Hatem Ete değerlendirdi: Toplum 19 Mart operasyonuna nasıl bakıyor?

06.04.2025 medyascope.tv

6 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR'nin Mart ayı araştırmasını direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz. Tabii 19 Mart çok önemli bir yer tutuyor araştırmada. Hatem merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Şimdi ilginç bir olay oldu. Siz Mart ayının araştırmasını yaptığınızda, daha doğrusu bitirir bitirmez, 19 Mart krizi patladı, değil mi?
Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Onun üzerine tekrar üç soru eklediniz ve sorular anket yaptığınız kişilere iletildi. Bu sorular 19 Mart üzerineydi. Öncelikle oradan başlayalım. Anladığım kadarıyla en önemli konu o. Ankete katılanlara 19 Mart operasyonunu, “Bu bir yargı operasyonu mu? Nasıl buluyorsunuz? Doğru mu buluyorsunuz, yanlış mı buluyorsunuz?” diye sordunuz. Ne çıktı sonuç?
Ete: Biz araştırmayı 18 Mart'ta bitirdik, 18 Mart'ta akşamüzeri diploma haberi geldi. Sonra 19 Mart sabahı da tutuklama dalgası başladı. Onun üzerine, bu ikisini kapsayan üç soruyu hızlıca tekrar katılımcılarımıza yönelttik. Diploma meselesinin siyasi bir maksatla gerçekleştirildiğini ve amacının, İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışmasını engellemek olduğunu düşünenler %60 civarında çıkıyor. Yaklaşık %20'si destekliyor bunu. ‘’Bu normal bir idari süreçtir ve cumhurbaşkanlığı süreciyle bir ilişkisi yoktur’’ diyor. Geriye kalan %20 civarı da ‘’fikrim yok’’ diyor. Tutuklamalarla ilgili meselede de yine %60'tan biraz daha fazla bir oranla bunun bir siyasi operasyon olduğu kanaati çıkıyor. Orada da yine hemen hemen dağılım aynı şekilde çıktı. Yani bizim araştırma süreçlerinde hemen bu kadar hızlı refleks vermek biraz risklidir. Toplumun çok daha fazla duygusal olduğu bir anda sorulan sorular bunlar. Ama hazır araştırmayı sürdürüyorken, araştırmanın bağlamı değiştiğinde araştırma havada kalmasın diye hızlıca eklediğimiz üç soruydu bunlar. Burada da toplumun yaklaşık %60'ının bu işe karşı çıktığı, meseleyi siyasi olarak algıladığı, normal bir hukuki ve idari prosedür olarak algılamadığı ve karşı çıktığı tespiti var elimizde.
Şimdi bu ay, yarın yeni sahaya çıkıyoruz. Süreçler de biraz daha durulmuş olacak. Üzerinden 2-3 hafta geçtikten sonra, iktidar ve muhalefetin pozisyonları netleştikten sonra, 18 Mart'tan bu yana yaşanan bütün süreci yeniden kamuoyuna soracağız. Dolayısıyla toplumun zihninde daha demlenmiş soğukkanlı kanaatleri önümüzdeki ayki araştırmada görmüş olacağız. Ama bu arada elimizde de baz rakamlar var. Yani bu %60’lık tepki, %60’lık siyasi olduğu, siyasi operasyon olduğu kanaati, düşmüş mü, yükselmiş mi, yerinde sabit mi kalmış? Bunun üzerinden aslında biraz CHP'nin ve Özgür Özel'in 18 Mart'tan bu yana yürüttüğü politikanın performansını da ölçmüş olacağız. Erdoğan'ın ve iktidar kanadının bu sürece yönelik beklentilerini, ‘’zamanla bu düşer, toplum bu meselelere bir Vandalizm, bir huzursuzluk gözüyle bakar ve unutur bu meseleyi’’ diye yaklaşımını da test etme imkânı bulacağız. Dolayısıyla önümüzdeki ay bu %60'ın ne kadar arttığını, ne kadar azaldığını, nerede durduğunu daha rahat anlama imkânımız olacak.

Ruşen Çakır: Araştırmanın siyasi parti tercihleri tablosuna ve bu diploma ve tutuklama, gözaltı olayına, rakamlara baktığımda şunu görüyorum: Birincisi, operasyonu doğrulayanların oranı, AK Parti ile MHP’nin toplam oylarının altında.
Ete:  Evet.

Ruşen Çakır: İkincisi de, parti tercihini sorduğunuzda, %20'nin üzerinde, çok sayıda kararsız var. Ama burada kararsız /fikri olmayan çok az var. Parti tercihi sorulduğunda kararsız olduğunu söyleyenlerin önemli bir kısmı, operasyonları, yani diploma ve gözaltı operasyonlarını yanlış bulmuş. Doğru akıl yürütüyor muyum?
Ete: Doğru. Toplumun, bir konuyla ilgili hemen ertesi gün %80 oranında net fikrinin olması çok sık rastlanan bir şey değil. Genelde bu meselenin hem herkes tarafından fark edilir hâle gelmesi, bilinir olması lazım, hem de herksin haberdar olduğu konuyla ilgili bir kanaat geliştirmesi lazım. Bu kolay kolay elde edilebilir bir mesele değil. Meselenin herkesin çok aşina olduğu ve herkesin etkilendiğini düşündüğü bir mesele olması gerekiyor ki bu kadar hızlı bir refleks verilebilsin. Mesela şöyle bir örnekle farkı söyleyeyim sana. TÜSİAD meselesinin üzerinden bir ay geçtikten sonra, bu ay, “TÜSİAD yöneticilerinin, ifadeleri alınmak üzere polis eşliğinde mahkemeye çağrılması doğru mu? Sizce siyasi mi, hukuki mi?’’ diye sorduğumuzda, fikri olmayanların oranı %30'dan fazla olmaya devam ediyor. Yani kamuoyu bunu bu kadar tartıştı, televizyonlar bunu bu kadar tartıştı, üzerinden bir ay geçti, buna rağmen, toplumun gündeminde bu kadar net bir şekilde yer etmemiş. Buna dair bir fikri olmayanların oranı, toplumun üçte birinden fazla. Ama İmamoğlu ile ilgili her iki operasyon da ertesi gün sorulduğunda, eğer %80 bu meseleyle ilgili bir fikir sahibi olmuşsa, bu çok siyasallaştığını, toplumun gündeminde sıcak bir şekilde yer aldığını ve takip edildiğini gösterir. O anlamda dediğin çok doğru. Bu tür kritik meselelerde kararsızlık oranı çok düşüyor. O kararsızlık oranlarını da meseleyle ilgilenmemek ya da haberdar olmamak olarak yorumlamamak lazım zaten. Bu meseleye dair ‘’fikrim yok’’ kanaati, çoğunlukla, desteklediği partinin pozisyonunun karşısında konumlanmaya çekinen, vicdanı rahatsız olan kesimlerin sığındığı bir liman işlevi görüyor. O nedenle bu tür meselelerde, eğer bu eylem iktidar tarafından gerçekleştirilmişse, ‘’fikrim yok’’ oranı içerisinde iktidar seçmeninin oranı daha yüksek oluyor. Bu, gerçekten bir fikirleri olmadığı anlamına gelmiyor. Bu, oy verdiği partinin pozisyonunun karşısında konumlanmaya vicdanı yetmiyor demektir. Dolayısıyla iktidar karşısında konumlanmamak için ‘’fikrim yok’’ diyor. Oradaki %20 fikrim yok oranının yarısını gerçekten ‘’fikri yok’’ olarak değerlendirmek lazım. Aslında yüzde 10'u bu meseleye karşı ‘’destekliyorum’’ diyemiyor, ‘’desteklemiyorum’’ da demek istemiyor, o yüzden ‘’fikrim yok’’ diyor. Yani ‘’ben bu meseleyle şimdi muhatap olmak istemiyorum’’ diyor.

Ruşen Çakır: Hatem, şunu sormak istiyorum. Ben bu konuda bayağı bir kafa yordum. Noam Chomsky ve Edward Herman'ın, daha çok medya için geliştirdiği ‘’rıza üretimi’’ kavramı, aslında siyasete de uyarlanabilecek bir şey. Erdoğan'ın en büyük başarılarından birisi, insanlara bir şey yaptığı zaman, toplumun tamamına olmasa bile belli bir kesiminde rıza üretimini bir şekilde sağlayabilmesiydi. Ama bu operasyonda gerek diploma gerekse gözaltı ve tutuklamalarda, karşı taraftan, kendisini sevmeyenlerden, mesela CHP'li olup da, “Bizimkiler de yolsuzluk yapmış. Lanet olsun niye oy verdim?” diyen kimse görmedik. Varsa bile ortaya çıkmadı. Ama onun da ötesinde, kendi tabanını bile ikna edemedi. Hukuki kısmını tartışmıyoruz var mı, yok mu, ayrı bir tartışma konusu. Bu operasyon, siyaseten ve özellikle pazarlanması anlamında, o kadar medya imkânı, o kadar devlet imkânı varken, aleyhinde konuşan televizyonu kapatıyor, iktidar yanlısı medyanın önünü açıyorken, bu olayı satamadı. Yanılıyor muyum?
Ete: Doğru, %20 oran da bunu gösteriyor. Önümüzdeki ay ölçümlerde eğer bu %20 biraz yükselirse, bunu kendi tabanına biraz satmaya başladığına dair bir veri olarak kullanabiliriz. Ama şimdi gözüken, senin dediğin şey. Ayrıca bu, siyasetle mühendislik, siyasetle siyasi hamle arasındaki farkı da ortaya koyan bir şey. Bu bahsettiğin rıza üretimi biraz siyasetle gerçekleşen, siyasi söylem ve politikalar üzerinden hayata geçen bir şey. Erdoğan'ın da Türkiye siyasetindeki alâmet-i farikasıydı bu. Erdoğan genellikle siyasal elitler düzeyinde ittifaklar kurmaktan geri durmazdı. Ama kurduğu ittifakların esas belkemiğini, bu elitler arası ittifakın, siyasal söylem ve politikalarla seçmene de yansıtılması üzerinden kurgulardı. Yani iktidarın ilk döneminden itibaren Erdoğan, sürekli bir ittifak mekanizması içerisinde siyasi hamlelere de başvurdu. Ama bunların hepsinin bir siyasal yansıması oldu. Siyasi söylem ve politikalarla bunu yürüttü. Ve orada da, dediğin gibi rıza üretiminin hedefi belli bir kitle olabilir. Yani toplumun %100'ünün rızasını almayı öngörmeyebilir bir siyasetçi, ama kendisine seçimi kazandıracağına inandığı belli bir kitlenin rızasını almayı öngörebilir. Diğer kitle nezdinde de bir genel kabul oluşturmayla yetinebilir.
Şimdi bu son hamle, siyaset barındırmayan bir şey. Herhangi bir siyasi söylem ve politikayla, toplumun bugününe de, geleceğine de hayatı daha fazla iyileştirmeye yönelik bir şey içermiyor. Bu doğrudan bir siyasi mühendislik, bir siyasi hamle. Erdoğan eski dönemlerde çok fazla bu tür müdahalelere başvurmazdı. Bunu son 2 yıl içerisinde çok fazla görüyoruz. Bu siyasi hamlelere çok fazla müdahil olma süreci, siyaset yapma kapasitesinin daralmasına paralel olarak işleyen bir süreç. Mesela son dönemde Bahçeli'nin çözüm sürecini başlatmaya yönelik girişimi, ilk günden itibaren çok sahici siyasi söylemlerle birlikte yürüyor farkındaysan. Bahçeli bugüne kadar takip ettiği, üstlendiği, savunduğu siyasi pozisyonunu revize ederek, topluma, söylemle, öngördüğü hamlelerle, önerdiği politikalarla beraber yeni bir siyaset davetinde bulunuyor. Dolayısıyla bu bir siyasi hamlenin ötesine geçiyor, bir siyaset değişimi anlamına kavuşuyor. Erdoğan'ın bu son hamlesinde bir siyaset yok. Tamamen elinde bulundurduğu idari ve siyasi güçle rakibine karşı yönelttiği bir siyasi hamle var. Bunun arkasına, toplumu ikna edebileceği bir tehditten arındırma ya da huzurlu bir yere kavuşturma tahayyülü henüz gözükmedi. Şimdi Erdoğan, “Ben bunu şimdi yaparım. Seçime 3 yıl var. Bu 3 yıl içerisinde CHP biraz karışır, ben bu yaptığımı unuttururum. Topluma da yeni bir siyaset önerdiğimde, toplum bu siyasi hamlenin etkisini unutmuş olur” hesabı yapıyor, buna inanıyor olabilir. Bu yüzden de erken bir zamanda bu siyasi hamleye yönelmiş olabilir. Ama bugün gördüğümüz fotoğrafta siyasi rıza talebi yok. Burada tamamen sahip olunan güç üzerinden rakibini erken bir dönemde ortadan kaldırarak, kendisi için daha uygun siyasi koşullar üretme çabası var.

Ruşen Çakır: Bu söylediğin çok önemli ve Bahçeli'ye tekrar gönderme yaparak bir soru soracağım. Belli ki Erdoğan bu operasyonlarla bir hesap yapmış. Açıkçası ben baştan beri böyle düşünüyorum, artık kesin gibi geliyor bana. Bu olayın CHP'yi paramparça edeceğini, kayyumlar atanacağını, belki CHP'de genel başkanının değişeceğini, her şeyden önce Özgür Özel'in İmamoğlu olmadan bu krizi yönetemeyeceğini varsayarak bir hamle yapıyor. Ama ilk günden itibaren bu hamleler tam tersi sonuçlar doğurdu. Anladığım kadarıyla, Devlet Bahçeli’nin özellikle çözüm sürecini gerçekleştirme arzusu ve sürekli Kandil’e yaptığı ‘’kongreyi bir an önce toplayın’’ çağrısı, 19 Mart'la beraber askıya düştü.  Eğer Erdoğan'ın hesabı gerçekleşseydi, birkaç gün sonra çözüm süreci de devam edebilecekti belki. Elini güçlendirmiş bir Cumhur İttifakı bunu yapabilecekti. Ama şu hâliyle, çözüm sürecini askıya aldı. Kim aldı? Bence Kandil aldı. Erdoğan zaten başka bir şeyle uğraşıyor. Sanki, Bahçeli ile Erdoğan arasında var olduğu söylenen bir makas var, ki bence var, bu bağlamda açılıyor. Bahçeli'nin son yazdığı yazılar, Erdoğan'ın cuma günü ‘’aramızda sorun yok, süreç devam ediyor’’ demesi. Çözüm sürecinin 19 Mart nedeniyle askıda olduğuna katılır mısın?
Ete: Henüz ondan emin değilim. Bunun bu süreci etkileyeceği bariz. Aktörler arasında yaptığın farklılaşma yorumuna katılıyorum. Bence Ekim ayından itibaren Bahçeli ile Erdoğan arasında bu meselenin yürütülmesiyle, bağlamıyla ilgili açık bir farklılık vardı. Bahçeli Ekim’le Aralık arasındaki süreci Erdoğan'ı ikna etmeye, Erdoğan'ı kamuoyu önünde bu sürece destek vermeye zorlamaya harcadı ve Erdoğan Aralık ayında buna ikna oldu. Özellikle Suriye'de yaşanan gelişmelerden sonra. Bunu seninle programlarda çok konuştuk. Aralık ayından Mart ayına kadar aslında Bahçeli ile Erdoğan arasında ayrım ya da farklılık azalmıştı. Erdoğan daha alttan, daha sürecin sahibi ve yürütücüsü gözükmeden sürece destek veriyordu; Bahçeli bu işin öncülüğünü üstleniyordu. Ama ikisi de bu sürecin başarıya ulaşması konusunda bir farklılaşma, ayrışma içerisinde gözükmüyorlardı.
Mart hamlesi ikisinin gündeminin birbirinden farklı olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Erdoğan'ın önceliği, CHP ile önümüzdeki seçimlerde ve bugünkü siyasi haritanın dizaynında en güçlü aktörlerden birisini aradan çıkarmaya yönelik hamle oldu. Bahçeli ise çözüm meselesini yine öncelikli gündemi olarak görmeye devam ediyor. Hatırlarsan, bu Malazgirt hamlesi, en az Öcalan'ın gelip DEM Parti grubunda konuşması kadar yüksek perdeden önerilen sembolik bir hamle ve bu hamlenin getirildiği düzlem, İmamoğlu operasyonları yapıldıktan sonra henüz kendisiyle ilgili bir karar verilmediği döneme denk gelen bir açıklama. Bahçeli 21 Mart'ta, bu meselenin PKK'yı, Kandil'i, Öcalan'ı nasıl etkileyeceği ile ilgili tartışmaların olduğu bir dönemde, çok net bir şekilde çıkıp, “Kandil gelsin, Malazgirt'te kongresini toplayıp silah bıraktığını açıklasın” dedi. Bence Bahçeli 18 ve 19 Mart hamlelerinden sonra, bir taraftan Erdoğan'ı, Erdoğan'ın İmamoğlu’na gerçekleştirdiği hamleyi sahiplenerek, zor bir durumda yanında durduğunu hissettirdi. Ama öte taraftan, bunun karşılığında, kendi stratejik önceliğinin başlattığı bu sürecin selamete ermesi olduğunu da ortaya koyan istikrarlı hamleleri peş peşe yerine getiriyor. Fakat AK Parti'nin ve Erdoğan'ın odağı süreçten kayıp İmamoğlu ve CHP oldukça, Bahçeli de bu boşluğu doldurmak üzere daha fazla sürecin selameti meselesini ön plana çıkarmaya yönelik hamlelere yönelecek. Bir taraftan Bahçeli Erdoğan'ı desteklemek karşılığında bu sürecin sürdürülmesine destek isteyecek, ama bir taraftan da bunun akamete uğramaması için o tarafı da diken üstünde tutmaya, bağlamaya çalışacak. Bence Bahçeli’nin Türkgün gazetesine yazdığı, bunun reformlarla, yasal düzenlemelerle, idari düzenlemelerle de destekleneceği meselesini de, yine Bahçeli'nin bu gündemi ne pahasına olursa olsun selamete erdirmeye hazır olduğuna yönelik deklarasyonu olarak okumak lazım. Ben o anlamda Kandil nezdinde, Öcalan nezdinde, bu süreçle ilgili bazı gecikmelerin yaşanmasının muhtemel olduğunu, ama esas stratejik hedef düzleminde bir vazgeçmenin yaşanmayacağını düşünüyorum. Yani onlar açısından da bu daha elverişli bir zemine oturdu.
Erdoğan’ın İmamoğlu hamlesi, Erdoğan'ı iç siyasette zorlama ihtimali doğurduğu ölçüde, Erdoğan bu çözüm sürecini çok daha fazla sahiplenmek zorunda kalacak. Biz geçen cuma günü Erdoğan'ın söylediği “Çözüm sürecinde hiçbir sıkıntı yok. Bu süreç olduğu gibi devam ediyor” cümlesini Ekim ayından beri kendisinden hiç bu kadar net bir şekilde duymadık. Bu, Erdoğan'ın da eskiye göre bu sürecin selamete erdirilmesi için çok daha fazla çaba göstereceğini ortaya koyuyor. Bu nedenle ben Öcalan ve Kandil nezdinde, DEM parti nezdinde, belli gecikmeler olsa bile, pazarlıklarda el yükseltme imkânı elde ettikleri için, şimdi maksimalist taleplerde bulunmaları mümkün olsa bile, sürecin selamete ermesi meselesinde stratejik olarak bir farklılaşma yaşanmasını beklemiyorum. Bence bu süreç selamete erecek. Çünkü onlar açısından daha uygun bir ortam oluştu aslında. İktidar iç siyasette, 18 Mart'tan önceki güne göre daha zayıflamış ve bu meseleyi de savsaklayıp, DEM Parti’nin de CHP tarafına geçmesini istemeyecek bir durumda bugün. Bahçeli'nin eskisine göre bu işe çok daha fazla yönelmesi de… Hatırlarsan Erdoğan bugüne kadar hep tehdit dili kullanıyordu. “Sabrımızın bir sınırı var. Biz bu işi yürütüyoruz. Sizden haber bekliyoruz. Olmazsa askeri operasyonlara da başlarız” gibi sürekli tehdit tonu, umut tonundan daha fazla olan bir dil kullanıyordu. Şimdi Erdoğan da ilk defa, “Rahat olun, bu süreç, bu süreci etkilemiyor” demek durumunda kaldı. Bu pozisyon değişikliği bu sürecin selamete gideceğini ve DEM Parti lehine olan sonucun, DEM Parti ve o çevredeki aktörler nezdinde de değerlendirileceğini, bozulmayacağını gösterir.
Bir de son olarak unutmamamız gereken bir şey var. Bu sadece iç politikadaki bir mesele değil. Suriye'deki işlerin selameti de biraz bu meselenin nasıl ele alınacağına bağlı. Orada da 10 Mart'ta eş-Şara ile SDG arasında imzalanan bir anlaşma var. Orada Amerika, İsrail, Türkiye nezdinde süreçlerin hızlıca yürütülmesini gerektiren bir mesele var. Oradaki durum nedeniyle bu işin çok savsaklanma ihtimalini görmüyorum. Ufak gecikmeler olabilir, ama o iş yürüyecek diye bakıyorum.

Ruşen Çakır: Siz araştırmanızda konuştuğunuz kişilere 19 Mart öncesinde seçmen tercihlerini sordunuz. 19 Mart'ın öncesinde dahi sizin aylık anketlerinizde CHP ile AK Parti hep başa baş gidiyor ya da bir CHP öne geçiyor, bir AKP öne geçiyordu. Burada, CHP'nin bir puanın biraz üzerinde önde olduğu sonucunu bulmuşsunuz. Geçen ay tersiydi, değil mi? Geçen ay daha 19 Mart’ı saymadan yapılan araştırmada AK Parti öndeydi. Burada benim dikkatimi çeken husus şu: siz bilinçli olarak kararsızları dağıtmıyorsunuz kararsızları dağıtmadığımız zaman ki kararsızların oranı %27,5. kararsızlar dağıtılmadan AK Parti ve MHP'nin toplamı %30. Bu çok düşük bir rakam. Tek parti de değil. İkisinin toplamı %30. Bu sonuca göre, ilginç bir şekilde Zafer Partisi, İYİ Parti, Yeniden Refah Partisi gibi partilerin hiçbiri de barajı geçebilecekmiş gibi gözükmüyor. Ancak belki aralarında bir ittifak olursa geçebilirlermiş gibi gözüküyor. Böyle bir ilginç bir tablo var. MHP, AK Parti ile birlikte girerse baraj sorunu yaşamıyor ki normalde var. DEM Parti baraj sorunu yaşamıyor gibi. Ama CHP önde. Böyle dört partili bir sistem gibi bir durum ortaya çıkıyor, yanılıyor muyum? Zafer Partisi, İYİ Parti, Yeniden Refah Partisi’nin işi çok zor gözüküyor. CHP ile iktidarın kavgasının baskın olduğu bir gündemde, Zafer Partisi, İYİ Parti, Yeniden Refah Partisi gibi partilerin aradan sıyrılma imkânı da pek olamaz gibi duruyor.
Ete: Doğru. Ben de söylediklerine referansla devam edeyim. Aralık ayında AK Parti CHP'nin iki üç puan önündeydi. Ocak ayında ikisi birbiriyle eşitlendi. Ocak ayında biraz daha düştü, Şubat'ta eşitlendiler. Mart ayında CHP bir puan öne geçti. Bu, bizim yerel seçimlerden itibaren gördüğümüz ana trende uyumlu bir gidişat. Birinci parti diye bir parti kalmadı; birinciliği paylaşan iki parti var artık. CHP ile AK Parti, sürekli birincilik için yer değiştiriyorlar. Bu İmamoğlu hamlesi, siyasi denklemi çok sert, yapısal bir şekilde etkilediği için, önümüzdeki ayda bunun izdüşümünü izlemek lazım. Bu mesele CHP'ye ne kadar katkıda bulundu? AK Parti'nin oy oranı üzerinde ciddi bir etkide bulundu mu, bulunmadı mı, önümüzdeki ay bunları görmek lazım. Ama son altı yedi ayın hikâyesinde, her ay CHP ile AK Parti arasında iki puanı aşan bir farklılaşma olmuyor; ikisi birincilik için yarışıyorlar birbirleriyle. Bir ay birisi öne geçiyor, diğer ay diğeri öne geçiyor. Benim beklentim, önümüzdeki iki üç ay CHP'nin açık bir şekilde önde olduğuna yönelik bir şey görme ihtimalimizin yüksek olduğu yönünde.

Ruşen Çakır: Pardon, sözünü kesiyorum. Bugün Olağanüstü Kurultayda Özgür Özel, “Anketlerde yerel seçimdeki oyumuzu yakaladığımız gözüküyor” dedi ki bu %37 civarında, değil mi? Çok büyük bir rakam.
Ete: Evet. O kadara varır mı bilmiyorum. Bir tepki olduğu açık. 23 Mart'taki İmamoğlu'na yönelik aday yoklamasında, dayanışma sandıklarına gösterilen teveccüh de biraz onu gösteriyor. Toplum bu meseleye reaksiyon göstererek biraz CHP'ye yönelmiş gözüküyor. Önümüzdeki dönemde elbette bu eğilimin hayata geçip geçmemesi konusunda CHP'nin siyaseti de belirleyici olacak. Ama CHP'nin oyunun belli miktarda yükselmesini beklemek gerekir. Bu sürpriz olmaz bence, çünkü burada ikili bir yarış, ikili bir kutuplaşma oluştu ve orada Erdoğan kamuoyu nezdinde oyunu arttıracak bir meşruiyet zemininde bulunmuyor. Erdoğan'ın gerçekleştirdiği bir hamle sonrasında yaşanan bir kutuplaşma var. Toplumun %60'ı eğer bu meselenin karşısında konumlanıyorsa, ‘’bu hamle yanlış oldu’’ diye düşünüyorsa, bu kutuplaşmadan CHP'nin bir nebze kârlı çıkması beklenir. Bu, CHP ve AK Parti arasındaki ilişkide CHP'yi bir adım daha öne çıkarabilir, ikisi arasındaki farkı biraz daha açabilir. Bu bir.
İkincisi, dediğin mesele. Tartışmanın ekseni CHP ile AK Parti arasında yürüdüğü müddetçe, aradaki diğer partiler ister istemez seçmenin gündemine girmekte zorlanacaklardır. Saraçhane’de toplanan gençlerin parti geçmişiyle ilgili yapılan bazı araştırmalar oldu biliyorsun. Orada hangi partililer daha çok Saraçhane’ye gittiler? Üniversitedeki protestolara giden seçmenin parti geçmişine yönelik araştırmalar yapıldı. Bütün bunlar şunu gösteriyor: CHP siyasetin ana karargâhına döndüğü müddetçe, iktidara karşı yürütülen muhalefetin ana aktörü olduğu müddetçe, toplumsal muhalefetin bütün dinamiklerini kendisinde toplayan bir merkeze dönüşecek ve bu durumda, muhalefette yer alan diğer siyasi partilerin bir nebze oy kaybetmesini beklemek gerekir. Bunu 31 Mart seçimlerinde yaşadık. Hatırlarsan, 31 Mart seçimlerinde de millet, belediye seçimlerinin ikili bir seçim mantığına dönüştüğünü fark etti ve dolayısıyla her parti kendi adayını çıkarmış olsa bile, toplumsal muhalefet kendiliğinden gidip, AK Parti'nin adayı karşısında güçlü olduğunu düşündüğü aday etrafında toplandı ve CHP o yüksek rakamlara öyle ulaştı. Aslında bunun etkileri daha önceden başlamıştı bence. Ocak ayından itibaren, Beşiktaş ve Esenyurt Belediyeleri’ne yapılan operasyonlardan sonra bu eğilim başlamıştı, bunu da konuşmuştuk. Erdoğan ile CHP arasında, AK Parti ile CHP arasında bu kutuplaşma yaşandığı müddetçe, diğer partilerin, gündemde kendilerine yer bulmaları biraz daha zorlaşır. Ben 2023 seçimlerinden sonra, CHP ile diğer muhalefet partileri arasında yaşanan ayrışmanın da 18 Mart sonrasında biraz tersine dönme ihtimalini de yüksek görüyorum. İlk defa birçok siyasi parti Saraçhane'ye gidip dayanışma tutumu aldı. Bir kısmı Silivri'ye gidip dayanışma gösteriyor. Önümüzdeki dönemde CHP o 23 Mayıs seçimleri sonrasında ayrışan muhalefeti tekrar bir araya toplama, CHP liderliğinde onları bir araya getirme imkânı da yakalamış oldu aslında.

Ruşen Çakır: Ama bu herhalde Altılı Masa gibi olmaz, değil mi?
Ete: Hayır. Zaten toplumsal muhalefetin yöneldiği bir yerde CHP doğal olarak eğer bir siyasal sözcülük, siyasal öncülük işlevi üstlendiyse, bence siyasi partiler de orada daha fazla dayanışma gösterecekler. Ama dediğin doğru, herkesin dili yandı Altılı Masadan. Dolayısıyla ona benzer bir kurumsallaşma için zaman var henüz. Seçimlere de çok var zaten.

Ruşen Çakır: Mesela Muharrem İnce Maltepe mitingine gitti. Konuşma yaptırtılmadığı için mitingi terk etti.
Ete: Tekrar ayrışma görüşmeleri de yaşanabilir.

Ruşen Çakır: Ben Kılıçdaroğlu’nun bütün mitinglerini izlemiştim. Mesela İzmir mitinginde arkadaşlarla “Sizce en çok kim konuşacak, ikinci kim?” diye konuşuyorduk. Davutoğlu'nun en uzun konuşacağı kesin. En kısa konuşan Kılıçdaroğlu oluyordu. Ama kalabalığın büyük bir kısmı, ezici bir çoğunluğu da CHP oluyordu. Biraz önce, CHP'nin oylarının daha da artmasının çok yüksek ihtimal olduğunu söyledin. O zaman ortaya çok net bir şekilde şöyle bir şey çıkıyor. Zaten yerel seçimde çıkmıştı, ama ona yerel seçim, adaylar gibi gerekçeler bulunabiliyordu. Ama an itibariyle baktığımız zaman, iktidar koalisyonu çoğunluk değil. Böyle bir mesele var.
Ete: Doğru, ama biraz önce barajı aşma riski taşıyan partiler bağlamında söylediğinde de vurgulamayı unuttum. Burada neredeyse %30'a yakın bir kararsız kesim var. Bu kararsız kesimi şu anda dağıtmıyoruz. Çok yüksek olduğu için dağıtmıyoruz. Ama gerçek seçimlerde, son birkaç yılki seçimlerde, seçime katılmayanların oranının %15'i geçmediğini gözlemliyoruz. Dolayısıyla neredeyse, henüz iradesini göstermemiş iki katından fazla seçmen var. Bunları orantısal olarak dağıttığında, aslında matematiksel olarak çok fazla bir değişim yaşanmamış gözüküyor. Çünkü kararsızların neredeyse yarısından fazlası iktidar blokuna yakın kesimlerden oluşuyor. Sadece AK Parti'nin bu %25-26 içerisindeki payı, sekiz dokuz puan civarında. Yani, daha önce AK Parti'ye oy vermiş, şimdi kararsız pozisyonda olan seçmen. Dolayısıyla şu anda iktidar veya muhalefet lehine bir çoğunluk oluştu mu, oluşmadı mı, ölçmek zor. Bu, seçime uzak olduğumuz bir takvim ve şimdi sadece belli politikalar üzerinden bir ölçüm yapıyoruz biz. Çünkü henüz seçmen bir oy verme motivasyonuna kapılmış değil. O yüzden ileri yorumlar yapmak istemem. Ama şu çok açık: Bu son hamle, %60'lık bir kesimin rahatsız olduğu bir hamle. Şimdi muhalefet adına bu işin öncelikli muhatabı olmuş ve toplum nezdinde de ‘’bu işin öncülüğünü sen yap’’ misyonu verilmiş olan CHP'nin önündeki en önemli sınav, önümüzdeki dönemlerde bu %60'lık kitlenin ne kadarını oya tahvil edebileceği. Bu operasyondan rahatsız olan %60'lık kesimin önümüzdeki aylardaki ölçümlerde günbegün düştüğüne mi şahit olacağız, arttığına mı şahit olacağız? CHP'nin yerinde durup, bu kanaatin bir de oy verme kararına dönüştürülmesine yönelik etkili siyasal hamleler yürüttüğüne mi şahit olacağız? Bence o anlamda önümüzdeki dönemlerdeki en önemli imtihan CHP ile ilgili. Toplum bu meseleye yönelik tepkisini ortaya koydu ve bu tepkinin de %50'nin üzerinde olduğunu ölçebiliyoruz. CHP önümüzdeki dönemde ne tür söylem ve politikalarla bu rahatsızlığı, bu tepkiyi örgütleyebilir, siyasete tahvil edebilir, kalıcılaştırabilir, diğer siyasal partilerin kendi etrafında sisteme entegre edilmesiyle bir büyük blok oluşturabilir, bu biraz artık CHP liderliği ve siyaset kapasitesi ile ilgili bir meseleye dönüşmüş vaziyette. Ama bugünden itibaren, iktidarın çoğunluğu kaybettiği ile ilgili bir yorum yapmanın erken olduğunu düşünüyorum. Çünkü seçimlerin hemen ertesi günkü ankette de iktidar çoğunluğu kaybetmiş gözüküyordu. Seçimlerdeki hava başka bir hava oluyor. Ama CHP bunu kalıcı hâle getirdiği müddetçe, birkaç aylık anketlerde net bir şekilde CHP'nin oyunun arttığını, muhalefeti etrafında örgütlediğini, bu rahatsızlığı bir siyasal tutuma da dönüştürdüğünü ölçümlediğimiz müddetçe, bu yorumları yapmamız daha mümkün hale gelir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum. 19 Mart sürecinde en çok dikkat çeken husus boykotlar oldu. Önce birtakım markalara, ama 2 Nisan'da bütün ülke çapında boykot yapıldı. Ve iktidar da bununla çok ciddi bir şekilde mücadele etti. Bakanlar alışveriş yaptı vesaire. Erdoğan cuma günü, “2 Nisan'da ekonomi çok canlıydı” dedi. Sence bu boykot iktidarı, iddia ettiği gibi memnun etti mi gerçekten? Bana inandırıcı gelmedi açıkçası.
Ete: Ben burada biraz ortada duruyorum. Boykot ne iktidarı mutlu edecek kadar etkisiz oldu, ne de muhalefeti sevindirecek kadar büyük oldu diye bakıyorum ve boykot meselesini de biraz riskli buluyorum. Şunu anlıyorum, CHP'nin belli medya organlarına mesaj vermek ya da iktidara bu işin maliyetini göstermek üzere radikal hamlelere yönelmesini çok yadırgamıyorum. Ama boykot meselesi biraz netameli bir mesele. Birkaç nedenle netameli. Bu listelerle ilgili tartışma hep yaşanacak.  CHP bunun alanını genişlettiği ölçüde, sürekli tartışmalı bir karar alan parti hâline gelecek. Birincisi, bu boykot meselesi ya çok dar bir listeyle, 2, 3, 5, bilemedin 10 maddeyi, ismi içeren bir şeyle sınırlanacak, ya bir sektörle sınırlı olacak. Ama onun haricinde, web sitesi belirleme, orada listeleri yayınlama gibi şeyler sürekli tartışmalara yol açacak. İkincisi, boykot doğası itibariyle sürdürülebilir bir şey değil. Mesela ‘’bir gün boykot ilan ediyoruz’’ denilebilir, bunun etkisi de ölçülebilir. Ama ‘’önümüzdeki dönemde bu iş böyle olacak’’ dediğiniz müddetçe, aslında kendinizi etkisiz bir eyleme mahkûm etmiş olursunuz. Üçüncüsü ve daha önemlisi, bence CHP bu işi biraz sivil topluma bırakıp kendisi siyasete yönelse, daha emniyetli bir alanda durmuş olur. Bu işi gençler başlatıyorsa, başlatsın. Ama bu işi gençlerin başlattığı duygusunu ortadan kaldıracak ölçüde net bir şekilde üstlendiğinde, bu iş gençlerin başlattığı bir eylem olmaktan çıkıyor, kendisi gençlerin de önüne geçmiş oluyor. Ben o anlamda, bu tür meselelerin iktidara alternatif bir siyasi parti için riskli bir yöntem olduğunu ve çok sınırlı, kısa süreli, kılık kırk yararak yürütülmesi gereken bir mesele olduğunu düşünüyorum.
Buradaki mesele şu ki biz bunu başka meselelerde de çok tartışacağız. Son 10 yıldır gerçekleşen bütün Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan iki puan farkla seçimleri kazanıyor. Bu bize toplumun 50-50 bölünmüş olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla burada mesele, kendi tarafındaki %50'yi ikna etmeye, onları diri tutmaya, canlı tutmaya yönelik hamleler mi gerçekleştirmek, iktidara oy veren %50'den pay mı eksiltmek? Bence, CHP'nin önümüzdeki dönemde siyasi hamlelerinde buna karar vermesi lazım. Ben bu boykot meselesinin CHP'ye oy veren kitleyi çok mutlu ettiğini, ‘’ne kadar etkili olduk, gücümüzü gösterdik’’ duygusu oluşturduğunu görüyorum. Ama AK Parti'ye oy vermiş, şu anda oy vermek istemeyen, özellikle bu son hamleler sonrasında rahatsız olan, uzunca bir süredir kararsız blokunda yer alan kitlede, toplumun o %60'ı bu işlere karşı, AK Parti'ye ve MHP'ye oy verenler de %30 civarında. O aradaki %30 bu hamlelerden nasıl etkileniyor? Ben CHP'nin, özellikle bir eylem belirlemeye karar verdiğinde buralara bakmasının daha emniyetli, daha uzun vadeli, sağduyulu bir karar olacağını düşünüyorum. O yüzden boykotla ilgili meselede ben biraz çekimserim.

Ruşen Çakır: Tabii burada şöyle bir not düşmek lazım. Özellikle CHP'nin 31 Mart başarısında çok önemli rol oynayan isimlerden bazıları şu anda cezaevinde tutuklu. İlk olarak, senin de tanıdığını düşündüğüm Mehmet Ali Çalışkan var.
Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Ama geride kalanlar, onun çalışma arkadaşları herhalde aynı şekilde yürüteceklerdir. Çünkü CHP 31 Mart öncesi çok profesyonel bir çalışma yapmıştı ve bayağı etkili olmuştu. Herhalde şimdi de benzer bir çalışmayı yapıyorlardır. Evet, Hatem, noktayı koyalım. Hatem Ete ile PANORAMATR'nin Mart ayı araştırmasını konuştuk. Hatem'e çok teşekkürler.
Ete:  Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
16.04.2025 Özgür Özel Medyascope’ta: “CHP’yi yeniden sokakla tanıştırıyoruz, gerekirse 5 milyon da olacağız 10 milyon da”
13.04.2025 19 Mart Erdoğan’ın en büyük siyasi hatası olabilir: İşte hiç beklemediği on sonuç
13.04.2025 Türkiye enflasyonla mücadelede ne durumda? Murat Sağman anlattı
09.04.2025 Transatlantik: Erdoğan-Trump aşkı & ABD'deki protestolar ve gümrük tarifeleri
06.04.2025 Erdoğan’ın CHP ile ilgili hiçbir hesabı tutmadı
06.04.2025 Hatem Ete değerlendirdi: Toplum 19 Mart operasyonuna nasıl bakıyor?
05.04.2025 Ümit Akçay ile söyleşi: İktidarın geleceğini ekonomi mi belirleyecek?
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı