Türkiyeli Afganilerin Öyküsü

16.09.2001 Tempo

Osman Öztürk 4 Haziran 1997’de Keşmir’e gitti. 37 gün sonra, yani 11 Temmuz 1997’de burada hayatını kaybetti. Osman, nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olan Jammu Keşmir (Esir Keşmir)’in Azad Keşmir (Özgür Keşmir)’e bağlanması için mücadele eden Hizb-ül Mücahidin örgütünün saflarında Hind ordusuna karşı savaştı. 21 Mayıs 1997’de Türkiye’den ayrılan Osman, uzun bir yolculuk sonucunda mücahit kamplarına ulaşmış ve burada eğitim gördükten sonra “cihad”a katılmıştı. Osman, kamp sırasında gördüğü bir rüyayı arkadaşlarına şöyle anlatmıştı: “Kardeşim İsmail’le bir koşu parkurunda yarış ediyorduk. Ben ne kadar hızlı koşarsam koşayım, İsmail yavaş yavaş koşmasına rağmen hep benden önde gidiyordu. Neticede İsmail yarışı tamamladı ve bana dönüp şöyle bağırdı: Osman acele et seni bekliyorum.”
Osman ile İsmail ikizdi, aralarındaki yarış “şehadet” yarışıydı ve gerçekten İsmail önce davranmış; 21 Aralık 1996’da Ogadin’de ipi göğüslemişti. Ogadin de Keşmir gibi, Müslüman kökenli Somalilerin önemli bir yoğunlukta olduğu ve Etiyopya’dan ayrılmak isteyen bir bölge. Oromo Kurtuluş Cephesi başta olmak üzere çok sayıda örgüt Adis-Ababa yönetimine karşı verdiği savaşta, özellikle Kuzey Ogadin bölgesinde, 1992’den itibaren İslamcı örgütler de yer alıyor. Somali’deki İslami grupların desteğine sahip olan Ogadinli İslamcıların saflarına, Dayton Anlaşması ile Bosna’yı terk etmek zorunda kalan çok sayıda “gönüllü mücahit” de katıldı. Bunların arasında Türkler de vardı. Etiyopya ordusuyla yaşanan iki büyük çatışmada 9 Ağustos 1996’da İsmail Öztürk, Ersoy Tekin, Resül Aran, Ünal Ekinci; 21 Aralık 1996’da Bayram Ali Düz, Cahit Çatuk, Çetin Geyik, Gökhan Süfürler, Nurettin Cingöz, Ubeydullah Saltan hayatlarını kaybetti.

Bosna’dan Dağıstan’a

Murat Konukçu, Karamürsel İmam-Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde okurken, 21 yaşında Bosna’da savaşmaya gitti. Beş ay sonra barış gelince evine döndü, ama aklı hep “cihad”daydı. Aklından Ogadin, Keşmir ya da Filistin geçiyordu. Ama 1998 başında kendisini Çeçenistan’da buldu. Geri gelip Türkiye’den yardım topladı. Yardımla beraber bu sefer Dağıstan’daydı. Şamil Basayev’in Çeçen cihadını Dağıstan’a yayma operasyonunun dördüncü gününde, 10 Ağustos 1999’da, ilk “şehid” oldu. Konukçu, Cüheyman adını taşıyordu. Kamaz kamyonuna monte edilen uçaksavara komuta ederken Rus uçakları tarafından, Abdülbari adlı Ürdünlü yardımcısıyla birlikte vuruldu. Cenazesi Suudlu Osman adlı bir başka mücahit tarafından defnedildi.

Önce Afganistan vardı

İslamcıydılar. İçlerinde cihad tutkusu ve şehadet aşkı vardı, ama ülkelerinde bu çok zor ve dolaylıydı. 1978’de Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve İslamcı grupların buna karşı başlattığı savaş işin rengini değiştirdi. Cihad ve şehadete kavuşmak isteyen nice İslamcı genç Afgan dağlarına akın etti. Onlara ya “Afganiler”, ya da çoğu Arap kökenli olduğu için “Afganlı Araplar” deniyordu. Yıllar sonra Fransız araştırmacı Gilles Kepel, bu olguyu “selefi cihadcılık” olarak kavramsallaştırıldı. Afgan mücahitlerini “özgürlük savaşçısı” olarak gören, ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri ve onların İslam dünyasındaki müttefikleri bu gönüllülere sıcak baktı; onları teşvik etti, finanse etti, eğitti...
Suudi Arabistan, Mısır, Cezayir, Ürdün gibi ülkelerin rejimleri, kendi radikallerini Afganistan’a yollayarak, hem Sovyetler Birliği’nin İslam dünyasındaki yayılmasını engelliyor, hem de ciddi bir beladan kurtuluyorlardı. Ortadaki garipliği anlamak için, bu kişilerin ülkelerine döner dönmez tutuklanıp genellikle “terörizm” suçlamasıyla idam isteğiyle yargılandıklarını hatırlamak yeterli.
Türkiye İslamcıları Afganistan’a başlangıçta pek gitmedi. Gidenlerin çoğu İran rejimine sempatiyle bakıyor ve Gülbeddin Hikmetyar, Ahmed Şah Mesud gibi mücahit liderlerin saflarında çarpışıyordu. İlk olarak 25 Ekim 1987’de Bilal Yaldızcı öldü; onu 10 Ocak 1988’de Tekiner Tayfur ve 29 Eylül 1989’da Recep Şahin izledi.

Ardından Bosna geldi

“Afganlı Araplar” ve onların Usame bin Ladin başta olmak üzere liderleri Kızıl Ordu’nun Afganistan’ı terk etmesinde kendi paylarının yüksek olduğunu düşünüp tüm dünyayı cihad alanı olarak gördüler. Zaten ABD ve Suudi Arabistan’la yolları Körfez Savaşı nedeniyle ayrılmıştı; Pakistan da onları daha fazla taşımak istemiyordu. Bunun üzerine gündeme, kısmen Yemen, önemli ölçüde Sudan ve esas olarak da Taliban yönetimindeki Afganistan geldi.
Bir zamanlar iktidar odaklarının basit bir araç olarak görüp önemsemediği cihadcılar artık kendi başlarına bir güç oluyor ve eski yetiştiricilerine de savaş açıyorlardı. Bu sıralarda patlak veren Bosna savaşı işlerine çok yaradı. Bosna’da dört tip “gönüllü” vardı: 1) Afganistan’da savaşmış olanlar; 2) İranlı Devrim Muhafızları; 3) Aslen Boşnak olup başka ülkelerde yaşayan gençler; 4) İlk kez burada cihadla tanışanlar. Çoğunluk yine Araplarda olmakla birlikte Bosna’nın özel durumu nedeniyle diğer ülke Müslümanlarının, özellikle de Batı ülkelerinde yaşayanların oranı epey yükselmişti. Buna paralel olarak Türkiyelilerin sayısında da patlama oldu. İlk olarak 22 Ağustos 1992’de Selami Yurdan öldü. Aynı yıl 17 Eylül’de Mostar’da bombalanan konvoyda Edip Sadioğlu, Adil Balat ve Ebubekir Arıcı hayatlarını kaybetti. Bosna’da ölen Türklerin içinde ABD, İngiltere ve Almanya’da yaşayanlar da vardı.

Cihad alanı arayışı

Bosna, İran, Sudan, Suudi Arabistan gibi şeriat düzenine sahip ülkelerle ılımlısından radikaline bir dizi İslami hareket için bir nevi laboratuvar işlevi gördü. En önemli, hatta belki de tek gündem maddesi oldu. Savaşın bitmesiyle de bunların büyük bir çoğunluğu boşlukta kaldı. Özellikle gönüllü savaşçıların akıbeti ciddi sorunlar çıkardı. Bunlardan bazıları Bosna vatandaşlığı kazanıp yerleştiler; bazıları evlerine döndü, ama hem tutuklanma korkusu, hem de cihadın bir yaşam biçimi haline gelmesi nedeniyle çoğunluk kendine yeni cihad alanları aradı. İşte bu noktada Bin Ladin’inki gibi uluslarötesi şebekelerin devreye girdiği ileri sürülüyor.
Filistinli ilahiyatçı Dr. Abdullah Azzam’ın sağladığı ideolojik zemin üzerinde yükselen ve bu nedenle de “Azzam Tugayları” adını alan gönüllüler, Çeçenistan, Dağıstan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Filipinler, Kosova, Azerbaycan, Ogadin, Somali, gibi bölgelerde, Müslüman toplulukların gayri-müslimlerle olan savaşlarına müdahale edip, profesyonel bir boyut kattı. Bu arada birtakım devletlerin, yersiz yurtsuz bazı savaşçıları gelecekteki “kirli işler” için devşirdiği de ileri sürüldü.
Örneğin “Intelligence Newsletter”, Arap ve Batılı istihbarat kaynaklarına dayanarak, 21 Mart 1996 tarihinde “300 Afganlı Arabın, 5-10’ar kişilik gruplar halinde Saraybosna’dan İstanbul’a uçtuğunu; bunların Refah Partisi tarafından ağırlandığını, daha sonra içlerinden 200 kadarının, daha sonra Çeçenistan’a geçecek şekilde Afganistan’ın Celalabad kentine yollanıp, geri kalanların Türkiye’de tutulduğu” ileri sürüldü.

Türkiye’nin yeri 

Dünyanın değişik bölgelerinde savaşan Türkiyeli İslamcılar, hemen hemen kimse tarafından ciddiye alınmadı. Bosna ve Çeçenistan davalarına sempatiyle bakan Türk kamuoyu, Avrasya Feribotu ve Swissotel eylemleriyle “arkadan hançerlenme” duygusuna kapıldı. 11 Eylül baskınından sonraysa “Acaba Türkler de var mı?” sorusu, ürkek de olsa sorulmaya başlandı. 19 intihar komandosunun birkaçının Türkiye ve Türklerle ilgisi üzerine birkaç haber çıktı. Almanya’da bir Türk genci gözaltına alındı; Gaziantep’te bir kişi, Afganistan’daki kamplarda kalmış olduğu ihbarıyla tutuklandı. Basın, bir zamanlar önemsemediği “şehid düşen Türkler” haberlerini yeniden servise koymaya başladı. Milliyet’te Hasan Cemal Peşaver’de, Hürriyet’te Fatih Altaylı ise Çeçenistan’da karşılaşmış oldukları gönüllü Türk savaşçılarla ilgili anılarını okuyucularla paylaştılar. Altaylı, “bir tür şeriatçı NATO”nun söz konusu olduğunu söyledi.
Ortadaki olguyu tam olarak anlayabilmek için 23 yaşında Çeçenistan’da ölen Kayserili Bilal’in, yoldaşları tarafından kaleme alınan öyküsüne bakalım: “Şubat 2000’de Grozni'den geri çekilme operasyonu sırasında şehit oldu. Bilal 1995 yılında 6 ay boyunca Bosna’da savaştı. Çeçenistan'a geçmek istediyse de başarılı olamadı. O sıralarda nişanlı olduğu için evlenmek için Türkiye'ye döndü, fakat sonra Ogadin’e (Doğu Afrika) gitmek için yola çıktı. Geri döndüğünde evlendi. Kosova’daki cihada katılmak için oraya gitti ve bir ay sonra çatışmaların sona ermesiyle geri döndü. Çeçenistan’a 1999 yılının Ağustos ayında geldi, Botlik’teki Dağıstan operasyonlarına katıldı. Mücahidlerin geri çekilmesindan sonra Türkiye’ye dönecekti ki, Ruslar Çeçenistan’ı işgal etti. Argun'da daha sonra Grozni’deki çatışmalara katıldı. Grozni'den geri çekilme sırasında Katr Yurt Köyü’nde ağır bir şekilde yaralandı. Rus topçusunun direkt hedefi olmuştu. Sami Yurt Köyü’nde aldığı yaralar neticesi şehit oldu.”
Bir zamanlar İspanya’da, Latin Amerika’da, Kara Afrika’da, Filistin’de dünyanın dört bir tarafından Marksist esinli gençler savaşmıştı. 20 yılı aşkın bir süredir bu geleneği İslamcılar sürdürüyor. Peki onları motive eden ne? İlk Türkiyeli “şehid” Bilal Yaldızcı Afganistan’dan annesine yolladığı son mektubunda şöyle yazmış: “Sizleri çok özledim anacığım. Çocukluğumu, ilkokul günlerimi, lise günlerimi hatırlıyorum. Hayat ne çabuk geçiyor! Namazlarına dikkat et ana. Babama itaat et. Sabret ve kafir düzene beddua et.”

Afgan dağlarında mücadele hazzı

1968 Tokat doğumlu, İmam-Hatip mezunu Fuat Çağlar’ı Selam dergisi şöyle anlatıyor: “Öğrendiklerimle amel etmek zorundayım dedi ve kendisini Afgan dağlarında buldu. Afgan dağlarında mücadelenin hazzına ulaşan Fuat, geri döndüğünde aynı heyecanı arkadaşları arasında da yaşadı. ‘Mücadele insanı yalnızlıktan kurtarır. Mücadele insana hayat verir’ diyordu. İlahiyat tahsiline bir müddet daha devam eden Fuat, dört aylık eşini Allah’a emanet ederek Tacikistanlı kardeşlerinin yanında olması gerektiğine inandığından dolayı bu cephemize koştu. Tacikistan yeni bir mekan. Fuat’ı bekleyen vardı orada. Tacikistan sevgiliye, en sevgiliye kavuşma yeriydi Fuat için.”

Bir baba

Haziran 1993’de Bosna’da ölen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi, Kahramanmaraşlı Ali Pınarbaşı’nın babası Hüseyin Pınarbaşı, Değişim dergisine şunları söylemişti: “10 Eylül 1992’de Bosna Hersek’in Travnik kentinde mücahitlere katıldığı, arzu ettiği cihada fiilen katıldığı haberini aldık. Cevabi mektubumda, depreşen bir baba şefkat ve merhametiyle, ‘Oğlum Sırplar zaten kafir, bu bir gerçek, sen oraya gitmeyi tercih ettin. Oysa bu toplum da kurtarılmaya muhtaç. Buradaki müstekbirler ve işbirlikçileri ne olacak? Sen önce bunlarla mücadele etseydin daha iyi olurdu’ şeklinde yazdım.”



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı