaşının da, pekala nice sözcüğün yerini alabildiğini bizlere göstermişti.

Geveze şeytanlar

Almanca’da bir terim var: Schadenfreude. Başkalarının başına gelen kötülüklerden zevk almak anlamına gelen bu sözcük günümüz Türkiyesi’nde altın çağını yaşıyor diyebiliriz. Haksızlık, zulüm karşısında susmak ne kelime, onu meşrulaştırmak için durmaksızın konuşan, sallayan, yalanlar, iftiralar üreten ve mazlumların, mağdurların halinden pornografik bir zevk alanları görünce insan tam bir kedere kapılıyor ve hemen aklına şu soru geliyor: “Bu kadar kötülüğü nerede, ne zaman ve niçin biriktirdiniz?”

İnsanlık tarihi aynı zamanda zulümler ve onlara karşı direnişlerin tarihidir. Ve tarih zalimleri, onların cellatlarını, işkencecilerini, tetikçilerini değil zulme uğrayanları, ona karşı direnenleri, bu uğurda fedakârlıkta bulunanları yazmıştır. Uzaklara ve çok eskilere gitmeye gerek yok; yakın tarihimizin hayırla yad edilen hemen hemen tüm isimlerinin bir şekilde devletten (sistemden) kötülük görmüş olmaları bir raslantı olabilir mi?

Tek bir örnek vermek istiyorum. Hayatı zindanlar, sürgünler, mahkemelerde geçmiş olan Bediüzzaman Said Nursi, 1909’da patlak veren 31 Mart Vakası nedeniyle tutuklanmış, idamla yargılandıktan sonra hakkında takipsizlik kararı verilince serbest bırakılmıştı.

Onun mahkeme çıkışı söylediği şu sözün, tüm mazlumların bir tür sloganı haline gelmesi herhalde şaşırtıcı değildir: "Zalimler için yaşasın cehennem!"



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
10.02.2025 Kürt sorununun çözümü için neler gerekli? Prof. Mustafa Erdoğan ile söyleşi
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
07.02.2025 Haftaya Bakış (253): CHP'de adaylık tartışması | Öcalan'ın açıklamasını beklerken
07.02.2025 Seçmenin siyasete ilgisizliği devam ediyor: Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
06.02.2025 AKP oyları yeniden düşüşte: Hatem Ete ile söyleşi
05.02.2025 Transatlantik: Trump gözünü Gazze'ye dikti | İran'a ABD'den maksimum yaptırım | Eş-Şara'nın Türkiye ziyareti
03.02.2025 Meral Danış Beştaş anlatıyor: Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yakın?
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
30.01.2025 Suat Toktaş gazeteci olduğu için tutuklandı
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı