Seçimler yaklaşırken yükselenler ve düşenler: Can Selçuki ile söyleşi

21.03.2023 medyascope.tv

21 Mart 2023’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle seçimlere çok az bir süre kala yükselişte olanlar ve düşüşte olanları konuşacağız. Can, hoş geldin.
Can Selçuki: Hoş bulduk. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Seninle en son yaptığımız yayın çok ilgi gördü. Bizim de çok hoşumuza gitti. Çok ufuk açıcıydı.
Can Selçuki: Bilmukabele.

Ruşen Çakır: Bu sefer de öyle olacağına eminim; ama önce senden bir özür dileyeyim.
Can Selçuki: Estağfurullah.

Ruşen Çakır: Şöyle ki, arkadaşlar dedi ki: “Can Selçuki Memleket Partisi için şöyle şöyle bir rakam söyledi”. Dedim ki: “Ya, sallıyor”. Çünkü biz gazeteci millet her şeyi biliriz ya! Sonra, yanılmış olduğumu anladım. Başka kişilerin de yaptıklarına baktım. Önce onunla başlayalım. Nasıl oldu böyle birdenbire? Çünkü meselâ seninle son yaptığımız yayında Zafer Partisi konuştuk.
Can Selçuki: Doğru.

Ruşen Çakır: Memleket Partisi’nden pek bahsetmedik.
Can Selçuki: Birdenbire değil. Yani şunu görmek lâzım; depremden sonra yaptığımız ilk ankette Memleket Partisi’nde bir hareketlenme gördük, 2’ye yakın ölçmüştük. Neden? Çünkü korkunç bir tepki vardı. Zafer Partisi ve TİP’te de artış vardı meselâ o dönemde. Neden? Korkunç bir tepki vardı depremde ve sâhada olan, o öfkeyi, o tepkiyi alabilen partilerde; Zafer’de, Memleket’de, TİP’de artış vardı. TİP’i bir kenara koyayım şimdi, ikisinden bahsedelim. Sonra Altılı Masa’nın krizi yaşandı 3-6 Mart arasında. O kriz yaşanınca Muharrem İnce muazzam bir alan buldu kendine; özellikle İYİ Parti’den giden oyları aldı, Cumhuriyet Halk Partisi’ne kızan birtakım seçmeni aldı, depremden dolayı AK Parti’den aldığı oylar vardı. Öyle olunca oyları 5,5’e kadar çıktı. Şimdi, biz bunun olacağını görüyorduk. Nereden görüyorduk? Yani Memleket Partisi’nin özelinde görmüyorduk, şurada görüyorduk; 2019’un sonbaharında yaptığımız bir gençlik araştırması vardı, hattâ sizinle konuşmuştuk. Gençlerin nasıl anti-siyâset olduğunu, mevcut siyâsî partilere, aktörlere karşı güvensiz olduklarını ve popülist hareketlere daha eğilimli olduklarını söylüyorduk. Onun hemen sonrasında Zafer Partisi çıktı zâten. Daha sonra da Memleket Partisi’nin daha genişlediğini gördük. Şimdi biz Memleket Partisi’nin oy oranlarına baktığımızda çok büyük bir kısmının ilk defâ oy kullanacak genç seçmenden geldiğini görüyoruz. Yani aslında depremde yükselen öfke, daha sonra Altılı Masa’ya yükselen, yani müesses nizâmı temsil eden siyâsete olan öfke, adresini gençler bakımından Memleket Partisi’nde buldu. O yüzden böyle bir artış bulduk.

Ruşen Çakır: Peki niye Zafer Partisi değil? Normalde o daha yükselişteydi diye görüyorduk.
Can Selçuki: Çünkü Zafer Partisi konusunu çok limitli kıldı. Sadece sığınmacılar üzerinden bir söylem geliştirdiği için, şimdi tabiî ki Zafer Partililer îtiraz edecek buna; “Biz bu konuda da konuşuyoruz, şu konuda da konuşuyoruz” diye; ama toplumun bir algısı var. Zafer Partisi sığınmacı karşıtlığı, yani sığınmacı politikaları üzerinden tanımlanan bir parti. Sığınmacılarla ilgili akut olaylar olmuyor. Hatırlayın, ilk Zafer Partisi’nin anketlerde çıktığı zamânı. Ankara Yenimahalle’de bir olay olmuştu. Daha sonra birtakım başka âsâyişi ilgilendiren sığınmacılarla ilgili konular olmuştu. Daha sonra geçtiğimiz yaz Sayın Erdoğan, daha sonra Sayın Bahçeli, “Göndermiyoruz biz sığınmacıları, burada tutacağız. Misâfirimizdir bizim” dediler. Orada bu konu üzerinden bir yükselme vardı. Şimdi uzun zamandır biz sığınmacılara dâir bir şey duymuyoruz, gündemde değil. Dolayısıyla Zafer Partisi o bakımdan biraz geri planda kaldı. Öte yandan Muharrem İnce her konuda konuşuyor.

Ruşen Çakır: Bir de orada şöyle bir husus var, o da çok ilginç: Muharrem İnce’nin WhatsApp mesajları bayağı bir meşhur zâten. Muharrem İnce, Ümit Özdağ’la birlikteydi. Sonra birden ayrıldı ve orada, “Özdağ’ın Mansur Yavaş’ı aday olarak lanse etmesinden rahatsızlık duyduğu için” dendi. Yani bu tabiî ki bir neden olabilir; ama sonra bir bakıyoruz ki, ondan ayrıldıktan sonra önü açıldı.
Can Selçuki: Evet. Ama orada önünün açılmasındaki esas sebep ayrılık değil bana soracak olursanız — ki berâber kampanya yapsalardı ben çok etkili olabileceğini değerlendiriyordum açıkçası. Esas sebep 3-6 Mart, Altılı Masa’nın sallanması ve orada ortaya çıkan gayriciddî görüntü. Yani pazartesi günü toparladılar; ama 3-6 Mart arası hakîkaten çok nâhoş görüntüler oldu. Sosyal medyada da bunlar oldu. Bir anda iki tarafın da, İYİ Parti’nin de Cumhuriyet Halk Partisi’nin de uç tarafları çıktı. Dönüşü olmayacak lâflar ettiler. Ben çok hayretle izledim. Barışılır siyâsette, yani ne olacak ki? Biliyorsunuz siz, on yıllardır bu işi tâkip ediyorsunuz. Ama hani bu kadar uçta lâflar edilmemesi lâzım; ama herkesin gözlerinin önünde oldu bu olay. Şimdi ben tabiî bir şeyi merak ediyorum. Türkiye siyâsetinde şöyle bir durum var — ki oradan belki Yeniden Refah’a ve diğer partilere geliriz: Şimdi, iktidârın kaybetme ihtimâli belirdi; anketlerde de bu gözüküyor. Konuşacağımız başka şeyler de var, emâreleri artmaya başladı. Şimdi Türkiye siyâsetindeki en büyük problem ne? Bir monopolist oyuncu var. Bütün sâhayı hâkimiyeti altına almış vaziyette — özellikle son 10 senedir. Hiçbir yeni girişimciye müsaade etmiyor. Nedir? AK Parti yanında MHP ile berâber. Şimdi start-up’lar, yani yeni kurulan şirketler bir anda rekabet alanı görmeye başladılar. Dolayısıyla bu büyük şirket bunları satın almaya çalıştığında, “Yok, biz kendimiz deneyeceğiz. Çünkü sen gittikten sonra piyasada daha değerli olabiliriz” diyorlar. Şimdi Muharrem İnce’nin partisi de, Yeniden Refah da, Zafer de, belki olabilecek başka oluşumlar da, bunların hepsi rekabetin normale döndüğü bir siyâsî ortamı görmeye başladılar. Dolayısıyla diyorlar ki: “Biz şirketi bir yere kadar getirdik. Büyük şirkete satmayalım. Bu büyük şirket parçalanırsa bizim şey daha fazla para eder”.

Ruşen Çakır: Evet, doğru. Büyük şirketler start-up’ları alırlar.
Can Selçuki: Biliyorsunuz, alırlar. Ama en büyük şirket sallanıyorsa ve o monopolistik gücü bir serbest pazar analojisinden yola çıkarak dağılırsa, o zaman benim de rekabet etme şansım olacak.

Ruşen Çakır: Bu çok güzel bir alanmış, buna tekrar döneceğiz. Ama şunu sormama izin ver: Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanı adayı olarak oyuyla, Memleket Partisi’nin oyu arasında da bayağı bir fark var galiba, değil mi?
Can Selçuki: Ben ölçmedim. Neden? Çünkü biz cumhurbaşkanlarını ilk defâ geçen hafta ölçtük. Ölçtüğümüz vakit, sâdece Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Erdoğan adaydı. Şimdi Sayın İnce ile Sayın Oğan’ı da ölçüyoruz. Ama diğer, benim en azından ciddîye aldığım, güvendiğim şirketlere baktığımızda, evet, partisinin oldukça üzerinde bir birinci tur desteği var gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Peki ne olacak? Yani şimdi burada şöyle bir soru var: Meselâ Zafer Partisi örneğinde, yükseldi ve inişe geçti; şu anda Muharrem İnce’nin bir iddiası var: İkinci tura kalma. Bir kere, “Her hâlükârda ikinci tura kalacağım ve ben kazanacağım” diyor. Ama orada da kendisinin Kılıçdaroğlu lehine değil; Kılıçdaroğlu’nun kendisi lehine çekilmesinin propagandasını yapıyor. Ama beklenti –benim de beklentim şahsen bu– bir şekilde, daha ilk turdan aday olmama ihtimâlini önemsiyorum. Ne düşünüyorsun?
Can Selçuki: Şöyle bakalım: Bir kere şu anda daha görmediğimiz bir dinamik var, önümüzdeki haftalarda ortaya çıkacak. İki tâne mega kampanya olacak. Bir tarafta Kılıçdaroğlu’nun kampanyası, 2 Belediye Başkanı, 6 Genel Başkan, bunların hepsi. Düşünün, şöyle günler yaşayacağız biz: Rize’de İmamoğlu miting yapıyor, örneğin Kayseri’de Yavaş miting yapıyor, Konya’da Davutoğlu miting yapıyor, Kılıçdaroğlu da Diyarbakır’da meselâ. Böyle günler yaşayacağız. Bunlar çok büyük şeyler. Sayın Erdoğan zâten her zaman çok büyük kampanyalar yapıyor, bu işin ustası, onu da biliyoruz. Şimdi bu iki mega kampanya arasında Sayın İnce kendisine ne kadar yer bulabilecek, sosyal medya bunun için ne kadar yeterli, ben emin değilim. Dolayısıyla Sayın İnce’nin perspektifinden bakınca, elindeki kozu şu anda kullanması için çok dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şu da var; hem böyle bir dinamik var, yani destek bu şekilde gitmeyecektir partisine, ikincisi de Sayın İnce’nin şimdi ikinci tura kalmasına çok ihtimal vermiyorum Kemal Kılıçdaroğlu’nu geçerek. Ama diyelim ki %10 oy aldı. Şimdi o %10 oy birinci turdan önce değerli, pazarlık gücü var. Neden? Çünkü zâten Sayın İnce’ye oy veren %10, ikinci turda bunun %80’i, %90’ı zâten Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verecek. Yani demez ama, Sayın İnce dese ki: “Bakın, bana bir şey verin; yoksa ben bunları Erdoğan’a götürürüm” dese götüremez. Dolayısıyla ikinci turda pazarlık gücünüz kalmıyor. Yani bu çok kıymetli bir potansiyel; ama çok dikkatli kullanılması gereken bir potansiyel — pazarlığın zamanlaması olarak. En değerli olduğu an da şu an bu arada. Giderek değersizleşmeye başlayacak. Çünkü mega kampanyalar ortaya çıkacak. Her şeye rağmen Sayın İnce devam eder, seçim ikinci tura kalırsa, o zaman elinde bir pazarlık gücü kalmıyor. Bu arada pazarlığı kötü anlamda söylemiyorum. Pazarlık zâten siyâsetin doğası, yani bunun için siyâset var; farklı ideolojiler, farklı görüşler...

Ruşen Çakır: Peki o zaman burada deminki start-up ve tekel meselesine dönecek olursak, şöyle bir seçenek de var önümüzde ama, değil mi? “Ben gireyim sonuna kadar, nasıl olsa Kılıçdaroğlu kazanamayacak” diye düşünüp, sonrasında muhâlefetin liderliğini, hattâ belki CHP’yi ya da “CHP’nin yerini benim partim alır” gibi bir perspektif, bir start-up. Hani oradaki monopol CHP. Onun yıkılacağı üzerine oynayıp böyle bir şey yapmaz mı?
Can Selçuki: Yapabilir; ama ben bu görüşe katılmam. Çünkü eğer muhâlefet bu seçimi kazanamazsa hangi aktörün ne pozisyon aldığının hiçbir önemi yok. Silinirler siyâset sahnesinden. Seçmen bunu affetmez.

Ruşen Çakır: Yani buna Muharrem İnce de dâhil.
Can Selçuki: Tabiî dâhil. Çünkü sonuç îtibâriyle seçmen şöyle bakıyor: Bir araya geldiniz ve beceremediniz bu işi. Bu kadar uygun koşullar varken, bu kadar toplumsal muhâlefeti arkanıza almışken –işte, deprem olmuş, ondan önce ekonomik kriz, ondan önce Covid, bunlar yönetilemiyor; AK Parti’de ciddî bir kapasite düşüklüğü var, şimdi bunlara geleceğiz, konuşacağız–, ama buna rağmen alamadıysanız kimse çıkıp o saatten sonra şunu diyemez: “Ben demiştim”. Hayır, seçmen der ki: “Ben demiştim. Bir araya gelin, bu işi kazanın” der. Dolayısıyla muhâlefet eğer cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamazsa, kendini muhâlefette tanımlayan mevcut siyâsî aktörlerin hiçbiri 15 Mayıs günü hayâtımızda olmaz.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var, birtakım konuştuğum kişilerden öğrendiğim; bu yaşanan Millet İttifâkı’ndaki kriz ve Muharrem İnce’nin buna paralel yükselişiyle berâber, normalde ne diye düşünüyor insan? “CHP herhalde oy kaybediyor, Muharrem İnce artırıyor” diye düşünüyor. Ama benim duyduğum kadarıyla CHP’de böyle çok ciddî bir kayıp yok, İYİ Parti’de var.
Can Selçuki: İYİ Parti’de düşüş var, evet.

Ruşen Çakır: Ve Muharrem İnce’yi daha çok yeni seçmen tercih ediyor. Yani CHP sanki bu Millet İttifâkı’nın yaşadığı krizden çok zarar almamış, hattâ biraz güçlü çıkmış gibi. Çünkü istediğini yaptırdı en azından, öyle bir yorum var. Ne dersin?
Can Selçuki: Şöyle güçlü çıktı: Şimdi, CHP’nin içinde son 20 yıldır ciddî bir laik merkez sağ oy var. 2002’den beri yaşam tarzı kaygısı üzerinden AK Parti’ye gidemeyen, o yüzden CHP’li olmasa da merkez sağda da kimse kalmadığı için CHP’de olan bir grup vardı. İYİ Parti’nin ortaya çıkmasıyla bu grup kendisine seküler bir merkez sağ buldu ve oraya gitmişti. O grubun bir kısmı geri geldi. Dolayısıyla biz CHP’yi %27-28 bandında ölçüyoruz, uzun zamandır ölçmemiştik. En son Mayıs 2022’de yanılmıyorsam o civarda ölçmüştük. Dolayısıyla oraya yaradı. İYİ Parti 15’ten 10’a düştü bu arada. İYİ Parti’nin bir kısmı Muharrem İnce’ye gitti. Ama AK Parti’den de giden oldu — özellikle deprem sonrası. Çok büyük bir öfke var çünkü depremden dolayı. Gençler bu arada şeyi de gördü; yani bu yücelttiğiniz devlet, devlet, devlet... İşte sosyal medyadan, oradan buradan ne büyük eksiklikler olduğu ve bâzı yerlerde çok kâğıttan kaplan olduğunu anladık açıkçası. Onlar da gördü, gençler de gördü bunu. Dolayısıyla o tepkiler Muharrem İnce’ye gitti. Ama Muharrem İnce’yi değerlendirirken, bu arada hep cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden değerlendiriyoruz. Diğer tarafına da bakmak lâzım. Parlamento için de önemli çünkü. Biz 5,5 ölçtük, 5,6 ölçtük. Diyelim ki kaldı 5,6’da. Çok kalabileceğini düşünmüyorum açıkçası bu mega kampanyalardan dolayı da; diyelim ki kaldı; şimdi o 5,6 muhâlefet bloğunda kalan, cumhurbaşkanlığında, Millet İttifâkı’nda Sayın Kılıçdaroğlu’na yarayan bir şey; ama 5,6 aynı zamânda muhâlefet adına boşa giden oy da demek ve bıçak sırtı şu anda Parlamento. Bakmayın siz Millet İttifâkı 360-400 vekil konuşuyor, öyle bir dağılım yok şu anda.

Ruşen Çakır: Peki o zaman İYİ Parti bu kalan süre içerisinde krizini aşabilir mi? Şu anda gördük, bir kampanya var ve orada “Birlikte kazanacağız” sloganıyla Kılıçdaroğlu ile berâber, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la berâber Meral Akşener var. Ve anlaşıldığı kadarıyla artık sâdece Meral Akşener üzerinden götürecekler. Ama bayağı bir sarsılmış durumda herhalde o 3 Mart cuma günü yaptıkları üzerine. Onlardan, benim bir de yerel olarak duyduğum birtakım öyküler var — parti üyeliğinden ayrılanlar vs.. Bir kısmı sonra geri dönmüş ama, hani ne denir? Elinin ayarını kaçırdı Meral Akşener o cuma çıkışıyla anlaşılan.
Can Selçuki: Şimdi İYİ Parti benim gördüğüm kadarıyla şu hikâyeyi anlatmaya çalışıyor – ki ben onu doğru buluyorum: 1) “Bunu yaptık, ama bir sorun bakalım neden yaptık. Bakın, kazanan formül ortaya çıktı”. Bir bunu söylüyorlar. 2) “Kendi siyâsi menfaatimiz için yaptığımıza dâir bizi suçluyorsunuz, ama bakın hiçbir şey almıyoruz”. Hakîkaten de öyle bu arada. Yani anketlerden bildiğimiz üzere görece desteği çok daha düşük olan partilerle aynı şeyde, hiçbir ayrışma unsuru olmadan İYİ Parti Masa’da oturmaya, Meral Akşener Masa’da oturmaya devam ediyor. Şimdi bu iki fedâkârlık ve kazanan formülü ortaya çıkartan aktör olarak bunu anlatmaya çalışacak. Anlatabilir mi? Bence anlatabilir. Çünkü ben biraz onu görmeye başladım. Yani insanlar bâzı şeyleri görmeye başlıyor. Ama tabiî elinin ayarı kaçtı; tabiî o çok sert bir şeydi. Yani esasta bence çok büyük bir problem yok ve anlatılabilecek bir hikâye var ve anlatıldığı kadarıyla da doğru. Ama usûl; biliyorsunuz usûl algıyı oluşturuyor, algı da siyâsette her şey.

Ruşen Çakır: Ben meselâ Halk TV’ye kırk yılın başında bir çıktım. Orada, “Burada yapılan ortak bir hatâ var” diye söylediğimde izleyiciler bayağı bir kızmışlar bana. Çünkü onlar Meral Akşener’in, yani İYİ Parti’nin tek suçlu olduğuna programlanmış. Halbuki o süreçte biliyoruz ki gerçekten Meral Akşener’e Kılıçdaroğlu dayatıldı yani. O çok açık. 
Can Selçuki: Evet.

Ruşen Çakır: Ama buna karşı yapılacak, verilecek cevap kesinlikle o değildi. Beni açıkçası üzdü.
Can Selçuki: Yani aynı sonuca başka yoldan da ulaşılabilirdi, ulaşılırdı. O sertlikte olmasına, o havayı yaratacak şeye gerek yoktu. Şimdi İYİ Parti bunu tekrar anlatmaya çalışıyor bence. Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu ile olan poster, iki belediye başkanıyla olan o billboard’lar bence bu mesajın altını çiziyor. İYİ Parti’nin ben şu âna kadar sâha organizasyonunu iyi gördüm açıkçası, iyi beceriyorlar o işi. Dolayısıyla bunu, bu mesajı çoğaltabilirler diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki dünkü buluşma? Artık anlaştılar diye gördük.
Can Selçuki: Çok buluşma var. Hangisi Ruşen Abi?

Ruşen Çakır: HDP.
Can Selçuki: Ha, HDP.

Ruşen Çakır:
HDP-Kılıçdaroğlu buluşması. Herhalde HDP bir iki gün içerisinde açıklayacak ama aday göstermeyecek gibi gözüküyor. Bir iddiaya göre, dolaylı bir şekilde Kılıçdaroğlu’na destek verecek. 1) Sen ne düşünüyorsun? 2) Kılıçdaroğlu’na ne getirir, ondan ne götürür bu?
Can Selçuki: Öncelikle bu anlaşma konusunda kamuoyunun bu kadar şaşırmasına ben çok şaşırıyorum. Neden? Çünkü Altılı Masa’nın dokümanlarını incelerseniz –6 liderin imzâsıyla taahhüt altına alınan dokümanları–, HDP’nin iki talebi zâten karşılanmış vaziyette. Bir, kayyum meselesi, bir de siyâsî yasaklarla ilgili konu. Ama bunlar HDP’nin talebi olduğu için değil; Altılı Masa’nın demokratikleşme adımları içerisinde uygun gördüğü ve mutâbık kaldığı konular. Dolayısıyla bana soracak olursanız, yaklaşık bir senedir anlaşıldı zâten. Çünkü imzâlar var ortada. Ama tabiî bu görüntü mühim ve ben HDP’nin aday göstermeyeceğini düşünüyorum açıkçası. Kılıçdaroğlu’na ne destek getirir? Ben çok etkisi olacağını düşünüyorum açıkçası. Yani pozitif etkisi ortada zâten: HDP seçmeni. Ama götürüsünün çok olacağı kanaatinde değilim. Çünkü bu konu gerçekten yeni bir konu değil. Bu konuyu biz yaklaşık bir senedir konuşuyoruz. Bu zâten açık bir konu.

Ruşen Çakır: Yerel seçimde de oldu.
Can Selçuki: Yerel seçimde de. Bu açık bir konu zâten. Üstelik HDP ile pazarlık vs. falan deniyor ya? Yani HDP’nin talepleri de zâten karşılanmış vaziyette. Tekrar edeyim: HDP talebi olduğu için değil, Altılı Masa’nın, Millet İttifâkı’nın demokratikleşme vizyonu içerisinde olduğu için var. HDP’nin bakanlık istemediğini biliyoruz. Başka öyle somut bir pozisyon talebi olmadığını da biliyoruz. Dolayısıyla ben dünkü görüşmenin sonucuna bakınca, 3 ay öncesine göre ne farklı diye sorarsanız bana, bence hiçbir şey farklı değil. Olduğumuz aynı yerdeyiz. Görüntü verilmesi tamam, o tabiî ki büyük bir farklılık, ama kampanya başladı.

Ruşen Çakır: Oradan istersen iktidâra geçelim. Mâlûm, iktidar HDP ile işbirliğini kullanacak, “PKK ile işbirliği” diye; ama onlar da onun karşı tarafında paralel bir şey yaratır gibi oldular: HÜDA PAR-Hizbullah bağlantısı meselesiyle. Bayağı konuşuldu; Hizbullah’ın zamânında karıştığı şiddet eylemleri, özellikle Gaffar Okkan suikasti boyutu da var. Ama bir diğer yönden Hizbullah’ın hani o kabaca “Kürtçü” diye tâbir edilebilecek, programlarında yer alan hususlar da var. Dolayısıyla HDP ile CHP ya da Kılıçdaroğlu işbirliğini malzeme olarak kullanma ihtimâlini zayıflatacak bir olaydı ve henüz de netleşmedi. Murat Yetkin yazmış; “Acaba?” diye sormuş, “dünkü buluşmada Bahçeli HÜDA PAR konusunda rahatsızlık mı dile getirdi?” diye yazmış. Ne diyorsun? HÜDA PAR dâhil olur mu Cumhur İttifâkı’na? Ne getirir, ne götürür?
Can Selçuki: Yani rasyonel olarak bakınca ben dâhil olmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gerçekten bir getirisini göremiyorum. Şimdi kimileri, sandık güvenliğiyle ilgili falan meseleler var diyorlar. Öyle olsa dahi, bunun için masaya dâhil etmenize gerek yok ki. Yani şimdi bakıyorum, Cumhur İttifâkı’nın geçtiğimiz sene boyunca Millet İttifâkı’na, Altılı Masa’ya yönelik yaptığı bütün eleştiriler şu anda Cumhur İttifâkı için geçerli olmaya başladı. “5 benzemez” diyorlardı, “Nasıl karar alacaklar?” diyorlardı, “Gizli işbirliği yapıyorlar bölücülerle, terör örgütleriyle” diyorlardı; şimdi bunların tamâmı Cumhur İttifâkı’na da yöneltilebilecek eleştiriler. HÜDA PAR’a baktığınız zaman, Hizbullah geçmişiyle kopmuş olabilir, o ayrı bir tartışma, onu bir kenara koyayım. Yani kopmadı, tamam da, bir yere koyacağım ama, çok daha somut bir şey var ortada: Parti programı var. Yani onun üzerinden gideyim, anlatabiliyor muyum? O bilmediğimiz şey, yani karanlık tarafı bir kenara bırakayım. Ama bildiğimiz, internette yayınlanan bir doküman var. Yani HÜDA PAR’ın programıyla bir araya gelemeyecek olan sâdece MHP değil bu arada; AK Parti’nin de gelemiyor olması lâzım. Zâten özellikle kadın hakları perspektifinden Yeniden Refah’la yaşanan sorun neyse, HÜDA PAR’la da aynısı yaşanır. Çünkü kadını 2. sınıf vatandaş gören, laiklik ilkesini toptan yok sayan bir anlayış var orada. Şimdi Milliyetçi Hareket Partisi zâten Kürt siyâsî hareketinin talepleri bakımından HÜDA PAR’la ters tarafa düşüyor; ama Milliyetçi Hareket Partisi günün sonunda laik bir partidir. Kaldı ki AK Parti’nin de çok önemli bir kısmı, farklı bir yorumla dahi olsa laik bir partidir. Ben bu şekilde düşünüyorum. Yani HÜDA PAR’la hem AK Parti’nin hem Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir araya gelememesi için çok fazla sebep var. Laik demeyelim hadi, seküler bir partidir diyelim, belki daha doğru bir terminoloji olur. Bütün bunlarla berâber, bir kenara koyma dediniz, haklısınız; tabiî bir Hizbullah geçmişi var yani. Bu Gaffar Okkan, domuz bağları..., bunlar nasıl unutulacak? Nasıl biz bunları hâfızalarımızdan sileceğiz? Çok zorlanıyorum. Buradan bakınca da AK Parti neden Cumhur İttifâkı’na resmî olarak HÜDA PAR’ı katma yolunu tercih etti? Ben anlayamıyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: 1 oy fazla almak mesele.
Can Selçuki: Oy da yok. Yani bir oy yok ki. Ben onun istatistiklerini çıkarttım, ilçe ilçe dağıttım hattâ, Twitter’ıma koydum. Bir oy yok ortada.

Ruşen Çakır: İşte, Güneydoğu’da…
Can Selçuki: 4-5 tâne ilçede böyle; bir yerde 9’u görüyorlar, bir yerde 4. Ama çok lokal. Yani getirisi, hani nimet-külfet dengesine koyduğunuzda, hakîkaten külfetler çok çok daha ağır basıyor — ki AK Parti’nin içinden de tepki geldi. Yani o kadar keskin fay hatları var ki.

Ruşen Çakır: Daha büyük tepki Yeniden Refah’a yöneltildi ve Yeniden Refah da dün çok net bir şekilde hem Cumhur İttifâkı’na dâhil olmayacağını söyledi, hem de Fatih Erbakan bizzat aday olduğunu söyledi. Bir diploma sorunu yaşanmış, ama herhalde onu çözerler. O nedir? Yani çünkü birçok şey geliyor insanın aklına. Yani Fatih Erbakan, Erdoğan’la birlikte kaybetmek istemiyor da diyebiliriz herhalde bir yönüyle. Ama diğer yönüyle kadın meselesi ve senin demin bahsettiğin AK Parti içerisinde bu konuda özellikle hassas olan kadınların bir şekilde gündeme gelmiş olması olabilir. Belki bir ihtimal –bilmiyorum, çok sevmem böyle şeyleri ama–, hani bir danışıklı dövüş, son anda tekrardan destek verecek olabilir. Sen ne diyorsun?
Can Selçuki: Ben Yeniden Refah’ın kendi adına en rasyonel hareketi yaptığını düşünüyorum. Neden? Çünkü Yeniden Refah bizim anketlerimizde en son 1.3-1.5 seviyesine çıkıyor. Şimdi bu pozisyon, yani bu oy oranı tabiî ki rahmetli Necmettin Erbakan’ın bakiyesi. Bu arada biliyorsunuz çok sevdiğim bir lâfı vardır, bence çok uygun bu duruma. Diyor ki rahmetli Erbakan: “Dünyada iki tâne Millî Görüşçü kalsa, biri aday olur, diğeri de ona oy verir”. Fatih Erbakan da aday oldu. Hani dünyada iki tâne Milli Görüşçü oldu demiyorum, ama o da aday oldu; yani sonuç îtibâriyle onlar ona oy verir. Fakat Saadet’ten çok ciddî oy aldılar. Saadet’in oylarını ciddî olarak düşürdüler ve bunu düşürürken de muhâlif bir tavırla, evet, belki CHP’nin, İYİ Parti’nin, diğerlerinin yanında değil; ama AK Parti’ye muhâlif bir tavırla bunu yaptılar. Dolayısıyla eğer Cumhur İttifâkı’na katılsalardı ben çok ciddî bir pozisyon değişikliği olarak değerlendirecektim bunu ve o Saadet’ten gelen Millî Görüş desteğinin ne kadar Yeniden Refah’ta kalacağını sorgulardım. Ben bir kısmının kalmayacağını, Saadet’e geri gideceğini düşünüyordum. Şimdi böyle yaparak tepkisel Millî Görüşçüleri yine kendi tarafında tutmayı başardı. Şunun hesâbını yapıyor olmalılar: 1) Evet, AK Parti’nin kaybetme ihtimâli var ve dağılan ortamda ben daha büyük bir alana hitap edebilirim; 2) “Ya, %3’ten çok da uzak değilim. Eğer %3’e ulaşabilirsem Hazîne yardımına erişimim olacak ve partiyi inşâ etmeye başlarız”. Şunu unutmamak lâzım: 2023 seçimlerine odaklanıyoruz doğal olarak, ama 2024’te de yerel seçimler geliyor ve yerel seçimler, özellikle yeni başlayan partiler için çok önemli bir yarıştır ve eğer kazanabilirlerse çok önemli de imkânlardır aynı zamanda. Hem maddî imkânlar hem de performans göstermek için güzel fırsatlardır. Dolayısıyla ben Türkiye’de herkesin şu anda bu seçim sonrası tekrar rekabetçi bir siyâsî pazar oluşacağı hesâbını yaptığını ve oraya da, “Tek başımıza mı girsek? Yoksa daha büyük bir partinin parçası olarak girsek mi daha fazla şansımız var?” diye onun muhâkemesi yapılıyor bence. Yeniden Refah da burada şunu tercih etti: “Bu dağılan ortamda ben kendime daha rahat bir alan açarım” dedi.

Ruşen Çakır: Yani Erdoğan sonrası döneme kendini hazırlamak.
Can Selçuki: Evet, evet.

Ruşen Çakır: Bir de Mehmet Şimşek olayı yaşandı dün, çok acayip bir olay aslında o. Çünkü içeride de direnç var; Mehmet Şimşek ortodoks ekonomi politikalarını savunuyor ve onların temsilcisi aynı zamanda. Savunmanın dışında bir de birtakım uluslararası çevrelerle ilişkileri de biliniyor. Halbuki şimdi “yerli ve millî” bir ekonomi politikası var. Şimdi o bayağı bir sızdırıldı biliyorsun; hani geliyor, gelecek vs. filan. Hem içeride hem dışarıda bir tür, “Bakın biz aslında zannettiğiniz gibi değiliz, mâkulü arıyoruz” havası vermek için sembol bir isimdi ve Genel Merkez de kabul etti. Anladığım kadarıyla katılmasını bekliyorlardı; ama katılmadı. Bir kere her şeyden önce Mehmet Şimşek’in cesâretini takdir etmek lâzım. Yani her şeye rağmen Erdoğan’ın bir gücü var ve o, kendisine o kadar şey yapılmasına rağmen kabul etmemiş. Yani işte, “Ben siyâsete girmek istemiyorum”. O çok, nasıl diyeyim, inandırıcı olabilir ama değil.
Can Selçuki: Evet, evet. Şimdi Türkiye’de kimin ekonomi bakanı olduğunun önemi yok. Ekonomi bakanı olduktan sonra istediklerinizi yapabilecek misiniz? Esas mesele o. Yani ekonomi bakanı olacak kişi için de o; yurtdışı için ve yurtiçi için de o. Çünkü biz Lütfi Elvan-Naci Ağbal dönemini geçirdik, değil mi? Yani güven veren isimlerdi. İşi toparlamaya da başlamışlardı. Fakat bir müddet sonra ekonomi yönetimi kendi irâdelerinin dışına çıktı. Daha sonra da zâten istifâ etmek durumunda kaldılar; sonraki yönetimler geldi. Yani şimdi Mehmet Şimşek gibi bir ismin öncelikle AK Parti lehine piyasalara güven verebilmesi için seçimden sonra değil, hemen bugün göreve getirilmesi lâzım. Ama bugün göreve getirseniz dahi Mehmet Şimşek’e işini yaptırtacak mısınız acaba? Mehmet Şimşek “X” kişisi olsun, ama ortodoks ekonomi, makro ekonomi politikalarından, para politikasından yana; işte, faizi, kuru dengeleyecek birtakım politikalardan yana uluslararası bilinirliği olan birisinden bahsedelim. Yani Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı iken bu kişi Hazine ve Maliye Bakanı iken istediklerini yapabilecek mi? Bence yapamaz. Çünkü Naci Ağbal-Lütfi Elvan örneğinde biz bunu gördük. Dolayısıyla mesele Mehmet Şimşek’in gelip gelmemesi değil; mesele dışarıya, “Ben Mehmet Şimşek gibi birini getirdim ve bırakacağım, yapacak” demek. Şimdi yurtdışının buna güveni yok. Ne biliyorsunuz 1 ay sonra Mehmet Şimşek’in gidip Ahmet Şimşek’in gelmeyeceğini ve tekrar faiz indirme, döviz yakma, mâlî dengeden tamâmen kopuk, mâlî disiplinden tamâmen kopuk politikalara geri dönmeyeceğini? Bilemezsiniz. Yurtdışı da bunu bilmiyor, yurtiçi de bunu bilmiyor bu arada. Dolayısıyla ben Mehmet Şimşek olayını çok önemsemedim açıkçası. Başka bir sorun var çünkü orada. Mehmet Şimşek’in reddetmesinin nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum ben. Çünkü oraya gelebilirsiniz; birtakım temînatlar vereceksiniz her yere: “Bakın ben geldim. Beni biliyorsunuz, tanıyorsunuz. Şöyle şöyle şeyler yapacağım” diye. Ama Erdoğan’ın kazanması hâlinde kaç ay buna dayanabileceğinizin garantisi yok — son 4 yıla baktığınızda. Dolayısıyla bu bireysel olarak çok alınacak bir risk değil.

Ruşen Çakır: Şimdi toparlarken, bilen insanlar diyor ki: Aday adaylığında CHP’ye çok büyük bir ilgi var. AKP’de şu âna kadar çok böyle bir şey görmüyoruz. Ortada dolaşan isimler ya reddediyor ya da isimler tam böyle, “Ee?” dedirtecek isimler. Meselâ “Bakanlar üst sıralara yerleştirilecek” vs. gibi şeyler var; ama zâten bakanların içinde çok popüler olan, hani kamuoyunun sevdiği çok fazla isim de yok. Şu hâliyle bakıldığı zaman, moral üstünlüğü ve atmosfer açısından bakıldığı zaman, muhâlefet ve Millet İttifâkı sanki daha önde gözüküyor. Tabiî bunu sürdürebilmek ve yükselterek sürdürebilmek öyle kolay olmayacak. Nasıl bir süreç bekliyorsun?
Can Selçuki: Muhâlefetin moral motivasyon üstünlüğüne sâhip olduğuna ben de katılıyorum. Anketlerde de bunu görüyoruz zâten. Benim çok anlayamadığım şey: Neden hem AK Parti’de hem Cumhuriyet Halk Partisi’nde mevcut kurmayların Meclis’e bu kadar, milletvekilliğine bu kadar ilgi gösterdiği. Şimdi AK Parti tarafından bakınca, “Acaba bu oluşan toplumsal muhâlefet karşısında cumhurbaşkanlığını kazanmak iyice zor olduğu için, ne pahâsına olursa olsun Meclis çoğunluğuna mı odaklanıldı?” diye bir görüşüm var. Çünkü bunu her zaman AK Parti bu arada B planı olarak tutuyordu. Biz bunun sinyalini Nisan 2022’de seçim kanunu değişikliğinde gördük. Yani, “İşler kötüye giderse Meclis’te çoğunluğu almamızı kolaylaştıralım” dendi ve o değişiklik yapıldı. Şimdi acaba böyle bir şey mi var diye ona bakıyorum. Ben muhâlefet açısından şunu yapmaları gerektiğini düşünüyorum — şimdi kampanyayı görmedik daha bu arada, yani Altılı Masa’nın kampanyasının ne olduğunu görmedik: Muhâlefetin elinde çok fazla aktör var; şunu yapmaları gerektiğini düşünüyorum: Ülke sathına yayılıp, az önce târif ettiğim gibi; aynı gün Rize’de İmamoğlu miting yapacak, Kayseri’de Ali Babacan yapacak, Ankara’da Mansur Yavaş yapacak, Konya’da Davutoğlu yapacak gibi. Hani şu eski atari salonlarında bir oyun vardır ya? Kafasını çıkartır vurursun, diğer taraftan çıkartır; o şekilde olması lâzım. Çünkü son 20 yılda olmayan bir durumla karşı karşıyayız Ruşen Abi. O da şu: Seçimlere hep Tayyip Erdoğan önde başlardı, oyunu muhâfaza etmeye çalışırdı ve muhâlefet oyunu yükseltmeye çalışırdı. Erdoğan muhâfaza ederdi, muhâlefet artıramazdı; Erdoğan kazanırdı, son 20 yıl böyle geçti. Şimdi muhâlefet önde başlıyor, oyunu muhâfaza etmeye çalışıyor; Erdoğan geride başlıyor, oyunu artırmaya çalışıyor. Son 20 yıldır ilk defâ seçime başlarken bu dinamiği görüyoruz. Bunun tam tersini görüyorduk.

Ruşen Çakır: Peki burada, ben açıkçası artırabilmesinin yegâne ya da en önde gelen yolunun muhâlefette çatlak çıkartmak olduğunu; kendisinin çok fazla sunabileceği bir şeyin, öne çıkarabileceği bir ismin, yanına katabileceği partinin vs. pek kalmadığını görüyorum. Muhâlefetin bu süre içerisinde içinde yeniden böyle birtakım kopmalar, ayrışmalar vs. tabiî iktidârın müdâhalesi ile olabilir. Nitekim Muharrem İnce’ye birçok muhâlif, “saray operasyonu” olarak bakıyor meselâ. Öyle şeyler olabilir mi?
Can Selçuki: Yani ben Millet İttifâkı’nda en derin fay hatlarının aşıldığını düşünüyorum ve kimsenin bu saatten sonra bu işi bozan olma riskini alabileceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla denemeler olacaktır. Şu milletvekili listelerini de atlatırlarsa bir şey kalmıyor aslında. Sonra bakanlık kavgası başlıyor; ama o, seçimden sonra. Bir daha kavga edecekleri çok bir şey kalmıyor. Şimdi Muharrem İnce’ye “saray operasyonu” demek bence biraz hakkaniyetsiz bir yorum. Rakibinin rakibine destek verir misin teşvik primi gibi? Yani para aldığını falan demiyorum da, hani futbolda vardı ya bir zamanlar? Öyle bir şey. Yaparsın, o da meşrû siyâsetin mücâdele alanıdır. O öyle oyun kuruyorsa sen de kuracaksın o zaman. Ben öyle bakarım açıkçası. Ama dediğim gibi, o mega kampanyalar çıkınca, bu tekil aktörlerin sesinin ne kadar duyulabileceğini… Yani siz bir medya kuruluşunun başındaki kişi olarak söyleyin; bu dediğim mitingler vs. olurken Muharrem İnce’ye haber döngünüzde ne kadar yer kalabilir meselâ gerçekçi olarak? Bana çok kalamazmış gibi geliyor. Sinan Oğan’a ne kadar yer kalabilir? O büyüklük içerisinde sosyal medyadan ne kadar ilerleyebilirsiniz? Bana çok mümkünmüş gibi gelmiyor açıkçası.

Ruşen Çakır: Evet, Can çok teşekkürler. Yine çok aydınlatıcı oldu.
Can Selçuki: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır:
Evet, Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki ile seçimler yaklaşırken inenleri ve çıkanları konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
16.07.2024 Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru
14.07.2024 Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye
12.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (222): Nagehan Alçı ne yapmak istiyor? Avrupa’da ve Türkiye’de sol, Erdoğan-Esad yakınlaşması olur mu?
10.07.2024 Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı
10.07.2024 Mesut Yeğen ile söyleşi: Yerel seçimlerden üç ay sonra CHP’nin tablosu kalıcı mı?
09.07.2024 “Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek
07.07.2024 Nagehan Alçı yalnız mıdır, değil midir?
05.07.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?
05.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (221): Sinan Ateş Dâvâsı’ndan öğrendiklerimiz - Demiral’ın “bozkurt” sevinci - Esad ile normalleşme
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı