Hatem Ete ile söyleşi: Türkiye seçimlere en erken ne zaman gider?

09.01.2025 medyascope.tv

9 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Her ay yaptığımız gibi, PANORAMATR'nin aylık kamuoyu araştırmasını değerlendireceğiz. Bu ay, 2024 Aralık ayının son kamuoyu araştırmasını PANORAMATR’nin direktörü Hatem Ete’yle konuşuyoruz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Kamuoyu araştırmasının sonuçlarına Suriye konusu damga basmış gibi gözüküyor. Suriye'de rejimin düşmesi ve Türkiye'nin bu olayda birinci derecede rolü olduğu kanaati yaygın. AK Parti'nin oylarındaki artış, Erdoğan'ın beğenisindeki artış çok net bir şekilde gözüküyor. Bence şu anda en çarpıcı olay bu, ama şaşırtıcı da değil sanki. Ne dersin?
Ete: Doğru. Bu aya damga vuran gerçekten Suriye. Hem AK Parti’nin oy oranı artmış hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başarı algısı radikal bir şekilde değişmiş. Türkiye'nin genel gidişatına yönelik iyimser bakış artmış, hatta ekonomi algısını bile etkilemiş. Bu da seçmenin bu meselelerle ilgili algısının genel bir algı olduğunu, çok da noktasal dosya bağlamında bir algı üzerinden hareket etmediğini gösteren bir şey. Bu, önümüzdeki dönemde bir süreliğine, ekonomik krizden ya da bazı idari ve siyasi sıkıntılardan dolayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan ve AK Parti'den beklentisi olan seçmenin duygularını tatmin eder diye düşünüyorum. Bunu bu ayla sınırlı bir şey olarak görmeme ihtimalimizi yüksek görüyorum. Önümüzdeki birkaç ay boyunca ölçmeye devam edip izlemek lazım. Ama bunun, Erdoğan'a bir süreliğine zaman kazandıran bir şey olduğunu düşünüyorum. Özellikle ekonomi konusundaki sıkıntılar nedeniyle Erdoğan'a zaman kazandıracak diye düşünüyorum.
Tabii bunu sadece Erdoğan ve AK Parti’yle ilişkili de görmemek gerekir. Bence eş zamanlı olarak, CHP'nin tutumu da bu duyguyu besledi; yani birbirine paralel iki eğilim yaşandı. Bir taraftan Suriye'de yaşanan rejim değişikliğinde ciddi bir rol üstlenmiş bir iktidar görüntüsü, üzerine, Suriye'deki yeni yönetimle ilişkilerde devlet aklını daha öne çıkaran soğukkanlı bir perspektif ve Türkiye'yi 10 yıldır sıkıntıya sokan terör ve mülteci meselesinde bir çözüme varma ihtimalinin belirmiş olması. Bütün bunlar iktidar adına olumlu bir algı oluşturdu. Fakat CHP eş zamanlı olarak iktidarın bu olumlu algısını dengeleyecek sağduyulu, soğukkanlı, çerçevesi belli bir siyaset de geliştiremedi. Özgür Özel’in ve CHP’nin genel olarak Suriye meselesindeki tutumu ikircikli oldu, gelgitli oldu. Zaman zaman kamuoyunda hem Suriye’de yaşananlara sevinmeyen hem de Esad’ın gitmesine üzülen bir algı oluşturdu. Zaman zaman mültecilerle ilgili maksimalist bir beklentiyi dile getirdi ve “Niye bu olmuyor?” dedi. Suriye'de yaşanan gelişmeleri biraz mezhepsel bir dinamikle ele aldı. Bu ikisini birlikte değerlendirdiğimizde, bu ay, ikisi arasındaki makası açtı diye görüyorum.
Son nokta olarak bir diğer ekleyeceğim husus şu: Biliyorsun, muhafazakâr alanda zaten bir ayrışma yaşanamamış olduğu. Muhafazakâr toplumsal alanda AK Parti'nin bir ağırlığı vardı. DEVA da, Gelecek Partisi de, Saadet de, Yeniden Refah da özellikle yerel seçimlerden sonra orada kendilerine yönelik bir müstakil alan belirleyememişlerdi. Suriye’de yaşanan bu duygunun muhafazakâr kitleyi etkileme ihtimali yüksek. Dolayısıyla, CHP, o anlamda da bu muhafazakâr alanda AK Parti'nin alternatifi olma imkânını zedeleyen bir işlev de üretti. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, hem CHP'nin tutumunun beklentilerin gerisinde yer alması, hem muhafazakâr alanda bir şey olmaması, hem de AK Parti'nin bu süreci iyi yönetmesi, AK Parti teşkilatlarına, parti genel merkezine ve tabanına çok ciddi bir psikolojik güven aşılamış gözüküyor. Önümüzdeki dönemde bu süreç iyi yönetilirse, AK Parti'nin bir süre daha bundan kârlı çıkma ihtimalini yüksek görmemiz gerekir.

Ruşen Çakır: Burada birtakım hususlar var. Birincisi, AK Parti’nin ilk kez 31 Mart yerel seçimleri öncesi oranı yakaladığını söylüyorsun. Yani şu anda aslında bir geriye dönüş var. Bir diğer saptama önemli; kendi tabanı dışında oy alamıyor, değil mi? Öyle bir saptama vardı. Şubat sonunda AK Parti Kongresi olacak ve şimdiden değişik partilerden milletvekilleri, belki belediye başkanları da katılacak, bilemiyoruz. Erdoğan her grup toplantısında birisine rozet takıyor ve genellikle de AK Parti’den kopanlardan da geri gelen oluyor. En son Nedim Yamalı örneğinde gördük. Belki DEVA Partisi’nden gelenler olacak. İYİ Parti'den gelenler oldu. Bunlarla beraber herhalde Şubat sonunda büyük bir gövde gösterisi, belki AK Parti’ye toplu bir katılım olabilir. 2024'ün sonu ve 2025’in ilk ayları, sanki AK Parti’nin ve Erdoğan'ın tekrar gövde gösterisi yaptığı ve yapacağı zamanlar gibi gözüküyor. Ne dersin?
Ete: Çok doğru. Şubat ayında gerçekleşecek kongrenin siyasi bağlamı biraz değişti. Erdoğan, Suriye'de yaşanan meseleler dolayısıyla kongreyi öne de çekti. Bu kongrenin, içeriden ve dışarıdan katılımlarla, tekrar AK Parti'nin kimliğini güçlendirecek, AK Parti'ye tekrar moral, motivasyon aşılayacak yeni bir başlangıç momentine dönüştürme bağlamı oluştu. Tabii bunu biraz geriye sarmak lazım. Aslında 2024’ün temel belirleyicisi, 2024 yerel seçimleriydi ve o yerel seçimlerde çok radikal bir değişim, yapısal bir değişim oldu. Yerel seçimlerde AK Parti'nin 22 yıllık hegemonyası son buldu. AK Parti ilk defa ikinci parti hâline, CHP de ilk defa birinci parti hâline geldi. Nisan ayından itibaren yaptığımız araştırmalarda, bunun, muhtemel bir genel seçimde seçmenin oy verme dinamiklerini değiştirdiğini gözlemliyorduk. O yüzden seninle yaptığımız programlarda hep, yerel seçimlerin siyasette yeni bir denklem oluşturduğunu söylüyorduk. Bu artık iki partili bir siyaset. Dolayısıyla şu anda CHP birinci olsa, zaman zaman ikinci parti hâline gelse bile, ki bu ihtimal yüksek, yine de ‘’iki partili bir düzene doğru gidiyoruz. AK Parti'nin hegemonyası son buldu’’ diyorduk.
Bir diğer dinamik, AK Parti’nin yerel seçimlerden sonra bütün beklentilere karşın, yapısal hiçbir siyasal değişime de yönelmemesi. Yani ittifak yapısını değiştirmedi, ekonomide şapkadan tavşan çıkaran bir eğilime girmedi, hatta toplumun canını yakmayı sürdüren bir süreçte devam etti. En son, siyasal alanda bir genişleme yaşanacağı öngörülüyordu, ona yönelmedi. Dolayısıyla Erdoğan seçimlerden sonra neredeyse hiçbir siyasal değişime yönelmeden bu süreci götürüyordu ve bu bizde, AK Parti'nin bu siyaset krizinin devam edeceğine yönelik bir beklenti oluşturmuştu. Burada temel dinamik önce CHP'de yaşandı. CHP, Ağustos ayından itibaren yeni bir siyaset imkânını zedeleyen görüntü çizmeye başladı. İç ayrışmalarla, iç tartışmalarla gündeme gelince ivme kaybetti ve hatırlarsan, seçimlerden bu yana, AK Parti 2 ay CHP'nin önüne geçti. Her ikisinde de AK Parti oyunu arttırdığı için değil, CHP oy kaybettiği için AK Parti birinci parti hâline geldi.
Şimdi Suriye işi bunu bir önceki dönemlerdekilerden çok daha yapısal bir şekilde değiştirmiş gözüküyor. Ben Aralık ayının AK Parti’nin lehine, muhalefetinse aleyhine oluşturduğu en önemli dinamiği Suriye meselesi olarak görüyorum. Ekim ayından itibaren Bahçeli'nin başlattığı bu yeni süreç de böyle bir potansiyele sahipti. Ama Erdoğan bu süreci, geride bıraktığımız iki üç ay boyunca, özellikle Suriye'deki işler belli bir yola gelinceye kadar bu işi sahiplenmediği için, o bir güçlü siyasal dinamiğe dönüşmemişti. Şimdi Suriye'deki gelişmelerle beraber açılım süreci de gerçekçi bir zemine oturdu ve bu ikisini birleştirince, AK Parti hem toplum nezdinde hem de kendi tabanı nezdinde yeni bir siyasal imkâna kapı aralayan bir profile oturdu. Muhalefet, seçimlerden bu yana bu toplumun siyasal beklentilerini tatmin etmekte zorlanınca, yeni bir dinamiğe girdik gibi görüyorum. Dolayısıyla, 2025’in, AK Parti'nin önünün biraz açıldığı, yeniden bir özgüvenle takvimi başlattığı bir yıl olma ihtimali yüksek. Tabii bir sürü sorun da var. Bunları bilmiyoruz. Ama bugünün fotoğrafını çektiğimiz zaman, Erdoğan ve AK Parti, toplum gözünde, CHP’nin ve yeni bir siyaset imkânının yerini tekrar doldurmuş gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Demin bahsettiğin çözüm süreci ya da açılımın etkilerini sizin Aralık araştırmanızda görmek mümkün. En çarpıcı tablo şu anda önümde. Az farkla da olsa, Zafer Partisi’ni MHP'den daha fazla bulmuşsunuz. Puanlık değil ama virgüllü bir farkla. Ve sizin araştırmalarınızda genellikle çok daha düşük olan İYİ Parti'de de belli bir artış görüyorum, yanılmıyorum değil mi?
Ete: Doğru. Ama henüz bir trende dönüştüğünü söyleyemem. Biz Zafer Partisi’ni hep çok gelgitli gördük. Zafer Partisi’nin 3, 4 ay boyunca aynı bantta durduğuna şahit olmadık bugüne kadar. Zafer Partisi siyasal tansiyondan çok fazla etkilenen bir siyasi parti izlenimi veriyor. O yüzden bu ayı önümüzdeki 2, 3 ayla desteklemeden Zafer Partisi’yle ilgili keskin bir cümle kurmak istemem.

Ruşen Çakır: Ama MHP'nin Zafer Partisi'nin gerisine düşmesinde, herhalde Bahçeli'nin çıkışları etkili olmuştur diye varsayıyorum, öyle değil mi?
Ete: Doğru, aklımıza gelebilecek ilk varsayım bu. Fakat bunu da test etmek gerekir. Seninle daha önce MHP’yle ilgili çok konuştuk. MHP, kamuoyu araştırmalarında az bulguladığımız, ama seçim döneminde bu bulguların çok üstüne çıkan bir siyasi parti görüntüsüne sahip. Biz bugüne kadar, seçim dönemi olmadığında, yapılan hiçbir kamuoyu araştırmasında MHP'yi neredeyse 7'nin üzerinde görmüyoruz. Ama seçim dönemlerine geldiği zaman bu oran artıyor. Dolayısıyla, bu ay hem İYİ Parti’de hem de Zafer Partisi’nde, MHP'ye kıyasla bir yükselme var; ama ben bunu ancak önümüzdeki dönemlerde test ederek bir kanaate dönüştürebiliriz gibi görüyorum. Çünkü MHP'deki bu kaybın, AK Parti'ye giden seçmen mi, Zafer Partisi’ne giden seçmen mi olduğunu test etmek gerekir. Zira Cumhur İttifakı havuzu, dışarıdan oy alıp vermeye biraz kapalı bir havuz. Genelde MHP’yle AK Parti içerisinde geçişkenlikler daha fazla oluyor. Dolayısıyla MHP'deki bu düşüşün, AK Parti'ye gidişle mi, yoksa Zafer Partisi ve İYİ Parti’ye gidişle mi olduğunu nitelendirmemiz lazım. Bunu söyleyebilmem için de bir iki ay daha izlememiz gerekiyor.

Ruşen Çakır: Herhalde Ocak ayında yapacağınız araştırmada görebiliriz bunu. Belki de şu anda başlamıştır araştırma, onu bilemiyorum.
Ete: Başladı, evet.

Ruşen Çakır: Çünkü çözüm süreci fiilen başladı. İmralı ziyareti, parti ziyaretleri, Devlet Bahçeli'nin bizzat heyeti kabul etmesi. Sen bu konuları yıllardır çok yakından takip eden, geçen çözüm sürecini de içeriden gözlemiş birisisin. Şu ana kadarki gidişat ne gösteriyor? Milliyetçi cenahtan Bahçeli'ye yönelik suçlamaların dozu iyice artıyor. ‘’Topaç gibi çevirmek,’’ ‘’dişil hareket ediyor’’ gibi acayip suçlamalar da var. Şu ana kadar pek olmuyordu. Farkındaysan eleştiri vardı ama kavga gibi değildi, şimdi kavga gibi. Bahçeli'nin Salı günü yaptığı konuşmada da doğrudan bunları hedef alan bir şey var. Tabii ki bu gidişata göre gelişecek. Ama şu hâliyle Bahçeli bayağı risk almış görünüyor. Yaptığından pişman olma ihtimali olabilir mi, ne dersin?
Ete: Hayır, öyle bir ihtimal görmüyorum. Bahçeli bence siyasal tutumunu, günü birlik siyasal tansiyonları çok ciddiye alarak belirleyen bir lider değil. Daha makro siyasal göstergeler üzerinden siyasal tutum belirleyen bir lider. Bahçeli, CHP'den ayrılıp AK Parti’yle ittifak kurduğu dönemlerde de çok eleştirildi. Neredeyse Meclis’e girdiği 2007 yılından başlayarak, hep CHP’yle paralel bir çizgi izliyordu. 2016'dan itibaren AK Parti’yle, Erdoğan'la bir ittifak kurdu ve bugüne kadar da gelen bütün eleştirilere rağmen bu ittifakta direndi ve karşılığını da aldı. Ben bu yeni açılım sürecindeki tutumunu da böyle görüyorum; bence böyle bakıyordur: “Şu anda günübirlik meselelerde kendisine yönelik bir tepki olduğunu, fakat sular durulup bu süreç meyvelerini vermeye başladığında, bundan, bugünkü siyasal analistlerin ya da rakip siyasi partilerin öngördüğü gibi bir zarar görmeyeceğini düşünüyordur. Benim de kişisel kanaatim o. Ben Bahçeli'nin bu süreçten çok ciddi bir siyasi maliyet ödeyerek çıkacağını öngörmüyorum.
Bahçeli, tepkisel bir milliyetçilik zemininden öte, kurucu bir milliyetçi perspektifi üzerinden oy alan bir siyasi lider. MHP’yle İYİ Parti ya da MHP’yle Zafer Partisi arasındaki en önemli fark da bu. Birisi ülkücülüğe ve daha kurucu, kuşatıcı büyümeye yönelik bir milliyetçi duygudan beslenirken, İYİ Parti ve Zafer Partisi daha tepkisel, reaktif bir milliyetçi duygudan besleniyor. O anlamda, başarılı da olsa başarısız da olsa, Bahçeli'nin öncülüğünü gerçekleştirdiği bu siyasal süreçten ciddi maliyetlerle karşılaşacağını zannetmiyorum. Çünkü Bahçeli'nin de iktidarın da eli güçlü. Şu anda görebildiğimiz kadarıyla, süreçte, iktidarın ürkebileceği kadar çok ciddi bir taviz yok. İstihbarat Örgütü’nün Öcalan'la görüşmesi, ertesinde de DEM Parti grubunun Öcalan'la ve siyasi partilerle görüşmesiyle sınırlı bir süreç ilerliyor. Yarın öbür gün bu süreç, Öcalan'ın silah bırakma çağrısıyla bir kırılmaya uğradığında, bunun neticesinde, PKK silah bıraksa da bırakmasa da iktidarın ürkeceği kadar kaybedeceği bir şey yok. Silah bırakıldığı zaman, iktidar, silah bıraktıran bir siyasi mirası üstlenecek ve bunun meyveleri görülmeye başlanacak. Kandil silah bırakmayı reddettiğinde de bugüne kadar sürdürülen güvenlik politikalarına devam edilecek. O anlamda, Bahçeli'nin tutumu, beklemediğimiz, sürpriz bir siyasal çıkış olmakla beraber, ciddi bir maliyet ödeyebileceği, ciddi tavizlerin verildiği bir süreç olarak ilerlemiyor zaten. 
Erdoğan bir önceki dönemde tek başına kalarak bir süreç yürüttüğünde, Türkiye, bu süreçlerin tamamına yeniydi. Öcalan'la görüşmek çok büyük bir kırılmaydı. PKK’yla Oslo'da, şurada burada görüşmeler gerçekleştirmek, siyaset açısından çok büyük bir sürprizdi. Türkiye bunları göğüsledi, burada bir alışkanlık, bir kanıksanma durumu oluştu. Ben bugün, iktidarın daha önceki süreçten elde ettiği tecrübelerle bu işi hem toplumsal alanda çok fazla sahiplenmeden, bir güvenlik bürokrasisi ve siyasi partiler sınırında götürme dinamiğini izlemesinden, hem de bugüne kadar iktidara maliyet ödetecek, milliyetçi kesimler nezdinde çok ciddi bir taviz veriliyormuş izlenimi uyandıracak bir adımın da henüz atılmamış olmasından ötürü, gürültünün büyüklüğüne karşın, bu işi üstlenen siyasiler açısından ciddi bir risk üretecek bir süreç olarak görmüyorum.  O anlamda milliyetçi alandaki bu hareketliliği, bugüne kadar gördüğümüz sert üslubun bir yansıması olarak görüyorum. Henüz Bahçeli'nin ürkeceği ciddi bir süreç görmüyorum burada.

Ruşen Çakır: Peki, CHP'nin tavrı hakkında ne diyorsun? Özgür Özel ilk başta sanki kendisi kabul etmeyecekmiş gibi bir açıklama yaptı, ama sonra kabul etti ve İmralı Heyeti'nin en uzun görüşmesi CHP’yle yapıldı. Sonra Özgür Özel özellikle şeffaflık, şehit aileleri, gazi aileleri gibi birtakım rezervler koydu. CHP’nin durumu çok da tartışma yarattı çünkü. Ne dersin, CHP şu haliyle sürecin içinde mi, dışında mı, kenarında mı?
Ete: Şaşırttı elbette. CHP'nin, yeni durumla karşılaşan bir aktörün nasıl bir tutum takınacağını bilememe tedirginliğinin fotoğrafını verdi. Kamuoyu bu tür durumlarda, siyasi partilerin net ve belirli bir tutum takınmasına alışabiliyor. Taban da kendisini buna hızlıca uyarlayabiliyor. Ama bir siyasi parti ya da liderlik, günübirlik siyaset değişikliklerine yöneldiğinde hem kendi tabanına ve teşkilatlarına bir koordinat çizmediği hem de rakip siyasi partilere bir fotoğraf vermediği için, çok daha fazla tedirginlik uyandırıyor, güvensizlik algısı oluşturuyor. Ben bu son dönemde CHP'de hem Suriye’yle hem de bu açılım süreciyle ilgili hızlıca net bir tutum belirleme zaafı görüyorum. Toplumsal algıda bu CHP'ye zarar verir, bu bir.
İkincisi, Bahçeli'nin ve Erdoğan'ın bu işi güvenlik bürokrasisi üzerinden yürütme tarzına karşı, CHP’nin, siyaset kanallarını açma önerisi vardı. Hatırlarsan, Bahçeli bu meseleyi ilk kez gündeme getirdiğinde, Özgür Özel Demirtaş'ı ziyaret ederek, Demirtaş'ı fotoğrafa yerleştirdi. Ertesinde de hemen Diyarbakır'a giderek Kürt kamuoyunu bu sürece kattı. Bu ikisi de CHP açısından çok doğru adımlardır. Devletin İmralı'yla görüşme avantajı var, ama CHP'nin böyle bir imkânı yok. Dolayısıyla, CHP'nin yapabileceği şey, iktidara alternatif başka kanallar açarak bu sürecin içerisinde yer almak ve iktidarın bu süreci ne ölçüde yürüttüğüne dair toplumsal, siyasal bir denetim işlevi görmektir. Bu CHP açısından doğru bir tutumdu ve kanaatimce Öcalan'ın ve DEM Parti’nin bu işi Meclis’e sevk etme, siyasi partilerle görüşme kararı almasının arkasında da CHP'nin bu tutumu yer alıyordu. Yani bu proje CHP'nin projesiydi aslında. Ben, Bahçeli'nin de Erdoğan'ın da DEM Partililerin siyasi partilerle görüşme kararı almasından memnun olduklarını zannetmiyorum. Bahçeli'ye ya da Erdoğan'a kalsa, bu işin Öcalan'la DEM Parti ve Kandil arasında çözülüp kapanacak bir mesele olarak kalmasını tercih ederlerdi. Bu işi Meclis’e ve siyasi partilere götürme fikrinin sahibi CHP.
Hâl böyleyken, CHP bu fikri öne sürmüşken ve DEM Parti ve Öcalan da CHP'yi bu sürece katmak için bir nevi böyle bir açılımda bulunmuşken, CHP'nin ikircikli tutumda bulunması yadırgatıcı bir sonuç üretti bence. Siyaseten birinci dinamiği bu. İkincisi, son 10 yıllık siyasi gelenekte Kürt tabanla CHP arasında kurulan etkileşim, yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde DEM Parti seçmeninin CHP'ye verdiği katkılarla da çelişkili bir tutum oluşturdu. Bahçeli, daha yeni elde ettiği, daha yeni savunduğu bir pozisyon üzerinden ilk önce bu görüşme randevusunu verip görüşmüşken, CHP'nin bu kadar ikircikli bir tutum takınmasının, DEM Parti ve CHP ilişkisi açısından da şüphe uyandırıcı bir işlev gördüğünü düşünüyorum. Bu çerçevede beni şaşırtan ilk şey, CHP'nin öngörülebilir bir siyasal strateji benimsememesi, ikincisiyse tutarlı ve bütünlüklü bir siyasi strateji benimsemesi. Onun haricinde CHP, pekâlâ Deniz Baykal CHP'si döneminde olduğu gibi, bu sürecin bir sürü kısmına karşı çıkabilir, pozisyonunu net olarak ifade edebilir, buradan siyasi bir çıktı elde edebileceğini düşünüp başka bir tutum takınabilir. Bunların her birisi siyaseten açıklanabilir, ama nerede durduğunun belli olmaması, öngörülememesi CHP’ye zarar veriyor. CHP’nin burada güven uyandıran bütünlüklü öngörülebilir bir stratejiye kavuşma ihtiyacı var. 

Ruşen Çakır: Hatem, istersen yayınımızın başlığına gelelim. Türkiye'de hep bir erken seçim muhabbeti var. Seçim yapılır yapılmaz erken seçim konuşuyoruz biliyorsun. Siz bu ayki raporda bu konuda birtakım analizler yapmışsınız. Onları bir özetler misin? Seçimlerin normal zamanda yapılmayacağı kesin sanki, ama kimileri 2025'te bile olabileceğini söylüyor. Fakat sizin araştırmanızda böyle bir yaklaşım görmedim. Bu konuyla ilgili, neye dayanarak, ne düşünüyorsunuz diye sorayım.
Ete: Biz bugüne kadar erken seçimi, 2024 seçimleri sonrasında, CHP'nin bir an önce erken seçim çağrısı yapması üzerinden tartıştık. Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bir teklifte bulundu, Erdoğan bunu reddetti. Dolayısıyla, bu defter iktidar açısından kapanmıştı. İkinci gelişme Suriye meselesi oldu. Dışarıdan birçok siyaset gözlemcisi, Erdoğan'ın bu Suriye zaferini de yedeğine alarak bir erken seçime gitme ihtimalini dillendirmeye başladı. Ben bu ikisini de doğru bir siyaset okuması olarak görmüyorum. Erdoğan, garantili bir iktidar dönemi varken, muhayyel bir iktidar dönemi için erken seçime kolay kolay yanaşmayacaktır diye değerlendiriyorum. Fakat yine de önümüzde bir erken seçim olmak zorunda. Çünkü Erdoğan’ın üçüncü defa seçimlere katılabilmesinin yolu erken seçimden geçiyor. Erdoğan'ın yeniden seçilmesini sağlamak üzere ya yeni bir Anayasa gerçekleştirilecek ya da Anayasa paketi hazırlanacak. Bunun referanduma sunulabilmesi için 360 milletvekiline ihtiyaç var. Referandumdan geçmesi için %51'in desteği lazım. Dolayısıyla bu işler, iktidar açısından biraz zor. Ama Meclis’e erken seçim kararı aldırtarak yeniden seçilme imkânını açmayı, iktidar açısından daha tercih edilebilir bir ihtimal olarak görüyorum. Burada da 360 milletvekilinin desteğine ihtiyaç var. Dolayısıyla, eğer 360 milletvekilinin desteğini alabileceğini düşünüyorlarsa, AK Parti’nin ya da Cumhur İttifakı’nın, bunu yeni Anayasa’ya tahvil etmek yerine, erken seçime tahvil etmeyi tercih edeceğini varsayıyorum. Bu, kendileri açısından daha suhuletli bir çözüm. Çünkü topluma gittiğinizde, toplumun ne diyeceği her zaman risklidir. Erdoğan açısından bunu erken seçimle kotarmak, bir topluma müracaat etmekten daha garanti görülür diye varsayıyorum.
Dolayısıyla, erken seçim tek yolsa, Erdoğan yeniden seçilmeyi zorlayacaksa, isteyecekse, bu seçimler 2028'de yapılmayacak diye varsaymamız lazım, Eğer Erdoğan ‘’ben bir daha seçilmek istemiyorum’’ diyecekse erken seçime gerek kalmaz, 2028’de normal zamanında seçime gidilebilir. Ama bu seçeneği elersek, Erdoğan'ın yeniden seçimlere katılabileceği bir senaryo için seçimlerin erken yapılma zorunluluğu var. Şimdi AK Parti'nin Meclis’teki oy oranı nedeniyle, AK Parti'ye rağmen bir erken seçim kararı almak imkânsız. Dediğim gibi, erken seçim kararı için Meclis 360 milletvekiline ihtiyaç hissedecek. Sadece AK Parti milletvekili sayısı, 360 milletvekilini bulmayı imkânsızlaştırıyor diğer partilerde. Dolayısıyla bu iş, Erdoğan'ın razı olduğu bir takvimle olmak zorunda.
Cumhur İttifakı’nı topladığımız zaman, yani Erdoğan'la Bahçeli'nin uzlaştığı bir takvim olacaksa, dışarıdan 40 küsur milletvekilinin desteğine ihtiyaç var. Ben bunun için de hem Meclis’in uygun göreceği hem de Erdoğan ve Bahçeli'nin muhayyel bir iktidar için garanti bir iktidardan vazgeçme riskini alabilecekleri bir zaman marjı belirleyebileceklerini düşünüyorum. Bunun da 2027 öncesinde olmasını zor ve mantıksız görüyorum.  Dolayısıyla, 2027’ye kadar Türkiye’de Erdoğan'ı seçimlere zorlayan ya da Erdoğan'ı ‘’bir an önce seçim yapayım’’ kaygısına sürükleyecek olağanüstü bir gelişme olmazsa, normal şartlar altında Erdoğan'ın zihnindeki ya da Erdoğan'ın siyasal rasyonalitesine uygun takvimin 2027 olduğunu düşünüyorum. Bunun 2027 ilkbaharında mı yoksa sonbaharında mı olacağı, 2027 içindeki siyasal pazarlıklara, müzakerelere bağlı olacak diye varsayıyorum. Bu iş Erdoğan'ın talebi, arzusu doğrultusunda ilerlerse, çok büyük ihtimalle 2027 sonbaharını tercih edecektir. Ama eğer koşullar bu işi 2027 baharında mümkün hâle getirirse, 2027 baharının da Erdoğan’ın reddedebileceği bir takvim olduğunu zannetmiyorum. Fakat 2027’ye kadar herhangi bir erken seçim meselesi benim açımdan sürpriz olur.

