Suriye üniter bir devlet olabilecek mi? Sarkis Kassargian ile söyleşi

28.08.2025 medyascope.tv

28 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Suriye durulmuyor. Önce Dürziler, ardından Kürtler ve şimdi Aleviler, ayrı ayrı seslerini yükseltiyorlar ve Şam'la aralarında sorunlar çözülmüyor, daha büyüyor. Uluslararası güçler, Ankara ve Körfez ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri, kısmen de Avrupa ve tabii ki uzaktan da olsa İran ve Rusya, bütün bu gelişmeleri yakından izliyor. Biz de bu gelişmeleri yakından izleyen bir meslektaşımızla, Suriye'yi hep danıştığımız Sarkis Kassargian’la konuşacağız. Sarkis, merhaba.
Sarkis Kassargian: Merhaba.

Ruşen Çakır: Önce şununla başlayalım: Dürzîler, Kürtler derken, sen sosyal medyada Alevilerin de bir tür özerkliğe giriştiğini söyledin. Yani kendi güçlerini dile getirdiler ve bir anlamda kendi kendilerini yönetmeye talip oldular. Nedir bu işin aslı? Dürziler ve Kürtlere sonra geleceğiz, ama en yeni gelişme olarak ve senden duyduğumuz gelişme olarak önce Alevilerle başlayalım.
Kassargian: Dün gece, Alevilerin, yani attığım o paylaşımın detayı belli oldu. Çünkü dün gece, Suriye'nin orta ve batı bölgelerinin siyasi konseyi ilan edildi. Bu konsey bir Alevi konseyi. Yani konseyi oluşturan Suriye’nin dışında olan 13 kişi ve Suriye içerisinden 17 kişi tümüyle Alevilerden oluşuyor. Ben zaten haberi aldığımda, önce bir birkaç kaynakla konuşmuştum. Ama dün gece ilan edildikten sonra yine birkaç kişiyle konuştum. Bu konseyin genel hedefinin bu bölgelerde federatif bir yapı inşa etmek olduğunu söylüyorlar. Bölgeler hangisidir? Suriye'nin yoğunluklu olarak Alevilerin yaşadığı bölgeleri; Lazkiye, Tartus, Humus. Ayrıca Hama'nın güney ve güneybatı kırsalı. Öbür tarafta, Şam’daki Alevi bölgelerinde de, Halep'in Kürt bölgelerinde olduğu gibi bir anlaşmadan bahsediyorlar. Yani o mahallelere kanton anlamında bir özerklikten söz ediliyor ki Şam'da en az dört Alevi Mahallesi bulunuyor. O mahallelerin de tıpkı Halep’teki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinin statüsünü kazanmak için mücadele vereceklerini söylüyorlar. Tabii ki en önde gelen soru şu: Bu bölgeler tümüyle Alevi bölgeleri değil. Siz bir Alevi Konseyi olarak bu bölgelerde özerklik ya da federasyon talep ediyorsanız -onlar özerklik demiyorlar, federasyon diyorlar- o bölgedeki diğer insanlar ne olacak? Yani mesela Lazkiye yarı yarıya Alevilerle Sünnilerin bölgesi. Tartus, çoğunlukla Alevilerden oluşan bir vilayet. Ama Humus, Alevilerin ve Sünnilerin yarı yarıya yaşadığı bir yer. Hatta Humus’un batı kırsalında, yani Humus'u Tartus'a bağlayan bölgede Türkmenler de bulunuyor. Yani orada birçok Türkmen köyü ve şehri bulunuyor. Şimdilik cevapları şöyle oldu: ‘’Biz şimdilik tıpkı Kürtlerin ve Dürzilerin yaptığı gibi, önce içimizde organize olma çabasında bulunduk. Şimdi artık bu konseyi ilan ettikten sonra daha da açılacağız ve tüm bu bölgedeki insanları kapsayan bir şekilde, daha büyük bir konseye doğru yola çıkacağız.’’
En önemli nokta gerek konseyin ilan bildirisinde gerek konuştuğum insanların genel anlamda açıklamalarında, bu konsey aslında daha çok Dürzîlerin söylemine yakın söylemler geliştiriyor. Biraz önce Kürtler, Dürzîler, Aleviler dediniz, özerk yönetim yalnızca Kürtlerden oluşmuyor, ama karar sahibi olan Kürtler. Mesela özerk yönetim, Şam'daki bugünkü iktidarı ya da rejimi veya da hükümeti meşru bularak onunla bir diyalog içerisinde. Ayrıca onunla anlaşma imzaladı. Ama gerek Dürziler, yani Süveyda, gerek bu Alevi Konseyi, Şam'ı hiç tanımıyorlar. Bundan sonra artık Dürziler diyemeyiz, çünkü Süveyda'daki Dürzi yapısına Hıristiyanlar, Sünniler de katıldı. Yani Şam'da bugün, Konsey üyeleri, ‘’Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bölge halklarına karşı düşmanca eylemlerinden dolayı, bir terörist grubun Şam'ı ele geçirme vakası’’ anlamında bu iktidarı tarif ediyorlar ve “Doğrudan bu iktidarla bir diyalog kurmayacağız. Bu iktidarla konuşmayacağız. Ancak uluslararası arabulucular tarafıyla bu iktidarla bir anlaşmaya varabiliriz” diyorlar. Son göze çarpan detaylardan birisi de, aslında Birleşmiş Milletlerden ve güvenlik konseylerinden taleplerde bulunuyorlar. En önemlisi, uluslararası himaye talebi. İkincisi, uluslararası bir mahkemenin kurulması ve o mahkemenin yargıçlarının uluslararası yargıçlardan oluşarak, Suriye içerisinde ister Esad döneminde ister Esad cenahında, ister muhalefet cenahında işlenen tüm savaş suçlarının sorumlularının yargılanması. Daha da ilginci, Birleşmiş Milletlerin kararlarına uyarak, ki bu kararların içerisinde mesela QDI 317 ve 336. kararlar var. Bunlardan birisi geçici Cumhurbaşkanı eş-Şara’yı terör listesine dâhil etmesi ve terörist olarak ilan etmesi. İkincisi de bugünkü geçici hükümetin İçişleri Bakanı Enes Hattab’ı terörist olarak tanımlaması. Bu iki kararın derhâl uygulanması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden, 7. madde uyarınca, yani güç kullanarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne dâhil ülkelerden, onların tutuklanmasını talep etmesi olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Araya gireyim. Bu anlattıkların beni biraz şaşırttı açıkçası. Şu anlamda kendimden utandım; Suriye'yi takip ettiğimi sanıyorum, ama bu söylediğin şu anlamda çok önemli: Ben ilk başta sanki Kürtlerin yaptığı gibi, Şam'la pazarlıklarda ellerini güçlendirmek için bir yapılanmaya gittiklerini düşünüyordum. Ama senin söylediğin şey, bir kopuş. Yani zaten Şam'ı muhatap almıyor. Bu çok önemli bir fark. Sen de vurguladın zaten. Çok önemli bir fark. Dürzilerin durumu da tam böyle mi? Yani Dürzilerin içerisinde Şam'ı tanıyanlar var, tanımayanlar var diye birtakım ayrımlar var galiba, değil mi?
Kassargian: Dürzilerin konumu şöyle. Öncelikle şunu belki de belirtmemiz lazım ki Dürzilerin konumu biraz daha anlaşılır olsun. Suriye'deki Dürzilerin üç dini lideri var. Suriye'de zaten önceden böyle siyasi bir hayat, çoğunlukçu siyasi partiler olmadığı için, bugünkü bu azınlıklar, Kürtler hariç, çünkü Kürt hareketi genel anlamda Suriye'de organize olmuş bir hareket, öbürlerine benzemiyor. Ama mesela Hıristiyanlar, Dürziler, Aleviler bugüne kadar seslerini daha çok din adamları üzerinden dinletiyorlardı. Zaten bu konseyin ilan edilmesinin sebeplerinden birisini de bu olarak açıklıyorlar Aleviler. “Din adamlarımız başımızın üstüne. Onların dini yeri var, ama onlar bizi temsil edemez. Çünkü zaten biz seküler yapıdan bahsediyoruz. Seküler bir ülkeden bahsediyoruz. Onun için dini makamlarına tüm saygımızla, onların dinde kalmasını talep ediyoruz” diyorlar. Bunu bir talep olarak dillendiriyorlar.
Dürzilerin üç dini lideri var. En popülisti, yani en çok destek bulan Şeyh Hikmet el-Hicri ki o kesinlikle Şam'a karşı. Ayrıca bu konsey gibi, Şeyh el-Hicri de Şara iktidarını bir terör örgütü olarak görüyor ve teröristlerin Şam'ı ele geçirdiğini söylüyor. Öbür iki din adamının ikincisi, Hammud Hinnavi; Dürziler içerisinde destek anlamında ikincisi diyorum. Üçüncüsü de Şeyh Cerbo. ‘’Şimdi bu sıralamayı nereden getirdin, seçimler mi oldu?’’ diyeceksin. Hayır, olmadı. Ama genel anlamda Dürzi toplumunu bildiğim için ya da sosyal medyada takip ettiğim ve o bölgedeki insanlarla konuştuğum için, rahatça bu ayrışmayı yapabiliyorum diyeyim. Şimdi o öbür ikisi yok. Şam'la uzlaşarak bir yol orta yol bulmak, hatta biraz daha Şam'a doğru yöneliyorlardı, ki hatırlayacaksınız, Sayın Erdoğan, “Biz zaten Dürzilerle konuşuyoruz. Yalnızca bir kanat var Dürzîlerde, o da İsrail kanadı” anlamında bir cümle kurmuştu. Ama Süveyda'daki katliamlardan sonra üç dini lider de artık Şam'la koptular, bağlarını kestiler. Çok ilginç bir şey de oldu. Bunu söyleyen, ikinci şeyhin, yani Hammud Hinnavi'nin destekçilerinden Cevat Saik adında bir gazeteci ve siyasi yazar. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum. Ben yalnızca burada onun söylediğini aktarıyorum. Teyit olması anlamında adını söylüyorum. Diyor ki: “Hammud Hinnavi, Şam'a bağlı güçlerin Süveyda'ya girmesini destekliyordu, talep ediyordu. Ama girdiklerinde, kendi şehrinden, kendi ailesinden yaklaşık 400, 500 kişiyi öldürdüler. Ondan sonra hem böyle tersine döndü hem de ailesi ve aşireti önünde çok utanç verici bir duruma düştü. ‘’Bunları sen getirdin. Sen ‘girsinler, bir uzlaşı bulalım’ dedin. Bak girdikten sonra ne yaptılar?” dediler.
Bugün nasıl özerk yönetimin bir siyasi kanadı, bir de askeri kanadı varsa, Süveyda'daki siyasi meclisin de öyle. Zaten ikisi de bence özerk yönetimin tecrübesinden yola çıkarak kendi planlarını yapıyorlar. Dünkü o Alevi konseyini inşa edenlerden birisi, doğrudan bana söyledi. Şu anlamda bir cümle kurdu: “Biz yeniden bir şeyler icat etmeyi düşünmüyoruz. Bir tecrübe var orada, Kuzeydoğu'da. O tecrübenin aynısını bu bölgelerde de tatbik etmek istiyoruz.” Süveyda'nın siyasi kanadı aslında bağımsızlık demiyor, federasyon diyor. Ama Süveyda'nın içerisinde bugün en çok konuşulan, en çok talep edilen şey bağımsızlık. Yani federatif bir şey de değil. Artık bölünme noktasına ulaşmış bulunuyoruz. Ama resmi söylemde şimdilik, en azından şimdilik diyorum, çünkü Suriye'de her gün değişiklikler oluyor. Şimdilik Süveyda ve Alevi siyasi konseyi, federatif bir yapı talep ediyor. Özerk yönetim ise çok geniş bir siyasi adem-i merkeziyetçilik talep ediyor.

Ruşen Çakır: Sözünü keseceğim. O anlamda baktığın zaman, adem-i merkeziyetçilik talep eden Kürtler, en az şey isteyenler. Ama Ankara da en çok Kürtleri tehdit ediyor, ya da öyle diyelim.
Kassargian: Şimdi burada iki şey var: Birincisi, o istenen adem-i merkeziyetçi sistem hemen Türkiye'nin sınırında. Bir de şöyle bir durum var. Böyle bir sistem kurulursa, Sayın Erdoğan ya da bugünkü iktidar, daha büyük bir sorun yaşayacak. Çünkü en azından, muhalefet tarafından, ‘’Bu kadar hevesle Esad'ı düşürmeye çalıştınız. Hatta Suriye savaşı başladıktan sonra da Esad'ı her zaman böyle önünüze aldınız. Ama en azından o sürede bir şekilde o Kürt yapısını bastırabiliyordunuz. Şimdi Esad gittikten sonra Şam'ın kapıları açıldı Türkiye'ye. Niye böyle oldu?’ denilecek. Bu bir.
İkincisi de okuduğum ve araştırdıklarıma göre, Kürtlerin geniş siyasi adem-i merkeziyetçilik söylemi aslında federasyon gibi bir şey. Ama Türkiye'nin hassasiyetini göz önüne alarak ve Şam’la diyalog içerisinde oldukları için ve Amerika üzerinde baskıları arttırmamak için, ‘’federasyon olmasın, başka bir ad olsun’’ diyorlar. Yoksa zaten federatif yapıdan bahsettiğimizde, bir katalog yok. Her bölge, her ülke kendi içerisinde kendi federatif yapısının kurallarını belirleyebiliyor ya da belirleme şansı bulunuyor. Yani Katalonya Federasyonu, İskoçya Konfederasyonu ya da İsviçre Konfederasyonu gibi değil. Ya da Birleşik Arap Emirliklerindeki federasyon başka bir sistem. Ama önemli olan, tüm tarafların bir masada bir araya gelerek bunu konuşması. Şimdi Aleviler ‘’biz konuşmayacağız’’ diyorlar. Tamam, yani ilke anlamında anlarım. Eğer sokaktan birisi bu tavrı gösterirse anlayış göstermek zorundayız. Çünkü onlar da katliamlara uğradılar. Dürziler de katliamlara uğradılar. Ama siyaseten, Trump'ın bugün Suriye geçici cumhurbaşkanı olarak tanıdığı, Trump'ın özel temsilcisinin George Washington'a, Nelson Mandela'ya benzettiği bu kişiye, siz, ‘’Teröristtir. Onunla konuşmayacağız’’ dediğinizde nasıl bir çözüme ulaşacaksınız? Bu bir sorun.
İkinci eleştirim de, Türkiye'nin siyasetine. Yani Türkiye evet, eş-Şara'yı desteklemek istiyor. Destekleyebilir de tabii. Sonuçta kendi hesapları var. Ama Amerika da Şara’yı destekliyor, Fransa da Şara’yı destekliyor, Körfez de Şara’yı destekliyor. Birçok ülke Şara’yı destekliyor. Tüm bu ülkeler Suriye'nin tüm taraflarıyla diyalog içerisinde olabiliyorlar, hatta arabuluculuk da yapabiliyorlar. Ama yalnızca Türkiye tam gaz Şara’yı destekleyerek öbürlerini dışlıyor. Dışlamakla nasıl bir çözüme ulaşılacak Suriye'de? Türkiye Suriye'de çok daha önemli ve olumlu bir rol oynayabilir. Hatta öbür tarafların garantörü de olabilir. Ama bence bu fırsatı kaçırıyor.

Ruşen Çakır: Bu söylediğin çok önemli. Değişik vesilelerle bunu çok dile getirenler oldu. Ben de oldum. Mesela diyelim ki Şara geliyor, Dışişleri Bakanı geliyor, bizimkiler gidiyor, onlarla görüşüyorlar. Mesela Mazlum Abdi ya da İlham Ahmed ile görüşüyorlardır belki, ama fotoğraf verilmiyor. Yani Türkiye'ye gelmiyorlar. Şöyle sormak istiyorum. Kürtler, yakın bir zamanda Haseke’de konferans gibi bir şey düzenlediler biliyorsun ve azınlık gruplar, hatta Dürzilerin ruhani lideri El-Hicri uzaktan bağlandı, ama Alevi temsilcileri bizzat katıldılar. Başkaları da gitti. Bu, Ankara ve Şam'ı çok öfkelendirdi. O zaman da konuşmuş da olabiliriz seninle bu konuyu, ama tekrar üzerinden geçelim. Şu anda Suriye'deki kimileri etnik, kimileri inanç anlamında olan azınlık gruplar, Hıristiyanlar da var tabii, başka gruplar da var. Ama esas olarak Aleviler ve Dürzîler söz konusu olduğu zaman, sen demin de bahsettin, Kürtler ülkenin kuzeydoğusunda bir nevi rol model oluyor. Bir de onun özellikle askeri gücü nedeniyle de bir tür, eskiden Türkiye’de kullanılan garantör lafı vardı biliyorsun, bu, reel bir durum, değil mi şu anda? Yani insanlar, bir Dürzi ya da Alevi adım atarken, şunu yaparken, bunu yaparken, bir şeyleri düşünürken, Kürtleri düşünüyor. Belki de açık ya da dolaylı temaslarla onların nabzını yokluyor ve bir anlamda da onlara güveniyor herhalde, değil mi?
Kassargian: Temaslar var. Bilgi olarak söylüyorum, aldığım kaynaklara göre hem yakın temas hem de bir koordine durumu var. Üç yapıdan bahsediyoruz. Aslında Suriye'de merkezi hükümetten başka bugün sahada üç adem-i merkeziyetçi sistem bulunuyor zaten. Kuzey bölgelerinde Suriye Milli Ordusu kendi özerk yönetimini kurmuş durumda. Öbürü zaten Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kürtlerin omurgasını oluşturduğu özerk yönetim. Bir de güneydeki Süveyda'da. Dediğim gibi Süveyda’da da artık bir askeri kanat var. Geçen hafta ilan edilen Ulusal Muhafızlar Ordusu. O da Süveyda’nın SDG'si diyelim. Alevilerin şöyle bir dezavantajı var. Aleviler federasyon talep ettikleri bölgeleri ne kontrol ediyorlar ne de bir askeri kanatları, güçleri var onu dağıtmaya. Mesela Şam, “Hayır, biz özerk yönetime federasyon vermiyoruz” diyor. Versen ne olur, vermesen ne olur? Zaten onlar orada o bölgeyi kontrol ediyorlar, idare ediyorlar. Ama Alevilerde öyle bir durum yok. Alevilerin de bir avantajı var. Dezavantajı söyledik, bir de avantajı söyleyelim. Aleviler Suriye'de en büyük azınlık. Aleviler dediğimizde sayısal olarak Kürtleri ve Dürzileri bir araya getirirsek Aleviler daha da büyük sayıda. Bir de, bölge çok stratejik. Yani sahilden ve Humus'tan bahsediyoruz. Humus Suriye'nin kalbi, ortası. Humus federasyon olduğunda, Şam'la kuzeydeki Halep en büyük iki şehir, yani başkentle en büyük şehrin ortasında bir başka federatif yapıdan bahsediyoruz.
Rol model olarak tabii ki düşünülüyor. Çünkü zaten önce özerk yönetim yalnızca federasyon talep ediyordu ya da adem-i merkeziyetçilik talep ediyordu. Türkiye orada baskılar kuruyordu. Şimdi Süveyda da talep etti. Artık mesela Türkiye ya da eş-Şara’yı destekleyen diğer güçler, iki tarafa baskı kurmak zorunda kaldı. Şimdi Aleviler de çıktı. Şimdi üç taraf üzerinde baskı kurmalısın. Bilgilerime göre, gelecek haftalarda Hristiyanlarda da bir hareket olacak. Öyle bir durum da var. Nasıl bir hareket olacak bilmiyorum. Çünkü Hıristiyanlar güç ve sayı anlamında en güçsüz olanlar. Ayrıca Hıristiyanların şöyle bir dezavantajı var; yoğunlukla yaşadıkları bir bölge yok, Suriye'nin tüm bölgelerine dağılmış durumdalar. Şimdi bu kadar taraf içerisinde, sen artık o önceki merkezi güçlü hükümeti nasıl kuracaksın? Onun için de bence zaten Tom Barrack geçenlerde bir söylem değişikliği yaptı ve kelimelerini yuvarlayarak, İngilizce short of federalism ‘’federasyondan biraz alt, biraz aşağı’’ dedi. Zaten bence özerk yönetim, -Amerikalıların hangi cümleleri, hangi kelimeleri sevdiklerini, hangisini sevmediklerini biliyor. İkisi de aynı şimdi. Yok, federasyon istemiyoruz, federasyondan biraz az. O biraz azın ve biraz çoğun ne olduğunu bilmiyoruz daha.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Şimdi Hristiyanlar da bir şeyler hazırlıyor dedin. Sonuçta ülkenin merkezinde Şara var, HTŞ var. HTŞ ve koalisyon yaptığı yapılar. Onlar, ülkedeki çoğunluk olan Sünni Arapları temsil ettikleri iddiasındalar ki tüm Sünni Arapların onlara güvendiğinden de emin değiliz. Ama diyelim ki tamamını destekliyor. Ama, ayrı ayrı Aleviler, Dürziler, Kürtler, Hristiyanların, kendilerine birtakım özel federal yapılar kurmak isteyen bu güçleri kendi başlarına bastırma imkânları yok herhalde değil mi? Mesela en son gördük, Dürzilerle bir katliam yaşandı. Şam'daki şu andaki yönetimin, orada Dürzîleri, daha sahil bölgelerinde Alevileri ve özellikle ülkenin kuzeydoğusunda Kürtleri, kendi istediği şeye zorlama ve dayatma imkânı yok herhalde. Yani bir destek almadan bunu yapma imkânı var mı?
Kassargian: Kesinlikle yok. Zaten askeri kapasite anlamında yok. Bu bir. İkincisi, şöyle bir durum var: SDG'nin arkasında uluslararası koalisyon var. Yani SDG'ye karşı bir şey yapacaksan, önce en azından Amerika'nın onayını alacaksın. Böyle bir onay gelir mi şimdilik Amerika'dan? Zannetmiyorum, yani düşünmüyorum. Çünkü Amerika, baskı uyguladı SDG üzerinde. Ama son dönemde Amerika'nın baskılarının da gerilediğini düşünüyorum. Mesela bir örnek vermek istersek, geçen hafta Jeanne Shaheen'in başkanlığında Amerikan Kongre heyeti Şam'ı ziyaret etti. Ama Şam'ı ziyaret etmeden, eş-Şara’yla buluşmadan önce SDG komutanı Mazlum Abdi ile Amman'da, Ürdün’de görüştüler. Sonuçta bu bir mesaj. Çünkü eğer Amerika baskı yapsaydı, bundan önce yaptığı gibi Mazlum Abdi'yi Şam'a getirirdi mesela. Bir önceki görüşmede Mazlum Abdi Tom Barrack'ın baskıları altında Şam'a geldi. İçeriden aldığım bilgilere göre Şara'yla görüşecekti. Şara o görüşmeye katılmadı. Bu görüşmeye Dışişleri, İçişleri, Savunma Bakanı ve İstihbarat Daire Başkanı katıldı. Burada zaten Şara 1-0 bir puan aldı. Çünkü 10 Mart Anlaşması, Şara’yla Mazlum Abdi arasındaydı. Ama ondan sonraki ikinci adımda, Şara artık kendisini bir üst seviyeye taşıdı, ‘’’Senin muhatabın ben değilim, benim dışişleri bakanım’’’ anlamında bir görüşme oldu. Hatta çok ilginç bir şey de var, onu da söyleyeyim. Sonra, bu görüşmeye katılmayan Şara’nın Cumhurbaşkanlığı iletişim ofisi fotoğraflar yayınlayarak, Şara’nın yeni Suriye Cumhuriyeti'nin yeni logosunu tasarlayan gençlerle görüştüğünü söyledi. Yani orada ‘’çok meşgul’’ mesajını verdiler. Aslında hiçbir işi yoktu. O logoyu yapan çocuklar da oturup konuşuyordu, ama o katılmadı. Bu da Tom Barrack'ın baskılarıyla oldu.
Ama Süveyda katliamından sonra, görüşmelerin artık Şam'da değil Paris'te yapılacağı söylendi. Haseke konferansı üzerinde Türkiye baskıları neticesinde, Şam, o görüşmelere katılmayacağını söyledi. Mazlum Abdi de Amerikan heyetiyle Şam'da görüşmedi, gidip Amman'da görüştü. Bu, Amerikan baskılarının gerilediği anlamına geliyor. Şimdi Amerika SDG'ye karşı askeri bir operasyon onayı verebilir mi? Kesinlikle vermez. Türkiye'de bazen medyada ‘’Zeytin Dalı Harekâtı’nı Rusya'ya karşı yaptık, şu hareketi Amerika'ya karşı yaptık’’ söylemleri ya da bu tür makaleler çıkıyor, ama doğru değil. Sonuçta, bundan önce Esad döneminde kuzeyde yapılan askeri operasyonlar, Rusya'nın, Amerika'nın onayıyla yapıldı, hatta Esad'a da dayatılmış operasyondu. Süveyda’ya baktığınızda, İsrail, ‘’buraya yaklaşanı yakarım’’ diyor. Mesela, Şam Uluslararası Fuarı, 70 senedir yapılan, Suriye için çok önemli bir organizasyondur. Dün fuarın açılışına İsrail de katıldı mesela. Nasıl katıldı? O açılışta havai fişekler atılırken, o da Şam'ın kırsalını bombaladı. İsrail Süveyda’yı destekliyor. Amerika, SDG'yi Uluslararası Konsey ya da uluslararası karşı savaşma güçleri, Amerika destekliyor. Orada Dürziler kaldı. Bence bu şartlar altında artık Dürzîlere yeni bir katliam düzenlemek, Şara için de son nokta olur. Onun için, Süveyda’yı böyle askeri çözümlerle, silahla nasıl kontrol altına alacaksın? Nasıl alacaksın? Kaç kişi öldüreceksin? Ya da kaç kişi öldürebilirsin? Özerk yönetim de aynı şey. Bugün SDG’nin 100 bin kişilik orduya sahip olduğundan bahsediyor. Diyelim ki 50 bin kişi yalnızca maaşlarını almak için, ay sonunda geçinmek için orduya girmiştir. Ama orada savaşan 50 bin kişi de var. Şimdi bu 50 bin kişinin 10 bin kişisini öldürmeden bu ordu çökmez. On bin kişiyi yeniden mi öldüreceksin? Aleviler 2-2,5 milyon nüfus sahibi. Bu konseyin desteği benim gördüğüme göre çok büyük Alevilerde. Kaç kişi öldüreceksin Alevilerden? Bir de Hıristiyanlar geldiğinde... Hıristiyanların şöyle bir özelliği de var. Suriye'de Hıristiyanlar böyle çok nazikler, ama Fransa'yla ilişkileri, Amerika'yla, Avrupa'yla, hatta Rusya'ya uzanan bir Ortodoks ilişkisi bulunuyor. Bu kadar çetrefilli bir durumda bence askeri çözüm aynen Süveyda macerası gibi olur yani.

Ruşen Çakır: Şu anda göründüğü kadarıyla Şam, Ankara'nın da desteğiyle üniter bir devlet. SDG'nin bireysel olarak Suriye ordusuna katılacağı bir çözümü dayatmaya çalışıyor, ama olmayacağı gözüküyor. Nasıl bir mutabakat olur? Bu, ülkeyi parçalanmaya mı götürüyor, yoksa bir şekilde onların kendilerini yönetme, en azından adem-i merkeziyetçi taleplerini ciddiye alacak bir ortak zemin mi bulunacak?
Kassargian: Kişisel görüşümü sorarsanız, bence bu şartlarda Suriye'nin tek çıkışı adem-i merkeziyetçi sistemde. Ama bu adem-i merkeziyetçi sistem çok geniş olmamalı. Yani daha çok, aslında her kısmın güvencesini, güvenini sağlayan bir şekilde olmalı. Şöyle bir sorun da var Suriye'de, ki Türkiye'de de aynısı aslında. Adem-i merkeziyetçilik ya da federasyon dediğinde, hemen bölünmeden bahsediliyor ki öyle değil. Benim yaşadığım bu ülke federatif bir ülke ama çok tutulmuş, yani çok üniter bir ülke aynı zamanda. İkinci bir çözüm daha var: HTŞ ve Şara artık Suriye’nin böyle yönetilmeyeceği kanaatine varacak. Şara’nın şöyle bir sorunu da var. Şimdi sen İdlib’den yola çıkarak, İdlib’deki güvenilir kişilerini getirip burada bu iktidarı onlara teslim ettin, ki bu anlaşılabilir bir şey. Aralık ayında bu konu konuşulduğunda, birçok televizyon kanalında da katıldığım programlarda, eğer sonunda bir devrimden bahsediyorsak, görüş olarak değil tabii, benim görüşümle ‘’devrim yok’’ dedim. Bir uluslararası anlaşmaydı. Golani'yi Şara yaptı, Şam'ı teslim etti. Ama eğer bir devrimden bahsediyorsak, her devrim sonrası gelen, ilk önce sağında solunda kendi güvendiği insanları görmek ister. Ama zaman ilerledikçe bunu değiştirir. Şara bunu değiştirmiyor, bu bir. İkincisi, şöyle önemli bir şey var. Getirdiği insanlar maalesef niteliksiz. Şimdi niteliksiz olduğunda hatalar daha da büyüyor. Yalnızca askeri anlamda, istihbarat anlamında, siyaset anlamında bahsetmiyorum. Hatta bürokraside teknik anlamında çok büyük sorunlar var bugün Suriye'de. Bazen çok trajikomik şeyler oluyor. Birkaç örnek vereyim: Suriye bizim ülkemiz olmasa, aslında çok eğlenceli bir ülke hâline geldi. Bir ay önce Tom Barrack Cumhurbaşkanlığı sarayında çok önemli ekonomi anlaşmalar için imza törenine katılıyor ve orada bir konuşma yapıyor. Bu konuşma canlı olarak tercüme ediliyor. Adam İngilizce konuşuyor, tercüman konuşmayı Arapçaya çeviriyor. Ama bir cümleyi bile doğru çevirmedi tercüman. Şimdi sen Cumhurbaşkanının İngilizceden Arapçaya çeviren tercümanısın. Yani Çin'den, Japonya'dan filan bahsetmiyoruz. İngilizce dediğinde sokakta on kişi bulursun. Sokağa indiğinde on tercüman getirirsin mesela. Suudi Arabistan'dan gelen yatırımcıların, Şara’nın, Tom Barrack'ın, Fransa Büyükelçisinin katıldığı büyük bir tören. O kadar komik şeyler tercüme etti ki sonunda Tom Barrack durarak ‘’sen ne diyorsun’’ manasında adama bakmaya başladı. Tom Barrack Şam'dan bahsediyor, ‘’Mezopotamya'yı Avrupa'ya bağlayan…’’ filan diyor. Tercüman Mezopotamya'yı duymamış. Çünkü İdlib Şeriat Üniversitesi mezunu. Şeriatta da Mezopotamya yok. Kur’an'da öyle bir kelime yok. Adam durdu, tercümeyi yapamadı. Yani böyle niteliksizlik sorunlarıyla baş başa olan Şara, artık bu işin böyle gidemeyeceği kanaatine varmalı.
Mesela dün Alevilerin söyledikleri çok önemli şeylerden birisi şu: Şimdi İdlib’den gelenler, önceki hükümet bürokrasisi içerisinde olan kamuoyu memurlarının dört katı fazla ücret alıyorlar. İdlib’den gelenler dolarla maaş alıyor, önceki bürokratlar Suriye Lirası’yla maaş alıyor ve %25 oranında. Sen bu şekilde nasıl bir ülke inşa edebilirsin? Düşün, ikimiz de aynı yerde oturuyoruz, aynı işi yapıyoruz. Ben Esad döneminin bürokrasisinden geldiğim için, mesela Suriye Lirası’yla 50 dolar maaş alıyorum, sen 300 dolar alıyorsun. Niye? İdlib'den geldin, sen devrimcisin. Diyorum ya, aslında çok komik bir ülke, ama maalesef bizim yurdumuz. Sorun orada.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi adem-i merkeziyetçilik meselesine gelene kadar gerginlikler biraz daha süreceğe benziyor. Ama şöyle toparlayacak olursak: Suriye'nin parçalanması hâlinde, herhalde bölgede bundan mutsuz olanlar ve mutlu olanlar olacak, değil mi? Bölünmesini tercih edenler mutlaka vardır. Öyle bitirelim, kimler mutlu olur?
Kassargian: Ben önceden İsrail'in belki mutlu olabileceğini düşünüyordum. Çünkü kesinlikle hiç kimse mutlu olmayacaktır. Hatta Suriye bölünürse, Suriye'nin o bölünen yapıları bile mutlu olmayacaktır. Çünkü Suriye'nin tümüyle ayakları üzerinde durması için belki de bir 50 sene ister. Şimdi bölünmüş bir Suriye eğer dörde bölünürse, bu 50 sene 200 seneye tekabül edecek. Onun için hiç kimsenin sevinmeyeceğini ya da hiç kimsenin çıkarına olmayacağını düşünüyorum. Bölge ülkelerine bakarsak, bir tek belki İsrail sevinebilirdi, ama son dönemde gördüğüme göre de artık İsrail'in stratejisinde bir değişim var. İsrail önceden şöyle bir strateji uyguluyordu Ortadoğu'da. Bu devletleri bölerek, İsrail'i güçlü bir ülke konumuna getirerek bu bölgeyi kontrol etme stratejisi yürütüyordu. Ama son yıllardaki tecrübe İsrail'e böyle bir ders verdi. İstikrar içerisinde olan ülkelerden İsrail'e hiçbir tehdit yok. Mısır, Ürdün sınır üzerinde. Lübnan gibi, Irak gibi istikrarsız ülkelere baktığınızda, ya da Yemen gibi en azından sosyal anlamda bölünmüş ülkeler, İsrail'in en büyük sorunu ve en büyük tehdidi. Yani Irak'taki Haşdi Şabi, Suriye'deki Şii Milisler, Lübnan'daki Hizbullah, Yemen'deki Husiler. Yani tümüyle aslında merkezde güçlü olmayan bir hükümetin kontrol ettiği ülkelerden bahsediyoruz. Öbür tarafta Ürdün'e baktığımızda, Mısır'a baktığımızda, Körfez ülkelerine baktığımızda, ilişkiler iyi, anlaşmalar oluyor, gidip gelmeler oluyor vesaire. Onun için bence İsrail'in sorunu Suriye'nin bölünmesi değil. Suriye'de eğer bu iktidar yaşayacaksa, nasıl ki bundan önce Türkiye Esad döneminde, ‘’sınırımın üzerinde bir terör yapısı var’’ diyerek, orada bir güvenli bölge inşa etme projesini uygulamaya çalıştıysa, ki nihai olarak uygulanmadı, ama Zeytin Dalı harekâtı gibi operasyonlar büyük çapta uygulandı o bölgede. Şimdi İsrail de aynı şeyi yapıyor. “Bunlar terörist, ben bu teröristleri sınırımın üzerinde istemiyorum. Onun için bir güvenli bölge, tampon bölge oluşturacağım. Bu tampon bölgeyi de Süveyda’dakiler yönetecek” diyor. Bu strateji bu kadar basit. Nasıl ki Süveyda ve Aleviler özerk yönetimi örnek aldılarsa, İsrail de Suriye'nin güneyinde Türkiye'nin stratejisini örnek alarak aynı stratejiyi uygulamaya çalışıyor. Yapabilir mi, yapamaz mı, bu bence ne İsrail'in elinde ne de Suriye'nin elinde. Suriye'de son karar Amerika'nın. Hele şimdi Trump döneminde son karar Trump'ın. Trump bugün yatıp, yarın sabah başka bir akılla kalkabilir. Sen daha iyi takip ediyorsun Trump'ın siyasetlerini. Ama burada karar verici Amerika'dır aslında.

Ruşen Çakır: Evet. Suriyeliler olarak işiniz Trump'a ve ABD'ye kaldıysa Allah kolaylık versin diyeyim. Sarkis, çok sağ ol. Yine çok aydınlatıcı oldu gerçekten. Yanı başımızda bizi birinci derecede ilgilendiren gelişmeler ve sanki hızlı bir şeyler gelişecek gibi. Umarım Suriye'deki tüm halkların razı olacağı bir mutabakata doğru evrilir. Ama her türlü ihtimale karşı da hazırlıklı olmak gerekiyor herhalde, değil mi?
Kassargian: Evet, bence de. Ama gelecek günlerde istikrar olasılığını çok güçlü bulmuyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Sarkis yayınımıza katıldığın için. Evet, Suriye'de, özellikle azınlık grupların arayışlarını ve Şam'ın muhtemel tepkilerini gazeteci arkadaşımız Sarkis Kassargian’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
31.08.2025 Ya CHP 19 Mart’ta teslim olsaydı?
29.08.2025 Siz Beyoğlu’nu ne sanıyorsunuz?
28.08.2025 Hâlâ iyimser miyim?
28.08.2025 Suriye üniter bir devlet olabilecek mi? Sarkis Kassargian ile söyleşi
27.08.2025 Türkiye yeni çözüm sürecini niçin konuşmak istemiyor?
26.08.2025 Kötülüğün şeffaflığı
26.08.2025 Feyza Akınerdem anlattı: CHP’nin program çalışmalarının ayrıntıları
25.08.2025 Bu kavramı çok işiteceğiz: Adem-i merkeziyetçilik
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
31.08.2025 Ya CHP 19 Mart’ta teslim olsaydı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı