Kürt hareketi yeni çözüm sürecine uyum sağlayabilecek mi? | Eyüp Burç anlattı

18.07.2025 medyascope.tv

18 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: İlke TV Yayın Yönetmeni, Eyüp merhaba.
Eyüp Burç: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Öncelikle Süleymaniye'deki, yani Süleymaniye yakınındaki olayı, töreni izledin. Önce bir girizgâh olarak onunla ilgili söyleyeceklerini bir anlat. Gözlemlerini, ne hissettiğini anlat. Ondan sonra seninle ağırlıklı olarak bu süreçte Kürt hareketinin pozisyonunu biraz tartışalım istiyorum.
Eyüp Burç: Benim Süleymaniye'de gördüğüm, şahit olduğum şeyler gerçekten tarihi anlara tekabül ediyor. Belki Türklerin ve Kürtlerin ve Ortadoğu halklarının tarihinde önemli bir dönemeç, önemli bir dönüm noktası olarak görmek gerekiyor. Benim hem düşünsel olarak vardığım sonuç o, tarihsel bir adımdı hem de böyle hislerimle de meseleye biraz yaklaştım. Yani 40 yıldır ben Kürt hareketini izleyen bir gazeteci olarak gelinen aşamanın çok önemli olduğunu ve bunun tabii bir şekilde de hislerimize etki ettiğini, her Kürt'ün, onu da demek gerekiyor. Gördüğüm dediğim gibi tarihsel bir momentti Kürt hareketi açısından, Ortadoğu halkları açısından. Orada gördüğüm şeyi öncelikle Abdullah Öcalan'ın yaptığı çağrıya onun örgütü ve özellikle de silahlı kanadının ciddi bir şekilde uyacağının bir göstergesi olarak okumak gerekiyor. Yani daha önce de bu süreçler başlarken hep bir şey vardı; acaba Öcalan'ı dinlerler mi biçiminde? Orada ortaya çıktı ki evet, her aşamasında Öcalan'ın çağrılarını bir şekilde yerine getiren bir hareket söz konusu. Onu görmek gerekiyor. Bir de orada dikkatimi çeken şey, yani silahlı geldiler ve sonra silahlarını yaktılar ve çekip gittiler. Bütün bunları birçok şekilde sembolik bir mesele olarak da görmek gerekiyordu. Çok iyi planlanmıştı bana göre. Her ne kadar böyle ‘‘bazı şeyler planlanmadı’’ biçiminde açıklamalar da olsa bence her aşaması, her adımı planlanmış. Hatta ben espri yaptım orada; ‘‘Ben bu seremoninin, bu merasimin koreografisini yapanla röportaj yapmak istiyorum’’ biçiminde. Hakikaten birçok böyle sembolik, tarihsel anlamı olan tarafları da vardı. İşte silahların gömülmemesi ya da teslim edilmemesi, yakılması önemli bir şeydi. Bir kere yakılmasını bir daha silahlı mücadelenin olamayacağı, Türkiye ve Kürt ilişkisinde, Türk ve Kürt ilişkisinde bir daha silahlı mücadelenin olamayacağının işareti olarak okudum. Ve ben bunun Abdullah Öcalan'ın geliştirdiği yeni paradigmanın bir sonucu olduğunu da düşünüyorum. Çünkü yeni paradigmada Öcalan, ‘‘Artık demokratik mücadele zamanıdır. Silahlı mücadele bir döneme aittir. Bitti’’ demişti. Bir de o başka bir paradigmanın yani işte bağımsız Kürdistan paradigmasına uygun geliştirilen bir mücadele biçimiydi. Şimdi demokratik ulus etrafında demokratik cumhuriyet paradigmasını geliştiriyor ve artık bunun demokratik siyasetle olacağının, silahların artık hayatımızda olmayacağının göstergesiydi. Bana kalırsa Öcalan 2013'te de aynı şeyi yapmak istiyordu, ki zaten ‘‘Silahlı mücadele miadını doldurmuştur’’ demişti o gönderdiği Nevruz mektubunda. Ben işte bu süreci, Öcalan'ın kendi paradigmasına uygun olarak örgütünü yeniden düzenleme süreci olarak da okuyorum. Yani tabii ki PKK'yi feshetti ve PKK kendini feshetti, silahları yaktı. Bir sembolik şeydi ama artık hayatlarında silahın olamayacağının işaretiydi o. Yani bütün bunları Öcalan'ın PKK'yi tasfiye gibi, PKK'yi değil de Kürt hareketini tasfiye gibi bir süreç olmadığını, yeni paradigmasına uygun olarak büyüyen bu hareketini yeniden inşa etme süreci olarak okumak gerekiyor. Yani ben bu yüzden de bu çözüm süreci için ‘‘iki ayrı çözümün kapısı aralanmıştır’’ diyorum ve bunlar bir yerde senkronize edilecek. İşte o sürece de ‘‘demokratik entegrasyon’’ ismi konuldu. Özellikle bu silahlarını yakmaya gelen Bese Hozat'ın okuduğu açıklamada da demokratik entegrasyona vurgu vardı. Dolayısıyla bir, süreç nedir? Kapı aralandı. İşte 1990-1993 sürecinin 1995'te nihayetinde rafa kaldırılması ya da buzdolabına kaldırılması sonra tekrar çatışmalı sürece dönmesi, bence  tam eş zamanlı olarak da Öcalan'ın üzerine kapıları kilitlediler, yani tecrite aldılar. Belki o kapılar açılmış olsaydı Öcalan bu sürecin çatışmalı bir şekilde yürümemesini sağlayabilirdi. Ama şimdi gelinen odur ki kapı aralandığı gibi, işte bölgesel ve küresel konjonktürden de kaynaklı Türkiye bu kapıyı aralayınca, yani Türk-Kürt ittifakını bir şekilde bunun üzerinde bir yeni siyaset, yeni bir paradigma belki Türkiye açısından başlayınca Öcalan kapıyı aralar aralamaz benim ilk düşündüğüm şey Öcalan büyük ihtimalle bu iki şeyi yapacak biçimindeydi ve nihayetinde yaptı. Çünkü daha sonra bunu sona bırakmadı. Yani bütün bu süreçleri dile getirirken herkes diyor ya ‘‘Çatışma çözümlerinde silah en sonundadır’’ falan filan. O birinci çözüm sürecinden ders alarak bunu başa aldı, bir daha gelgitlere gelmemesi için.

Ruşen Çakır: Eyüp sözünü kesiyorum. Bugün Gültan Kışanak'ın bir açıklamasını gördüm. Sen de görmüşsündür. Diyor ki, ‘‘Hepimiz değişmek zorundayız yeni döneme göre’’ diyor. Şimdi sen de bahsettin. 40 yılı aşkın süredir yaşanan bir olay var, bir hareket var ve sen de gazeteci olarak bunu gözlüyorsun. Ve bu süre içerisinde alışkanlıklar var. Bu süre içerisinde edinilmiş mevkiler var. Şu var, bu var. Ve şimdi diyorsun ki, ‘‘Örgütün tasfiyesi yok. Örgütün dönüşümü var.’’
Eyüp Burç: Değişim ve dönüşüm.

Ruşen Çakır: Burada çok sorun çıkmayacak mı? Şimdi çok basitleştirerek söylüyorum. Silah üzerine düşünmeye alışmış birtakım kadrolar, insanlar, militanlar, yöneticiler şimdi başka bir alana, yasal siyasete geçmek zorunda kalacak ve oralarda birtakım sorunlar çıkacak. Yani bunun silahlı hareketten barışçıl harekete geçmesi biraz sanki sorunlu olacak gibi geliyor bana. Çok abartıyor muyum?
Eyüp Burç: Kuşkusuz, bence hiç abartı değil. Alışkanlıklar, bütün bu 40 yıllık kalıplar kolay kolay değişip dönüşecek şeyler değil. Ama ideolojik perspektif ve politik irade Öcalan olduğu zaman, yani bir lider kültürüyle aynı zamanda böyle bir tarafı da var yani. Ve bu yeni hareketin şu anda aktörü, baş aktörü. Yeni sürecin, ona göre yeni paradigmanın yeni örgütünü kuruyor aslında. Yani böyle bakmak gerekiyor. Bu Türkiye açısından da yararlı bir şey, hayırlı bir şey. Çünkü nihayetinde çatışma çözümleri biçiminde değil de demokratik zeminde, hukuksal zeminde siyaset yolunu açmak istiyor. Ve en önemli kavramlardan birini de ‘‘demokratik entegrasyon’’ diyor. Artık ayrılma değil. Bunun hangi form ve nasıl olacağı tartışılır ama demokratik entegrasyonu öne çıkarıyor. Peki, bu demokratik entegrasyon sürecinde bahsettiğin şeyler rol oynamaz mı, yani bu alışkanlıklar? Benim tanıdığım bu hareket disiplinli bir harekettir. Yani inandığı şeylere acı çekerek de uyuyor. Böyle bir şey diyelim. Ben Kürt hareketinin zaten PKK'yi aştığını düşünüyorum. Yani o yüzden terörle mücadele yasasını üç kez değiştirdiler ya. Yani ‘‘örgüt üyesi olmamakla birlikte’’ diye başladılar. Çünkü halklaştıkça, PKK’yi aştıkça Kürt özgürlük mücadelesi ya da işte bu Kürt hareketi giderek en sonda müzahir mi ne dediler, işte çevre biçimine de dönüştürdüler. Yani ‘‘Ben Kürt'üm ve haklarım var’’ diyen herkes tehlikeli olarak kabul edildi ya da terörist olarak kabul edildi. Dolayısıyla aslında terörle mücadele yasasına baktığımız zaman şeyi görüyoruz, yani bir hareketin nasıl kendi örgütünün dışında da büyük bir yaygınlığa ulaştığını görüyoruz. Şimdi benim bahsettiğim değişim ve dönüşüm tasfiye süreci denilen şey bir teşhis süreci. Yani artık o çekirdek PKK ve bir Soğuk Savaş ürünü olan PKK öyle tarif ediliyor, onun yerine yepyeni bir Kürt hareketi. Buna biraz daha demokratik toplum modeli üzerinden, yani sadece Kürt hareketi olmaktan da çıkarma çabası var gibi geliyor bana. Yani Ortadoğu'da ve özellikle Türkiye'de demokratik sorunların çözüm motorunu, bir yeni örgütleme biçimini düşünüyor. Dolayısıyla alışkanlıklar olacak ama bu hareketin temel meselelerinden biri, özelliklerinden biri aslında çok disiplinli olması. Yani lider kültürü üzerinden birebir bir özdeşliğin olması. Yani Öcalan aynı şekilde durdukça bu sorunlar azalır demek istiyorum.

Ruşen Çakır: Demokratik entegrasyon dedin. Bunu 27 Şubat açıklamasında ‘‘her türlü kültüralist talepten vazgeçme’’ olarak söylemişti ve o zamandan beri birtakım itirazların özellikle Avrupa'da çıktığını görüyoruz. Öcalan'ı bir tür Kürtleri satmakla suçlayanlar var biliyorsun. Bir kısmını da tanıdığını tahmin ediyorum. Bu tür itirazlar Kürtler içerisinde bir karşılık bulabilir mi özellikle Türkiye'deki Kürtler bağlamında? Yani Öcalan'ın devletle anlaşıp, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle anlaşıp Kürtlerin birtakım ideallerinden vazgeçtiği yolunda eleştiriler var. Yani buna kabaca Kürt milliyetçilerinin eleştirileri diyoruz. Bilmiyorum, bu tabir sana da doğru geliyor mu?
Eyüp Burç: Doğrudur. Yani milliyetçi perspektiften bakan Kürt milliyetçi çevreler, bu işte Kürt davasının bir şekilde satıldığını iddia eden bir kesim var. Hep bütün milliyetçi çevreler değil, yani öyle diyelim. Ancak bu çok yaygın bir kesim içinde dile gelmiyor, yani çok az böyle arızalı kesimlerde daha çok dile geliyor. Daha önce de PKK ile bir arıza içinde olanlarda daha çok öne çıkıyor. Ama mesela PKK'nin bile milliyetçi ve ilkel milliyetçi olarak tarif ettiği Kürdistan Demokrat Partisi bu süreci destekliyor, anlatabiliyor muyum? Yani bir milliyetçilik varsa o da Kürdistan Demokrat Partisi etrafında bir şekilde Kürt sosyolojisine baktığımızda, siyasal sosyolojisine, o şu anda en önemli destekleyicilerinden biri bu sürecin aslında. Dolayısıyla daha önce PKK jargonunda ‘‘ilkel milliyetçi’’ olarak tarif edilen kesim, siyasal parti bu süreci destekliyor. Dediğim gibi zaman içinde PKK ile böyle arızası olan kesimler daha çok bunu söylüyor ve tabii doğal olarak süreci çok iyi anlamayanlar doğal kaygılardan yola çıkarak eleştiriyor. Şimdi ben burada sana enteresan bir şey anlatayım. ‘‘Öcalan sattı, devletle anlaştı’’ gibi söylemler var ya. Ben 1997 yılında Öcalan'la Mihri Belli'nin bir araya geldiği, tartıştığı sürecin programını yaptım, televizyon programını yaptım bir gazeteci olarak. O programın adına ‘‘Büyük Buluşma’’ demiştim, televizyon programı olarak yaptığım o programın adına. Sonra o televizyon programını — şimdi hatırlamıyorum, 8-9 bölümlük bir programdı etapları olan — onu kitaplaştırdık, adına da ‘‘Büyük Dönüşüm’’ dedik. Şimdi 1997 yılında Şam'da Öcalan'la Mihri Belli'nin buluşmasında bugünkü geliştirdiği, Öcalan'ın geliştirdiği paradigmasının fikri temelleri o gün Mihri Belli'yle sohbetinde atılmıştı. Bu kadar açık iki tane kaynak gösteriyorum. Çünkü Türkiye sol hareketin önemli ismiyle Kürt hareketinin önemli bir isminin buluşmasına ben ‘‘Büyük Buluşma’’ ismi koymuştum. O programı yapmıştım. Sonra bunu kitaplaştırırken de ‘‘Büyük Dönüşüm’’ ismini verdim, çünkü paradigmasal bir dönüşümün fikri temellerini atıyordu Öcalan o sohbetinde. O ayrılma, işte ayrı devlet kurma, o ulusal demokrat, ulusal kurtuluş süreci biçiminde tartışmalar aslında Türk ve Kürt kardeşliğinin, bugün dile gelen, Bahçeli'nin dile getirdiği, işte tarihsel referanslarla dile getirdiği Türk ve Kürt buluşması ve ittifakını o gün orada Öcalan, Mihri Belli ile bunları konuşuyordu. Aslında Öcalan, Mihri Belli üzerinden Türkiye devletiyle yöneticilerine bir mesaj gönderiyordu. Türkiye soluna bir mesaj gönderiyordu ve bu arada tabii Kürtlere de. Yani 97'de fikri temelleri atıldı. İki kaynak gösteriyorum. Daha Öcalan İmralı'ya getirilmemiş, daha yakalanmamış, getirilmemiş. 1997. Zaten 93'ten beri böyle bir çabanın içinde olduğunu pratik olarak da hepimiz izledik. Şimdi dolayısıyla gelinen yer olarak zaten ‘‘Demokratik Modernite’’ adı altında cezaevinde gerçekleştirdiği üç ciltlik şeyle bu yeni paradigmasının fikri temellerini orada güçlendirdi. Şimdi öne çıkan iki mesele var. Daha doğrusu en önemli kavram bu süreçte demokratik entegrasyon. Şimdi bu Türkiye'nin kilit kavramı olacak, yani birlikte yaşamanın kilit kavramı olacak. Bu demokratik entegrasyon nasıl sağlanacak, nasıl olacak? Şimdi her zaman hegemonik bir entegrasyon bir asimilasyona tekabül ediyor. Kaygılar burada da var. O yüzden sözünü ettiğimiz o silah yakma töreninde, orada bildirilerinde dile getirdikleri, ‘‘Demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde silahlarımızı bırakıyoruz, yakıyoruz’’ diyor. Yani dolayısıyla Bese Hozat'ın da dile getirdiği, öyle isimlendirirsek, Öcalan'ın da daha önceki konuşmaları ve senin de yayınladığın son şeylerde ‘‘pozitif entegrasyon’’ diyor, bu silah bırakma çağrısında o kavram ‘‘pozitif entegrasyon’’ olarak geçiyor. Senin daha sonra yayınladığın… Ne kadar sağlam bilmiyorum. Herhalde sağlam değil mi? Ben görmedim mesela onları, sen görmüşsün. Sen abimizsin, büyük gazetecisin gerçekten. Bu arada tebrik ederim.

Ruşen Çakır: Sana iletirim o zaman.
Eyüp Burç: Bunları erken ele geçirdiğin zaman benim de haberim olsun.

Ruşen Çakır: Eyüp, şimdi başka bir soru daha sormak istiyorum ve zamanımız çok yok. Başka konuklarım da var. Ama zor bir soruyu hızlıca cevaplandırmanı isteyeceğim. Sen bu işi becerirsin. Şimdi Türkiye Kürtleri eyvallah; ama bu hareket Suriye'de, İran'da ve Irak'ta da etkili. Ama en çok etkili olduğu yer şu anda Suriye, sonra İran diyelim. Irak'ta Irak Kürtleri arasında bir sempatisi olsa da orada yerleşmiş olduğu için, oradaki Kürtleri de çok rahatsız etmemek için çok fazla örgütlenmiyor diye biliyorum. Herhalde öyledir. Yani bir parti var ama o partinin kitleselleşmesi için bir çabaya girişip oradaki Kürt yöneticileri ürkütmek istemiyorlar, ama bir etkisi de var. Şimdi bu paradigma değişikliği dediğin olayın, yeni dönem denilen olayın bir şekilde bunları da kapsıyor olması lazım. Ama hâlâ bu konu çok net değil. Özellikle Suriye meselesi en kritik husus. İran meselesi İsrail-İran savaşı zamanında gündeme geldi, durduğunda yine unutuldu gibi İran Kürtleri. Oraların bu gelişmelerle ilişkisini nasıl özetlersin?
Eyüp Burç: Ben Öcalan'ın geliştirdiği bu yeni paradigmanın bütün bu dört parça dediğimiz parçada, tabii Irak Kürdistan bölgesinin biraz daha farklı bir özelliği var, ama genel olarak böyle total baktığımız zaman bütün Kürtlerle ilgili söylemek istediği şey bu; yani yeni paradigması demokratik kuruluş temelinde ortak, birlikte yaşama ve bir demokratik entegrasyonla birlikte yaşama. Şimdi birlikte yaşama, entegrasyon hangi şartlar altında olur, hangi modellerle olur, hangi yönetim biçimleriyle olur? Bunlar tartışılır. Ama temel özelliği nedir: özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir zeminde bir entegrasyondan bahsediliyor. Dolayısıyla bir ayrışmadan bahsetmiyor. Zaten genel olarak Kürt hareketlerinde ve diğer küçük büyük bütün hareketlerde genel eğilim de, yani zaten artık birlikte ortak bir yapı içinde nasıl yaşanacağının formülünün tartışıldığı yerdeler. Şu anda merkeziyetçi bir Suriye tartışılıyor ya. Merkeziyetçi olabilir, merkezi bir yapı olabilir ama adem-i merkeziyetçi, yerinde yönetimler… Mesele, dert nedir? Orada bir Arap Cumhuriyeti mi olacak, şeriatçı bir yapı mı olacak; yoksa bütün oradaki farklılıkları ve etnisiteyi ve inançları bir arada tutan ve temsil haklarını sağlayan bir ortaklık mı olacak, bir entegrasyon mu olacak? İşte yine oraya geldik; entegrasyona, sihirli kelimeye. Şimdi bütün mesele burada. Ama görebildiğim, zaten İsrail merkezi bir Suriye'nin, yani bu kez Baas’ın değil de şeriatçıların yönettiği, yöneteceği merkezi bir Suriye'nin İsrail açısından bölgesel istikrarı sağlamayacağını gösterdi dünkü saldırısıyla. Yani İsrail Suriye'de, kim ne derse desin benim düşüncem bu, istikrar istiyor. Kendine problem istemiyor. Tabii daha sonra İbrahim Yasaları’na bağlılık ister, bilmem ne ister ama istikrar istiyor. Şu anda Ortadoğu'nun istikrarı da 100 yıl önce İngilizlerin kurduğu o modelle, merkeziyetçi, tekçi modellerle yürüyemeyeceği ortada. Öcalan bunun da formülünü sunuyor aslında. Yani çoğulcu yapılarla birlikte bir arada demokratik entegrasyon deniliyor. Bunu isterseniz federatif bir yapı içinde yapın, isterseniz valileri seçelim merkezi olsun, isterseniz yerel yönetimlerin güçlendirilmesi biçiminde olsun. Yani bir kere kategorik olarak bu mesele reddedilmemeli. İllaki merkeziyetçi denildiği zaman ve tekçi bir merkeziyetçilik, yani çoğulculuğu esas alan bir merkeziyetçilik de söz konusu edilmiyor, dolayısıyla problem oluyor. Ve bence şu anda bu geliştirilen… İşte sırayla söylüyorum, belki başka zaman bu paradigma nedir, özellikleri nedir, Thomas Kuhn'dan gireriz meselelere. Bunları severiz, bizim kuşaklar çok severdi bu lafları o dönem gençlik yıllarımızda. Yani bütün bunları detaylı konuşabiliriz ama sihirli formül Suriye için de demokratik entegrasyondur. Yani orada öyle görünüyor. Çoğulcu yapılar üzerinde, birlikte ve hukuki zeminler içinde, eşitlik zemini içinde ama aynı zamanda eşitlik; çünkü çoğulculukla azınlık artık bunlar insani şeyler değil bana göre. Yani diyelim ki Dürziler 1 milyondur diye 20 milyon ona hükmetsin değil, tam tersi. Mesela Avrupa Birliği azınlık yasalarını giderek daha da geliştirdi. Azınlık olmak hatta ayrıcalıklı olmak anlamına geldi Avrupa Birliği sürecinde. Yani hem çoğunluğun sahip olduğu hakları kullanıyorsun hem de azınlığından kaynaklı haklara sahipsin. Böyle bir durum da var, yani şimdi bu kadar demokratik. Bazı yerlerde insan şey diyor: keşke azınlık olsaydım. Yani anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla bütün bu formlar, bu yönetim biçimleri tartışılır. Yeter ki niyet gerçekten demokratik olsun.

Ruşen Çakır: Eyüp, bunlar güzel şeyler ama biliyorsun Ortadoğu'da her an her şey olabiliyor. Çok teşekkürler. Bu arada çoğulculuk ve eşitlik talebine uygun olarak yayından sonra sana sende olmayan o şeyi yollayacağım, söz veriyorum.
Eyüp Burç: Tamam. Bir şey daha söyleyeyim Ortadoğu'yla ilgili Ruşen, bir tek kısa cümle.

Ruşen Çakır: Tabii.
Eyüp Burç: Artık Ortadoğu'nun demokratik şansı Kürt hareketidir. Kadınların önde olduğu ve demokrasi isteyen, gerçekten demokrasi isteyen bir hareket var. Ortadoğu'nun kaderini Kürtler değiştirecek. Bunu da ben bir Kürt olarak gururla söyleyeyim, ama eşitlikçi kardeşlik temelinde.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. İlke TV Yayın Yönetmeni Eyüp Burç'la Kürt hareketi ekseninden süreci ele aldık.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
17.08.2025 Devletin diyaneti ➜ erkeklerin diyaneti ➜ erkeklerin devleti
16.08.2025 “Bahçeli’den demokrasi bekleyecek kadar saf mısınız?”
15.08.2025 Özgür Özel kavgayı kızıştırdı: Parayı takip edin
14.08.2025 CHP’li bir belediye başkanı niçin AKP’ye geçer?
13.08.2025 CHP-MHP flörtü
12.08.2025 Rezan Epözdemir olayı: Bu kavga neyin kavgası?
12.08.2025 Suriye sorununa “güvenlik” yerine “karşılıklı güven” açısından bakabilmek
11.08.2025 Mümtaz’er Türköne ile söyleşi: CHP-MHP-DEM Parti yakınlaşması mümkün mü?
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı