2012’Yİ UĞURLARKEN/2
Kürt sorununda tüm taraflar bilerek ya da bilmeyerek çözümsüzlüğe çalıştı
MİT krizini 2012’nin en önemli olayı olarak görüp, yeni tip iktidar savaşlarının yıla damgasını bastığını kabul ediyorsak ilk olarak Kürt sorununa bakmamız gerekecektir. Öyle ya, özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya, eski ve yeni müsteşarlar başta olmak üzere MİT görevlilerini KCK soruşturması kapsamına ifade vermeye çağırmıştı. Daha sonra savcının onlara esas olarak Oslo’da PKK temsilcileriyle yapılan görüşmeleri soracağı ortaya çıktı.
Görüldüğü gibi Kürt ve PKK sorunlarının nasıl çözüleceği konusunda devlet içinde çok köklü görüş ayrılıkları var. Öyle ki, PKK ile doğrudan görüşmelere karşı olan taraf, hükümeti karşısına alma riskine rağmen Oslo sürecini baltalamak için elinden geleni yapabiliyor ve bu uğurda polis ve adliyeyi kolaylıkla devreye sokabiliyor.
Erdoğan’ın yarattığı hayal kırıklıkları
Bununla birlikte devlet içindeki farklılıkları “güvercinler” ve “şahinler” olarak kategorileştirmek hiç de kolay olmayacaktır. Örneğin Oslo sürecine ve MİT’e tümüyle sahip çıktığı için “güvercin” denebilecek olan Başbakan Erdoğan 2012’de genel olarak “şahin” politikalara destek verdi. Tek başına, “Kürt sorunu, Kürt kardeşlerimizin sorunları var” yaklaşımının Erdoğan’ı yıllarca geriye attığı açıktır. Aynı şekilde, Öcalan imasıyla idamı yeniden getirme önerisi; BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için sarf ettiği çabalar ve nihayet açlık grevlerine karşı takındığı tutumu da hatırlayınca Erdoğan’ın geride bırakmakta olduğumuz yılda Kürt sorununun çözümünden çok çözülmemesine katkı sağlamış olduğu anlaşılır.
Başbakan’ın Uludere/Roboski faciasını örtbas etme gayretlerinin 2012’de tam bir hayal kırıklığı yaratmış olduğu da muhakkaktır. (İlginçtir, MİT krizinde, MİT’e ve Erdoğan’a karşı tavır alanlar Uludere olayını da MİT ve Erdoğan’ın yıpratılması için sonuna kadar kullandılar, kullanmaya devam ediyorlar. Bunu yaparken mecburen Kürt sorunu ve Kürtler hakkında daha yumuşak bir dil kullanıyorlar.) Erdoğan’ın bu şaşrıtıcı tutumu nedeniyle Roboski’nin, Ali Akel’in tabiriyle “Kürtlerin Kudüsü” olduğu, özellikle dindar Kürtlerin zaten başlamış olan iktidar partisinden uzaklaşmasını hızlandırdığı da aşikârdır. (
Söyleşi: Türk ve Kürt İslamcıların yolları hızla ayrılıyor - Ali Akel)
2012’de sıklıkla dindar Kürtlerin dönüşümü ve siyasi tercihlerindeki değişiklikleri tartıştık, 2013’de daha da tartışacağa benzeriz. Bu açıdan Hizbullah’a yakın isimlerin kurduğu Hüda-Par’ın neler yapabileceği, AKP ve BDP dışında üçüncü bir güç olup olamayacağının cevabı bu yıl daha da şekillenebilir. (İlgilisi şu yazımıza bakabilir:
Hüda-Par ne yapar?)
BDP, PKK ve Öcalan
2012’nin Kürt sorununun çözümü konusunda bir kâbus yılı olmasının tek sorumlusu kesinlikle hükümet değildir. “Devrimci halk savaşı” gibi hedefle şiddeti tırmandıran, özellikle Hakkari bölgesinde bunun provalarını yapan PKK’nın somut bir kazanım elde edemediği açıktır. Bununla birlikte 2012’de devletin PKK’yı askeri açıdan tasfiyesinin kolay kolay mümkün olmadığını da gördük.
Geride bıraktığımız yılda PKK kent merkezlerinde başta güvenlik güçleri olmak üzere devlet memurlarını hedef alan kaçırma ve suikastlerle de dikkat çekti. (CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasının yarattığı şok hâlâ hafızalarda) Bu arada Gaziantep’teki kör terör saldırısını da unutmamak gerekiyor.
Şemdinli kırsalında BDP’li bir grup milletvekiliyle PKK militanlarının kucaklaşmasının 2012’in en çok konuşulan olaylarından biri olduğunu biliyoruz. BDP’nin Türk kamuoyu nezdinde zaten epey azalmış olan güvenilirliği bu kucaklaşmanın görüntüleriyle yok olmaya yüz tuttu. BDP, cezaevlerindeki açlık grevlerinde de etkili bir şekilde inisiyatif alamayarak çözüm konusunda “vazgeçilmez bir aktör” olduğu iddiasına iyice gölge düşürdü.
Buna karşılık Abdullah Öcalan, kardeşi üzerinden yolladığı mesajla açlık grevlerini hemen sonlandırarak, herşeye rağmen “baş aktör” olmayı sürdürdüğünü kanıtladı. 2012’de sesini pek duymadığımız Öcalan’ın yeni yılda iyice ön plana çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat hükümetin PKK ve BDP’yi baypas ederek tüm süreci Öcalan üzerinden yürütme stratejisinin başarılı olup olamayacağı belirsiz. En azından, hükümetle bariz bir iktidar mücadelesine girmiş olan çevrelerin, bu kadar kolay bir çözüme izin vermek istemeyebileceklerini söyleyebiliriz.
Yarın: Erdoğan-Gül rekabenin geleceği