Sarkis Kassargian ile söyleşi: Beyaz Saray’da Trump-Şara görüşmesi neden çok önemli?

09.11.2025 medyascope.tv

9 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Benden pazar günleri de kurtuluş yok ama yarın Washington'da çok önemli bir buluşma olacak. Ahmet eş-Şara, Suriye'nin geçici cumhurbaşkanı, Beyaz Saray'da Oval Ofis'te Başkan Trump tarafından kabul edilecek. Çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve bu konuyu en iyi bilen isimlerden birisi, meslektaşım Sarkis Kassargian, Suriyeli gazeteci. Sarkis'e de pazar gününü zehir ediyorum. Sarkis, merhaba, hoş geldin. Bir pazar vakti ama olay önemli.
Sarkis Kassargian: Vallahi, gazetecilikte artık pazarı, hafta sonunu, tatili falan unuttuk zaten Ruşen Abi. Öncelikle merhaba. Bir de geçmiş olsun diyeyim.

Ruşen Çakır: Sağ ol.
Sarkis Kassargian: Yani bu konuda da böyle çok vaktini almadan bir şey söylemek istiyorum. Türkiye'de olup bitenler konusunda bu medyayla ilgili şöyle bir sorun görüyorum ben: Önce biz Arap dünyasında, yani benim gibi mesela çok az Türkiye'yi bilen, Türkiye medyasını takip eden ama Arap medyasında çalışanlar için Türkiye bir idealdi. Şu anlamda: "Ne zaman Türkiye medyası gibi bir medyamız olacak Arap dünyasında?" diyorduk. Çünkü Türkiye medyasını aslında o uluslararası medyaya bir geçiş olarak görüyorduk. Yani Türkiye tam ortadaydı. Bir Batı medyası olmamıştı ama aynı zamanda da Arap medyasının çok önündeydi. Yani o ‘‘32 gün’’, ‘‘Siyaset Meydanı’’, NTV'de yaptığın program vesaire. Ama bugünkü gelen bu durum aslında, yani gazetecilik, medya anlamında üzücü ama Arap medyası ve o umudumuz açısından da aslında ümit söndürücü, yani onu diyelim. Onun için en çabuk zamanda bu Türkiye'deki kutuplaşmanın bitmesiyle Türkiye medyasının o eski günlerine dönmesini bekliyoruz açıkçası. Çünkü bizim için de önemli Arap dünyasında yani, onu da söylemek isterim.

Ruşen Çakır: O zaman şöyle söyleyeyim: Aman kendinize dikkat edin, Türk medyası gibi olmayın, tadını çıkartın diyeyim.
Sarkis Kassargian: Biz biraz daha arkasındayız, yani biz daha gerideyiz. Onu da söylemeliyiz. Yani bir düşünün artık bizim nasıl medya atmosferinde çalıştığımızı.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Neyse, konumuza gelelim. Daha önce Suudi Arabistan'da Trump'la eş-Şara bir araya gelmişti. New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında geldiler mi emin değilim. Sen daha iyi biliyorsun.
Sarkis Kassargian: Ayaküstü evet, bir merhaba dediler yani.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi ama Beyaz Saray'da kabul edilecek olması hem eş-Şara için ama anladığım kadarıyla Suriye için de tarihi bir şey. Çünkü eş-Şara'nın mesela Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşma, Suriyeli bir yöneticinin yıllar sonra yaptığı ilk konuşmaydı. Şimdi de herhalde Suriyeli bir yönetici yıllar sonra ilk defa Beyaz Saray'a mı gidiyor? Sanki öyle bir şey var.
Sarkis Kassargian: Dediğiniz doğru. Çünkü böyle bir şey cumhurbaşkanı nezdinde, yani Suriye Cumhurbaşkanı nezdinde, ister Birleşmiş Milletler'de konuşması ister Beyaz Saray'a gitmesi bir ilk. Yani son Beyaz Saray'ı ziyaret eden Suriye Cumhurbaşkanı 1950'lerden önce olmalı. Yani 48, 49; o Suriye'nin ilk Fransa sömürgesinden bağımsızlık kazandığı günler olmalı. Ondan sonra zaten olmadı. Çünkü Suriye tümüyle hem o zamanki Sovyet Birliği'nin eksenine kaydı hem de İsrail karşıtı siyasetleri dolayısıyla her zaman Amerika'yla bir mesafe konuldu. Ama Amerikan cumhurbaşkanının Suriye cumhurbaşkanını ziyaret etmesi olmuştur. Hafız Esad'ı Bill Clinton ziyaret etti. Bir araya Brüksel'de gelmeleri de olmuştur. Ürdün'de de gelmeleri olmuştur. Ama bir Suriye cumhurbaşkanının Beyaz Saray'a gitmesi bir ilk. Aynı şekilde, bundan önce dışişleri bakanları gitmiştir. İster Beyaz Saray ister Birleşmiş Milletler'de konuşma yapmışlar. Ama Cumhurbaşkanı nezdinde yine eş-Şara bir ilke imza attı. Ama tabii ki bu ilk konusunda o propaganda makinesi sanki Suriye için bir ilk gibi takdim ediyorlar. Oysa cumhurbaşkanlığı nezdinde bir ilk. Dışişleri bakanları çok konuşmuş Birleşmiş Milletler'de. Yani Suriye zaten Birleşmiş Milletler'de meşruiyetsiz bir hükümet olarak görülmüyordu, her ne kadar Batı ülkeleri Beşar Esad'ı meşruiyetsiz görse bile. Ama tabii ki şimdi Şara'nın Beyaz Saray'a gitmesi Suriye için çok anlamlı. Çünkü şöyle bir şey var: Şara hem kendi nezdinde bir meşruiyet kazanıyor. Biliyorsun Ruşen Abi, yani böyle son dönemde Beyaz Saray'a gitmek aslında bir meşruiyet kazanma.

Ruşen Çakır: Evet. Daha önce biliyorsun temsilcinin, Suriye Özel Temsilcisi Barrack'ın Erdoğan'la ilgili söylediği şeydi. Aynı oydu. Trump ona demiş ki, "Ben en çok istediği şeyi veriyorum Erdoğan'a: Meşruiyet." Burada da evet, Şara’ya bir meşruiyet veriyor.
Sarkis Kassargian: Yani bu içeride sorun yaşayan liderler... Şimdi kelimeleri çok dikkatli seçiyorum, başına bir problem gelmesin diye. İçeride sorun yaşayan liderler için bu Beyaz Saray'a gitmek çok önemli. Şara için daha da önemli yani tabii ki. Ama Suriye nezdinde şöyle bir şey var. Orada bir müzakere... Zaten müzakere bitmiştir bence. Yani oraya Şara'nın gitmesi yalnızca o müzakerelerin neticelerini ilan etme anlamında önemli. Şimdi bu müzakerelerin sonunda beklenen işte Suriye üzerindeki yaptırımların kaldırılması, İsrail'le bir anlaşma, barış, ateşkes anlaşması diyelim. Yani tam barış anlaşması olmayacak bence. Yani bugün Harit şey yazdı işte, ‘‘Abraham Anlaşmaları için son noktaları koyuyor Trump’’ vesaire, ama ben düşünmüyorum açıkçası Suriye'nin Trump’ın Abraham Anlaşmaları’na şimdilik katılacağını. Önce bir barış anlaşması olmalı. Olacak da yani onun ilanı da gelecek. Ondan sonra da işte Suriye'nin batılılaşma sürecinin önü açılacak. Çünkü zaten içeride de bunun emarelerini görüyoruz. Suriye'de söylem nezdinde ya da sloganlar nezdinde bir doktrin değişikliği yaşanıyor bugün. Yani sen düşün Ruşen Abi, mesela Türkiye'de böyle bir şey olursa birdenbire düşman-müttefik ilişkileri bir terse dönse, yani bugünkü Türkiye'nin müttefikleri düşmanlar olarak görünse, ki Suriye nezdinde mesela öyle oldu. İran, Hizbullah vesaire. Öbür taraftan mesela Türkiye'nin güvenlik sorunu gördüğü ülkeler, Yunanistan olsun, işte mesela PKK olsun vesaire, bunların birdenbire arkadaş, müttefik konumuna gelmesi. Şimdi Suriye o dönemi yaşıyor. Düşmanlarla müttefikler arasında bir ters turnike yaşanıyor. İsrail'le barış anlaşması. Barış anlaşmasından sonra Abraham Anlaşması gelecektir mutlaka. Çok önemli bir süreç, çok önemli bir dönem.

Ruşen Çakır: Bu noktada şimdi oradaki temel maddeleri teker teker ele almak istiyorum. Beyaz Saray'da konuşulması, daha doğrusu son nokta konulacak diyorsun sen. O önemli. Şimdi İsrail dedin. Oradan başlayalım. İsrail'le bir şekilde Suriye'nin güneyinde yaşanan ve yaşanması muhtemel olan gerilimleri, ki bunun bir kısmı Dürzileri doğrudan ilgilendiriyor, ama genel olarak tabii Golan meselesi de var, başka birçok mesele de var. Bir mutabakatın oluşması, en azından bir ateşkesin oluşması. Burada benim aklıma şu geliyor açıkçası. İsrail'in şu anda hiç sevmediği ülkelerin başında Türkiye var. Türkiye'nin de hiç sevmediği ülkelerin başında İsrail var. Ve Türkiye'nin Suriye'de çok ciddi bir gücü var, Suriye'deki yönetim üzerinde. Onun dışında askerî gücü de var, ama esas olarak yönetim üzerinde. Ben bunu hâlâ anlamıyorum. Yani eş-Şara'nın Trump'la, Trump üzerinden İsrail'le anlaşmaya yaklaşması, belki de imzalayacak olması Erdoğan'ı rahatsız eder diye düşünüyorum.
Sarkis Kassargian: Ben tam tersini düşünüyorum. Aslında Suriye'nin bu ateşkes anlaşmasını imzalaması Türkiye'nin de istediği bir şey. Hatta orada katkısı olan bir ülke olarak görüyorum Türkiye'yi. Şimdi öncelikle niye Abraham Anlaşmaları’na katılmayacağını düşünüyorum; çünkü Abraham Anlaşmaları imzalayan ülkeler aslında İsrail'le doğrudan bir sorunu olmayan ülkeler. Yani toprak talepleri, böyle işte savaş sorunları yaşamayan ülkeler. Birleşik Arap Emirlikleri, hatta dün, birkaç gün önce Kazakistan'ın mesela imzaladığı Abraham Anlaşmalarına dahil olması... Suriye açısından durum böyle değil. Suriye İsrail'le bir sorun yaşıyor. Bir Golan meselesi var, ki şimdi artık tüm güney meselesine dönüştü. Esad'ın rejimi düştü, devrildikten sonra. Onun için önce bir ateşkes anlaşması, bir güven süreci oluşması, ondan sonra da Abraham Anlaşmaları gelecek. Şimdi dediğin doğru Ruşen Abi, eğer 2018-19'a geçersek. Yani orada hatırlayacaksın, Birleşik Arap Emirlikleri Abraham Anlaşması imzaladığında Türkiye diplomasi ilişkileri kesme tehdidinde bulunmuştu. Yani "Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?" diye. Şimdi normal olarak böyle düşünmeliyiz, yani ‘‘Acaba Birleşik Arap Emirlikleri'ne öyle diyen Türkiye şimdi Suriye'ye ne diyecek?’’ ki hemen sınır üzerinde. Ama o günden bugüne çok şey değişti İsrail'le Türkiye ilişkilerinde. Ben her zaman bunun altını çiziyorum ve üzerinde çok duruyorum. Türkiye bugüne kadar İsrail'e karşı tavırları aslında Netanyahu karşıtı ve İsrail hükümeti karşıtı olarak diplomasi dilini geliştiriyor. İsrail'e karşı genel anlamda bir sorunu yok gibi bir diplomasiyi orada Türkiye sergiliyor. Bu da Türkiye ile bazı Arap ülkelerinin farklılığı. Yani Arap ülkeleri mesela orada ‘‘İsrail'le Netanyahu üzerinden bir sorunumuz var’’ demiyorlar. Sorun yaşayan ülkeler İsrail'in tavrıyla ilgili. Yani Netanyahu gidip gelir, orada durmuyor ama Türkiye öyle değil. Türkiye diyor ki, ‘‘Orada bir katil Netanyahu var, soykırımcı bir Netanyahu var. Onun için biz de İsrail'e karşı şöyle şöyle adımlar geliştiriyoruz.’’ Şimdi bugünkü süreçte tabii ki durum değişti. Önce şöyle genel bir fotoğrafa baktığımızda Türkiye'nin müttefiklerine bakarsak, mesela bölgedeki müttefiklerine, Katar'la İsrail arasında bir sorun yok. Hatta o saldırıdan sonra bile, birkaç gün önce Netanyahu konuşmasında "Katar'la ilişkilerimiz iyi gidiyor. Bir sorun yaşadık ama bitti." anlamında bir cümle kurdu. Azerbaycan'a baktığımızda hemen hemen İsrail'le öbür taraflar arasında arabuluculuk rolü yapan, İsrail'le enerji anlaşmaları yapan vesaire... Zaten Batı'nın, Amerika'nın konumu belli. Bir de Türkiye için yeni bir durum var. O durum da Doğu Akdeniz'deki gaz meselesi ve gaz projeleri. Şimdi buradan yola çıkarak Türkiye eğer İsrail karşıtı siyasetlerine devam ederse, o Akdeniz'deki önceden oluşan 5’li platform, şimdi de 3+1 platformları, bunlar tümüyle Türkiye'yi dışlıyor. Yani o Akdeniz gazı ekseninin dışarısında bırakıyor. Öbür taraftan baskılar devam ediyor, Rusya'yla enerji ilişkilerini durdurması için Türkiye'nin. Şimdi hem Akdeniz gazında ve Batı enerji platformunda yer almayan hem de Rusya'yla bir ittifak yapamayan bir Türkiye sürdürebilirliğinde ya da enerji güvenliği açısından büyük sorunlar yaşayacak. Onun için bence Türkiye İsrail'le bir anlaşmaya varmak anlamında adım adım daha da yaklaşıyor. Suriye'nin İsrail'le anlaşması Türkiye için bir kapı açacaktır. Niye? Çünkü artık İsrail'in Suriye'ye saldırıları duracak orada, kesilecek, o da Türkiye'nin elini daha da güçlendirecek.

Ruşen Çakır: Bu söylediklerin çok önemli. Şimdi başlı başına İsrail ve Suriye gibi yıllarca savaşan iki ülkenin bir tür anlaşma yapıyor olması bir kere başlı başına önemli. Zamanında biliyorsun Erdoğan hükümeti, Erdoğan başbakanken buna talip olmuştu ve çok gerçek dışı gelmişti, Beşar Esad döneminde, yani iç savaş öncesi. Şimdi yıllar sonra bu bir şekilde oluyor ve bunun üzerinden de diyorsun ki, Türkiye ile İsrail'in yakınlaşmasının da bir imkanı olabilir. Bunlar çok önemli tespitler. Bir diğer husus tabii ki ‘‘IŞİD'le mücadele’’ diye ABD'nin paketlediği bir şey var. Koalisyon diyor, Batı koalisyonu ve buraya eş-Şara'nın, yani Şam hükümetinin dahil olması da Beyaz Saray'da konuşulacak. Ama biliyoruz ki onu şu anda esas olarak SDG yürütüyor, değil mi? Şimdi burada anladığım kadarıyla SDG'yi bırakıp Şam'la anlaşma değil, SDG'nin yanına Şam'ı katma perspektifi var. Yanılıyor muyum?
Sarkis Kassargian: Çok doğru söylüyorsun Ruşen Abi. Önce Türkiye ile ilgili şunu söyleyeyim. Daha ileri bir şey söyleyeceğim. Bence Türkiye ile İsrail arasında anlaşma olmuştur ama o anlaşmanın ilanı gelmesinden önce birkaç şey var, çözülecek sorunlar var. Onlardan birisinin de Suriye olduğunu düşünüyorum. Bir de biraz daha komplo olarak görünebilir ama gelecek günlerde bu da daha net belli olacak; Kıbrıs'ta olanlar, yani KKTC'de yeni cumhurbaşkanının ve Erdoğan'ın desteklemediği aday olarak değil de söylem nezdinde bağımsız bir devlet değil de federasyondan yana bir cumhurbaşkanının gelmesi... Bu da bir kapı. Yani bir kapı Suriye'de açılıyor, bir kapı Kıbrıs'ta açılıyor. Son olarak da Tom Barrack'ın söylediği ve aslında Bahçeli'nin de tepkisine yol açtığı şeyi de unutmamalıyız. Yani Tom Barrack böyle bir söz atmak anlamında söylememiştir. İşte Hazar Denizi'nden Akdeniz'e kadar Türkiye-İsrail arasında anlaşma. Bir de Trump, hatırlayacaksın, Birleşmiş Milletler'in Şara ve İçişleri Bakanı'nın terör listelerinden kaldırılması, ardından Amerika'nın yaptırımlarının kaldırılması "Türkiye ile İsrail talebi üzerine yaptık" dedi. Yani Türkiye, İsrail dedi; Suudi Arabistan demedi mesela. Onun için bu anlaşma oturmuştur Ruşen Abi bence. Ama yani bu kadar sorun birikmiş anlamda dururken tutmaz. Onun için önce bu küçücük sorunları halletmek gerekiyor. Şimdi IŞİD'e geldiğimizde, IŞİD'le mücadelede benim gördüğüm iki önemli senaryo var. Bu iki senaryodan hangisi daha güçlü dersen, şimdi onu diyebilirim ama kestiremiyorum bir şekilde işte böyle olacak diye. İki senaryo çiziyorum. Birincisi şöyle: Amerika ciddi olarak bu teröre karşı savaşın devam etmesini istiyordur. Aynı zamanda da Şara'nın bu iktidarda kalmasını istiyordur. Şimdi Şara'yı iktidara, Şam'a ulaştıran, Şam'a ulaştıktan sonra Suriye geçici cumhurbaşkanlığını veren zaten o terör grupları, tırnak içerisinde. Hatırlayacaksın, Aralık'ta bir toplantı olmuştu ve o silahlı gruplar biat etmişti, Şara bir cumhurbaşkanı olarak. Şimdi bugün istenen hiç olmazsa o grupların %80-90'ına karşı savaşmak ve bitirmek. Onun için Şara'nın elinde olan güç yeterli değildir. Onun üzerinden de zaten o SDG'yi işte Suriye Arap Ordusu'na, Suriye Yeni Ordusu'na entegre süreci aslında özünde Suriye'nin yeni ordusu, teröre karşı savaşabilen küçücük ordusu, o büyük ordudan bahsetmiyorum, o küçücük kanadın aslında SDG'ye entegre yaparak teröre karşı savaşmak olduğunu düşünüyorum. Bu sebepten de hem o son dönemde SDG'nin bağımsız birlikler şeklinde orduya dahil olması projesi konuşuldu, ki yine Bahçeli sert bir tepki sergiledi ona karşı. Hem Amerika'nın önceden işte kendisinin donattığı, ettiği o yat var. Yani SDG içerisinde teröre karşı savaşan birlikler. Onların doğrudan Genelkurmaylığına bağlı olacağını ve emirleri oradan alacağını, Suriye genelinde teröre karşı savaşacağını, Tenef üssünde bir ÖSO'ya bağlı birlik var ki onlar doğrudan Amerikalılarla çalışıyor, onların da devreye sokulması ve son olarak da Amerika'nın Şam yakınlarında bir üs kuracağı haberi Reuters'dan gelen haber, ki Suriye resmi medya ajansı onu yalanladı ama ben doğru olduğunu düşünüyorum ve bendeki bilgiler de Amerikalıların o bölgede son bir haftadır çok aktif olarak göründüğü söylüyor. O yerden aldığım, kaynaklardan aldığım bilgiler. Şimdi tüm bunlar bu senaryoyu daha güçlü kılıyor. Ama başka bir senaryo da var. İkinci senaryo da şöyle: Aslında Amerika'nın pek de o teröristlerle ya da o yabancı uyruklu cihatçılarla savaşmak derdinde olmadığını, onu aslında İsrail'in kendisini garantide hissetmesi için Birleşmiş Milletler'in 7. maddesi altında bir yasa çıkartması. 7. madde ne diyor? 7. madde diyor ki: ‘‘Bir risk olduğunda bu kararlara karşı Şam'ın bu kararları uygulamama şüphesi olduğunda, Birleşmiş Milletlerden bir güç Suriye'ye müdahale yapabilir.’’ Şimdi bunun üzerinde Amerika bu maddeye dayanarak Suriye'de kendisi açısından tehlike gören – ki kendisine tehlike görme anlamı İsrail'e tehlike oluşturan anlamında – unsurları temizlemek için orada askeri müdahalelerde belki doğrudan belki de İsrail eliyle müdahale yapması. Gerisi de işte teröre karşı savaş anlamında, yani bunun bir başlık olarak orada kalması. Bu da şu anlama geliyor: Ne SDG ile Şam arasındaki sorun çözülecek ne Şam'la Dürziler arasındaki sorun çözülecek. Hatta biraz Rusya-Ukrayna savaşı bittikten sonra, nefes aldıktan sonra sahilde nüfuzunu daha da güçlendirme anlamında bir hareketliliğe girerse, Şam'la sahil arasında yeniden bir sorun yaşamak ve Suriye'nin Libyalaşması ya da Afganistanlaşması anlamına gelebilir. Bu iki senaryodan şimdilik birinci senaryonun olasılığının daha büyük olduğunu düşünüyorum ama kestiremiyorum.

Ruşen Çakır: Ama hâlâ çok belirsizlikler içerisinde. Peki, şimdi en önemli hususlardan birisi bu yaptırımların kalkması meselesi. Bu tabii ki esas olarak ekonomide büyük bir canlanmayı beraberinde getirecek ve Suriye'nin önünde herhalde çok ciddi bir yeniden yapılanma meselesi var, değil mi? Yani o iç savaşın verdiği bütün tahribat hem inşaat anlamında hem de tekrar sanayinin ayağa kaldırılması falan. Şu haliyle baktığın zaman, tabii eş-Şara'nın geldiğinden bu zamana kadar birtakım hareketler olduğunu biliyoruz. Batılı merkezlerden insanlar geliyor. Şirketlerin de geldiğini biliyoruz, ilgilendiğini biliyoruz. Gerçekten Suriye Batı'yla, ABD ile sorunlarını çözerse çok ciddi bir şekilde dışarıya açılıp, ekonomik olarak ayağa kalkabilen bir ülke olur mu? Bir canlanma olur mu? Yoksa ülkenin bir kısmının istifade edeceği ama büyük bir kısmının kendi belini doğrultamayacağı bir durum mu yaşanır?
Sarkis Kassargian: Şimdi Batı'da ilgilenen çok ama elini cebine koyan yok Ruşen Abi. Öyle bir durum var. Yani herkes ilgileniyor. Çünkü Suriye yeni bir yatırım sahası, alanı. Herkes orada şansını denemeye çalışacaktır. Ama böyle bir sorun var. Önce bu yaptırımlar zaten bu yatırımların gelmesini engelliyordu. Onun için bu yaptırımların kaldırılması Şara açısından önemli. Çünkü iktidarının devam etmesi aslında bu yatırımların gelmesiyle doğrudan ilişkili oluyor. İkincisi de Türkiye de bunu bekliyor. Çünkü aslında Türkiye Şara'yı destekliyor ama ekonomi anlamında, para anlamında destekte bulunamıyor. Hatta aksini arzuluyor. Yani Suriye'ye gelen desteklerden bir pay çıkarmak. Yani orada Türkiye'den gelen şirketlerin vesaire o kalkınma projelerinde yer alması. Bunlar da yani para ister. Para gelmesi lazım. Şimdi bu para da nereden gelecek? Körfez'den gelecek. Bence sorun burada başlayacak. Yani şöyle bir mesele var; kardeşler arasında bile işte o para sorunları bir soruna yol açıyor. Hatta miras kavgaları vesaire falan oluyor.

Ruşen Çakır: Bizim mesela şimdi Türkiye'de Menzil cemaatinin başına geleni biliyorsun. Baba öldükten sonra dört kardeş, en son birbirlerini vurdular yani. Bayağı ciddi yani.
Sarkis Kassargian: Birbirlerini vurdular, hatta camiyi yarıdan şey etmeye kadar gitti bu iş. Onun için diyorum, yani kardeşler arasında bile sorun yaratan para meselesi şimdi rekabette olan ülkeler arasında nasıl meseleler yaratacak, onu çok ciddi olarak takip etmemiz gerekiyor. Yani şimdi mesela ben düşünmüyorum ki böyle yaptırımlar kalktı, hemen Suudi Arabistan, Körfez falan gelip paralarını Suriye'de dökerek işte Türkiye de oraya şirketlerini göndererek o paradan bir pay çıkaracağına böyle umutla bakması Suudi Arabistan'ın ya da bunu kabul etmesi... Rekabet esasında bundan sonra başlayacak. Bugüne kadar Türkiye'ye rekabette bulunan tek taraf İsrail'di. Çünkü bu askerî rekabetti. Yani Körfez'in, öbür Arap ülkelerinin askerî rekabete girme şeyi de yok. Yani öyle bir ne kapasite açısından ne böyle bir güçleri var ne de bir arzuları var. Zaten onun üzerinde de bugün Suriye'de görünmeyen bir hat çizilmiş durumda. Yani Türkiye mesela Hama'nın güney kırsalına kadar inemiyor. Yani hattı orada. Oradan indiğinde İsrail her zaman Türkiye'nin işte burada bir üs kurma projesi falan olduğu haberi çıktığında gidip o üsleri vuruyor. Yani orada bir hat çizilmiş. Şimdi bu askerî rekabete nüfus, ekonomi, yatırımlar, kontratlar, anlaşmalar rekabeti de girecek. Bu da Şara için daha büyük bir sorun olacak. Çünkü Şara'nın böyle bir özelliği var diyelim. Şara bugün pek siyaset yapmak zorunda kalmadı. Niye? Çünkü herkes kendisinin başarılı olmasını istediği için ne söylerse herkes alkışlıyor. Ama bundan sonra o rekabet savaşı başladığında artık ciddi ciddi siyaset yapmak zorundasın. Şara bu siyaseti yapabilir mi? Kesinlikle yapamaz. Ne bir birikim var ne de bir kadro var bu siyaseti yapmak için. Bugüne kadar bence İngilizlerle Türkiye'nin kendisine yol göstermesi üzerinden siyasetler yapıyordu. Şimdi Suudi Arabistan girecek, Mısır girecek. Mısır'ın konumunu çok önemli buluyorum ben gelecek günlerde. Irak, İran, Rusya vesaire her taraftan baskı geldiğinde artık nasıl siyasi sonuçları olacak bu işin, onu bekleyip göreceğiz diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, son olarak şunu sormak istiyorum. Sen demin bir ara bahsettin ama şimdi bu HTŞ'yi oluşturan güçler ya da HTŞ'ye rakip İslamcı gruplar. Geçenlerde biliyorsun Fransız asıllı savaşçılar bir sorun yaşadılar kaldıkları kampta ve yerel polis güçleriyle bayağı bir kapıştılar, ettiler. Hatta Özbekler de onlara destek verdi ama sonra bir şekilde halloldu. Şimdi yaşanan edilen şeylerle cihatçı ideolojisinin vadettikleri arasında dağlar gibi fark var. Yani şimdi Suriye vatandaşı olup bu saflara katılanlar bir anlamda millî bir refleksle Şara'nın yanında olabilirler, hepsi olmasa bile. Ama yabancı savaşçılar özellikle geldiğinde Trump tarafından karşılanan ya da ABD tarafından önü açılan bir liderle iş yapıyor olmayı hepsi pragmatist bir şekilde kabul eder mi, yoksa oralarda birtakım arızalar, tepkiler çıkabilir mi? IŞİD'e yakınlaşma, IŞİD'le iş birliği yapma ya da kendi başına Şara'ya meydan okuma falan böyle iddialar, beklentiler var mı yoksa nasıl olsa o oldu, diğerleri de ona tabi olur diye geçiştirilebilecek bir şey mi bu?
Sarkis Kassargian: Şimdi bu cihatçı gruplar aslında, Türkçe bir deyim vardır: ‘‘Bana yaklaşmayan yılan bin yaşa,’’ öyle devam ediyorlar. Yani, ‘‘Bize yaklaşmıyorlarsa istediklerini yapsınlar. Biz burada tamam, yani işimizi görüyoruz.’’ Şimdi sen bir düşün, Suriye'de bir Fransız kampından bahsediyoruz. Yani durumun ne kadar vahim olduğu anlamak için. Şimdi burada Şara'nın aslında bir danışmanı var, siyasal ve medya danışmanı, ki önceden Katar'ın El Cezire kanalının Afganistan ofis müdürüydü ve Bin Ladin'le çok yakın ilişkileri olan Muvaffak Zeydan adında. O çıkıp yeni bir doktrin ortaya attı. Dedi ki, ‘‘Şara ev Selefiliğini, mezhebini taklit ediyor.’’ ‘‘Ev Selefiliği nedir?’’ diye sorulduğunda ona ‘‘Evin içinde Selefi olarak, evin dışında bir siyasetçi, bazen Selefilikle örtüşen bazen Selefilikle ters düşen adımlar atmak’’ dedi. Çok ilginçti. Şimdi bu ne anlama geliyor? Bu şu anlama geliyor: Yani Amerikalılara bir şey söyleyerek, içeride o cihatçılara başka bir şey söylemeye çalışacağız. Yani onlar ev içi Selefiler. Amerikalılar da ev dışı politikayı izleyen taraflar olarak. Şimdi burada onun için söyledim, eğer Şara üzerinde ciddi bir baskı olmazsa bu cihatçılardan kurtulması için, Şara bu cihatçılarla çarpışmayacak. Yani orada bir çatışma yaşanmayacağını düşünüyorum. Yani onlar orada kalsın. O sınırların içerisinde kalsın. Zaten mesela Fransızların İdlib'den çıkması yasağı gelmişti ondan önce. Özbeklerin mesela Lazkiye'ye girme yasağı gelmiş. Başkalarına başka yasaklar gelmiş. Şimdi onların orada tutulması aslında Türkiye'den başka tüm öbür ülkelerin faydasına. Çünkü Fransa da o cihatçıların dönmesini istemiyordur. Özbekistan da o Özbeklerin dönmesini istemiyordur. Hatta Çin de Uygurların, Uygurcu cihatçıların dönmesini istemiyordur kesinlikle. Yani orada tek tehlikede olan Türkiye, çünkü hemen sınır üzerinde. Ama eğer Şara üzerinde baskılar yapılırsa, "bunlardan kurtulacaksın, bunları temizleyeceksin" diye, o zaman farklı farklı grupların bir araya geldiğini göreceğiz. Çünkü bir yaşam ölüm mücadelesi olacak onlar için. Hatta IŞİD'le bir ortaklık da olabilir orada, bir müttefiklik ilişkisi de doğabilir. Ona karşı da Amerika’nın Şara'yı SDG ile güçlendireceğini düşünüyorum ve SDG'nin bu kadar süredir aslında IŞİD'e karşı savaştığı anlamında bir birikim kazanması ve Amerika'yla ortaklaşa bu işi yaptığı için Amerikalıların SDG'ye bu konuda güvendiğini düşünüyorum. Ayrıca siyaseten baktığımızda, Amerika'nın ve Şara'nın istediği bir şey olacak. Yani Şara açısından kendisini hazmetmeyen, siyasetlerini kabul etmeyen iki grubun birbiriyle çatışması, SDG ile o radikal cihatçıların. Onun için ben buradan yola çıkarak iki senaryo çizdim ve bu iki senaryodan hangisi yaşanacak diye beklemeliyiz dedim. Çünkü ciddi olarak cihatçılara karşı bir savaş olacaksa Suriye'de, Şara SDG'ye entegre olmalı ya da Şara'nın güçleri SDG'ye entegre olmalılar. Ama böyle ciddi olarak bunlar üzerine gidilmeyecek, yalnızca işte onlara sınırlar çizilerek kontrol altında olmalarını sağlama durumu olacaksa, o zaman tabii ki SDG, Dürziler açısından sorunlu bir süreç olacaktır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Sarkis, çok teşekkürler. Evet, gerçekten yarın çok önemli bir buluşma olacak Beyaz Saray'da. Tabii Amerikan Başkanı Donald Trump değil de daha eski tip birisi olsaydı çok daha farklı olurdu. Trump'la neyin ne olacağını kestirmek mümkün olmuyor. Yani pat diye onun sakalını bile sevebilir orada, böyle garip garip şeyler yaşayabiliriz. Çok sağ ol Sarkis. Suriye'de bu ziyaretten neler beklenildiğini, değişik senaryoları bize Suriyeli gazeteci arkadaşımız Sarkis Kassargian anlattı. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.11.2025 Ankara Mazlum Abdi realitesini ne zaman tanıyacak?
21.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş noktayı koydu
20.11.2025 AKP ve CHP’nin İmralı ikilemi: Gitmek de zor kalmak da
19.11.2025 Ağzımız açık Devlet Bahçeli’yi izliyoruz
18.11.2025 Suriye’de “altın oran”ın peşinde
17.11.2025 Demirtaş’ı serbest bırakmak için daha ne bekliyorsunuz?
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
16.11.2025 Bir sivil darbe olarak 19 Mart süreci
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı