Öcalan’ın istediği “Demokratik Suriye Birliği” ne derece gerçekçi?

07.08.2025 medyascope.tv

7 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Suriye, Türkiye'nin gündeminde her geçen gün daha fazla yer edinecek, buna emin olun. Çünkü Türkiye'de yaşananlarla Suriye'de yaşananlar ve yaşanacak olanlar birbiriyle çok fazla iç içe. Türkiye'de, malum, bir süreç var; ‘‘terörsüz Türkiye’’ ya da adına ne derseniz deyin. Komisyon da çalışmaya başladı. Bu sürecin başlamasında Suriye çok önemli bir rol oynadı, bunu hepimiz biliyoruz. Bir önceki sürecin bitmesinde Suriye önemli rol oynamıştı, burada başlamasında önemli bir rol oynadı. Bu sürecin adımları atıldığı zaman henüz Esad rejimi devrilmemişti. Ama Esad rejimi devrilip HTŞ Şam'a gelince, burada Ahmed eş-Şara yönetiminde yeni bir İslamcı yönetim oluşunca bu olay daha ciddi bir hâl aldı. Ama en önemli olay tabii ki 7 Ekim 2023'teki Hamas saldırısı ve ardından İsrail'in verdiği sert cevap ve Ortadoğu'daki büyük altüst oluşlar.
Şu hâliyle bakıldığı zaman Suriye ve Türkiye'nin sorunları iç içe geçmiş durumda ve belirleyici olan husus da Suriye'deki ve Türkiye'deki Kürtler ve bu Kürt hareketi. Şunu biliyoruz: Suriye'deki Kürt hareketi, değişik adları var; PYD bir parti, YPG bir silahlı örgüt, SDG, Suriye Demokratik Güçleri YPG'nin daha gelişmiş hâli, Kürt olmayanları da kapsayan hâli. Bu hareketin temellerini yıllar önce Abdullah Öcalan bizzat kendisi attı ve bu hareketin adım adım gelişmesi de bizzat PKK tarafından ve Öcalan tarafından kotarıldı. Yani Suriye'deki Kürt hareketini Kandil'den ve İmralı'dan bağımsız okumanın imkanı yok. Ama bu hareket özellikle belli bir aşamada Suriye İç Savaşı sırasında IŞİD'e karşı mücadelede ABD ile stratejik, sadece ABD değil Batılı müttefikler ama esas olarak ABD ile stratejik bir ittifak yapınca işin rengi iyice değişti. Şu hâliyle baktığımız zaman PKK, YPG, PYD üzerinden Amerika Birleşik Devletleri ile ve Batı'yla bir stratejik ortaklık kurmuş durumda ve Türkiye'deki süreç, Suriye'deki süreçle iç içe gidiyor. Birtakım ayrıntılara, bilgilere zamanla ulaşıyoruz. Öcalan ve devlet arasındaki görüşmelerde Suriye'nin başından itibaren konuşulduğunu görüyoruz.
Ben dün bir haber yaptım, okudunuz mu bilmiyorum. Orada Abdullah Öcalan'ın, SDG'nin üst düzey bir yöneticisine doğrudan şu mesajı ilettiğini biliyoruz, ki başlığa da onu çıkarttım: "Artık bu dönemde devlet yok, demokrasi var. Sizin de Suriye'de demokratik birliğe katılmanız lazım." Abdullah Öcalan'ın bu perspektifi çok açık. 27 Şubat açıklamasında biliyorsunuz "Her türlü kültüralist yaklaşımı reddediyoruz." dediği zaman birçok kişi "Suriye buna dâhil mi?" diye sormuştu ve muallakta kalmıştı. Ama edindiğimiz bilgilerle şunu görüyoruz ki Öcalan baştan itibaren devletin bilgisi dâhilinde Suriye'deki kendine bağlı — bağlı gerçekten — güçlerle bir temas hâlinde. Doğrudan ya da dolaylı olarak, kimi zaman rapor ileterek kimi zaman doğrudan konuşarak onlarla bu süreci uyumlu hâle getirmeye çalışıyor. Benim bildiğim perspektifi şu Öcalan'ın: Demokratik entegrasyon dediği bir husus var, o da bölgedeki dört ülkede de, İran'da, Suriye'de, Irak'ta ve Türkiye'de Kürtlerin ayrı bir ulus devlet istemek yerine var olan devletlere entegrasyonu. Ama orada kritik bir nokta var: demokrasi. Şimdi İran'da demokrasi yok, Irak'ta yok gibi, yani seçimler falan var ama yok gibi. Suriye'de devlet yok, daha devlet inşası. Dolayısıyla burada çok ciddi bir sorun çıkıyor. Tamam, Suriye Demokratik Birliği ama Suriye'de hangi demokrasi, hangi birlik? Daha ortada seçim yapılmamış, bir devlet ortaya çıkmamış. Bir diğer husus da şu: Suriye'de Kürtler çok örgütlü, çok organize, çok büyük bir orduları var. Şam'daki ordunun, yani oluşturulan HTŞ temelli, HTŞ ve müttefikleri temelli milli ordunun çok daha ötesinde güçlü bir ordu var. Buraya o entegrasyon nasıl olacak ve burada demokrasi nasıl olacak?
Çünkü baktığımız zaman HTŞ ve diyelim ki PYD iki ayrı dünya. Hem etnik olarak farklılar hem de ideolojik olarak çok ciddi farklılıkları var. Ve geçen Mazlum Abdi'nin bir röportajda söylediği gibi HTŞ'nin ittifak yaptığı gruplar içerisinde Kürtlerin çatışmış olduğu yapılar da var Suriye'de. Dolayısıyla bütün olay, düğüm orada. O da şu: Silah. YPG, PYD, artık ne derseniz, silah bırakacak mı, bırakmayacak mı? Suriye ordusuna entegre olacak mı? Nasıl olacak? Bu tartışma sürüp duruyor. Bugün bir aksilik olmazsa bu konuya en hâkim olan isim, kesinlikle öyle gazeteci olarak, Amberin Zaman'la bu konuları daha geniş konuşacağım ve onun doğrudan çok güçlü haber kaynakları var. Ondan ayrıca alacağız. Ama benim bildiğim kadarıyla şu hâliyle Öcalan "Suriye ile birleşin, Şam'la birleşin." diyor ama silahların bırakılmasını bugün için dayatmıyor. Orada ince bir nokta var. Çünkü Suriye'deki Şam'daki yönetime güven yok. Güven yok, çünkü daha önce bir Alevi katliamı oldu, en son Dürzilere yönelik saldırılar oldu ve birçok Şam'a yakın bazı gruplar, Mazlum Abdi de bunu söylüyor, "Sıra Kürtlerde" diyenlerin de olduğu söyleniyor. Böyle bir durumda Kürtlerin şu anda silah bırakması diye bir şey söz konusu değil ve o silahlar olduğu müddetçe de Ankara tedirgin. Ankara o silahların bir şekilde denetim altına alınmasını istiyor. Yani şunu söyleyebiliriz: Kandil silah bırakıyor ama YPG, SDG silah bırakmanın yakınında değil şu anda. Onun olabilmesi için bir mutabakatın olması, o mutabakatın birtakım güçler tarafından teminat altına alınması ve Kürtlerin ve diğer azınlık grupların Suriye'deki sisteme entegrasyonu gerekiyor, ki bu zaman alacak, kesinlikle zaman alacak.
Paris'te bir toplantı olacaktı, ertelendi. Tekrar olacağı söyleniyor ve orada işte Kürtler ve Şam yönetimi, ABD, Fransa hep birlikte oturup bunları konuşacaklar ama zamana ihtiyaç var. Ve bu zaman süresince Türkiye'de bir süreç ilerliyor ve Ankara'nın PYD'ye ve YPG'ye karşı güvensizliği sürüyor. Dönem dönem biliyorsunuz Süveyda olayları olduğu sırada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan adını vermeden Kürtlere gözdağı verdi. Dedi ki, "Kimse buradan fırsatçılık yapmaya çalışmasın." Oradaki dert ne? Aşağıda güneyde birtakım sorunlar yaşanırken kuzeyde Kürtlerin bir tür federasyon ya da bağımsızlık ilan etme ihtimali. Şunu açıkça söyleyeyim: Böyle bir ihtimal yok. Ama Kürtlerin çok net bir talebi var: Adem-i merkeziyet. Yani merkezden bağımsız olarak güçlerin kendilerini birtakım iç işlerinde yönetebilmesi. Yani bütün ağırlığın Şam'a verildiği Suriye devrinin kapanması talebi var ve esas olay da burada dönüyor.
Ankara ne yapacak? Şunu açıkça söylemek lazım; Ahmed eş-Şara o kadar güçlü değil ve güç kazanabilecek durumda da bence çok fazla değil. Yani böyle bir popülaritesi olacak ve iyice değişecek ve İslamcı olmayan Arapların, Sünni Arapların üstüne, diğer azınlık grupların sempatisini toplayabilecek bir durumda değil. Dolayısıyla uzun vadeli bir Ahmed eş-Şara yönetimi olmayabilir. Ama öte yandan Kürtler çok daha organize, güçlü ve Türkiye'nin burada belki de artık – ki bir önceki çözüm sürecinde de bu olabilirdi, olmadı – Kürtlerle bir hasım olarak değil de bir hısım olarak, yani yakın olarak görüşme ihtimali. Yani şu anda Ahmed eş-Şara’ya gösterilen ilginin aynısı olmasa bile bir miktar azı da olsa Kürtlerle de böyle bir ilişki kurma ihtimali işi çözebilir gibi duruyor. Suriye Kürtlerinden yapılan açıklamaların hepsinde Türkiye ile iyi ilişkileri olduğunu söylüyorlar. Düzenli bir temas hâlinde olduklarını söylüyorlar, bunu biliyoruz. Ayrıca Öcalan'ın devrede olduğunu biliyoruz. Onların Öcalan’a Öcalan'ın onlara ulaşmasında pek bir sorun olmadığını da biliyoruz. Ki Erdoğan, galiba Kıbrıs dönüşüydü, uçakta bunu bir şekilde ima da etti. Öcalan'ın, o İmralı diye söylüyor, Suriye konusunda devrede olduğunu da ima etti. Dolayısıyla silahlarını bırakmakta acele etmeyen ve Ankara'yla anlaşabilecek ve dolayısıyla Şam'la anlaşabilecek bir Suriye'deki Kürt yapılanması sorunları çözebilir ve Türkiye'deki sürecin de olumlu anlamda hız kazanmasına neden olabilir. Ama gerek Türkiye'deki sürecin aksaması, gerek Suriye'deki entegrasyonun aksaması durumunda bu diğer tarafa da çok kötü etki yapacaktır. Yani Türkiye'de diyelim ki bir şey oldu, süreç bitti, artık Suriye'de neler olacağını kestirebilmek çok zor olacak. Ya da Suriye'de çok ciddi bir şey oldu, diyelim ki Ankara daha önce Suriye'nin kuzeybatısına yaptığı gibi kuzeydoğusuna da birtakım askerî operasyonlar yaparsa Türkiye'de bir süreci sürdürebilmek hiç de mümkün olmayacak. Çok kritik ama imkansız olmayan bir sorunla karşı karşıyayız. Çok sayıda aktör var. Burada önemli olan tabii ki Ankara, Şam ve Rojava ve tabii ki İmralı arasında bunların çözülebilme ihtimali, aksi takdirde işin içerisine çok fazla başka güç de dâhil olacak ve zaten dâhiller. Evet, tekrar söylüyorum, bugün Amberin Zaman'la bir aksilik olmazsa tüm bunları ayrıca konuşacağız.
Peki, bu yayını kime ithaf ediyorum? Benim hayatımda çok önemli bir yeri olan teyzeme, annemin ablası Fahriye Bayraktar'a ithaf ediyorum. Fahriye teyze bambaşka bir insandı, çok aydın bir insandı. Zonguldak'ta yaşıyorlardı. Muzaffer enişte Türkiye'nin ilk maden mühendislerindendi. Zonguldak'ta çalışıyordu, devlete çalışıyordu ve onların Zonguldak Fener Mahallesi'ndeki lojmanları benim ve kardeşlerimin de özellikle 15 günlük tatillerde, Şubat tatillerinde en çok gittiğimiz yerlerdendi. İstanbul'a geldiğinde de hep bizde kalırdı ve çok espritüel, her anlamıyla çok espritüel ve çok bilgili bir kadındı. Hep bizi güldürürdü, bizimle kâğıt oynardı. Hep güzel anılarım var. Ve benimle yaşıt, benden bir iki yaş büyük bir tanesi, Tahsin ve Tanju, iki oğlu da maalesef hayatlarını kaybettiler. Teyzem, şimdi baktım, abime sordum, 1982'de 56 yaşında hayatını kaybetmiş. Benim gözümde o hep çok yaşamış gibi geliyor. Ben şu anda 63 yaşındayım. Teyzem benden gençken ölmüş, inanılır gibi değil. Ve işin acısı 10 yıl sonra annem de, ki daha önce bahsettim Nermin Çakır, o da 55 yaşında hayatını kaybetti. Çok erken ölümler bunlar. Tabii bu ölümler aynı zamanda Türkiye'nin getirdiği ölümler. Tabii ki her ölümün ayrı öyküsü var ama… Fahriye teyzeyi ve tabii ki Muzaffer enişteyi ve Tahsin'i ve Tanju'yu rahmetle anıyorum. Onları unutmam mümkün değil. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
10.08.2025 Berrin Sönmez’in kişisel başörtüsü protestosunun toplumsal anlamı
09.08.2025 Bugün Gazze için ne yaptın?
08.08.2025 Özgür Özel iktidarın surlarında gedikler açmaya çalışıyor
07.08.2025 Öcalan’ın istediği “Demokratik Suriye Birliği” ne derece gerçekçi?
06.08.2025 Kürtlerin onuru, Türklerin gururu
05.08.2025 Bereket üniversite diplomam yok!
05.08.2025 Merdan Yanardağ ''Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz'' bildirisini neden imzaladığını anlatıyor
04.08.2025 Orhan Bursalı değerlendirdi: CHP komisyonda ne yapmalı?
04.08.2025 CHP şaşırtmaya devam ediyor
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı