Abdullah Öcalan’ın PKK üzerindeki mutlak hakimiyetinin giderek sembolik bir hal aldığını, örgütün Murat Karayılan başta olmak üzere Kuzey Irak’a konuşlanmış bir grup tarafından yönetildiğini açıklamaya çalıştığım dünkü yazıma “Ne fark eder ki, ha İmralı’dan ha Kandil’den” şeklinde tepkiler aldım. Çok şey fark eder, ediyor ve edecek. Çok basite indirgeyecek olursak, devlet Öcalan’ın hücresinde nasıl bir hayat sürdüğünü biliyor. Ona ulaşmak, onu etkilemek, dolayısıyla onu yönlendirmek, eğer istenirse pekala mümkün. Ancak bir Karayılan’ın, Cemil Bayık’ın, Duran Kalkan’ın, Mustafa Karasu’nun günlerinin nasıl geçtiğini, nerelerde birlikte, nerelerde ayrı düşünüp hareket ettiklerini, kimlerle düşüp kalktıklarını bilmek, onlar üzerinde bir nüfuz oluşturabilmek hayli zor.
Kuzey Irak’ın cazibesi
Olaya bir de şöyle bakalım: Ne zamandır Türkiye’nin Kürt sorununun ana sorusu şu: Irak’taki Kürt oluşumu Türkiye Kürtleri için cazibe merkezi olur mu? Diğer bir deyişle, Kuzey Irak’ta yaşanan Kürtlerin devletleşmesi Türkiye’ye de sirayet eder mi?
Güneydoğu ekonomisinin, Kuzey Irak’la yapılan ticaret sayesinden epey canlandığını, bölgeden giden çok sayıda işadamının Kürt yönetiminden ihaleler alıp belli bir sermaye birikimine gittiğini; karşılıklı gidiş gelişlerin sadece ticari faaliyetlerle sınırlı olmadığını biliyoruz. Bütün bunlara rağmen Barzani, Talabani gibi liderler kendilerine Türkiye’de güçlü bir taban bulabilmiş değiller. Bunun önde gelen nedenlerinden biri de Öcalan.
PKK lideri yıllardır, avukatları aracılığıyla Iraklı Kürt liderlere karşı siyasi bir mücadele yürütüyor. Onları “ilkel milliyetçilik”le suçluyor; Leyla Zana gibi, onlarla sıcak ilişki kurmak isteyenleri uyarıyor. Öcalan’ın bu tutumun bir nedeni hiç tartışmasız kıskançlık. Kendisi varken uluslararası kamuoyunun Barzani ve Talabani gibi isimlere “Kürt lideri” muamelesi yapmasını kabullenemiyor.
Bir diğer nedense, hiç kuşkusuz, bu sayede Türk devletinin kendisini muhatap alma ihtimalinin artacağını umması. Ankara’nın “bağımsız ve birleşik Kürdistan” endişesine karşı kendisini bir nevi paratoner olarak kullanmasını umuyor.
Daha doğrusu umuyordu. 25 Aralık’ta Vatan’da çıkan “Öcalan’dan Talabani’ye zeytin dalı” başlıklı yazımda PKK liderinin Irak Cumhurbaşkanı’ndan ve Irak’taki Kürt oluşumundan övgüyle bahsetmiş olmasının çok dikkat çekici olduğunu söylemiş ve şöyle yazmıştım:
“Kuşkusuz esas derdi, ‘ateşkes’e cevap vermeyen Ankara’ya şantaj yapmaktır. Yani bir-iki lafına bakıp bugüne kadarki çizgisini değiştirmekte olduğu öngörüsünde bulunmak abartılı kaçabilir. Ama PKK’nın Irak Kürtleriyle omuz omuza hareket etme ihtimalinin Türkiye’ye faturasını şimdiden hesaplamakta da yarar var.”
Geçen gün PKK’ya yakın bir kişiyle yaptığım bir sohbette başka bir şey daha öğrendim: PKK tabanı, Öcalan’ın tüm bu çıkışlarına rağmen Irak Kürtleriyle hızla yakınlaşma içine giriyordu. Öcalan da bu gerçeği görüp kendi üslubunu yumuşatma yoluna gitmişti.
Genç PKK’lılar
Kandil’deki PKK kurmayları da Öcalan gibi, Türk devletinin bir şekilde kendilerini muhatap alıp masaya oturmasını hedefliyorlar. “Ateşkes” dönemlerindeki girişimlerin başarısız olmasına bakıp, bu sefer Ankara’yı terörle korkutmak istiyorlar. Ama burada çok büyük bir hesap hatası yapıyorlar. Şöyle ki, son seçim sonuçlarından sonra AKP’liler Güneydoğu’nun PKK’ya mahkum olmadığı kanısına iyice vardılar. Teröre karşı yürütülecek başarılı bir askeri mücadelenin yanına güçlü ekonomik, sosyal ve siyasal politikalar ekleyerek üstünlüğü tamamen kazanacaklarını umuyorlar. Örneğin önümüzdeki yerel seçimlerde Diyarbakır’ı almak için ellerinden geleni yapacaklar ve kazanacaklarına şimdiden inanıyorlar.
Karayılan ve arkadaşlarının, kendi tabanlarının beklentilerini de tam olarak kavrayabildiklerini sanmıyorum. PKK’nın son dönemde Öcalan’ın yörüngesinden çıkmasını, kimileri “derin PKK”nın, yani Karayılan ve diğer ağır topların olaya el koymasıyla açıklamaya çalışıyor. Tabii “derin” sıfatı yabancı devletler ve servisler tarafından yönlendirilme imasını da içeriyor. Bense daha çok, Ümit Fırat’ın “genç PKK’lılar rahatsız” tespitinin doğru olduğunu düşünüyorum. Yani PKK’nın yeniden etkili bir şekilde terör eylemlerine başvurmasında üst kadroların birtakım “derin” hesaplarından çok, Irak’taki Kürt oluşumuyla gözleri kamaşan ve Öcalan’a rağmen “bağımsızlık” fikrine yeniden dört elle sarılan genç ve ortayaşlı PKK’lıların ısrarını önemsemek gerekiyor.
Demek istediğim, içinde bulunduğumuz süreç Öcalan’dan başka, Karayılan ve diğer PKK liderlerinin de denetleyemeyeceği bir mecrada akabilir. Daha sert ve çatışmalı günler bizleri bekliyor olabilir.