Ruşen Çakır: Bu raporda önemli bir mesele de, 2025’i değerlendirirken, Cumhurbaşkanlığı için söz konusu olan üç önemli aktör, Erdoğan, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’tı. Erdoğan'ın bir stres altında olduğunu söyledin ki buna daha karar vermedi. En rahatının Mansur Yavaş olduğunu yazmış rapor. Ama o rahatlık tek başına yeter mi çok emin değilim. Ekrem İmamoğlu'nun ilginç bir mahkeme olayı var ve siyasi yasak ihtimali mevcut. Ama sanki Ekrem İmamoğlu için de söz konusu olan tek şey siyasi yasak değil. 2025, Ekrem İmamoğlu için çok kritik bir yıl olacak gibi geliyor bana ve yakın çevresinden duyduğum kadarıyla, bir an önce CHP'de ipleri eline alması yolunda baskı da yapılıyormuş. Ne dersin?
Ete: Artık siyaseti domine eden temel dinamik, siyasi partilerden öte, muhtemel Cumhurbaşkanı adayları. O nedenle 2025'i değerlendirirken üç muhtemel aday üzerinden de bir değerlendirme yapmak istedik. Görebildiğim kadarıyla, eğer bu erken seçim takvimi dediğim gibiyse, Erdoğan açısından 2025 ve 2026, sadece 2027’ye hazırlık bağlamında önem taşıyan yıllar. Erdoğan'ın kendi siyasal kurgusuna uygun bir takvim işletebilmesi için önemli yıllar. Onun haricinde, 2025 ve 2026'nın kendisinde bir anlamı yok. Ekonomiyi düzeltmesi lazım. Ekonomik anlamda 2027’ye kadar büyük bir türbülanstan çıkarması lazım. Muhtemel rakip adayların ve siyasi partilerin büyümesini engellemesi lazım.
İkinci planda Mansur Yavaş var. Mansur Yavaş çok korunaklı bir siyasi aktör. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, Ekrem İmamoğlu gibi aynı anda CHP'yi de yönetme, CHP'deki değişim dinamiğinin artı ve eksilerinden etkilenme pozisyonunda değil. Hem CHP'nin içine hitap etme imkânı var hem de CHP dışındaki milliyetçi kesime seslenme imkânı var.  İktidarın, Ekrem İmamoğlu’na yönelik davalardaki Demokles’in kılıcı, Mansur Yavaş'ın üzerinde çok fazla sallanmıyor. Dolayısıyla Mansur Yavaş için 2025 yılını, 2024 gibi geçmesini arzu edeceği bir yıl gibi görüyorum. 2025, kendisini kritik radikal kararlar almak zorunda hissettiği bir yıl değil. Ama Ekrem Bey için ben de senin gibi düşünüyorum. 2025, Ekrem İmamoğlu'nun siyasi yolculuğu için çok belirleyici bir yıl. Hem İstinaf davasının nasıl sonuçlanacağı hem İstanbul Belediye Başkanlığı’yla CHP Genel Başkanlığı arasındaki dinamiği nasıl işleteceği, bu ikisinden birisine yönelik nasıl bir karar vereceği, hem CHP'deki bu çok sesliliğin hangi yönde bir sadeleşmeye gideceği, yani CHP'nin derlenip toplanma sürecine girip girmeyeceği ve bu derlenip toplanma sürecini hangi dinamik üzerinden bir yola sokacakları gibi, Ekrem İmamoğlu'nu bekleyen bir sürü mesele var. Ben o anlamda 2025 yılı içerisinde stresi en yüksek adayın Ekrem İmamoğlu olduğunu düşünüyorum.
2027’ye giderken, 2025 ve 2026 hem Cumhurbaşkanı Erdoğan için hem Mansur Yavaş için ciddi bir kazaya uğramama, mevcut korunaklı pozisyonlarını kaybetmemeleri için dikkatli olmaları gereken yıllarken, Ekrem İmamoğlu için, kader yılı olma ihtimalinin çok yüksek olduğu bir yıl. Aslında Ekrem İmamoğlu'nun alacağı karar, 2025 ve 2026'nın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mansur Yavaş için nasıl bir anlama kavuşacağını da belirleyecek. Eğer İmamoğlu bu İstinaf davasında bir kararla karşı karşıya olursa, bu hem Erdoğan'ın hem de Mansur Yavaş'ın pozisyonlarını etkileyecek. Veya İmamoğlu CHP seçeneğini daha fazla gündemine alıp buraya yönelirse, bu, Mansur Yavaş'ın ve Erdoğan'ın pozisyonlarını etkileyecek bir karar olacak. Dolayısıyla 2025'te İmamoğlu karar alacak, İmamoğlu'nun alacağı karara göre Erdoğan ve Mansur Yavaş'ın pozisyonları da biraz değişecek ya da bundan etkilenecek diye öngörüyorum.

Ruşen Çakır: Hatem, çok sağ ol. Suriye'nin bayağı etkilediği bir Aralık kamuoyu nabzı gördük. Ocak ayında da bu yeni çözüm sürecinin temasları herhalde daha çok öne çıkar. Ama iki partili bir sistem gözüküyor. Diğerleri bayağı bir gerisinde seyrediyor. Son bir notu da düşmek isterim. Yeniden Refah Partisi, yerel seçimlerden bu yana çok alt düzeyde seyrediyor sanki, yanılıyor muyum? Bir ara bir atak yapmıştı. Seçim olmadığı için mi öyle? Hâlbuki üye sayısı en çok artan parti olduğunu da biliyoruz. O da duruyor. Ne dersin? Programı onunla kapatalım.
Ete: Yeniden Refah Partisi konusunda dediğin doğru. Aydan aya onun da değişen bir profili var. Yeniden Refah Partisi, seçmen nezdinde net algı oluşturacak bir siyasal çıkışa yönelmiyor. Daha çok bire bir markajlarla, üye kaydıyla parti içindeki heyecanı diri tutmaya yönelik bir siyaset yapma tarzı var. Yerel seçimlerden bu yana, genel kamuoyuna, bütün Türkiye'ye hitap edebilecek bir siyasal çıkış, bir kadro değişimi, bir söylem ve program güncellemesi yapmaktan uzak durdu. Günden güne değişen bu siyasal gündeme, akılda kalıcı, net, hızlı, refleksif pozisyonlar vermekten de biraz geri kalıyor, kaçınıyor gibi görüyorum. Bütün bu dinamiklerle, seçmenin zihninde net bir Yeniden Refah algısı oluşmuyor. Kendi tabanının epeyce bir kısmını tutmaya devam ediyor, ama toplumda, çıkışta olan, büyüme treninde olan bir parti olduğu algısını sabit tutmakta da zorlanıyor. Ben o anlamda, Yeniden Refah’ın bir siyaset ihtiyacı içerisinde olduğunu gözlemliyorum. Bunu yaparsa bir marjı, bir potansiyeli var diye düşünüyorum.
Son olarak şunu söyleyebilirim: Biz yerel seçimlerden bu yana, Aralık kamuoyu araştırmasında seçmen dinamiklerinde ilk defa çok görünür sert bir kırılma yaşadık. 2025 yılına da böyle girdik. Dolayısıyla 2025 yılında, önümüzdeki iki üç ay boyunca, bu Aralık ayında gözlemlediğimiz sert kırılmanın, cari gidişte bir sapma mı, yoksa yeni bir trend mi olduğunu gözlemleyeceğiz. Hem Suriye hem de süreç meselesi, seçimlerden bu yana durağanlaşan siyaseti çok hızlı bir şekilde hareketlendirdi. Toplumun duygularını, seçmen dinamiklerini çok yoğun bir şekilde etkiledi. Bu önümüzdeki dönem, bu ikisinin yansımalarının ne olacağını biraz gözlemleyebileceğimiz bir dönem olacak. Ben bunun, bir sapmadan öte, CHP'nin içinde bulunduğu bu çok tartışmalı yapı dolayısıyla ve siyaset arayışını bir yere vardıramama ihtimali dolayısıyla, AK Parti lehine bir trende dönüşme eğilimini daha yüksek görüyorum.  Ama yine de CHP'nin toparlanması, iktidarın, hem yeni süreçte hem de Suriye bahsinde umduğu gibi bir sonuç bulamaması durumunda, bu bir trendden öte, sapmaya da evrilme potansiyeli taşıyor. Önümüzdeki dönemde izleyeceğimiz temel dinamikler bunlar olacak.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Hatem. Çok doyurucu bir yayın oldu, eksik olma. Bir dahaki ay tekrar konuşacağız. Şubat başında, Ocak ayının araştırmasını konuşacağız. Şimdiden bayağı merak ediyorum. Çok sağ ol.
Ete: Siz de sağ olun.

Ruşen Çakır: PANORAMATR'nin Aralık 2024 araştırmasını, direktörü Hatem Ete’yle konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
10.01.2025 Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası
09.01.2025 Hatem Ete ile söyleşi: Türkiye seçimlere en erken ne zaman gider?
08.01.2025 Transatlantik: Yeni çözüm süreci tartışmalarının neresindeyiz? | Suriye'de HTŞ yönetiminde bir ay
07.01.2025 Arap dünyası yeni Suriye'ye nasıl bakıyor? Yusuf el Şerif ile söyleşi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı