Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk ile 9 BDP milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi, dün TBMM Başkanlığı'na sunuldu. İsimleri hatırlayalım: BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak (Siirt), Grup Başkanvekili İdris Baluken (Bingöl), Adil Kurt ve Esat Canan (Hakkari), Sebahat Tuncel (İstanbul), Nazmi Gür (Van), Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis), Halil Aksoy (Ağrı), Milletvekili Ertuğrul Kürkçü (Mersin) ve Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk. 10 milletvekili hakkında, “silahlı terör örgütüne yardım etmek” suçundan TCK ve TMK uyarınca soruşturma açılmasına izin verilmesi talebini içeren dosya, TBMM Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu'na sevk edilecek. Ya sonra? Sonra da büyük bir ihtimalle iktidar partisinin oylarıyla 10 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılacak. En fazla, CHP ve MHP’nin ne oy kullanacağını, AKP’den fire olup olmayacağını merak edeceğiz.
Ya sonra?
Peki ondan sonra ne olacak? Yani başlıktaki cümleyle söyleyecek olursak, velev ki bu 10 milletvekilinin dokunulmazlığı kalktı, yargı tarafından da mahkum edildiler, ne olacak? Ülkemizde demokrasi daha ileriye mi taşınmış olacak? Kürt sorununda çözüm imkanları mı artacak?
Her iki soruya da cevabım “kesinlikle hayır” olacaktır. Hatta kullanacakları oy ne olursa olsun AKP grubunun hatırı sayılır bir bölümünün, dokunulmazlıkların kaldırılmasının herhangi bir hayrı olduğuna inanmadığını, hatta tam tersine yakın gelecekte olumsuz sonuçlarına yol açmasından kaygılandıklarını düşünüyorum.
Çünkü AKP’li birçok milletvekilinin de BDP’liler ve dokunulmazlıkların kaldırılması denince, birçoklarımız gibi akıllarına o yürek burkucu fotoğraf geliyor olmalı. 2 Mart 1994 günü TBMM bahçesinde, sakallı bir sivil polis memurunun, DEP Milletvekili Orhan Doğan’ın ensesinden bastırarak zorla otomobile bindirmesinin fotoğrafını kastediyorum.
Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in büyük bir zafermiş gibi lanse ettiği DEP’lilerin derdest edilip hapse atılmaları olayının bilançosu malum: Geride ne Çiller, ne partisi kaldı. Buna karşılık Kürt siyasi hareketi, mecburen farklı parti isimleriyle yoluna devam etti ve ülkenin en etkili muhalefeti oldu. Çiller hükümetinin içeri attığı DEP’lilerin 10 yıl sonra, Haziran 2004’de AKP hükümetinin AB çerçevesinde yaptığı düzenlemelerle tahliye edilmiş olduklarını da unutmayalım.
Değişen ve değişmeyen
DEP’lilerin hapse atılmalarının üzerinden yaklaşık 20, tahliye olmalarından da 8 yıl geçti. Bütün bu süreçte ne değişti ve ne değişmedi ki siyasi iktidar tekrar aynı yola başvurmaya yöneliyor, anlamak mümkün değil. Yasal Kürt hareketinin önüne çıkartılan onca engelin son tahlilde pek bir işe yaramadığının, hatta bu hareketi daha da güçlendirdiğinin hâlâ anlaşılmamış olması da garip. ki insan “yoksa çaresizlikten mi?” diye sormadan edemiyor. Benzer şekilde, söz konusu milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılma ihtimalinden pek tedirgin olmadıklarını da söyleyebiliriz.
Tabii olayın bir de toplumsal boyutu var. Başbakan Erdoğan son dönemde, idam cezası, açlık grevleri ve son olarak dokunulmazlıklar gibi Kürt sorunuyla doğrudan ilgili konularda hayli sert çıkışlar yapıyor ve ülkenin gündemini belirliyor. Türkiye’de Başbakan’ın bu çıkışlarını takdir edip onu alkışlayan çok kişinin bulunduğu muhakkak. Ama bir de bunlardan rahatsız olanlar var, tabii en başta da Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümü.
Daha önceki yazılarımda defalarca Türkiye’de kamuoylarının da bölündüğü uyarısında bulundum. Erdoğan’ın bu türden çıkışları bu bölünmüşlük halini gidermenin ötesinde bunu daha da şiddetlendiriyor ki bu tür bir kamplaşmanın kazananı olmayacağı açıktır.