Prof. Bahadır Erdem anlatıyor: İYİ Parti’den neden istifa etti?

20.11.2023 medyascope.tv

20 Kasım 2023’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Prof. Bahadır Erdem stüdyoda konuğumuz. Kendisi uluslararası hukuk uzmanı ve bir öğretim üyesi. İYİ Parti’de siyâsete girdi. Girer girmez de Genel Başkan Yardımcısı oldu. Ayrıldığında artık Genel Başkan Yardımcısı değildi, sâdece Genel İdâre Kurulu (GİK) üyesiydi. Sonuç olarak kısa denebilecek bir İYİ Parti mâcerâsı oldu. Kendisiyle bu konuları konuşacağız. Hocam, hoş geldiniz.
Bahadır Erdem: Hoş bulduk Ruşen Bey.

Çakır: Kısa olduğunu söyledim, ama ne kadar sürdü?
Erdem: Üç yılı geçti. 2020 Eylül’den îtibâren.

Çakır: Açıkçası, ben gazetecilik gereği bu hareketleri sürekli izleyen birisi olarak, “İYİ Parti merkezde bir parti mi olacak, yoksa MHP’nin devâmı ya da rakibi mi olacak?” sorularını sorarken, sizin ve birkaç kişinin daha partiye katılmasını, “merkez” iddiasının göstergesi olarak gördüm. Anladığım kadarıyla siz de bu düşünceyle İYİ Parti’ye gittiniz.
Erdem: Aynen öyle. Sayın Genel Başkan dâvet etmişti ve sevgili arkadaşım Prof. Ümit Özlâle ile birlikte aynı gün katıldık İYİ Parti’ye. İkimiz de kurultaya gittik. Sonrasında Genel İdâre Kurulu üyesi ve Genel Başkan Yardımcısı olduk. Ben de Hukuk ve Adaletten Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. Sayın Genel Başkan dâvet etmişti ve bu dâvet için de ben gerçekten teşekkür ederim. Çünkü siyâsete İYİ Parti ile girdim ve bir hukuk hocası olarak zaten ekranlarda devamlı konuşan, referandum sürecinde aylarca “Hayır” oyunu televizyonlarda canhıraş, kavga dövüş savunan bir hukuk hocasıydım ve her zaman görüşlerimi açıkça söylüyordum.

Çakır: Bir de 15 Temmuz deneyiminiz var, değil mi?
Erdem: Evet, o sırada CNN Türk’te canlı yayındaydım. “Böyle bir şey olur mu? Demokrasi kesintiye uğrar mı? 21 yüzyılda Türkiye buna lâyık mıdır?” diye isyan edince, herhalde merkez medyanın görüş alanına girdik. Yani demem o ki, ben hukukçu olarak hep doğruları savunan, vatandaşlık hukukçusu da olarak bir anlamda anayasanın bu kısımlarıyla da ilgileniyordum. Siyâsete girince, siyâsette kendimi görmüş oldum; bir faydam olup olmadığını gördüm, çalıştım. Bunlar bir imkândır. Sayın Meral Akşener, beni İYİ Parti’ye çağırarak bu imkânı yarattı.
Benim İYİ Parti’ye gelmem, tabiî ki Sayın Genel Başkan’ın fikrinde, İYİ Parti’nin merkeze oturması, bir merkez sağ parti olarak yönünün belirlenmesiyle doğrudan bağlantılıydı. O dönemde benim ve Sayın Ümit Özlâle’nin getirilmesinin amacı buydu. Mâlûm, siyâsette her hareketin, yapılanın yapılmayanın, sessiz kalmanın bir mesajı vardır. Bizim de dâvet edilmemizin mesajı buydu ve bu, zannediyorum Sayın Genel Başkan’ın, Meral Hanım’ın aklında olan bir şeydi. O zaman bana ihtiyaç vardı İYİ Parti’de; ihtiyaç çerçevesinde, partiyi merkez sağa oturtmak, AK Parti’nin iktidardan seçimle yenilerek yeniden Türkiye’de hukukun üstünlüğünün parladığı bir döneme, yönetime geçmek için çalıştık. Muhâlefet ittifâkı olarak berâber çalışıldı ve o dönemde Hukuk Başkanı olarak gerçekten emek verdim. Televizyonlarda ve her mecrâda, inandığım şekilde İYİ Parti’yi ve Sayın Genel Başkan’ı savundum. Sonuçta seçim maalesef kaybedildi. Bütün bu çabalar, muhâlefet seçmeninin –ve tabiî ki bizlerin de– ümidi, umûdu seçimlerde karşılığını bulmadı. Az bir farkla, %1,5 puan farkla kaybettik. Ama zâten Türkiye’nin gerçeği bu. Kazanan herkes zaten %1, %1,5’la seçimi alıyor. Maalesef Türkiye’yi bu sisteme getirdiler ve maalesef seçim kaybedildi. 
Seçimden sonra da bana ihtiyaç duyulan, benim fikirlerime ihtiyaç duyulan, yani ben ya da bir başka arkadaşla kastedilen, “Onun savunduğu nedir? Fikri nedir? Siyâsete ya da Türkiye’ye bakış açısı nedir?” gibi düşüncelerin, artık benim çağrıldığım dönemde olduğu gibi İYİ Parti’de geçer akçe olmadığını gördüm ve dolayısıyla yollarımızı ayırdım.

Çakır: Yani “Merkez parti olma iddiasındaki bir İYİ Parti’ye girdiniz ve merkez parti olma iddiasını sürdürmediği düşüncesiyle ayrıldınız’’ diyebilir miyim?
Erdem: Kendilerine sorarsanız, tabiî ki benim bu söylediğimi kabul etmezler. Ama şu dönem îtibâriyle, en azından bu yerel seçimlerde takınılan tutuma da bakınca –tabiî ki bir parti içindeki şeylerin de orada kalması lâzım– benim hissiyâtım, görüşüm, düşüncem şu anki İYİ Parti için genel başkan ya da yönetim kadrosunun, daha farklı bir vizyonunun, daha farklı düşüncelerinin olduğuydu. Eğer öyle olmasaydı zâten hâlâ beraber çalışıyor olurduk.

Çakır: Buradaki en temel tartışma konularınızdan birisi –ki baştan îtibâren orada tavrınız netti– bu “müstakil siyâset” dedikleri, yerel yönetimlerde, yerel seçimlere her ne olursa olsun bütün illerde kendi adaylarıyla girme politikasına baştan îtibâren karşı çıktınız; burada tavrınız netti.
Erdem: Buradaki yanlış anlamayı düzelteyim. Her parti müstakildir; bundan daha doğal hiçbir şey olamaz. İYİ Parti tabiî ki hiçbir başka partinin ne kuyruğuna katılmak durumundadır, ne devamlı hareket etmek durumundadır, ne de bir başka parti İYİ Parti ile bunu yapmak zorundadır. Yerel seçimler bazında da, İYİ Parti’nin, kazanacağını düşündüğü il ve ilçelerde ayrı aday çıkarması kadar haklı ve doğru bir şey yoktur. Bu, siyâsetin özü. Benim buna kesinlikle en ufak bir îtirâzım olmadı, olmaz da. Bunu da görüşmemizde Sayın Genel Başkan’a söyledim zâten. Ben sâdece iki şehir üzerinde durdum ve bunun çok önemli olduğunu düşündüğüm için de…

Çakır: İstanbul ve Ankara’yı söylüyorsunuz.
Erdem: Evet. İstanbul ve Ankara’nın hem şehir bazında çok önemi var; birisi dünya şehri, diğeri Türkiye’nin başkenti. Hem de sayın başkanlarının isimleri ve kişilikleri ve İYİ Parti ile olan, geçmişte, benim siyâsete girdiğim dönemde ve seçim dönemindeki Sayın Genel Başkan’la ve İYİ Parti ile olan bağı ve ilişkisi bakımından farklılıkları var.

Çakır: Bu bağlar çok güçlü, değil mi?
Erdem: Evet, çok güçlü bağlardı. Biz, Sayın İmamoğlu ve Sayın Mansur Yavaş için oy topladık. En önemlisi, her iki sayın belediye başkanını cumhurbaşkanlığına lâyık gördük; aday olarak söyledik. Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözü var. İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır. Kaybeden de Türkiye!yi kaybeder. Bu önemli ve iddialı bir söz ve biz hep bunun arkasında durduk. 2019 yerel seçimlerinde 11 büyük şehrin muhâlefete geçmesi ve burada İYİ Parti’nin birlikteliğinin ve rolünün de önemli bir katkısı var. Ondan sonraki genel seçimlere kadar geçen sürede, bütün muhâlif siyâsetçiler, muhâlif akademisyenler, yorumcular ve halk, neye tutundu? Evet, ey AK Parti! Cumhurbaşkanı! Sen istediğini yapıyorsun. Hadi referandumdan da geçirdin, anladık. Sen hukuku da dinlemiyorsun. Bize âdil de davranmıyorsun, eşit de davranmıyorsun. Ama şu vatandaşı, milleti gördün mü? Yerel seçimde, İYİ Parti’nin ve diğer muhâlif partilerin desteğiyle bütün büyükşehirleri muhâlefete, Cumhuriyet Halk Partisi’ne verdi. Demek ki muhâlif seçmen, “Bu ülkede hâlâ benim oyum geçer akçe” dedi. “Ben burada hâlâ eşit vatandaşım. Burada hâlâ benim kimliğimle, AK Parti’ye ya da bir başka partiye oy veren komşumun kimliğinin gücü aynı.”
Onun için, Türkiye siyâsî târihinde, daha önce hiçbir dönemde, hiçbir iktidâra, hiçbir siyâsetçiye nasip olmayan bütün gücün tek bir kişide, tek bir partide toplandığı, hukukun bütün kurallarının sarsıldığı, iç hukuk, uluslararası hukuk, adâlet kurallarının sarsıldığı, siyâsetin bunları adeta gasp ettiği bu dönemde, muhâlif seçmenin Türkiye’den hâlâ ümitvar olmasının tek yolu, önümüzdeki yerel seçimlerde de, tıpkı 2019’da olduğu gibi, en azından bu iki büyük şehrin kesinlikle kaybedilmemesi gerektiğine inanıyorum.

Çakır: Burada bir noktayı vurgulayarak sormak istiyorum: Birçok analizde, İYİ Parti, güçlü ya da güçsüz, yüksek profilli veya düşük profilli bir aday çıkartsa bile, İYİ Parti seçmeninin, İstanbul ve Ankara’da zâten Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a yöneleceği yolunda birtakım değerlendirmeler yapılıyor — ki ben buna katılıyorum. Sizin görüşünüz nedir?
Erdem: İYİ Parti’nin bir kuruluş hikâyesi var: Haksızlığa karşı koymak. Sayın Meral Akşener’in, bu seküler, şehirli, Atatürkçü, laik seçmene de, seçim öncesi, özellikle Mart ayı öncesi yakın gelen bu tavrı, İYİ Parti’nin hikâyesidir. Ne demek istiyorum? Oy atan seçmenlerin çoğunluğu, haksızlığa ve adâletsizliğe karşıdır ve aslında AK Parti’ye karşıdır. AK Parti’nin ülkeyi yönetim şekline karşıdır. Yani AK Parti’ye ya da şahıslara, isimlere değil, bu yönetim şekline karşıdır muhâlif seçmen. 
Bugün Türkiye’de muhâlif olmak başlı başına bir cesâret. Muhâlif olmak, AK Parti’nin ve iktidârın yanında durmamak, yandaş olmamak, bizâtihi her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için bile bir cesâret örneği, bir karakter örneği demek. İktidârın gücünü, iktidârın imkânlarını kendi mütevâzı yaşamında bile reddetmek demek. Dolayısıyla, muhâlif seçmen, iktidârın değirmenine su taşıyacak bir tutumu kabul etmeyecektir bence. Bu benim şahsî görüşüm.

Çakır: Ben de öyle düşünüyorum.
Erdem: Bunun partilerle de alâkası yok. AK Parti’nin, Türkiye’yi içine soktuğu 22 yıllık bu yönetim biçimindeki siyâsete bakış açısı, ülkeye bakış açısı, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” felsefesi, “Ben yaptım oldu” felsefesi, “Biz yaparız, sonra kanunu arkadan getiririz” felsefesi, “50 bin oyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi mi değişir?” felsefesi. 2019 yerel seçimlerinde, ilk turda Sayın İmamoğlu’nun 60 bin farkı vardı. O zaman Sayın Cumhurbaşkanı’nın o söylediğini hatırlayalım. Çok önemli bir sözdür bu “60 bine belediye mi değişir?” sözü. Eh ne olacak? 350 bine de iktidar mı değişir meselâ? “Bu yönetim, bu iktidar bunlara teslim edilmez.” Kim bunlar? Bunlar da bu memleketin çocukları. Bunlar da bu memleketin hayrını istiyor. Bunlar da memleket için çalışıyor, sâdece farklı düşünüyor. Onlar “Bu, bu ülke için hayırlıdır” diyor, sen “Hayır, bu, bu ülke için hayırlıdır” diyorsun. Ne sen benim düşmanımsın ne ben senin düşmanınım.
Biz bu anlayışa karşı olduğumuz için mücâdele ettik. Benim bir hukuk hocası olarak bütün mücâdelem bunun üzerinedir. Ben kendimi bu anayasa döneminde, önceki anayasa döneminde paraladım. Televizyona çıkacak anayasacı bulunmuyordu. Ben uluslararası özel hukukçuyum, vatandaşlık hukukçusuyum; Yabancılar Hukuku anlatıyorum, ama sonuç îtibâriyle alanım Özel Hukuk. Ben Anayasa öğrendim, Kamu Hukuku öğrendim, deliler gibi çalıştım. Çünkü televizyonlarda da “Hayır”ı savunan insan çok azdı.

Çakır: Buradan topu alıp anayasa meselesine geleceğim. Şöyle bir şey söylediniz ki ben de katıldığımı vurguladım: “İstanbul ve Ankara gibi yerlerde, muhâlif duygulu İYİ Parti seçmeni, partinin adayı olsa bile, ‘Nasıl olsa kazanamayacak’ deyip kazanma ihtimâli güçlü olan adaya oy verebilir.”
Erdem: Ben bunu bütün muhâlif partilerin seçmeni için de söylüyorum, Sâdece İYİ Parti olarak değil.

Çakır: Evet, ama burada İYİ Parti’yi özel olarak aldım. O zaman şöyle bir soru var var ortada. Bu olay sâdece bir yerel seçimde müstakil siyâset yapmanın ötesinde, Erdoğan’ın –sâdece Erdoğan değil tabiî; Devlet Bahçeli’nin, HÜDAPAR’ın ve Yeniden Refah Partisi’nin de– yeniden gündeme getirdiği Anayasa Mahkemesi’ni, kadın haklarını hedef alacağı belli olan yeni anayasa sürecinde de, sanki İYİ Parti’nin duruşu şu anda net değil gibi. Bu âna kadarki açıklamalarından şunu görüyoruz: “Yerel seçimden önce konuşulmaz”. Yani “Kabul edilemez” değil, “Yerel seçime kadar konuşmayalım, sonra bakalım” gibi bir tavrı var. Birçok kişide de, “Yeni bir anayasa üzerinden yeni bir ittifak mı oluşacak Cumhur İttifâkı etrâfında?” diye bir düşünce var. İYİ Parti’nin içerisinden gelmiş birisi olarak, sizce İYİ Parti böyle bir yönelişe gider mi?
Erdem: İYİ Parti, kadın haklarının geriye gitmesi yâhut da Anayasa’daki ilk dört madde bakımından Türkiye’nin geriye gidişini hiçbir sûrette kabul etmez; ben bunu hiçbir sûrette beklemem. İYİ Parti çerçevesinde ya da İYİ Parti özelinde söylemiyorum ama bir hukuk hocası olarak şunu söyleyeyim: AK Parti, iktidâra geldiği andan îtibâren, demokratik davrandı; “İnsan hakları peşindeyim” dedi, “Haksızlıkları kaldıracağım” dedi, “Avrupa Birliği’ne gireceğim” dedi, onu değiştirdi bunu değiştirdi, güzel kanun değişiklikleri yaptı. Ne zamanki gücü eline aldı, ondan sonra her şey değişti. Gezi olaylarıyla değişti. Her türlü krizi, karışıklığı kendisi çıkarttı, ortak olduğu her şeyden çıkan karışıklıkları kendi lehine çevirdi, sonra bunu tamâmıyla yalan ve dolanlarla farklı bir şekilde, din, îman, yerlilik millîlik gibi şeylerin arasına koyarak kendi seçmenine sattı. Kendi seçmeninin karşısına bütün muhâlif seçmen ve siyâsî fikirleri düşman olarak gösterdi ve her bir anayasa değişikliğinde kendi gücünü artırdı.
2010’daki anayasa değişikliğini, sonra referandumu hatırlayalım. Millet, vere vere, AK Parti ve ortaklarına verdiği güçlerle bir türlü bunları doyuramadı. Ve artık verecek bir şey kalmadı. Verecek hiçbir şey kalmadı. Biz çoktan uçurumun kenarına geldik, uçurumdan da aşağı gidiyoruz. HÜDAPAR’la olan birliktelik meselâ. Düşünebiliyor musunuz? Târihî Diyarbakır Surları’na ve Kız Kulesi’ne, Hamas’ın silâhlı kolu olan Kassam Tugayları’nın sözcüsünün posterlerinin asılması. Sayın Bahçeli’nin, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı “Zillet ittifâkının yüksek yargıya yuvalanmış hastalıklı bir kolu” diye tanımlaması, Cumhurbaşkanı Danışmanı Mehmet Uçum’un, “yerli ve millî yargı” tanımlamalarını bir araya getirin, artık değiştireceğimiz ne kaldı? 50+1 değişecekmiş. Oldu, beyler, size daha ne verelim, ne istersiniz? İsterseniz %35 oy alın, Türkiye’deki Cumhuriyet’i de kaldırın. Ben, parlamenter sistemin kalkmasının Türkiye’ye getireceği bütün zararları aylarca bağırdım bu ülkede. Her bir değişiklik maddesini tek tek söyledim, hattâ yalvardım 50+1 geldi. Baktılar ki istedikleri gibi olmuyor, başka bir partiye muhtaç kaldılar. Çünkü o dönemde AK Parti hep %50’den fazla oyu olacağını zannetti. Ama olmuyor. Eğer hukuku, adâleti işletmez, hep keseri kendine yontarsan, yabancı sermâye gelmiyor, ekonominin sistemi bozuluyor. Tencere kaynamayınca, seçmen sana oy vermiyor. Hadi hukuku fazla önemsemedi, ama ekonomik krizler devreye girince seçmen oy vermiyor, %50’ye ulaşamıyorsunuz.
Koalisyonları kötülüyordun, koalisyondan tu kakası yoktu, bu sefer bin beter ittifâkı getirdin. Şimdi kime muhtaç kaldın? MHP’ye. O olmadı bir başkası. O da yetmedi HÜDAPAR geldi. O da yetmedi, Büyük Birlik Partisi geldi. O da yetmedi Yeniden Refah Partisi. Bak gördün mü? İşler hiç senin istediğin gibi gitmiyor. Peki, ne yapalım? Dünyadaki hiçbir demokratik devlette olmayan bunca gücü hem tek bir erke, yürütme erkine verelim, hem de o yürütme erkini… Evet, Amerika’da var, Başkan’da; ama çok kuvvetli bir yargı var, müthiş bir Senato var. Bizde her şey cumhurbaşkanında. Ama Sayın Cumhurbaşkanı %50’yi de bulamıyor. O zaman ne yapalım? Hadi gelin bunu %40’a indirelim.

Çakır: İYİ Parti’ye tekrar dönelim: Yerel seçimden sonra bunu kabul edebilir mi?
Erdem: Bilmiyorum. Sanmıyorum. Bir muhâlif parti, herhangi bir muhâlif parti bu %40’ı nasıl kabul eder? Edebilirler mi? Rahmetli Sayın Demirel’in, “Siyâsette 24 saat çok uzun bir süredir” diye bir lâfı vardı. Sonuç îtibâriyle AK Parti her seçim sonrası gücünü artırdıkça daha da coştu. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra Anadolu’ya ilerliyor. Üsküdar geçildi, Gebze geçildi, Pendik geçildi… ‘”Atı alan, geçti…” olunca, o zaman hukuktan demokrasiden daha da uzaklaşıyoruz. Bu yerel seçimlerde, İstanbul ve Ankara’da atı alan geçerse, AK Parti’nin bunu geçirmesine yardım edenler de dâhil olmak üzere, bu vebâlin altından kalkamazlar. Çünkü anayasa değişikliğini yapmak için kendinde tam olarak güç bulur. Öbürü belki set vurur. “Hele bir duralım, bir sonrakine bakalım” der.

Çakır: O zaman CHP yine kilit oluyor. Adayların, İstanbul ve Ankara’da Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş olduğu kesin. Yönetim de değişti. Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ile berâber partide değişim başlattı. Yeni bir Parti Meclisi, yeni bir MYK çıktı. Siz nasıl buluyorsunuz? Nedir gözlemleriniz?  Daha bir ay olmadı, ama bayağı bir şey görüyoruz.
Erdem: Bu değişim Cumhuriyet Halk Partisi için önemli bir değişim. Çünkü düşünecek olursak, 72’deki CHP Olağanüstü Kurultayı’nda Sayın İnönü kendini ortaya koymuştu; ama yine de Sayın İnönü’nün, Sayın Ecevit tarafından değişmesinden sonra –her iki liderimizi rahmetle analım– sağ cenah da dâhil olmak üzere böyle bir değişimi herhangi bir kurultayda görmedik. Rahmetli Sayın Özal cumhurbaşkanı oldu, Demirel cumhurbaşkanı oldu, Erbakan ve Sayın Türkeş vefat etti. Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ın partisi kalmadı. Sayın Baykal’ın gidişini biliyoruz. Düşünecek olursak, hem sağda hem solda böyle bir değişim kurultayda ilk defa oldu. Bu aslında önemli bir değişim. Özellikle seçimlerden sonra, muhâlif seçmen açısından, Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni açısından bence bir yeniden başlangıç, bir nefes alma, bir ümit. Bu seçimlerin kazanılması lâzım, özellikle İstanbul ve Ankara’da.
Bunun sebebini de söyleyeyim: Dendi ki: “Demek ki İstanbul’u kaybeden Türkiye'yi kaybetmiyormuş. Bize bu gösterildi.” Hayır. Biz, bir sonraki genel seçimlere kadar –çünkü Türkiye ilelebet pâyidar kalacaktır– hep şunu söyleyeceğiz: “Hayır arkadaş. Sen genel seçimlerde de alabilirsin. Ama bu, İstanbul’u ya da Ankara’yı da alacağın anlamına gelmiyor. Bak, alamadın” demeliyiz. Bu ülkenin yarı seçmeni hâlâ hukuktan yana. Cumhuriyet’in değerlerine inanan, laik, Atatürkçü, kadın haklarına değer veren, adâletin bu ülkede olmazsa olmaz olduğuna inanan, bu ülkenin seçmenlerinin bu ülkede nefes alabilmesi için bu yerel seçimlerdeki başarı önemlidir diyorum. Sonraki anayasa değişikliği meselesi, AK Parti’nin kendisini arzu ettiği kadar güçlü hissetmesinin önünde bir set. Anayasanın %50+1’den aşağı düşürülüp, artık %40’la bütün bunları yapabilir şekilde değişmesinin önünde bir set. Belki Anayasa Mahkemesi’nin gücünün azaltılması, hattâ Anayasa Mahkemesi’nin kaldırılmasını istediklerini düşünecek olursanız, bunların önündeki bir engeldir.

Çakır: İYİ Parti'den çok kişi ayrıldı. Sizin profilinizde olanlar da var, sizinle tam zıt olanlar da var. Meselâ Eskişehir milletvekili İdris Nebi Hatipoğlu AKP’ye girdi. Ankara’dan seçilen biri AKP’ye girerse şaşırmayacağım söyleyen çok kişi var; siz daha iyi tanıyorsunuz. Aytun Çıray ve Yavuz Ağıralioğlu daha önce ayrılmışlardı. Hasan Subaşı, Aydın Sezgin… Birbirinden farklı birçok insan. Bir kısmının sizinkine benzer eleştiriler dile getirdiğini biliyorum; ama bir kısmı da tam sizin eleştirdiğiniz türden… meselâ partinizden ayrılıp AKP’ye gidiyor. Ne oluyor bu partide? Bu ayrılanların, birbirinden farklı isimlerin hepsi milletvekili, partinin kurucusu. Ayrıca, teşkîlâtlardan da ayrılanlar olduğunu duyuyorum; ama bunlar kamuoyunda bilinen isimler değil. Nedir buradaki kopuşlar?
Erdem: Ruşen Bey, ben kendimden sorumluyum. İçtiğimiz bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Ben bunu içerideki bâzı arkadaşlarda görmüyorum, ama önemli değil; herkes kendi karakteriyle doğar, yaşar ve ölür. Diğer ayrılanların ne için gittiği kendilerine kalsın. Neler olup bittiğini de herkes izliyor zâten. Dolayısıyla bu izlenen şeylere yorum yapmaya gerek yok. Ama ben siyâsette tutarlı, şeffaf, dürüst ve samîmî olmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Hâlâ inanıyorum ve bunların da geçer akçe olduğuna inanıyorum. Belki siyâsetin kendi döngüsü içinde bu söylediklerim çok geçer akçe değildir. Ama halk nezdinde geçer akçe. Siyâset vatandaşa hizmet için yapılır.

Çakır: Peki şu âna kadar aldığınız tepkiler nasıl?
Erdem: Ben niçin ayrıldığımı ifâde edebildiğim düşünüyorum. Benim çalıştığım dönemde, İYİ Parti’de bizimle sokaklarda gece gündüz dolaşan, çalışan bütün teşkîlâtlara, gençlere, kadınlara, arkadaşlarımıza hakîkaten çok teşekkür ederim. İYİ Parti’ye gelirken de memnundum, giderken de bir küskünlük ya da kızgınlıkla ayrılmadım. Ama benim bir düşüncem var. Bir hukuk hocası olarak hep doğruları söyledim. Ben hep aynı şeyleri söylüyorum. Bâzı arkadaşlar konuşuyorlar…

Çakır: “Her şey her zaman söylenmez” mi diyorlar?
Erdem: Hayır. “Varlığını siyâsete borçlu olanlar” minvâlinde konuşuyorlar. Böyle bir şey yok. Bence, iyilik, tutarlılık, hukuku savunmak, Cumhuriyet’in değerlerini savunmak kişinin karakteriyle ilgili. Ama…

Çakır: Siz çok centilmence cevap verdiniz, ama partide kalanlar gidenler hakkında çok centilmence davranmıyor.
Erdem: Olsun, kendilerine kalmış bir şey. O, siyâsetin, benim bu “belki de geçer akçe değil” dediğim tarafı, ama hiç önemli değil. Dedim ya; her şeyi önce kendimiz için yapıyoruz.

Çakır: Bahadır Bey, anladığım kadarıyla siz bir taraftan burkulmuşsunuz, ama bir taraftan da siyâseti sevmişsiniz sanki. Yanılıyor muyum?
Erdem: Doğru. Siyâset sevilir mi? Aslında sevilmemesi lâzım. Benim anladığım şekilde siyâset seviliyor. O da nedir? Ben hep sokaktayken, sâha çalışmasındayken çok mutluydum. Vatandaşla berâberken çok mutluyum ve onun karşılığını hep alıyorum. Bu çok güzel bir şey. Hoca olarak da zâten öğrencilere hizmet ediyorsunuz. Siyâsetteyken de vatandaşa hizmet ediyorsunuz. Biz de vatandaşın dibiyiz zâten.

Çakır: Peki, devâmı var mı?
Erdem: Şu anda hukuk hocası olarak siyâset yapıyorum. İllâki bir siyâsî partide olmak şart değil. Doğruları söylüyorum. Aslında hayâtın kendisi siyâset. Dolayısıyla doğruları söyleyebildiğiniz ölçüde bence doğru bir siyâset yapıyorsunuz. Gerisini Allah bilir, kısmet.

Çakır: Peki, eğer sakıncası yoksa son olarak şunu sorayım: Meral Akşener’e ayrılacağınızı söylediğiniz zaman size ne dedi?
Erdem: Meral Akşener’e gittim ve kendisine, “Sayın Genel Başkanım ben daha fazla bu şekilde hizmet edemem; bir faydam olmaz” dedim. Aslında o gün ayrılmak için gitmiştim, bunu çok açık ifâde edeyim. İstifâ metnim de hazırdı. Bâzı arkadaşlar da, “Her istifâ edenin sosyal medyadan îlân mı etmesi gerekiyor? Yargıtay’a istifâ metni olmuyor mu?” diyorlar. Kusura bakmasın hiç kimse, ama öyle olmuyor. Sâdece, niçin o gün istifâ etmedim onu çok açık söyleyeyim: Oradan ayrıldığım zaman yine saldırılar başlayacaktı. Ben en fazla saldırılan siyâsetçiyim. Üç yıllık siyâsetçiyim ama… Hattâ Sayın Genel Başkan bana bir iki kere, “Seninle ben asitlerden geçtik” demiştir.
Seçimden sonra da, gerçekten seçimde kaybetmenin büyük bir üzüntüsü vardı, onu ifâde edeyim. Seçimlerde üçüncü sıraya konulduğum zaman birçok arkadaşım, ekibim, “Bu sana yapılır mı? İstifâ et” dediler. “Hayır” dedim. Çünkü ben velev ki üçüncü sıraya konuldum. İstifâ etsem bütün kamuoyuna ne diyeceğim? “İYİ Parti ikinci bölgede üç kişi bile çıkaramayacak. Dolayısıyla ben istifâ ediyorum” mu diyeceğim? Bu, benim partime büyük bir ihânet ve saygısızlık olurdu. Ayrıca, önemli olan şahıs değil; seçimi kazansaydık keşke…
Meral Hanım bana, “Seninle asitlerden geçtik” dedi. Saldırılacaktı yine. Seçimlerden sonra kendime dönmüştüm ve rahatlamıştım. Hiç televizyonlara çıkmadım, hiçbir şeyi kabul etmedim. Bütün arkadaşlarımız, sağ olsunlar, söylemek istediğiniz bir şey varsa diye ekranlara çıktı. Galiba o biraz da insanda bir tembellik yapıyor. Sayın Genel Başkan, “Biraz dur, bakacağız duruma” dedi; ama olmuyor, olmadığını görüyorsunuz. Aradan bir buçuk ay geçti, bir buçuk ay içinde de olanları görünce, daha fazla fikirlerinizin kabul edilmediği, daha fazla faydanızın olmadığı, hizmetinizin olmayacağı, olmadığını gördüğünüz bir yerde durmanın bir anlamı yok.

Çakır: Yani önce istifâ etmeyi ertelediniz.
Erdem: Doğru, o ertelemenin altındaki neden de şu — bunu çok samîmî söylüyorum: Bir parça, “Ne güzel, şimdi varlığımı herkes unuttu. Saldırı yok, Twitter’ın altına yazan yok, ‘Allah belânı versin’ diyen yok.” Siyâsetin en zor tarafı gerçekten bu. Paylaşımların altına yazılanlar. Meselâ kızımla berâber bir fotoğrafımızı koydum geçen gün. Birisi altına şöyle yazıyor: “Haram olsun, zehir zıkkım olsun aldığın emekli maaşın da, vekil maaşın da”. Yani ben hem emekli maaşı alıyormuşum, hem vekil maaşı.

Çakır: Ama yok öyle bir şey.
Erdem: Hayır, tabiî ki öyle bir şey yok. “Orada yediğin iki lokma da haram zıkkım olsun sana” diyor.

Çakır: Kızınızla berâber olduğunuz fotoğrafın altına mı yazıyor?
Erdem: Evet. Aslında millet haklı, çünkü çok sıkıntı çekiyorlar gerçekten. Ekonomik sıkıntı çekiyorlar. Ve bu herkesin bildiği, alınan o Mercedes’leri, Maybach’ları, isrâfı gördüğü zaman, vatandaş isyan ediyor. Seni de onlardan biri zannediyor. Siyâsetçiysen illâki vekilsindir diye düşünüyor.

Çakır: Sizinle bu sohbetten sonra şunu gördüm. Yüzünüze söyleyeyim: Yaşadıklarından bayağı etkilenmiş, ama çok da pişman olmamış, ders çıkartmış birisi gördüm.
Erdem: Hayır, hiç pişman değilim. Tekrar üstüne basa basa söylüyorum: İyi ki İYİ Parti’ye gelmişim. İyi ki Sayın Genel Başkan bana bu imkânı vermiş. Üç sene çalıştım. “Bu seçimlerde muhâlefet kazansın, adâlet kazansın ve AK Parti seçimlerde iktidardan insin” diye çok çalıştım. Bunu da biliyorlar; tanıyan bilir, hakkını teslim eder. Ama olmadı. Ben bir hukuk hocası olarak, bu memlekete olan borçlarımdan birini bir parça ödemiş oldum. Bu da siyâsete girme imkânıyla oldu. Eh, olabilir, Sayın Genel Başkan ya da İYİ Parti’nin fikri de değişmiş olabilir. Mecbur değiliz birbirimizi hayâtımız boyunca taşımaya. Katolik nikâhı kıymadık. Farklı fikirlerde düşünüyorsak, ben de teşekkür ederim, “Allah râzı olsun”’ derim. Bir fincan kahvenin de kırk yıl hatırı vardır; Bir de bunu herkese hatırlatırım.

Çakır: Evet, onu fark ettim.
Erdem: Evet, herkese hatırlatırım ve teşekkür ederek ayrılırım. Bu kadar basit.

Çakır: Ben de size çok teşekkür ediyorum Bahadır Bey. Güzel ve samîmî bir sohbet oldu. İzleyicilerimize de teşekkür ederiz. Prof. Bahadır Erdem İYİ Parti öyküsünü anlattı. Kendisine ve sizlere çok teşekkürler. İyi günler.
 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
16.07.2024 Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru
14.07.2024 Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye
12.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (222): Nagehan Alçı ne yapmak istiyor? Avrupa’da ve Türkiye’de sol, Erdoğan-Esad yakınlaşması olur mu?
10.07.2024 Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı
10.07.2024 Mesut Yeğen ile söyleşi: Yerel seçimlerden üç ay sonra CHP’nin tablosu kalıcı mı?
09.07.2024 “Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek
07.07.2024 Nagehan Alçı yalnız mıdır, değil midir?
05.07.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?
05.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (221): Sinan Ateş Dâvâsı’ndan öğrendiklerimiz - Demiral’ın “bozkurt” sevinci - Esad ile normalleşme
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı