Prof. Evren Balta ile söyleşi: CHP iktidara hazır mı?

28.11.2025 medyascope.tv

28 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet Halk Partisi, 39. Olağan Kurultayı’nı yapıyor ve sloganı “Şimdi İktidar Zamanı.” CHP iktidara hazır mı, iktidara gelebilir mi?’’ sorusunu, Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Evren Balta’yla konuşuyoruz. Evren merhaba.
Evren Balta: Merhaba.

Ruşen Çakır: Her şeyden önce, “Şimdi İktidar Zamanı” bence iyi bir slogan, ne dersin?
Balta: Kesinlikle öyle. Çünkü CHP'ye temel eleştirilerden birisi, iktidarı alma, iktidara hazır olma yönünde bir görüntü göstermedikleri, buna hazır olduklarına dair emarelerin çok da ortada olmadığı yönündeydi. Bunu Kurultay’ın temel sloganı yaparak, bu Kurultay’ın da o iktidar hazırlığının ana momentlerinden birisi olduğunu söylemiş oluyorlar.

Ruşen Çakır: Özgür Özel’li CHP, tabii ki Ekrem İmamoğlu'nun liderliğiyle beraber, 31 Mart'ta çok büyük bir başarı gösterdi. Siz de Behlül Özkan'la beraber bazı yerlerde saha çalışması yaparak bunun nedenine bakmıştınız. 31 Mart'ta yakalanan ivmeyi koruyabilmek zaten zordu. Nitekim kısa bir süre sonra kamuoyu araştırmalarında oylarının azalmaya başladığı görüldü. Sonra da 19 Mart süreci yaşandı. 31 Mart'ı, Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu ikilisinin miladı olarak almak bence yanlış olmaz. Oradan kıyasla, CHP, üzerine ne ekledi, neleri muhafaza edemedi? Bu konudaki gözlemin nedir?
Balta: 31 Mart'tan yaklaşık bir yıl sonra 19 Mart süreci yaşandı. Dolayısıyla yerel yönetimlerin yönetebilme kapasitesi hem kayyumlarla hem dava süreçleriyle ciddi anlamda kısıtlanmış oldu. Bu 19 Mart sonrası gelişen durumda, yani ‘’CHP iktidara gelirse yönetebilir mi?’’ meselesinde, seçmen nezdinde bir kaygı yaratmak vardı. ‘’CHP seçimleri kazanırsa yönetebilecek mi?’’ kaygısının seçmende ne kadar kaldığı bence önemini koruyor. CHP kadrolarının ‘’ben iktidara gelebilirim, yönetebilirim, seçimleri kazanabilirim. Seçimleri kazandıktan sonra da bu ülkenin hükümeti olma ihtimalini devam ettiriyorum’’ tarzındaki siyaseti bence hâlâ çok önemli. Önemli dönüşümlerden birisi bu. Türkiye'nin seçmen açısından da bir normal seçim sürecinden, muhalefet aktörlerinin ve özellikle CHP'nin, iktidar ve yargı tarafından çevrelendiği bir sürece geçmiş olması ve bunun seçmen nezdinde, özellikle seçimler yaklaştığında bir kaygı yaratabilme ihtimali yüksek.
İkincisi, 19 Mart ve sonrası süreç, özellikle parti içerisinde olağanüstü bir kurumsal hareketlilik yarattı. Bunu hem bir risk hem de bir fırsat olarak görebiliriz ya da öyle okuyabiliriz. Özgür Özel, 19 Mart’tan sonra dördüncü kez Başkanlık için tek aday ve yarın dördüncü kez seçilecek. Yanılmıyorum değil mi? Bu herhangi bir siyasi parti için olağanüstü bir kurumsal hareketlilik. Partinin içerisinde yeniden tekrarlanan il kongreleri, delege tartışmaları, Kemal Kılıçdaroğlu ile yaşanan gerilimler ve bütün bunlara rağmen Özgür Özel liderliğindeki CHP'nin devam edebilmiş olması, kendi kurumsallığını korumuş olması, arka arkaya gelen seçimlerde yeniden ve yeniden genel başkanlığı kazanması, kendi listelerini neredeyse hiç delinmeden Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliklerine getirmesi çok önemli gelişmeler. Ama aynı zamanda partiyi çok yoran ve yine seçmen nezdinde partide bu kadar gerilim varken, ‘’acaba nasıl olacak da CHP yönetecek?’’ sorusu, kaygıyı arttıran gelişmeler olarak da görülebilir. Aslında bugün başlayan Kurultay, yarın yapılacak seçim süreci ve bunun bir programla eklemlenmesi, CHP'nin yeni bir programla seçmenin karşısına geliyor olması ve “Biz sadece reaksiyon veren bir parti değiliz, aynı zamanda bütün bu olağanüstülük içerisinde bir siyasal söylem, siyasal hareket ve geleceği yönetme becerisine de sahip bir kadro hareketiyiz, büyük bir siyasal hareketiz” deme çabası olarak görmek lazım. Yani, CHP'nin savunmacı bir pozisyondan, daha ön alan bir pozisyona doğru yönelmesi olarak görmek lazım. Bir de, bence 31 Mart'tan sonra 19 Mart kırılmasıyla birlikte en önemli dönüşüm, Özgür Özel'in CHP içerisindeki liderliğini ve hatta Türkiye tarihinin önemli siyasal liderlerinden birisi olma pozisyonunu pekiştirmesi oldu.

Ruşen Çakır: Biliyoruz ki CHP iktidara yürüyüşünü bir anlamda belediyeler üzerinden yapmayı planlıyordu. Yani belediyeleri bir tramplen gibi kullanma planı vardı. İktidarın da 19 Mart Operasyonu’nu yapmasının temel nedenlerinden birisi, öncelikle Ekrem İmamoğlu'nu, ama genel olarak CHP'yi buralardan sıkıştırmaktı. Neredeyse bir yıla yaklaşan bir operasyon, çok sayıda tutuklu belediye başkanı, dört bin sayfaya yakın bir iddianame var.  İktidarın, bütün imkanlarıyla CHP belediyeleri hakkında yaratmaya çalıştığı bir imaj var.  Bir bilanço yapmanı istesem, CHP’nin, belediyeler üzerinden iktidara yürüme hamlesi, 19 Mart sonrasında yaşananlarla nasıl olumlu ve olumsuz etkilendi? Olumlu yönleri de muhakkak vardır.
Balta: Sen de biraz evvel bahsettin, Behlül Özkan'la birlikte, genel olarak Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kalesi olarak gözüken, CHP'nin daha önce hiç kazanamadığı yerlere, belediyeleri kazandığı illere gittik. Seçmenin neden CHP'ye oy verdiğine dair buradaki önemli önemli motivasyonlardan birisi, CHP'li belediyelerin özellikle 2019'da Ankara'nın ve İstanbul'un kazanılmasıyla birlikte, iktidara rağmen, güçlü hizmet getirme ve yönetebilme becerisine dair seçmende güçlü bir kanaat oluşmasıydı. Bu illerdeki seçmenler bize, ‘’ne olursa olsun, iktidar ne yaparsa yapsın, merkez, yerel yönetimlerin kaynaklarını kesse bile, bu belediyeler kendi yerel kaynaklarını geliştirme gücüne sahipler. Dolayısıyla, iktidarla ya da merkez hükümetle yerel hükümet arasındaki gerilimin bu kadar yüksek olması, bize hizmet gelmesini engelleyecek bir faktör değil’’ duygusu vardı. Başka şeyler de var tabii ki, ama genel hoşnutsuzluğu bir kenara bırakarak bunu vurgulamak istiyorum.
Benim kanaatim, seçmen nezdinde şöyle ikili bir durum ortaya çıkmış olabilir: ‘’Seçim kazandırmazlar ya da seçim kazansa bile, Cumhuriyet Halk Partisi yönetemeyebilir, yönetmesine engel olurlar ya da yerel yönetimlerin yönetememesi gibi bir durumun veya en genel anlamda ‘’hiçbir parti birbirinden aslında farklı değilmiş, onlar da bunlar da yolsuzluk yapıyor’’ gibi, iktidarın arzu ettiği hissin, seçmen nezdinde yaygınlaşmasını bir risk faktörü olarak sıralayabilirim. Bence şöyle önemli bir şey de var: Yerel seçimlerde, iktidar seçmeni, milliyetçi ve muhafazakâr seçmen ya da geleneksel olarak CHP'ye oy vermeyen seçmen de iktidarın politikalarından hoşnutsuz olduğundan, iktidarı dengeleyebilmek için aslında ikili bir tercih kullanıyordu: ‘’Genel merkezi yönetimde iktidara, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy veririm. Yerel yönetimlerde Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy veririm. Böylelikle hem merkezi yönetime uyarı göndermiş olurum hem de aslında bir denge mekanizması yaratırım’’ gibi bir his de vardı. 19 Mart sonrası yaşanan süreç, şöyle bir dönüşüme yol açmış olabilir: ‘’Türkiye'de iktidar değişmeden, bütün bunların normalleşmesi ve belediyeleri muhalefet partilerine vererek iktidarın dengelenmesi mümkün olmayacak. Dolayısıyla benim, merkezi idarede iktidara, yerel yönetimlerde muhalif belediyelere oy verme yönündeki ikili tercihim aslında çok da işleyecek bir strateji değil. O nedenle, Türkiye'nin normalleşebilmesi için aslında belki de tercihimi tamamen muhalefetten yana kullanmalıyım” gibi bir hisse de kapılabilir, ki böyle seçmen grupları ve seçmenler vardı. Seçimlerden önce seçmenlerin tercihleri, hangi kaygılarla oy verdikleri ve neler yaptıkları çok değişecektir. Ama ben böyle bir ikili yönelimin mümkün olabileceğini, bir yandan CHP'nin yönetip yönetemeyeceğine dair kaygıların artacağını, öte yandan da iktidarı kısıtlayacak başka herhangi bir mekanizmanın kalmadığına dair kaygının artacağını görüyorum. Bu iki merkezkaç mesele ya da seçmenin kaygısı, bence, seçimden önceki seçmen duygusunun önemli motivasyonları olacak.

Ruşen Çakır: CHP'nin çok dillendirmek istemediği önemli bir husus var. Türkiye'de Başkanlık sistemi var ve iktidara gelmek için, esas olarak Cumhurbaşkanı seçilmek gerekiyor. CHP'nin bir aday meselesi var. Ekrem İmamoğlu'nun önünde bir yığın barikat olduğunu biliyoruz; diploması yok, hakkında açılan davalar var. CHP'ye hep “Adayınız kim?” dayatması yapılıyor ve CHP de “Adayımız Ekrem İmamoğlu” diyor. Benim anladığım kadarıyla, seçim aşaması gelene kadar başka isim telaffuz etmeyecekler. Ekrem İmamoğlu'nun mağduriyeti nedeniyle ona gelen birtakım artılar olabilir. Ama öte yandan, yönetmeye ve başkanlığa aday ismin cezaevinde olması, sosyal medya hesaplarından, sesine kadar her türlü şeyin engellenmesi durumunu CHP daha ne kadar taşıyabilir?
Balta: ‘’Ne kadar taşıyabilir?’’ konusunu daha kuramsal ve genel olarak söyleyebilirim ama CHP'nin stratejik yönelimi açısından ya da nasıl ilerleyeceği konusunda kendi açıklamaları üstünden bakarsam, görünen o ki bedeli ne olursa olsun bunu taşıma yönünde CHP kadrolarının ve yönetiminin bir iradesi var. Bu iradeyi şöyle değerlendirmek lazım: Mesela bu son Kurultay sürecinde, Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi, bir biçimde CHP'nin kurumsal yapısının da bir parçası haline geldi. Bugünkü Kurultay sürecinde, CHP iktidar olana kadar ya da seçimler gelene kadar, eskiden Merkez Yürütme Kurulu’na bağlı olarak çalışan Gölge Kabine’nin de, yani seçilecek olan cumhurbaşkanıyla birlikte çalışacak bakanların da Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’ne transfer edilmesi kararlaştırıldı. Özgür Özel'in de, Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’ne ve Gölge Kabine'ye başkanlık etmesi kararı verildi. Bir yandan Cumhurbaşkanı adayı resmi olarak Ekrem İmamoğlu, ama senin de dediğin gibi hapiste. Ama öte yandan, bir Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi ve partiye paralel bir yapı olan Gölge Kabine var. Özgür Özel, hem partinin Genel Başkanı hem de aynı zamanda bu kurumsal yapının da başında olacak. Benim gördüğüm kadarıyla, ‘’adayın olmaması gerilimini, fiili olarak, o adaylık sürecine ya da seçim sürecine giden yolda, Özgür Özel'in oradaki yürütme kapasitesine ya da adaylık ve seçim sürecine başkanlık yapmasıyla çözmek istiyorlar. Bir mesele bu.
İkincisi, kanaatimce ve sanıyorum CHP'nin kendi iç değerlendirmesine göre de, adayın şu anda tartışılması, CHP'nin, zaten içeriden ve dışarıdan gelen baskılar ve gerilimler nedeniyle şu an son derece kırılgan olan dengelerini kalıcı ve ciddi bir biçimde de bozabilecek tartışmalardan birisi. Dolayısıyla, bu, seçime ne kadar yakın yapılırsa, CHP'nin bu süreci o kadar sağlıklı bir biçimde taşıyabileceği varsayılıyor. Senin söylediğin “Bunu daha ne kadar taşıyabilir?” meselesinde, aslında taşıyabilmesinin yolunun, şu an hapiste olan Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nu resmî aday olarak, resmî olmasa da CHP'nin seçilmiş adayı olarak orada tutmak, adaylık tartışmasını o dönem içerisindeki koşullara göre belirlemek, bütün bunları bu şekilde planlayıp, ama bir yandan da Cumhurbaşkanlığı Adayı Ofisi ve Özgür Özel'in Gölge Kabine’ye başkanlık yapması yoluyla da hem hükümet programını hem seçim çalışmalarını yürütmek şeklinde bir yol haritası var gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Gölge Kabine dedin de, öteden beri konuşulan bir husus olarak CHP'nin kadroları, ‘’CHP'nin yüzleri’’ meselesi var. 19 Mart'la birlikte Özgür Özel çok popüler oldu, bayağı ciddi bir liderlik sınavı verdi. Ama CHP'de var olan diğer yönetici isimlerden hiçbirisi öne çıkmadı ya da çıkamadı. Tercih mi edilmedi yoksa başarılamadı mı, onu bilemiyorum. Şahsen, önceki ‘’Gölge Kabine’’ meselesinin de çok başarılı olduğunu söyleyemem. Böyle bir yapı var ama ne yaptı, neye müdahil oldu? Mesela, yerel seçim sonrası o ‘’normalleşme’’ sürecinde bakanlarla görüşmeler oluyordu biliyorsun. Kendilerini orada gördük, ama onun dışında göremedik. CHP'nin, hâlâ kadrolar, yeni yüzler ya da var olan yüzlerin popülerleşmesi gibi bir sorunu yok mu?
Balta: Kesinlikle var. CHP'nin çözmek istediği, çözmek zorunda olduğu önemli meselelerden birisi bu zaten, ki bu da yine pek çok tartışmaya da yansıdı. Program açıklandı. Gölge Kabine de açıklandığında, programa paralel olarak, Gölge Kabine’nin nasıl bir kadroyla ilerleyeceğini de göreceğiz. Özellikle Türkiye siyaseti için şöyle söyleyebilirim: Kâğıt üstünde harika planlarınız olabilir, çok muhteşem bir plan ve program yapmış olabilirsiniz, seçim stratejiniz tamamen çağdaş ve günün gerekliliklerine uygun olabilir. Ama bunun iletişimini yapacak, toplumsal olarak meşruiyeti yüksek, tanınan, aynı zamanda uzmanlığı olan, ama siyasetçi yönü de güçlü, birden daha çok kadrolara ihtiyacınız vardır. Bunu sadece CHP için söylemiyorum, bunu bütün siyasal hareketler için söylüyorum. Bir siyasal hareketin tek bir kişiyle, hele ki Türkiye'nin böylesi koşullarında, bir inandırıcılık sağlama potansiyelinde zorluklar çıkabilir.
Yine genel olarak söyleyeyim: Dünya siyasetinin de Türkiye siyasetinin de yapısal olarak siyasetçi üretmekte zorlukları var.  Bu işi yapabilecek insanlar bu işi yapmıyorlar, yapmak istemiyorlar, siyasete girmek istemiyorlar. Girenler çok ciddi baskıyla karşılaşıyorlar ve o baskı sonrasında geri adım atmak zorunda kalıyorlar. Parti içinde kimi gerilimler, bu işi yürütebilecek insanların öne çıkmasına, yürütmesine ve sırtlayıp götürmesine bir biçimde ket vurabiliyor. Pek çok sistemik ve yapısal sorunu var. Ama Türkiye'nin ve dünyanın bu koşullarında, bu sistemik yapısal sorunları nasıl çözeceği -kişisel sorunlar da olabilir, yapısal sorunların kişisel sorunlara dönmesi de olabilir, başka sorunlar da olabilir- ve siyasetçi kadrosunu nasıl geliştirmesi gerektiğini de her siyasal partinin, ama özellikle CHP'nin bunu gündemine alması lazım. Gölge Kabine açıklandığında da bakacağız, ‘’CHP'nin öne çıkardığı kadrolar kim, kimlerle ve nasıl ilerliyor?’’ sorusuna bir biçimde yanıt olacak. Ama partide birden fazla görevin alınmaması, yani milletvekillerinin hem Parti Meclisi’nde hem Gölge Kabine’de yer almaması gibi önemli bir değişiklik yaptılar sanırım. Bunun nasıl işleyeceğini şahsen merak ediyorum. CHP'nin, orada siyasi bir aktörün bütün kanalları merkezileştirmesinden daha ziyade, daha fazla aktörün yer alabildiği, daha geniş bir kurumsal mimari konusunda da bir arzusu var gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: CHP, bir kayyum meselesi, mutlak butlan meselesi yaşadı. Hâlâ, İstanbul binasına ‘’ben il başkanıyım’’ diye giden birisi var. Ama CHP bunları büyük ölçüde hem direnerek hem de birtakım hukuki önlemlerle ya da kurultay yaparak bertaraf etti ve zaten mahkemeyi de kazandı. Ama iktidarın CHP'yi içeriden rahatsız etmek istediği çok açık ve buna çok çalıştıklarını biliyoruz. Mesela daha önce, “Kemal Kılıçdaroğlu partinin başına geçerse, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ayrı parti kurar mı?” deniyordu. Şimdi tam tersi, ‘’Bu kişiler yeni parti kurar mı?’’ diye konuşulmaya başlandı. ‘’Kursalar etkili olur mu?’’ diye soran yok. Etkili olacağını pek sanılmıyor ama yine de bir sıkıntı olacaktır. Özgür Özer'in son günlerde verdiği röportajlara bakıyorum, o da artık parti içindeki bu muhalefet unsurlarına karşı biraz sesini de yükseltmiş durumda. Ne dersin, yeni kopuşlar olur mu? Çünkü yakın zamanda oldu. Mesela Mustafa Sarıgül’ün de, Muharrem İnce’nin de partisi vardı, hepsi sonra tekrar geri geldiler. Ama böyle bir potansiyel görüyor musun ve etkisi olabilir mi? 
Balta: Aslında ‘’Etkisi olabilir mi?’’ diyerek cevabını verdin. CHP içerisinden, zaten daha önceki kurultay süreçlerinde yine Sarıgül, Muharrem İnce gibi kopuşlar ve kendi partilerini kurma girişimleri oldu. Yine buna ikili yanıt vereyim. Yanıtlardan bir tanesi şöyle: Türkiye'nin seçim aritmetiği, özellikle başkanlık, cumhurbaşkanlığı sisteminden beri çoğunlukçu bir aritmetik ve eğer Anayasa değişikliğiyle bu çoğunlukçu aritmetik değişmezse ya da Anayasa tartışmalarıyla cumhurbaşkanı seçimlerinin başka şekillerde düzenlenmesi konusunda yeni adımlar atılmazsa, bu çoğunlukçu aritmetik devam edecek. Ne demek çoğunlukçu aritmetiğin devam etmesi? Bu aritmetik aslında seçmen bloklarının, hele de iki turlu bir seçim varsa, birbirine rakip iki büyük parti etrafında isteyerek ya da istemeyerek bir biçimde bloklaşması anlamına geliyor. ‘’İstemeyerek’’ dedim çünkü bence Türkiye'deki en önemli eğilimlerden birisi, negatif taraftarlık. Seçmenlerin önemli bir kısmı siyasal partilere, onlar kendisini temsil ettiği için, çok sevdikleri için, çok büyük bir yakınlık duydukları için değil, aslında karşı tarafın kazanmasına engel olmak ya da karşı taraftan olan hoşnutsuzlukları oy verdikleri partiden olan hoşnutsuzluklarından daha fazla olduğu için oy veriyorlar. Bu aritmetik devam ettiği sürece, CHP içerisindeki bölünmeler, parçalanmalar, seçmen aritmetiği ve seçimlerdeki oy verme davranışı açısından çok büyük bir anlam ifade etmeyecek. Belediye seçimleri, Türkiye'deki seçmen gruplarının bu iki parti ve HDP/DEM çizgisinde büyük oranda aslında konsolide olmaya başladığını göstermişti.
İkincisi, bence 19 Mart ve sonrası, senin de söylediğin gibi Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden CHP içerisinde yürüyen gerginlik ve iktidarın bu gerginliği, Gürsel Tekin’in kayyum atanması gibi çeşitli yargı organlarıyla destekliyor pozisyonda gözükmesi gibi bir genel durum, seçmen nezdinde, “bu parti birbirini yiyor, içeride bir konsolidasyon yok, herkes herkesle kavga halinde. Partinin yönetme kapasitesi zayıf” gibi bir etkiye yol açıyor.  Oradaki etkiyi, bu hissi yaygınlaştırmak ve köklendirmek üzerinden düşünmek gerekiyor. Yani gerçek bir seçmen geçişi anlamında değil, partinin kendi içinin kaynayan bir cadı kazanı olduğu hissini seçmene geçirmek üzerinden düşünmek lazım. Eğer seçmen bu hisse kapılırsa, bu sefer ya sandığa gerçekten gitmiyor ya da öbür tarafın aslında en azından yönetebildiğine dair bir hisse kapılıyor. CHP'nin mevcut yönetiminin son dönemde yapmaya çalıştığı, ki Özgür Özel “Biz bunun olduğunun farkındayız. Parti içerisinde kavganın olmadığı, bir konsolidasyonun mümkün olduğunun işaretlerini seçmene sürekli vermek istiyoruz” diye açıkça söyledi. Tabii Kemal Kılıçdaroğlu hâlâ itiraz edebilir ve mahkemeye gidebilir, ama aslında onu kimin verebildiği, ne kadar iyi verebildiği, CHP'nin kendi içerisinde anlaşan, birbirine tutunan bu varoluşsal krizi, içerisindeki bütün gerginliklere ve çatlaklara rağmen birlikte aşmaya aday bir kadroyu yaratabildiğinin ve ‘’o kadro konsolidedir ve Türkiye'yi yönetmeye adaydır’’ hissinin verilebilmesi çok önemli. Etkinin ne olduğunu da biraz bu siyasal mücadele belirleyecek diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak İmralı meselesini de konuşalım. Bir iddiaya göre, CHP'nin, bunun Kurultay öncesi yapılmasını istemediği söylendi, ama sonra CHP'liler yalanladılar. Ama biliyoruz ki CHP tabanı ve kadrolarının büyük bir kısmı, anladığım kadarıyla şu ya da bu nedenle, en basitinden Erdoğan'ı zor durumda bırakmak için bunu istemiyordu. Sonuçta İmralı’ya gidildi ama pek bir açıklama yapılmadı. Ama bugün Gülistan Kılıç Koçyiğit, Mezopotamya Haber Ajansı'na bayağı uzun bir röportaj verip neler konuşulduğunu anlatmış. Açıkçası, çok olağanüstü, ağzı açık bırakacak şeyler yok, ama birtakım bilgiler de veriliyor. En azından sorunsuz geçtiğini biliyoruz. Öcalan bir yerde "Keşke CHP'de olsaydı" demiş, onu da aktarmış Gülistan Koçyiğit.  Sen buradan nasıl bir sonuç çıkartıyorsun? CHP'nin bu hamlesi doğru muydu? Yaptığı hesap tuttu mu, yoksa bu CHP'ye zarar mı verir?
Balta: ‘’Bunun anlamı ve sonucu nedir?’’ gibi konuları, belki birtakım kriterler üstünden tartışmak lazım. Ben senin de yayınlarını, oradaki farklı pozisyonları izliyorum. CHP'nin bu sürece katılması aslında çok da ciddi bir tartışmaya dönüştü. Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben bunun bitmiş, kapanmış bir süreç olduğunu görmüyorum. Özellikle süreçle ilgili daha önümüzde çok yol var. Alınan pozisyonların değişebileceğini, ittifakların kayabileceğini ve bütün bunların aslında ucunun çok açık olduğunu düşünüyorum. Tabii ki önümüzde çok da uzun bir süreç yok, ama yine de çok da kısa ve bugünden yarına tamamlanacak bir süreçten de bahsetmiyoruz. Birtakım kriterler dedim, biraz onu toparlamaya çalışayım. Bu çok kolay bir konu değil. Kolay bir konu olmadığı için de aslında farklı farklı pozisyonlar var. Toplumsal sürecin, toplumsal meşruiyetin topluma kabul ettirilmesi ya da sürece dair güven konusunda, bugüne kadar çok şey yapılmadı, iktidar da bunu yapmayı çok tercih etmedi. Bunu, daha Meclis’in içerisinde, siyasal aktörler arasında bir süreç olarak yürütmeyi seçti ve bunun geniş bir toplumsallığa ulaşmasını tercih etmedi. Ama bu, sürecin bir meşruiyete ihtiyacı yok demek değil, bu meşruiyete ihtiyacı var.
Benim tartışmalardan gördüğüm, takip ettiğim, bütün aktörlerin söylediklerinden gördüğüm, o geniş meşruiyet için, hele de bu toplumsallaşma koşullarında, CHP'nin bu adımlara katılması şart. CHP'nin şart olması, aslında CHP'ye çok ciddi bir pazarlık gücü veriyor. Uzaktan bir okumayla söylüyorum, benim kanaatim, CHP bu pazarlık gücünü iki yönlü kullanabilir. Nasıl kullanabilir? Sürecin şeffaf ilerlemesi, toplumsallaşmanın olması, demokratik reformların buna eşlik etmesi ve genişlemesi konusunda kullanabilir. Ya da bu süreci bozmak, geriye döndürmek, veto etmek ve daha milliyetçi bir hatta götürmek için kullanabilir. Yine bir adım geri çekiliyorum ve uzaktan bir mesafeyle benim gördüğüm şey şu: CHP, sembolik açıdan aldığı bu önemli kararı, aslında süreci bozmak ve veto etmek için değil, oradaki pazarlık gücünü arttırmak için kullanıyor diye düşünüyorum. Niye böyle söylüyorum? Çünkü Komisyon’dan çekilmiyor, oradaki tartışmaların ya da oraya gidilmesinin yanlış olduğunu söylemiyor, Komisyon’un İmralı'ya gitmesine bir gayrimeşruluk atfetmiyor, sadece, ‘’ben gitmeyeceğim” diyor. Oradaki Kürt meselesinin eşit yurttaşlık, demokrasi üzerinden çözülmesi gerektiği konusundaki ve daha geniş hak talepleri içeren eskisinden çok farklı pozisyonunu her adımda tekrarlıyor. Bu pozisyonda kalıp, bu pozisyon üzerinden o müzakereye ve sürece meşruiyet verme pozisyonunu korursa, aslında belki de tam tersi bir sonuca da yol açabilir. Yani sürecin genişlemesine ya da sürecin tanımının genişlemesine yönelik bir adım olarak da görülebilir. Ama yine en başta söylediğim şeyi söyleyerek tamamlayayım: Bu, o yolun nasıl yüründüğüne ve tarafların birbirleriyle nasıl diyalog kurduklarına bağlı olacak. ‘’CHP süreci bozuyor, bunu yapmamız her şeyi altüst etti, milliyetçi, ulusalcı bir yöne savruldu’’ gibi bir şey yaparsa, zaten CHP'nin içerisindeki o damar belki de güçlenebilir. Sürecin ilerlemesi için, aktörlerin hepsinin, aslında birbirlerinin farklı kaygılarının ne olduğunu bilerek, birbirlerini o sürecin içerisinde tutabilecek bir müzakere zemininde kalmaları önemli. Nasıl, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kaygıları var, Cumhuriyet Halk Partisi'nin de kaygıları var. Dolayısıyla ‘’o kaygıların giderilmesi kadar, bu kaygıların da giderilmesi önemli’’ diyen geniş bir müzakere zemini ve o geniş müzakere zeminini ve barış sürecini toplumsal olarak genişletecek birtakım adımların atılması önemli. Bu, pozitif bir yorum.
Negatif yorumun bir kısmını söyledim, şunu da söyleyeyim: Oyun dışı kalmak, sürecin dışında kalmak gibi tehlikelere işaret edenler de var. Biraz evvel söylediğim gibi, bunun çok da mümkün olduğunu düşünmüyorum. Çünkü hakikaten o toplumsallaşmanın olmadığı koşullarda, CHP'nin en az yüzde 30 çıkan desteğiyle, Zafer Partisi ve irili ufaklı güçlü milliyetçi partilerin olduğu bir ülkede, oradaki sürecin meşruiyetini sağlayacak, konuşulabilir bir aktör olarak CHP'nin orada kalmaya devam etmesi, bence bütün aktörler açısından son derece önemli.

Ruşen Çakır: Evren noktayı koyalım. Nasıl bitirmek istersin? Başlığımıza tekrar gönderme yaparak senden, kısa bir özet rica etsem? CHP gerçekten iktidara hazır mı?
Balta: İktidara hazır olmaya hazırlanıyor. Kuşkusuz bunun önünde daha çok yol var. CHP'nin programına da baktığınızda görüyorsunuz, 20. yüzyılda ruhu olan, ama 21. yüzyılı da bir biçimde içine almış bir program taslağı var. Ama program taslağının içerisinde iktidara gelmenin somut adımları yok. Seçim programlarının, strateji belgelerinin, kadroların hazırlanması, bunun iletişiminin halkla yapılması, iktidara geldiğinde ilk 100 günde neleri değiştireceğini, en temel değişiklik önerilerinin nasıl yapılacağının konuşulması, hangi ittifaklarla ve siyasal partileri içererek seçime gidileceğinin yeniden düşünülmesi gibi, CHP'nin önünde seçime giderken çok zorlu görevler var. Ama bugünkü Kurultay ve program süreci, Özgür Özel'in yeniden seçilmesi ve o Kurultayı çerçeveleyen, CHP'nin iktidar arzusunu ifade eden slogan, aslında önemli bir adım olarak görülebilir.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Evren. Özyeğin Üniversitesi'nden Prof. Evren Balta’yla “Şimdi iktidar zamanı” diyen CHP'nin, gerçekten iktidara hazır olup olmadığını konuştuk, tartıştık. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
07.12.2025 Hayır, boşuna çiğnemedik
06.12.2025 Fethullahçılık varlığını nasıl sürdürebiliyor?
05.12.2025 Türk’ün Türk’e, Kürdün Kürde propagandası
04.12.2025 Muhalefet seçimlere hangi medyayla girecek?
03.12.2025 Özgür Özel mucizesi sürüyor
03.12.2025 CHP oyları yüzde 40'a yaklaşıyor! | Hatem Ete, PanoramaTR'nin Kasım 2025 araştırmasını anlatıyor
02.12.2025 Sürecin toplumsallaşmasını kimler engelliyor?
01.12.2025 Fethullah Gülen 2018’de kendisine sunulan 30 maddelik şeffaflık bildirgesini neden reddetti?
30.11.2025 CHP mucizesi sürüyor
30.11.2025 Bir Kılıçdaroğlu klasiği: Hesap vermeden hesap sorma
07.12.2025 Hayır, boşuna çiğnemedik
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı