Mümtaz'er Türköne ile sürecin 1. yılı üzerine söyleşi: "Türkiye'ye demokrasiyi Kürtler getirecek"

07.10.2025 medyascope.tv

7 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘’Terörsüz Türkiye’’ ya da ‘’çözüm süreci,’’ her ne derseniz deyin, bir yılını doldurdu. Bu bir yılda neler oldu, neler olmadı, bundan sonra neler olabilir? Bütün bunları Mümtaz'er Türköne ile konuşacağız. Mümtaz'er, merhaba.
Mümtaz'er Türköne: Merhaba.

Ruşen Çakır: Sen cumartesi günü Medyascope'ta sürecin bir yılının değerlendirmesini yazdın. https://medyascope.tv/2025/09/30/mumtazer-turkone-yazdi-cozum-sureci-fiyaskolar-esliginde-birinci-yilini-tamamliyor/ Bugün de Selahattin Demirtaş'tan hareketle, ama sadece onunla değil, Figen Yüksekdağ ve bugün Devlet Bahçeli'nin grup konuşmasından hareketle, yine bir yazınla https://medyascope.tv/2025/10/07/mumtazer-turkone-yazdi-selahattin-demirtas-cozum-surecinin-ozgur-aktorlerinden-biri-olunca/ konunun üzerinden geçtin. Şimdi öncelikle konuya şöyle girelim. Sürecin birinci yılı diyoruz, ama anladığım kadarıyla bu olayın miladı daha eski.
Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: Bahçeli bunu geçen sene Meclis açılışında DEM Partililere el uzatarak görünür kıldı. Ama benim anladığım kadarıyla, iki yıl önceki Hamas saldırısı ve ardından İsrail'in cevabıyla beraber tetiklenmiş bir süreçten bahsediyoruz. Belki iki yıllık bir süreç ama görünürlüğü bir yıl. Çok şey beklendi. Aslında bayağı bir şey de oldu, ama sanki süreç yürümüyor gibi. Sen buna katılmıyorsun.
Türköne: Bu, böyle belli bir rutin ile ilerleyen bir şey değil. Bunun döndüğü köşeler var, sıçramaları var. Bazen durup beklemeleri, geniş bir alana yayılması üzerinde bir sürü tartışmanın, fikir yürütmenin olduğu safhaları var. Fakat başlangıç olarak 1 Ekim veya 22 Ekim tarihini alırsak, bence süreç çok iyi bir noktaya geldi. Somut neticeleri itibariyle değil belki, ama önümüzü çok açan, çok daha ileri adımların atılmasını mümkün kılan ve hedefine ulaşacak gibi görünen bir yolda ilerliyor. Ben hâlâ çok iyimser bakıyorum sürece.

Ruşen Çakır: Zaten adımız çıktı biliyorsun. Bu sürecin başından beri, bundan bir şey çıkacağını söyleyenleri dövüyorlardı. Bayağı da dayak yedik. Sen yakın bir tarihte Kars'taydın. Bir vesileyle Kars'a gittin ve orada, özellikle DEM Partililerle bayağı muhabbetin olmuş.
Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: Ve onlar da senin yazdıklarını, söylediklerini de takip ediyorlar anladığım kadarıyla. Öcalan'ın da takip ettiğini duydum. Selahattin Demirtaş'ın takip ettiğini zaten biliyorum. Mesela orada ne hissettin? Kürtler bu süreci satın almış mı?
Türköne: Şöyle söyleyelim: İki taraflı bir süreçse bu, Kürt tarafı tamam. Kürtler inanılmaz bir derecede ayrıntı bilgisine hâkimler. Süreci çok yakından takip ediyorlar. Zaten politikayla yatıp politikayla kalkan bir toplum Kürtler. Her şeyin farkındalar ve bunun, Kürtler için de Türkiye için de bir çıkış yolu olduğunu çok iyi idrak etmişler. Şöyle söylemek mümkün: Mesela herkes Öcalan üzerinde duruyor. Öcalan'ın önder sıfatıyla Kürtler üzerindeki otoritesi, karizması üzerinde duruyor. Ben tersinden bakıyorum. Kürt toplumu barış istediği için Öcalan'a yönelmiş vaziyette. Öcalan'ın bu kadar önemli hâle gelmesinin sebebi, bu kadar başat bir konuma gelmesinin sebebi, barışı gerçekleştirecek en güçlü aktör olmasından. Yani birbirinden farklı görünen şeyler çakışıyor. Mesela Selahattin Demirtaş çıkarsa, çıktıktan sonra üstleneceği rol yine bu sürecin daha kolay yürümesini, daha tatmin edici bir şekilde yürümesini sağlayacak mesajlar verecek. Başka türlüsü mümkün değil zaten. Herkesin beklentisi de o. Çünkü Kürtler barış istiyorlar. Barış istedikleri için de hep yapıcı bir rol oynuyorlar. Yani Kürt tarafı tamam, ama Türk tarafında problem var. Türk tarafını büyük ölçüde Devlet Bahçeli tek başına temsil ediyor neredeyse ve bunu devlet adına temsil ediyor. Bunu da ‘’Bu bir devlet projesidir, devlet politikasıdır’’ diye ifade ediyor. Yani süreç, Kürtlerle Türkler arasında yürümüyor. Süreç Kürtlerle devlet arasında yürüyor. Burada da Türk tarafını temsilen, devletin içinde Devlet Bahçeli var. 

Ruşen Çakır: Ama mesela Erdoğan'ın hâlâ topa tam olarak girmiyor. Bunu, şundan dolayı söylüyorum. Devlet Bahçeli bundan bayağı bir zaman önce Ahmet Türk ve Ahmet Özer’in isimlerini vererek bu kayyum meselesinin kapanmasını istedi. Daha sonra, Öcalan'la görüşme meselesini, Devlet Bahçeli olmasa da parti adına Feti Yıldız söyledi. Yine olmadı. Hatta Devlet Bahçeli bugün grup toplantısında bir kez daha, “Ne var bunda?” diyerek tekrar bastırıyor.
Biz bugün Kadri Gürsel’le ‘’Hafta Başı’’ yayınında https://medyascope.tv/2025/10/07/turkiye-siyasetinde-mafya-hesaplasmalari-video/ da konuştuk bunu. Kadri, “Davul Erdoğan’da, Devlet Bahçeli sürekli tokmakla vuruyor” diyor. Tabii şimdi birçok insan, ‘’Bu, danışıklı bir dövüş. Aralarında rol planı var’’ diye düşünüyor. Bahçeli niye bu kadar atılgan, Erdoğan niye bu kadar tutuk?
Türköne: Ben bunu çok net bir şekilde geçen sene Ekim ayında da söylüyordum. Bu süreç AK Parti iktidarının sonunu getirir. Demokrasi lazım, hukuk lazım. Mesela dün, Figen Üstündağ Kandıra'da söyledi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin hukukuna sahip çıktı. Yani CHP'ye bu muamelenin yapıldığı bir ülkede çözüm süreci yürümez. DEM’in tezi bu ve son derece doğru. Demokrasi olmadan, hukuk olmadan, sadece Kürtlere demokratik haklar, sadece Kürtlere hukuk diye bir şey olması mümkün değil. Bunun garantisi de zaten ülkede anayasal düzeyde demokrasinin, hukukun garanti altına alınması, halkların koruma altına alınması.
Şimdi benim dikkatimi çeken şu: Erdoğan mecbur olduğu için, bunu engellemenin mümkün olmadığını gördüğü için, zamana oynuyor, ipe un serer gibi davranıyor bazen. Ama neticede, kesin dönüm noktalarında, yeni bir safhaya geçtiği anda engel olmuyor. Mesela Selahattin Demirtaş meselesi öyle bir mesele. Ben Demirtaş’ın çıkacağına inanıyorum. Çünkü Selahattin Demirtaş'ın içeride kalması demek, sürecin boydan boya sabote edilmesi demek. Selahattin Demirtaş’ın çıkmasının da şöyle bir anlamı var: O, duvardaki çok önemli bir taş. Kilit taşını çekiyorsunuz; o duvarı ayakta tutmak çok zor. Bunun sonrasında, diğer AİHM kararlarının uygulanması, bu kayyum meselesi, Bahçeli'nin bugün grup toplantısında dile getirdiği eve dönüş, Meclis komisyonunun Öcalan'a gitmesi de dâhil buna. Onu da adeta bir proje olarak sunuyor. Çok önemli bir ayrıntıydı sözleri arasında.
Bütün bunları yan yana koyduğun zaman, Erdoğan’da, bu sürecin getireceği demokrasinin ve hukukun, yani tutuklu yargılamanın bir cezaya dönüşmesi uygulamasını devam ettiremeyeceği, Osman Kavala'yı, Can Atalay'ı içeride tutamayacağı endişesi var.  Demirtaş'ı bıraktıktan sonra sırada onlar var ve memlekette herkesin açlığını çektiği hukuksuzluğu bu şekilde sürdürmenin vasatı ortadan kalkıyor. O yüzden çözüm süreci konusuna, iktidarın kendi bekası açısından bakıyor. Öcalan da bunun farkında. Bunu ifade eden ilk adam da Öcalan. “Ben norm devletle muhatabım, iktidarla muhatap değilim” diyerek, doğrudan doğruya Devlet Bahçeli'nin temsil ettiği misyonu muhatap aldığını söylemiş oluyor. Yani netice itibariyle, Erdoğan, iktidarın bekası penceresinden bakıyor Erdoğan. Bahçeli ise çok açık bir misyon üstlenmiş. Buna detaylarıyla vakıf ve bunu çok açık bir şekilde yürütüyor. Bunun sorumluluğunu üstlenmiş. Şimdi, “Eksik ne kaldı?” diye sormak lazım. Ben dikkatle dinledim bugün Bahçeli'nin konuşmasını. Senin sorunun da cevabı onun içinde var. Devlet kanadının kafası net değil. Dün Tom Barrack gitmiş, SDG ile Şam arasında arabuluculuk yapıyor. Mesela bunu Türkiye'nin yapması lazımdı.

Ruşen Çakır: Kesinlikle. Mesela çağrılan STK yöneticileri komisyonda, “Niye Mazlum Abdi Ankara'ya gelmiyor?” dediler. Cumhuriyet gazetesi bunu “Teröristi Ankara'ya çağırdı” haberleştiriyor. Ama normalde zaten Şara sürekli geliyor ya da ona gidiliyor. Bir önceki süreçte Salih Müslim geliyordu biliyorsun. Ankara pekâlâ onları bir araya getirebilir. Ankara’nın tercihinin Şam'dan, eş-Şara’dan yana olduğunu biliyoruz. Ama bence tercihin eş-Şara’dan yana olması da çok akılcı bir şey değil.
Türköne: Bence de değil. Yani 12 yıl iç savaş yaşamış bir ülkede herkes, her birey korku ve endişe içindedir ve güvenli bir çatının altında hayatını sürdürmeye çalışır. SDG, bu çatışmanın, 12 yıllık iç savaşın eseri olan bir örgüt. Tabii bunun safha safha farklı politikaları, farklı mücadeleleri olabilir sizin karşınızda. Ama Türkiye, Suriye'yi bizim anladığımız manada üniter ulus devlet şeklinde bir arada tutma çabasıyla hata yapıyor. Bu imkânsız bir şey. Suriye'nin kendi gerçeklerine aykırı bir şey. Yani adem-i merkeziyetçilik denilen, zaten fiilen gerçekleşecek olan şey de o olacak. 10 Mart mutabakatı bunun çok dışında değil. Şara ile Mazlum Abdi arasındaki mutabakat bunun çok dışında değil. Neticede, askeri güçler de kendi etnik veya mezhebi özelliklerine göre örgütlenip devlet çatısı altında yer alacak. Bu, adem-i merkeziyetçiliktir. Nasıl yaparsanız yapın. Ordunun üstleneceği dış güvenlik görevi ile polis teşkilatının üstleneceği iç güvenlik görevi arasındaki ayrışmayı da mutlaka bu adem-i merkeziyetçiliğe riayet ederek yapacaklar.
Geçenlerde Sönmez Köksal Halk TV'ye çıktı. Ben dikkatle izledim. Çok iyi bir entelektüel, çok iyi bir diplomat.

Ruşen Çakır: Bilmeyenler için söyleyelim; Sönmez Köksal eski MİT müsteşarıydı.
Türköne: Eski MİT müsteşarı. Çok dikkatli konuşuyor ve ayrıntılarda çok önemli şeyler söyledi. Söylediği şeylerden bir tanesi, Şara yönetimine rezervi olduğuydu. Yani, “İslamcı bir hükümetle ilişkide dikkatli olmak gerekir” dedi. İkincisi de, SDG kısmıyla, Kürt kısmıyla alakalı, çok açık ve net söylemese de, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Pasavan uygulamasını hatırlattı ve ‘’irredantist bir politika izleyemeyiz, ama Kürtlerle entegre olabiliriz’’ anlamına gelen bir şey söyledi. Sanıyorum devletin kafası bu konuda karışık. bugün Devlet Bahçeli grup toplantısında “SDG silahları bıraksın” dedi. Bu imkânsız bir şey, fiilen imkânsız. Yani Türkiye bütün Kürtlerin can ve mal güvenliğini garanti altına almadan imkânsız bir şey.

Ruşen Çakır: Mesela SDG, bu konuda tartışmaların olduğu ağustos ayı sonlarında, “Eğer sürecin bütün yönleriyle güvence altına alınmadığı bir zeminde ilerlenir ve adımlar aceleyle atılırsa…” demişti. Acele adım atmamaktan bahsediyorlar. Bir de, ileriye dönük güvenlik, siyasi ve toplumsal teminatlar. İleriye dönük güvenlik teminatı, siyasi teminat, toplumsal teminat; ileriye dönük. Şu anda bunların hiçbirisi dile getirilmiyor.
Mesela dün Suriye’de, Esad’ın devrilmesinden sonra ilk kez parlamenter seçim yapıldı.  Seçimler, doğrudan halk oylaması yerine “seçici kurullar” aracılığıyla gerçekleşti. Hatta Bahçeli de Süveyda yok, Rakka yok, Haseke yok, diye şikâyet etmiş. Diğerleri var ama ne anlama geliyor? Bütün Suriye oy kullanmadı. Onu sağlayamadan nasıl yapacaksın bunu?
Türköne: 1990'larda Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi konusunda Türkiye'nin yaptığı hataların benzeri yapılıyor şu anda Suriye'de. Bahçeli bugün çok güçlü bir paradigma değişikliğini ifade etti. Yani bir yandan, “Kürtlerle parlak bir geleceği birlikte yaşayacağız” diyor. Öbür taraftan, SDG'nin temsil ettiği kesime karşı bir güvensizlik ifade ediyor. Şimdi, çok açık ve net olarak, devlet içinde birilerinin şunun farkında olduğunu düşünüyorum: SDG'nin silahları hiçbir şekilde Türkiye'ye dönmez.  Amerika'nın üstlendiği, İngiltere'nin üstlendiği arabuluculuk görevini, Şara hükümetiyle arasına biraz mesafe koyarak, bir denge oluşturarak Türkiye'nin üstlenmesi lazım. Ve muhtemeldir ki başka yolları da var bunun. Mesela SDG'nin silahlı güçlerini yerinde gözetlemek üzere Türk Ordusu’ndan bazı denetim uzmanları oraya gidebilirler. Kürtlerin buna çok açık davranacağını düşünüyorum. Çünkü Kürtlerin derdi kendi güvenliklerini sağlamak. Suriye'deki Kürtlerin kendi güvenliklerini sağlamaları, yani orada güven içinde olmaları Türkiye için de çok önemli. Zaten Suriye'de o iş bozulursa, SDG konusundaki bu ısrarı devam ederse, Türkiye çatışmaları teşvik eden bir tarafta yer almış olacak. Şam yönetimiyle bu kadar içli dışlı, sıkı fıkı olarak, çatışmaları çoğaltan bir aktör gibi devrede olacak. Orada bir denge noktasını yakalaması lazım. Türkiye'nin iki taraf arasında üstleneceği gerçekten çok işlevsel roller var.
Ben şu anda, SDG konusundaki ısrarın, Suriye'nin kendi gerçeklerine, sosyolojik gerçeklerine, yani din, mezhep, etnik mensubiyet gibi gerçeklerine uymadığı kanaatindeyim. Birçok yolu bulunabilir. Bir öngörüde bulunmak gerekirse, bu önümüzdeki sürede de Türkiye'deki çözüm sürecini rahatlatmak için, Suriye'de SDG ile ilgili bu meselenin çözülmesi lazım. Yoksa tıkanır kalır orada.

Ruşen Çakır: Benim bildiğim kadarıyla, İmralı heyetinin, Pervin Buldan, Mithat Sancar ve adını unuttuğum bir avukatın yürüttüğü bir süreç var. Ama Suriye'deki olayı da bir şekilde, belli bir tarihten itibaren buna paralel bir şekilde yürüttüklerini duydum. Ve bu konuda da çok ciddi, olumlu anlamda gelişmeler oldu. Ama burada şöyle bir husus var tabii. Sen demin bahsettin, bu, sadece Şam, Haseke ve Ankara arasındaki bir mesele değil. İşin içerisinde Washington da var. Hatta bir anlamda Tel Aviv de var. Dolayısıyla, daha karmaşık bir süreç bu. Türkiye böylesini tercih etmeyebilirdi.
Bir de, bu konuda birtakım gelişmeler olduğu söyleniliyor. Zaten Tom Barrack da ilk başta, “Tek ulus, tek devlet’’ demişken, sonra, “Federasyondan bir gömlek aşağı,” diye adem-i merkeziyetçiliğe yakın bir şey söyledi. Bahçeli hep, “Öcalan’ın 27 Şubat açıklaması hepsini bağlar. Suriye'yi de bağlar ve Öcalan kurucu önder olarak bu olayı halletmeli” diyor. Ama şunu biliyoruz ki, Öcalan Suriye konusunda, çok kaba deyimiyle, ‘Buyurun, dükkân sizin’ demedi hiçbir zaman.
Türköne: “Kırmızı çizgim” dedi hatta.

Ruşen Çakır: Mesela onun demokratik entegrasyon projesi var. “Suriye'de demokratik entegrasyon,” diyor, ama Suriye'de demokratik entegrasyon olması için ortada bir devlet olmadığını da çok iyi biliyor. Orada, onu bir sürece yaymış durumda. Anladığım kadarıyla, Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin o acelesine Öcalan aynı şekilde cevap vermiyor ve iş büyük ölçüde burada düğümleniyor.
Türköne: Bence orada taraf olmakla, Suriye'deki Kürtlerin haklarını savunmaktan önce, çok daha anlamlı bir tarafı var bunun. Biz, ‘’Suriye'de üniter devlet olsun, adem-i merkeziyetçilik olsun’’ gibi tartışmaların ötesinde, hareket noktası olarak orada yaşayan, Suriye'de yaşayan bütün insanların can ve mal güvenliğini alırsak, Kuzeydoğu Suriye'de Cezire bölgesinde yaşayan Kürtlerin güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Bunun cevabı SDG'nin silah bırakmasıysa, “Tamam, bıraksın” dersiniz. SDG silah bırakırsa, onların güvenliğini nasıl sağlayacağınızın teminatı lazım. Biraz önce söylediğin şeyde de vardı o. Şimdi bu açıdan ısrarla söylüyorum, bir kafa karışıklığı var. Ve Türkiye, başından itibaren Şara yönetimine çok fazla angaje olarak, elindeki çok önemli bir kozu kaybediyor. Kürtler üzerinde de itibarlı, nüfuzlu, güven verici politika üretme imkânını sınırlandırıyor. Kaybetmiş değil, henüz vakit var ve ben bu konuda tartışmanın, fikir çatışmasının şu anda devlet içinde cereyan ettiği kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: Peki. Şimdi tekrar Türkiye'ye dönecek olursak. Komisyon dinledi, dinledi, hâlâ dinliyor. Yine dinleyecek. Bir iki toplantı daha dinlemekle geçecek. Ondan sonra iş bir şeyler üretmeye gelecek, değil mi? Yasal zemini, yani örgütün feshinin ve silah bırakmasının hukuki ve belki de sosyolojik zeminini inşa etme meselesine gelecek. Şimdi bununla ilgili herhangi bir şey dolaşmıyor ortada. Birtakım rivayetler var. İktidara yakın bazı gazeteciler, ‘Şöyle bir şey çıkacak, böyle bir şey çıkacak,’ gibi birtakım şeyler paylaştılar. Tabii orada bir de, “Anayasanın eşitlik ilkesine göre sadece PKK'lılara yönelik af benzeri bir düzenleme olur mu, olmaz mı? İstisnai yasa çıkar mı çıkmaz mı? Yasa çıkarsa nasıl çıkacak?” tartışması var. Öcalan üçüncü ülkeye gönderme gibi şeyler istemiyor biliyorsun. Bir ara, lider kadroyu İskandinavya'ya yollamak gibi şeyler çok söyleniliyordu. Onlara yanaşmıyor. Herkesin Türkiye'ye gelmesini istiyor. Buralar çok zor olmayacak mı?
Türköne: Bu söylediğin, bugün Bahçeli'nin konuşmasında zaten vardı. Bahçeli de ısrarla, “Bu bir devlet projesidir, devlet politikasıdır” lafını tekrarlıyor. Yani bunu ben söylemiyorum. Devlet de bu şekilde.  Öcalan'ın da norm devlet dediği, herhalde kanatta kararlaştırılan plan, program bu” diyor. Eve dönüş en önemlisi, infaz yasası düzenlemesi yine en önemlisi.  Ben bazı istisnalar tanıyarak bunu düzenleyebileceklerini de sanmıyorum.
Bir de DEM Parti’nin hakikaten çok takdir edilmesi gereken bir tavrı var. Figen Üstündağ’ın söylediği genel bir demokrasi arayışını DEM’li politikacılar sıklıkla dile getiriyorlar. Öcalan'ın mesajlarında da var bu. Demokratik toplum vurgusunda da var. Burada, bu çözümü sağlayacak olan şey, demokratik zeminin, demokratik iklimin, herkesin demokratik haklarının ve hukukun da bu şekilde güvence altına alındığı bir toplumun ortaya çıkması. Böyle bir yaklaşım gündemdeyken, bazı istisnalar tanıyıp sadece PKK'lılara mahsus bir af düzenlemesi olmaz.
Ben başka bir evreye de geçilebileceğinin işaretlerini alıyorum verilen mesajlardan. Mesela AK Parti, çözüm süreci boyunca, çözüme odaklı olarak oluşan mimarinin dışında kalıyor. CHP, MHP, DEM yakınlaşması politik anlamda oluşmuş vaziyette zaten. Söyledikleri aynı. Yani Bahçeli'nin söylediğiyle, DEM’in söyledikleri, CHP'nin söyledikleri birbiriyle çok örtüşüyor ve AK Parti oyunun dışında. AK Parti siyaset yapmıyor, siyaset üretmiyor bu konuda. Sadece önüne gelen meseleye göre topu sağa sola, bir yerlere atıyor.

Ruşen Çakır: Ama onlar olmadan da o nitelikli çoğunluk zor olur.
Türköne: Bu nitelikli çoğunluk meselesinde Numan Kurtulmuş topu hemen Cumhuriyet Halk Partisi'ne attı. İmralı'ya gönderilecek heyetle ilgili, “Nitelikli çoğunlukla karar verilirse gider” dedi. Bu, aslında karşılıklı bir şey. Yani nitelikli çoğunluk kararı verilemeyebilir. Bu, ya CHP yüzünden olur yahut da AK Parti yüzünden olur. Aslında ikisini de topun altına sokan, ikisine de sorumluluk yükleyen bir şey. Bir inceliği var. Bu incelik de görülüyor.

Ruşen Çakır: Çok zor. Düşünüyorum da, hâlâ çok sorunlu. Mesela şimdi sen, “MHP, CHP, DEM Parti arasında anlayış birliğine yakın bir şey var” diyorsun. Ama Bahçeli bugünkü konuşmasının ilk bölümünde CHP'ye demediğini bırakmıyor.
Türköne: Ben bunu her defasında söylüyorum. Bahçeli CHP'ye laf söylediği zaman aslında CHP'ye laf söylemiyor. Dönüp, Erdoğan'a, AK Parti'ye, ‘Ben sizin yanınızdayım’’ demiş oluyor. Bahçeli'nin üslubundaki bu farkı hâlâ çoğu kimse yakalayamadı. Yani bunları söylerken derdi CHP ile değil. Derdi, AK Parti'ye dönüp, ‘’Ben hâlâ Cumhur İttifakı'nın sadık bir üyesiyim. Bak CHP'ye neler neler söylüyorum’’ mesajını vermiş oluyor. Şimdi iznin olursa, ilave olarak bir şey söyleyeceğim. Sen de üzerinde konuştun, yazdın, bu Ciner Holding, Can Holding meselesi var. Şimdi mesele geldi, şöyle bir noktaya takıldı: Savcı Kemal Can'ın ifadesini alıyor. Bizim Kemal Can değil tabii, Can Holding'in sahibi Kemal Can'ın. Bu kadar bilinen isimlere sahip olmak da kötü. Ben o konuda şanslıyım.

Ruşen Çakır: Ben de.
Türköne: Adam, “Devlet büyüklerimiz şunu dedi. Ben bunu yaptım. Devlet büyüklerimiz, ‘’al şunu’’ dedi emaneten aldım. Veya ‘‘al’’ dediler, başka bir şey oldu, alamadım,” diyor. Timur Soykan “Kim bu devlet büyükleri?” diye sordu. Bence savcıyı takdir etmek lazım. Ucu açık bir soruyu, bir ateş topunu ortaya atar gibi kamuoyunun önüne attı. Bundan sonra ya soruşturma aşamasında yahut da dava açılırsa, o aşamada, bu devlet büyüklerinin kim olduğu ortaya çıkacak. İnanılmaz bir şeye işaret ediyor bu. Devlet içinde, devletin ekonomik iktidarının yasadışı yollarla nasıl sömürüldüğünü, nasıl paylaşıldığını anlatan bir arka planı var bunun. Ve çözüm sürecinin en büyük engellerinden biri bu. Çünkü bu düzen yıkılacak. Aradaki bağlantıyı kurmak lazım. Bu devlet büyükleri, her kimlerse bunlar, kendilerini ifşa etmeden koruma altına alabilmeleri için çözüm sürecinin karşısında durmak zorundalar. Çünkü çözüm sürecinin olduğu bir yerde, “Kim bu devlet büyükleri?” sorusunun cevabını birileri mutlaka vermek zorunda.

Ruşen Çakır: Orada dönüp dolaşıp aynı şeye geliyoruz. Bu süreçten demokrasi çıkacağı, mecburen oraya doğru evrileceği varsayımı var. Ama sonuçta ortadaki isimler de Erdoğan ve Bahçeli. Yani burada hep zurnanın zırt dediği yer oluyor. İnsanlar inanamıyor, hayalinde canlandıramıyor. Tamam, determinizm, yani bir şey değişince, öteki şeyler de bundan etkilenir tabii ki. Ama mesela Fatih Altaylı hâlâ içeride bu ülkede. O kadar insan hâlâ içeride. Senin arkadaşını, Hüseyin Kocabıyık’ı gözaltına aldılar.  İki dönem AK Parti'de milletvekilliği yapmış. Böyle bir ülkedeyiz. Bunlar nasıl olacak? 
Türköne: Yavaş yavaş olacak, ama mutlaka olacak. Şunu söyleyeyim: “Bahçeli var, Erdoğan var” diyorsun, ama aslında onların dışında da aktörler var. Gidip, SDG ile Şam'ı barıştırmaya çalışan Amerikalılar var mesela. İsrail var devrede. Yani bu işin serencamı, Türkiye'deki aktörlerin iradesiyle sınırlı değil. Türkiye, SDG ile Şam arasında tam denge noktasında olmadığı için Amerika kendisine rol buluyor, alan açıyor Suriye'de. Nasıl Suriye'de o rolü Türkiye üstlenmek zorundaysa, Selahattin Demirtaş'ın dışarıda olmadığı bir Türkiye'de çözüm süreci kesinlikle yürümeyecekse, bu süreç geliştikçe, yayıldıkça, Fatih Altaylı da, benim arkadaşım Hüseyin Kocabıyık da, Türkiye'de her an ifade özgürlüğü, temel hakları, özgür yaşama hakkı tehdit altında olanlar da rahatlayacaklar. Benim temel tezim, Türkiye'ye demokrasiyi Kürtler getiriyor.

Ruşen Çakır: Sırf bu laftan dolayı seni kurşuna dizecek binlerce insan vardır.
Türköne: Ama gerçek bu. Yani Kürt sorunu çözülürken Türkiye’ye demokrasi geliyor. Bizim, bütün tarih boyunca kendi iç dinamiklerimizle oluşmuş bir demokrasi yapımız yok. Tanzimat Fermanı’ndan bu yana, Kanun-i Esasi 1876, 1950'de çok partili hayata geçiş, 1960 ihtilalinden sonra tekrar demokratik hayata geçiş, 12 Eylül. Bunların hepsinde demokrasiyi zorlayan şey dış dinamikler. Şimdi de Suriye başımızın üstünde, her şeyi belirliyor.

Ruşen Çakır: Benim bir lafım vardı. Yıllardır söylüyorum. “Kürtleri kazanan Türkiye'yi kazanır,” diyorum.
Türköne: Doğru.

Ruşen Çakır: Sen şimdi, “Türkiye'ye demokrasiyi Kürtler getirecek” diyorsun. Peki, burada, senin de içinden geldiğin Türk milliyetçisi camia, Bahçeli'nin başını çektiği bu olayı hakikaten tam anlamıyla içselleştirdi mi, yoksa direnç hâlâ güçlü bir şekilde var mı?
Türköne: Bahçeli'nin anlatmaya çalıştığı şey, vermeye çalıştığı mesaj çok açık ve net.Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekasının bu sürece bağlı olduğunu söylüyor ısrarla. Sanıyorum bu büyük ölçüde yerleşmiş bir durumda. Demokrasi açısından bakmıyor tabii Türk milliyetçileri, ülkücüler veya vatandaşların büyük bir kısmı. Ama devletin bekası, ülkenin güvenliği, toplumun refahı açısından bu sürecin çok önemli olduğunun farkındalar. Tartışmanın, müzakerenin Türklerle Kürtler arasında geçmediğini, devletle Kürtler arasında geçtiğini de hatırlarsak, bu süreçte Türklerin hiç olmazsa, ‘Bu iyi bir yere doğru gidecek galiba’ demesi yeterli. Yoksa tatmin olmaları gerekmiyor.

Ruşen Çakır: Orada işte şöyle bir sorun var. İnsanlar bütün anketlerde “Olsa iyi olur’’ diyor, ama burada, “Olmayacak galiba” diyorlar. Yani hep öyle söyleniliyor. Beklenti var, ama güven yok. Burada, her iki kamuoyunda, ama özellikle Türk kamuoyunda sürecin bir şekilde toplumsallaştırılması ya da sürecin pazarlanması, rıza üretimi meselesinde anahtar rolü siyasi iktidar ve AK Parti oynuyor. Çünkü medya onun denetimde, para onun elinde. Ama ben bakıyorum, Erdoğan'ın ağzından çıkan ‘’Terörsüz Türkiye’’ lafını manşet yapıyor olabilirler belki ama, onları böyle, ‘’Ne güzel oluyor, her şey çok güzel olacak’’ modunda görmüyoruz. Hatta özellikle medyada ‘Bu, olmaz,’ diye düşünen, bir de, ‘Olmasın,’ diye düşünen çok kişi olduğunu düşünüyorum. Bunlara rağmen nasıl olacak?
Türköne: 1 Ekim'de Meclis açıldığında, Erdoğan, tam bir yıl gecikmeyle, Bahçeli'nin yaptığı şeyi yaptı. İktidar medyasının bunun arkasına geçip bunu savunması, politikacıların bunu savunması mutlaka emir-komuta zinciri içinde, hiyerarşi içinde belirlenen bir politikaya bağlı bir şey. Fakat şu fark var ve bu fark, meseleyi anlamak için önemli. Sen çözüm süreci ile ilgili herhangi bir video yaptığın zaman, Kürtler, senin oradaki sözlerini, ses tonuna kadar ayrıntılarını ciddiyetle takip ediyorlar. Ama Türklerden kimse takip etmiyor. Haberleri bile olmuyor. Kürtler bütün ayrıntısıyla konuya hâkimken, Türkler kendi maişet dertleriyle, başka sorunlarla uğraşıyorlar. Zaten Türklerin geleneksel tavrı da bu. Bu işleri devlete havale ederler. ‘’Devlet ne diyorsa, netice itibariyle bu devletin dediği olur’’ diye bir yaklaşım var. Bin yıllık bir gelenek bu. Ben o yüzden çok fazla önemsemiyorum. Fakat 1 Ekim'de Erdoğan'ın gösterdiği tavır, bir tık yukarı çıkmaktı çözüm sürecinde.

Ruşen Çakır: Ama o daha çok, CHP'ye, yani CHP'nin meşruiyet tartışmasına cevaptı. 
Türköne: Ona cevaptı. İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz. Sen de yazmışsın. CHP Meclisi boykot etmeseydi, muhtemelen o fotoğraf çekilemezdi.

Ruşen Çakır: Yok, olmazdı. Tabii. Geçen sene yapmamıştı. Bahçeli yaptı bir şey, şimdi Erdoğan yaptı. Nasıl toparlayalım Mümtaz'er? “Olay iyi gidiyor” diyorsun.
Türköne: Olay iyi gidiyor. Ben Bahçeli'nin konuşmasını dinledim. Konuşmada itiraz ettiğim tek mesele SDG meselesi ve SDG meselesinde de devlet içinde bir tartışma, bir fikir ayrılığı var. Onun da işaretleri geliyor belli. Türkiye'nin Suriye politikasını yeniden gözden geçirmesi lazım. Ve Bahçeli'nin işaret ettiği bir şey çok önemli. Yani o paradigma değişikliğini bugün çok iyi ifade etti. Geçmişe bir sünger çekiyorsunuz. Yepyeni bir geleceğe doğru birlikte omuz omuza yürüyorsunuz. Türklerle Kürtler bir geleceği birlikte inşa ediyorlar. Böyle bir mesaj vardı söylediklerinin arasında. Devletin bu pozisyonu edinmesi, Suriye'de de bu politikayı izleyebilmesi için, öncelikli olarak, Suriye Kürtlerinin güvenliğinin SDG'den önce Türkiye'den sorulması lazım. Türkiye bunu temin ederse, bunun teminatını verebilirse, zaten sorun diye bir şey kalmıyor ortada.

Ruşen Çakır: Kadri’ye de onu söyledim; Bahçeli'nin bugünkü konuşmasında bence Öcalan'a bir övgü var. “Elini taşın altına koydu” diyor. Gerçi ilk defa da yapmıyor. Hatırlıyorum, ip attığı zaman ben oradaydım. Trabzon'da mıydı?
Türköne: Erzurum’da.

Ruşen Çakır: Doğru. Ben ondan bir sonrakine, Trabzon'a gitmiştim. Orada ip atmadı, ama aynı şeyi tekrarlamıştı. Ama şimdi burada, “Eğmeden, bükmeden söylemeliyim ki PKK'nın kurucu önderliği,” diyor, önderi de demiyor. Önderlik tam PKK dili, biliyorsun. “PKK'nın kurucu önderliği, elini taşın altına koymuştur.” Bu doğru, ama Bahçeli'nin, “Eğmeden, bükmeden söylemeliyim ki,” deyip, adını koymuş olması bile rüya gibi bir şey yani.
Türköne: Muhtemelen Öcalan da aynı cümleyi Bahçeli için kuracaktır.

Ruşen Çakır: Kurdu zaten. “Atatürk'ten sonraki devlet adamı” diye söyledi.
Türköne: Benzer bir cümleyi bugünlerde söyleyebilir.

Ruşen Çakır: Bakalım. Evet, noktayı koyalım. Sağ ol, Mümtaz'er. Mümtaz'er Türköne ile sürecin birinci yılını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
17.10.2025 DEM Parti heyeti İmralı’ya tünel mi kazdı?
16.10.2025 İktidarın hedefinde LGBTİ+ var
15.10.2025 Bahçeli’den bu sefer de Alevi açılımı
14.10.2025 Öcalan’dan Demirtaş’a değil, Demirtaş’tan Öcalan’a mektup gitti
14.10.2025 Milliyetçi partiler birleşir mi?
13.10.2025 Öcalan medyanın dilinden rahatsız olmakta haklı mı?
13.10.2025 Roj Girasun ile söyleşi: Demirtaş niçin tahliye olmadı? Çözüm sürecinin Irak, Suriye ve İran ile ilişkisi
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
12.10.2025 Türkiye’de bir şeyler çözülür diye yurtdışında ödleri kopanlar var
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı