Seda Demiralp ile söyleşi: CHP öfkeyi umuda dönüştürebilecek mi?

12.11.2025 medyascope.tv

12 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Profesör Seda Demiralp stüdyomuzda. Hoş geldin Seda.
Seda Demiralp: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Seninle daha çok CHP'nin programını, toplumun hangi kesimlerden destek aldığını, alabileceğini konuşacağız ama önce bir iddianameyi sormadan edemeyeceğim. Herhalde hızlı da olsa bakmışsındır, etmişsindir. Şaşırdın mı? Neler özellikle dikkatini çekti?
Seda Demiralp: Yani şöyle Ruşen, bir süredir hep konuşuyoruz; işte siyasette performansın içeriğin önüne çıkması, performatif siyaset vesaire. Bu da tam onun aslında çok neredeyse karikatür bir örneği oldu. İşte binlerce sayfalık bir iddianame, içeriğini değil bu biçimini konuşuyoruz veya işte binlerce yıllık bir ceza talebi, değil mi? Yani bu biçimiyle, bu abartılı uzunluğu ve abartılı ceza talebiyle konuşuluyor; içindeki içeriklerle değil. Tabii bunun, yani bir gün oldu daha, o yüzden de çok fazla içeriğini konuşamıyoruz ama ben daha sonra da %95'ini vatandaşların içeriğini okuyacağını düşünmüyorum. Dolayısıyla bir %5 okuyacak herhalde ve onlar bunu anlatacaklar ve kimin anlatısı öne çıkarsa etkiyi o yaratacak. Dolayısıyla ben burada yine çok duygusal ve bilişsel bir sürecin de yürütülecek olduğunu düşünüyorum. Yani uzun bir süre izleyeceğiz bunun etkisini. Hem iktidar hem muhalefet bu süreci yürütmeye çalışacak. Birkaç düzlemde yürütmeye çalışacak ve neticede kim daha etkili bir şekilde yürütürse o öne çıkacak. Yani mesela bir duygusal süreç; çok ciddi bir duygusal tarafı var. Yani bir duygusal düzlemde bir süreç yürüyor bence. İki büyük duygu yarattığını düşünüyorum. Birisi öfke, birisi de yılgınlık. Bu öfke, adaletsizlik algısından gelen bir öfke. İşte yine mi bunlar, yine mi aynı şeyler duygusundan gelen de bir yılgınlık hissi. Bu yılgınlık hissinin devam etmemesi ve öfkenin dönüşmesi, daha yapıcı bir şekilde bir dayanışma duygusuna dönüşmesi, daha sürdürülebilir hale gelmesi muhalefeti öne çıkartacak. Yılgınlığın öne çıkıp bunun bir apatiye dönüşmesi, çünkü iktidara yarayacak. Yani öfke de tek başına biraz kısa, akisli bir duygu. Hep şey deriz ya, yani ateş topu gibi bir şey. Çok uzun süre de elinde tutamaz insanlar bu öfke duygusunu. Kurtulmak isterler o duygudan ve o duygudan kurtulmak için yılgınlığa da kaçabilirler. Yani artık kabuğuma çekileyim, bakmayayım bunlara. Dolayısıyla, yani birazcık da bunun belki de hedefinin böyle bir yılgınlığı artırmak olduğunu da düşünebiliriz en azından.

Ruşen Çakır: Şimdi seni dinlerken kendimi düşünüyorum. Yani sonuçta bizi de biliyorsun perşembe günü kattılar ve salı günü de iddianameye kattılar. Yani o iki duygu arasında insan gidip geliyor. Yani bir tarafta ‘‘lanet olsun, bu ülkeden artık hiçbir şey olmaz’’ duygusu. Bir diğer taraftan da ‘‘bunu bana yapamazlar’’ duygusu. Ama ikisi de çok sürdürülebilir şeyler değil. Ya da yılgınlık aslında sürdürülebilir bir şey de öfke hakikaten şey; yani onu kontrol edebilmek çok önemli.
Seda Demiralp: Evet, öfkeyi yapıcı bir şekilde o tepkiyi dönüştürerek, dayanışma duygusuyla biz duygusunu koruyarak bir dirençliliğe dönüştürebilirsen o zaman buradan avantajlı çıkıyorsun. Ama öteki türlü hiç kimse çok uzun süre öfkeli kalmak istemeyeceği için, bu çok ağır olacağı için geri çekilmeye, apatiye, o duygudan yıldığı için uzaklaşmaya gidecek.

Ruşen Çakır: Peki o zaman şeyi sormak istiyorum. 19 Mart'tan beri bu süreç yaşanıyor aslında. Şimdi iddianame bunun bir zirvesi oldu ama bu süreç tutuklananlar, şunlar bunlar, birtakım iktidar yanlısı medyanın propagandaları vesaire ve bu sürece baktığın zaman CHP'nin bu süreci yürütmesini nasıl okuyorsun? Yani bu öfkeyi eğiterek mi yaptı yoksa insanlar yılgınlığa mı kapılıyorlar?
Seda Demiralp: Bence tam o kırılma noktasındayız diye düşünüyorum. Yani bu öfke, işte mitinglerde gördüğümüz haliyle bu öfke, evet ilk başlarda, ilk aylarda zaten çok doğal olarak geldi. İnsanlar kızgındılar ve bu öfkeyi de birinin taşımasını bekliyorlardı. Ama bir süre sonra işte konuştuğumuz gibi onun daha sürdürülebilir bir hale dönüşmesi gerekiyor. Dirençliliğe dönüşmesi gerekiyor. Bu hangi yöntemlerle yapılacak? O biz duygusu, duyguyu taşıyanı çok da yormadan, inançla yani bir umuda nasıl dönüşebilecek? Bunu izleyeceğiz. Bunu daha henüz çok görmedik. O yüzden yılgınlık böyle de bir darbe gelmişken önemli bir tehdit, muhalefet açısından yılgınlık ve arkasından gelebilecek apati. Bunun bir tarafı daha var. O da bilişsel bir taraf. O da şu; şimdi böyle bir iddianame geldi, bu konuşulacak, benzerleri konuşulacak. Bunun tek Ekrem İmamoğlu ile ilgili bir şey de olmayacağını tahmin edebiliyoruz. İşte pek çok kişi biliyor ki o değil başka bir popüler aday ileriye sürülse onun da başına benzer şeyler gelebilecek. Dolayısıyla böyle bir sürece hazırlanmak önemli. Şimdi dedik ya çoğu kişi bunu okumayacak, benzerlerini de okumayacak. Okuyanların ya da okuduğunu söyleyenlerin anlatılarına bakacaklar. Şimdi böyle bir durumda nasıl bir karşılık verebilirsiniz? Yani iktidarın bir medyası var. O medya üzerinden o bilgi, anlatı bombardımanı sürecek. Diğer taraf ne yapabilir? Diğer taraf, bana göre önemli olan, basitleştirip belli maddeler üzerinden kendi anlatısını yayabilir. Şimdi hatırlayalım, 2023 seçimlerinde Ortak Mutabakat Metni’ydi değil mi adı? Şimdi o da benzer bir metindi ama içeriğiyle konuşulmadı. Orada çok bambaşka bir tarafından muhalefetin bir çabası vardı; bu defa neler yapacaklarını anlattıkları ama biçimsel olarak çok uzun olduğundan, işte insanlara teknik geldiğinden vesaire o da çok konuşulmamıştı. Dolayısıyla metnin kim tarafından nasıl bir anlatıyla taşınacağı, olumlu ya da olumsuz, önemli. Burada işte bunun basitleştirilmiş bir şekilde anlatılması önemli. Yargı değil, değer dili taşıması önemli. Şimdi işte ne bileyim belgenin olmadığı, iddiaların soyut olduğu vesaire gibi teknik ve yargı diliyle siz bu metni eleştirebilirsiniz veya daha değer diliyle, ki çoğu seçmenle biz konuştuğumuzda bu değer dili üzerinden tepkilerin, yani orada bir adaletsizlik algısı görüyor olmaları, bunun bu derece uzun, bu derece binlerce yıllık bir ceza talebinin vesaire, bunun bir intikam motivasyonuyla ortaya çıktığı algısı insanlarda var. Dolayısıyla bu değer tarafına, adalet talebi tarafına seslenmek önemli bu metni ele alırken. Bir de şu bence önemli, biraz işin strateji tarafına da girecek olursak, yani bunun bir ‘‘İstanbul nasıl yönetildi?’’ meselesi olmaktan çıkıp, ‘‘Türkiye nasıl yönetilmeli? Nasıl yönetilmeli ki işte bunlar olmasın, bu tür siyaset, siyasi rekabet yargıya taşınmasın?’’ vesaire veya işte ‘‘Daha şeffaf olunsun ve insanların kafasında yolsuzlukla ilgili soru işareti kalmasın.’’ Buraya taşınması, hem daha sürdürülebilir yapacaktır hem daha fazla kişinin ilgisini çekecektir.

Ruşen Çakır: Bu konularda en son seninle konuştuğumuzda buralarda, bu sularda yüzdük biraz, hani CHP ne yapacak, ne edecek. Bir program çalışması vardı CHP'nin. Bugün Ankara'daki arkadaşımız Özgecan Özgenç de ondan biraz bahsetti. Ama bütün bu yargı temelli gündem nedeniyle bunların hepsi unutuldu.
Seda Demiralp: Doğru.

Ruşen Çakır: Ama biliyoruz ki bayağı bir çalışma var. Orada şimdi CHP’nin sadece iddianameye değil, Türkiye'nin sorunlarına cevap verme gibi bir iddiası olması lazım.
Seda Demiralp: Evet. Aynen öyle.

Ruşen Çakır: Orada sen CHP'yi nerede görüyorsun? Yani böyle yarın iktidarı almaya hazır bir parti imajı veriyor mu, insanların duygularına böyle hitap edebiliyor mu yoksa hâlâ CHP kendini iktidarın saldırılarından korumaya çalışan bir parti mi?
Seda Demiralp: Biraz savunmada kaldı tabii bu zamana kadar onu söyleyebiliriz, değil mi? Yani savunmada kalmaktan çıkıp kendi ajandasını ortaya koymak aşamasında belki şu anda. Çünkü niye şu anda diyorum? İşte kurultay vakti geliyor. Orada parti programının daha detaylarını göreceğiz. Parti programının bazı maddeleri basına yansıdı. Bazı başlıklar gördük ama içeriğini bilmiyoruz. O içeriği nasıl bize anlatacak parti? O zaman gerçekten İstanbul'un nasıl yönetildiğinden çıkıp, Türkiye'nin nasıl yönetilmesi gerektiğine taşıyabildi mi, taşıyamadı mı, bunu göreceğiz. Ve o vizyon ne kadar seçmene hitap ediyor onu göreceğiz. Ama bir iki başlık, ekonomiyle ilgili bazı başlıklar anlatıldı. Kısmen anlatıldı. Belki onlar üzerinden konuşabiliriz. Yani benim mesela ilgimi çeken birkaç başlık var.

Ruşen Çakır: Ne mesela?
Seda Demiralp: Mesela bir tanesi toplumsal dirençlilik. Bu biraz önce bahsettiğimiz öfkenin daha sürdürülebilir bir hale gelmesi, dayanıklılık meselesinin öne çıkması. Yani adaletsizliğe tepkinin böyle sıcak, öfkeyle bağırmak şeklinde değil de dayanıklı bir mücadele haline gelmesi meselesi önemli. Bu toplumsal dirençlilik kavramını, demokratik dirençlilik, toplumsal dirençlilik kavramını çok önemsiyorum. Demokrasi başlıkları altında bunlardan bahsettiklerini gördük. Bunu görmek isterim ve bu dirençliliği tabii ki bir hedef olarak benimsersiniz ama nasıl gerçekleştireceksiniz? O biz duygusunu, dayanıklılığı sadece öfkeyi dışarıya vurmak değil, daha yapıcı bir şekilde nasıl yapacaksınız? Bu utanç duygusunun yerine umudu koymak... Bir taraf utanç duygusu yaratmaya çalışırken onu umuda çevirmek mesela nasıl olacak? Bunu bir başlık olarak görmek önemli ama nasıl gerçekleştirileceğini daha görmemiz lazım. Ekonomiyle ilgili ilgimi çeken bazı başlıklar var. Şimdi ekonomi kısmı önemli. Çünkü hep öteden beri de CHP'nin en çok eleştirildiği konulardan bir tanesi bu. Yani 2023'ten beri hep konuşuyoruz, değil mi? Bu kadar çok ekonomik sorun varken neden ekonomiden şikayeti olan seçmenleri yeterince kendisine çekemedi? Yani ‘‘yeterince’’ tırnak içerisinde söylüyorum bunu. Subjektif tabii ki ama mesela seçim kazanacak kadar, genel seçimi kazanacak kadar ve tabii ki seçimlerin tümüyle adil ve hür yapıldığını, ben bunu söylemiyorum ama yine de mevcut şartlar içerisinde de biz kimlerin mesela oy değiştirdiğine, 2023 seçimlerinde bir önceki genel seçime göre kimlerin muhalefete kaydığına baktığımız zaman ve yine 2023'ten beri bu oy kaymalarına baktığımız zaman mesela mavi yakalarda çok kuvvetli bir kayma görmüyoruz.

Ruşen Çakır: Mavi yaka derken tam ne olduğunu söyler misin?
Seda Demiralp: Yani mesela belki de şöyle diyebilirim; mesela asgari ücretle çalışanlar diyebiliriz. Mesela emeklilerde görüyoruz. 2023'te biraz gördük. 2024'te belirgin gördük bu kaymayı emekli kesiminde ve şu anki nitekim anketlere de baktığımızda, kendi yaptığımız çalışmalarda oy değiştirenlerde emekli oranını yüksek görüyoruz ama işte asgari ücretliler...

Ruşen Çakır: Bu tabii iktidar aleyhine, muhalefet lehine...
Seda Demiralp: Evet, iktidardan muhalefete kayanlarda emekli oranını yüksek görüyoruz ama asgari ücretliler için aynı şeyi söyleyemiyoruz.

Ruşen Çakır: Oradaki kalmanın temel motivasyonu iktidardan memnuniyet mi yoksa muhalefete güvenememek mi?
Seda Demiralp: Büyük ölçüde muhalefetin daha iyisini yapacağına güvenememek ve bir belirsizlik duygusu. Yani bu tabii çok kolay bir konu değil. Bir tanesi şu: Siz ne kadar aşağı inerseniz kırılganlık anlamında, mesela ekonomik kırılganlık bunun en başında geliyor. Ekonomik kırılganlığın üzerine mesela sığınmacı, göçmen olmayı ekleyin. İşte kadın olmayı ekleyin. Kırılganlıklar arttıkça, üst üste üst üste geldikçe seçmenler muhafazakarlaşabilirler. Muhafazakarlıkla kastettiğim pozisyon değiştirme konusunda muhafazakar olmak, risk alma konusunda. Çünkü bir taraf öyle ya da böyle belirli. Bildiğiniz bir şey var; işte bir şey alıyorsunuz, işte ne bileyim aldığınız bir yardım var. Asgari ücretin her sene ne kadar arttığı, enflasyonun işte biraz üzerinde arttı, pek çok zaman bunu biliyorsunuz vesaire. Diğer tarafsa bir bilinmezlik. Dolayısıyla elindeki küçüldükçe, elindekini kaybetmeyle ilgili korku kuvvetleniyor. Bazen insanlar en elindeki az olanın canı da en çok yanan olduğu için trenden ilk atlayacak olacağını zannedip atlamayınca şaşırırlar ya. Bunu onun için söylüyorum. İşin bir tarafı bu. Ama tabii ki diğer taraf bu belirsizliği ortadan kaldırırsa, yeterince cazip bir alternatif koyarsa o zaman da işte ekonomik oy verme dediğimiz, işte değil mi, hani ekonomik şikayetleri olan seçmenlerin iktidardan muhalefete kayacağı ile ilgili meşhur ekonomik oy verme teorisi. O zaman bunu görmeye başlayabiliriz.

Ruşen Çakır: Peki o demin söylediğin, CHP'de ekonomiyle ilgili dikkatimi çeken hususlar var dedin.
Seda Demiralp: Mesela maliye politikaları benim ilgimi çekti. Niye ilgini çekti diyeceksin? Çünkü çok uzun zamandır hiç görmedim. Ne iktidarda maliye politikaları ile ilgili bir reform gördük, ne muhalefette yeterince kuvvetli bir alternatif gördük maliye politikalarıyla ilgili. Yani en başta burada ben vergi politikalarını kastediyorum aslında. Hep mesela şunu duyduk, değil mi? Muhalefetin çoğu zaman işte dar gelirlilere, asgari ücretlilere en büyük vaatlerinden birisi asgari ücreti arttırmak: ‘‘İktidarın arttırdığından biz daha da çok arttıracağız. İşte onun verdiğinden daha fazlasını vereceğiz.’’ Ama bu, bu seçmen grubu tarafından gerçekçi de çok bulunmadı. Bazen de bunu tercih etmediler. Çünkü asgari ücret artınca işte benim de çocuğumun kreş masrafı artıyor. Kendi maaşı artsa bile ödemelerinin de arttığını biliyor, görüyor. Artık zaman içerisinde bunu gördüler. Başka neler yapılabilir? Refahını arttıracak, ülkeyi genel olarak zenginleştirecek ve bu kesimi daha çok rahat ettirecek nelerin yapılabileceği konusunda iktidarın açık bıraktığı ya da yumuşak karnı diyebileceğim bana göre konulardan bir tanesi maliye politikaları, vergi. Bizde çok çarpık bir vergi sistemi var. Yani çok yukarıyı kollayan bir vergi sistemi var; hem gelir vergisi anlamında hem dolaylı vergiler anlamında. Biz vergiyi çok az konuşan bir toplumuz. Çok sıkıcı buluyoruz bu konuyu. Konuşursak da bir tek dolaylı vergileri, işte KDV, ÖTV, bunları konuşmak istiyoruz. Gelir vergilerini konuşmak istemiyoruz ama gerçek anlamda bir zenginden alıp yoksula verme işini siz gelir vergisiyle yapabilirsiniz en fazla. Nedense bunu muhalefette de çok duymuyorduk. Boş bırakılmış bir yumuşak karındı bu. İlk kez burada ben gelir vergisinin daha adil bir şekilde, vergi dilimlerinin daha adil bir şekilde yapılandırılacağı, işte çoktan çok azdan az verginin alınacağı bir modelin önerildiğini gördüm. Bu ne kadar yayılabilecek topluma, sıradan vatandaşın anlayabileceği şekilde, sıkılmadan izleyebileceği bir şekilde anlatılabilecek, bunu göreceğiz. Bu sıkılma konusunu hakikaten çok önemsiyorum. Yani insanlar, zihinler yorgun. Komplike, karmaşık ifadeler saniyeler içerisinde kaybediyor dinleyen kişiyi. Bunları göreceğiz. Yani parti programında olması ayrı, bunun nasıl kampanyalaştırılacağı, vatandaş açısından nasıl anlatılacağı ayrı.

Ruşen Çakır: Şimdi parti programı deyince aklıma cumhurbaşkanlığı seçimi geldi. Orada biliyorsun bütün Altılı Masa’nın partilerinin uzmanları toplandılar. Böyle böyle şeyler yaptılar.
Seda Demiralp: İşte mutabakat metni...

Ruşen Çakır: Mutabakat metni dışında mesela ekonomiyle ilgili bir şey, güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili bir şey. Ben onların bazılarını da yerinde izledim hatta. Aklımda hiçbir şey kalmadı. Seçmen de zaten ona bakmadı. Sonuçta seçimin kaderini ne belirledi? Erdoğan'ın o gösterdiği montaj video vesaire belirledi. Yani çünkü oradan Kılıçdaroğlu'nun ettiği... Mesela çok ağır ekonomistler toplandılar, ettiler. Belki de çok iyi şeyler hazırladılar ama hiçbirisi sunulmadı. Ya da sunulduysa siyasetin o kavga şeyinin altında kaldı. Şimdi hem bir yandan pazarlanabilecek politika üretecek, sonra bu politikaları pazarlayabilecek, sloganlaştıracak vesaire ve bunları bir de bütün bu yargı, şu, bu, operasyon vesaireye rağmen insanlara anlatabilecek. Bayağı zor bir iş yani.
Seda Demiralp: Tabii. Kimler bunu taşıyacak? Bunu anlatan kişiler güven uyandıracaklar mı? Öyle tabii ki. Diğer tarafta gördüğün drama dikkati kolaylıkla öteki tarafa çekebiliyor. Yani işte terördür, vesairedir, yolsuzluktur. Ama bir taraftan da insanların o kadar temel ihtiyacı ki, yani fakirleşmek o kadar somut bir problem ki onunla ilgili gerçekten ikna edici, güven uyandırıcı bir söz duyduklarında buna da kulak kabartıyorlar. Ama işte kim söylüyor? Söyleyen kişi gerçekten inanarak mı söylüyor? Benim gerçekten anlayabileceğim gibi mi söylüyor? Bunlar oldu ve buna rağmen insanlar güvenmedi diyemeyiz. 2023 için bunu çok da fazla görmedik. Teknik olarak bir çalışma olmuş olabilir ama bunu pratikte hakikaten dediğin gibi birini sokaktan çevirsen, "CHP seçimi kazanırsa ekonomik olarak senin hayatında ne değişecek, neyi farklı yapacakmış, bir tekrar et?" desen, üç şey sayabilmesi gerekir mesela. Bunu sayamadılarsa insanlar o zaman o iletişim olmamış.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir toparlayacak olursak şu anda CHP'nin önünde yargı şeyi var. Belki de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kapatma davası açacak. Pek sanmıyorum ama ihtimal dahilinde. Ama Aziz İhsan Aktaş davası var. İBB davası açıldı. Başka bir iki dava daha olacakmış falan ve tamamen böyle bir yargı tarafından kuşatılmış durumda bir CHP var. Şu ana kadar 19 Mart'tan bu yana CHP bunu aslında lehine çevirebildi. Ben öyle düşünüyorum. Bilmiyorum katılıyor musun?
Seda Demiralp: Zaten anketlerde de öyle görüyoruz.

Ruşen Çakır: Yani teslim olmadı. Şimdi buradaki mesele sadece ve sadece haksızlığa uğrayan, adaletsizliğe uğrayan bir parti olarak CHP'nin herhalde bir limiti var.
Seda Demiralp: Evet. Tam da öyle bence de. Yani insanlar baktıkları zaman bu davalara vesaire, 19 Mart sonrası sürece, bunlara siyasi motivasyonu olduğunda çok az fikir ayrılığı var. ‘‘Tamam, haklısın’’ diyebiliyorlar ama ‘‘Peki nefesin yetecek mi?’’ diyorlar. Hep bu konuştuğumuz, ‘‘Gücün yetecek mi?’’ O anlamda Özgür Özel'in performansı, "kas gösterme" diyorum ben buna siyasi anlamda, bu etkili oldu. Ama bunun da tabii bir limiti var. O bir sonraki aşama da, ‘‘Peki başka gündemin ne? Yani tamam İstanbul'la ilgili, yargıyla ilgili gündemini gördük, anladık. Bunun dışında benim hayatımda neyi değiştireceksin?’’ İşte bu konuştuğumuz ekonomi konusuna geliyor. Tabii demokrasi konusu da sıradan vatandaşın hayatına nasıl etki ettiği ile ilgili, ekonomiyle bağı anlatıldığı müddetçe o da daha fazla kişiyi ilgilendirecek. Üç kişinin başına gelen kötü bir olay olarak görmemek adaletsizliği ya da demokratik gerilemeyi, vatandaşın, sıradan vatandaşın hayatını etkileyen bir olay olarak insanlar bunu algıladıkça iki konu arasında bağ da kuracaklar tabii ki. Ama dediğin gibi yani öfkenin, tepkinin sonrasında benim hayatımda peki neyi değiştireceksin? Nasıl değiştireceksin? Buna gücün yetecek mi? Kiminle yapacaksın bunu? Bunu görmek isteyecekler. Seçimlere daha çok vakit var. Yani yarın seçim olsaydı belki o öfkenin, kısa akisli bir duygu diyoruz ya, o öfkenin yarattığı yükselme insanları sandığa da götürür, o tepkiyi de görürdük. Nitekim anket sonuçlarında bunu görüyoruz.

Ruşen Çakır: Ne görüyorsun en son ankette? Şimdi son günlerde birkaç tane anket gördüm ama güvendiğim firmalar değil, oralarda AK Parti birinci parti gözüküyor.
Seda Demiralp: Onu gördüm ben de. Yani bunu ilk kez gördüm ama. Yani 19 Mart'tan beri gördüğüm anketler içerisinde ilk kez böyle bir şey gördüm. Dolayısıyla bunun ikinci benzerini görmeden ve biz de ankete çıkacağız yakın zamanda, kendi araştırmamda görmeden pek ikna olasım gelmedi.

Ruşen Çakır: Ama hâlâ normal olarak CHP az farklı da olsa birinci parti.
Seda Demiralp: Evet, çok yükseldi. Tabii ben başa baş diyorum. Yani trendi CHP'nin yükselme yönünde oldu. AK Parti'nin trendi düşme yönünde oldu ve şu anda çok yakınlar birbirine. Bu trendin değişmesi ve ciddi bir şekilde değişmesi lazımdı ki bu bahsettiğin anketteki sonucu görelim. O yüzden onu çok credible bulamadım ama bilemiyorum tabii ki göreceğiz. Önümüzdeki günlerde izlemeye devam edeceğiz ama işte hep sürdürülebilirlik de diyoruz ya, bu trendin, muhalefet lehine olan trendin sürmesi, bu öfkenin bence daha olumlu bir dirençliliğe dönüşmesi ve İstanbul dışında Türkiye'yle ilgili partinin başka neler söyleyeceğine bağlı diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum. Tabii bu olayların hepsinin gölgesinde kaldı ama bu süreç, diğer çözüm süreci, bunun Türkiye'de siyaseti çok fazla etkilediğini görmüyorum. Yani kamuoyunun çok da fazla ilgisi yok benim gördüğüm kadarıyla. Ben mesela çok yayın yapıyorum. İnsanlar bana "Ya yeter, diğer konuları konuş" falan diyorlar. Bence çok önemli ama hâlâ kamuoyu bu olayı bana göre içselleştirmedi. O şey diye konuşulan, "sürecin toplumsallaştırılması" diye. Öyle bir olay yaşanmıyor. CHP de burada ilginç bir şekilde komisyonda var. Yani sürecin aslında içinde var. Sence süreçte yaşanacak olan diyelim ki olumlu gelişmeler, somut gelişmeler vesaire seçmen tercihlerini gerçekten etkiler mi?
Seda Demiralp: Evet göreceğiz. Yani çok boyutlu tabii süreç. Sürecin iyi gelişmesiyle ne anladığımız, kim için iyi olduğu vesaire, bunlar tabii kolay cevaplanacak konular değil. İnsanlarda genel olarak çok büyük bir şüphe gördük. Soru işareti. Bu konuyla çok ilgilenmek istememek, bu konuyla ilgili bir şey söyleyip yarın başıma bir şey gelirden tut, hayal edememeye kadar gidiyor. Yani tabii ki barış insanlara olumlu geliyor ama diğer taraftan işte bunca zaman kriminalize edilmiş isimlerin serbestleşmesi konusuna anlam veremiyorlar veya burada bir serbestleşme olurken bu tarafta sıkılaşma olmasını anlayamıyorlar. Yani genel olarak ülkede bir demokratikleşme ve açılma şeklinde yaşanmadığı için tüm olanlar, dolayısıyla farklı gruplar farklı sebepler; işte milliyetçi grup başka sebepten, demokratik liberal grup başka sebepten rahatsız oluyor süreçten. Ama tabii ki barışa da bir şans vermek istediği için çoğu zaman insanların bir mesafeden izlediklerini görüyorum. Göreceğiz, yani gerçekten çok karmaşık, çok katmanlı bir süreç. Kim ne kazanacak buradan göreceğiz. Ama bu, iktidar ve Kürt seçmen arasına bir yaklaşma, yakınlaşma olarak ilerlerse tabii Kürt seçmeninin oy tercihlerini etkileyeceğini belki o zaman öngörebiliriz. Öyle olmayabilir de. Mesela Selahattin Demirtaş'ın dışarıda mı içeride mi olacağı bu sürecin devamında, değil mi? Bu da Kürt seçmenin tercihlerini belirleyebilecek bir şey. Selahattin Demirtaş dışarıda olursa Kürt seçmene ne söyleyeceği, süreci desteklemek, iktidarı desteklemekle ne kadar örtüşecek? Bunları yaşamadan görmemiz mümkün değil. Ama o bir olasılık. Yani süreci desteklemek ve iktidara daha yakın olmak örtüşürse tabii bu diyelim ki muhalefetin, CHP'nin aleyhine olacak bir şey ama böyle de olmayabilir.

Ruşen Çakır: Bugün saat 18.00'de Erdoğan'la Bahçeli buluşuyor. Uzun zamandır görüşmüyorlardı. Buluşuyorlar ve muhtemelen Bahçeli, Demirtaş meselesini orada tekrar gündeme getirecek gibi. Neyse toparlayalım. Şu anda CHP'nin en önemli sorunu ne sence?
Seda Demiralp: Ah, çok. Evet, son soru da yine 1 milyon dolarlık soru. Yani tabii siyasi rekabetin yargıya taşınması bu kadar asimetrik bir ortamda, bir siyasi ortamda mücadele vermek, en önemlisi bu. Demokratik bir ortamda mücadele veremiyor olmak. Ama onun dışında belki iletişim diyebiliriz, değil mi? İletişimin bu kadar, yine iletişim kanallarının bu derece asimetrik olması, sadece yargı ve yargıya erişimin değil, seçmene erişimin de, bilgiye erişimin veya işte YSK verisine erişmek mesela, değil mi? Yani bunun kriminalize olması vesaire. Ama tabii yani yargının bu derece siyasallaşması, iletişimin bu derece asimetrik olması, medyanın bu derece asimetrik, iktidar kontrolünde olması, seçmene ulaşmanın zorlaşması, seçmenin bu bilgi bombardımanında, performatif siyaset ortamında yılgınlaşması, seçmeni diriltme ihtiyacı; bir taraftan seçmeni diriltmeye çalışırken bir taraftan da işte öfkeyle yormadan bunu olumlu bir şeye dönüştürmesi. Yani insanlar gidişattan mutsuz; ekonomik anlamda, adalet anlamında vesaire ama yine bu seçmene umut vermek işinin CHP'ye düşüyor olması. Çünkü "Her şey kötü, ekonomi de kötü, adalet de kötü" dediğiniz zaman insanlara, dönüp de "O zaman peki sana oy vereyim" demiyorlar. O umutsuzluk içerisine gidip ortamda en güçlü bulduğu kişinin arkasında durmayı tercih edebiliyorlar. Çünkü kurumlar da çürümüşse, işte ne bileyim adalete de güvenilmiyorsa vesaire, o zaman ben en çok kime güvenebilirim? En çok bileği kalın, güçlü olan kişiye güvenebilirim deyip o da otoriter siyasetçileri, güçlü adam figürlerini güçlendiriyor. Dolayısıyla bütün bu siyasi negativiteyi hem kapsayıp hem de bir umuda, yapıcı bir alternatife kanalize etmek herhalde önündeki en büyük engel.

Ruşen Çakır: Evet. Çok zor.
Seda Demiralp: Zor.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.11.2025 Ankara Mazlum Abdi realitesini ne zaman tanıyacak?
21.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş noktayı koydu
20.11.2025 AKP ve CHP’nin İmralı ikilemi: Gitmek de zor kalmak da
19.11.2025 Ağzımız açık Devlet Bahçeli’yi izliyoruz
18.11.2025 Suriye’de “altın oran”ın peşinde
17.11.2025 Demirtaş’ı serbest bırakmak için daha ne bekliyorsunuz?
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
16.11.2025 Bir sivil darbe olarak 19 Mart süreci
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı