Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi

10.01.2025 medyascope.tv

10 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. Her ay yaptığımız gibi MetroPOLL Araştırma’nın aylık ‘In Depth-Derinlikli Analiz Raporu’nu Prof. Burak Bilgehan Özpek’le konuşacağız. Bu ay Aralık 2024 raporunu değerlendireceğiz. Burak merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Rapor çok çarpıcı, ama sanki şaşırtıcı da olmayan sonuçlar, tespitler var. Ben hızlı bir şekilde söyleyeyim, sen detaylarını verirsin. AK Parti'nin oyu ve Erdoğan'ın beğeni oranı artmış.  Ekonomide pek bir şeyin değişmediğini söylüyorsunuz.  Bir tek Suriye bazı gelişmeler oldu. Suriye'de rejim değişti ve Türkiye, Erdoğan bu rejim değişikliğinin önemli bir aktörü. Bunun sahaya yansıdığını söylüyorsunuz. Önce bununla başlayalım. Aralık ayının en öne çıkan olayı bu.  Neler bulundu anlatır mısın? Nasıl yorumluyorsun?
Özpek: Öncelikle iki farklı düzeyde analiz yapacağız. Bir tanesi parti düzeyi, diğeri de lider düzeyi. Biliyorsunuz parti oylarıyla, Cumhurbaşkanı adayları arasında bir makas var ve parti oyları, olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı seçimi için bize bir şey söylemiyor. Ama bana sorarsanız yine de parlamentodaki kompozisyon ve gidişat açısından önemli. Biz bu araştırmayı Suriye'deki gelişmelerden sonra yaptık. Şam düştü ve biz araştırmayı yaptık. Ancak, Asgari Ücret Komisyonu kararını açıklamamıştı. Araştırmanın yapıldığı dönem açısından bence bu önemli. Önümüzdeki ay daha net bir şey söyleyebiliriz.
Erdoğan'ın Suriye'de bir zafer kazanması, herkesin aklına ilk olarak, “Bu gelişme AKP'ye yarar mı?’’ ya da “Erdoğan gerçekten bir zafer kazandı mı?” gibi soruları getirdi. Bizim araştırmamızda, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin oylarında bir yükseliş, Cumhuriyet Halk Partisi'nin oylarında da bir düşüş var. Aşağı yukarı birer puanlık oynamalar bunlar. Kararsız kümesinin yine çok yüksek olduğunu görüyorsunuz. Yüzde 35'lik bir kararsız kesim var ki bu çok yüksek bir oran. Yani Türkiye'nin şu anda en büyük partisi kararsızlar. Fakat bu kararsızların büyük çoğunluğunun sağ seçmen olduğunu da söylemek zorundayız. 14 Mayıs seçimlerinde AKP'ye, MHP'ye ve İYİ Parti'ye oy veren seçmenler, kendilerini ‘’kararsız’’ olarak tanımlıyorlar. 14 Mayıs'ta Adalet ve Kalkınma partisine oy veren seçmenin yaklaşık %32'si, yani aşağı yukarı üçte biri, kendisini ‘’kararsız’’ olarak tanımlıyor. Bu seçmenin sadece %58'i yeniden AK Parti'ye oy vereceğini beyan ediyor. Diğer daha küçük partilere dağılma durumu da var. Milliyetçi Hareket Partisi'nin %23, dörtte biri. İYİ Parti’de %34. Yani sağ seçmende kararsız oranı çok yüksek. 14 Mayıs seçimlerinde sağ partilere oy veren seçmenin yaklaşık üçte biri şu anda kendisini ‘kararsız’ olarak nitelendiriyor. Bunu not etmekte fayda var.
Bu alt kırılımlar bize yine başka bir şey söylüyor: ‘’Suriye meselesi AKP'nin oylarında gerçekten etkili oldu mu?’’ Parti alt kırılımlarına baktığımız zaman, görebildiğimiz kadarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi geçen aya oranla kendi seçmenini kuvvetli bir şekilde partiye geri çekmiş, cezbedebilmiş gözükmüyor. ‘’Yeniden AKP'ye oy veririm’’ diyenlerin rakamı geçen ay %54 iken, bu ay %58’e çıkıyor; yani %4'lük bir artış var. Tabii bu çok anlamlı değil. Fakat AKP'nin oylarında bir yükseliş görüyoruz. Bu yükselişin sebebine baktığımız zaman, Milliyetçi Hareket Partisi seçmeninin yaklaşık %18 oranında AKP'ye teveccüh gösterdiğini görüyoruz. Bu ilginç bir şey. Çünkü biz uzunca bir süredir, AKP ve MHP oyları arasında bir korelasyon görürdük. Yani AKP ve MHP arasında, birlikte yükselen, birlikte düşen bir oy grafiği olurdu; bu ritmi yakalamışlardı. Uzunca bir zamandan sonra, Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki düşüşün, Adalet ve Kalkınma Partisi’ndeki yükselişe eşlik ettiğini gördük. Bu not etmek istediğim çok ilginç bir veri.

Ruşen Çakır: Pardon sözünü kesiyorum ama MHP'den AK Parti'ye geçişin bir etkisi Suriye, bir diğer etkisi de Bahçeli'nin başlattığı açılım olabilir. Çünkü o da Aralık ayına damga vuran ikinci büyük olay.
Özpek: Öyle. Suriye meselesi sağ seçmenin fütuhat duygularını çok okşayan bir mesele oldu. Dolayısıyla, tabii ki ideolojik olarak motive olan ya da bu tip dış politika başarılarından mutlu olan bir seçmen grubu var. Fakat bununla birlikte, Bahçeli'nin başlattığı açılım sürecinden rahatsız olan ve Erdoğan'ın bu sürece mesafeli yaklaşmasından dolayı da memnun olan bir kesim olabilir. Takdir edersiniz ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sürecin içerisinde yok. Yürütme erki, 2013 senesindeki çözüm sürecinden farklı olarak, bu sürecin başlatanı ya da yürütücüsü değil. 2013'te, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Kamu Güvenliği Müsteşarlığı gibi kurumlar çözüm sürecinin içindeydi ve muhalefetin de eleştirileri, sürecin Meclis’te yürümesi gerektiği yönündeydi. Şu anda hakikaten tam tersi oluyor. Devlet kurumları, yürütme erki, hiçbir aksiyon almamış gözüküyor, kendilerini hiçbir sorumluluk altına sokmuyorlar. Fakat Meclis’teki partiler ilginç bir şekilde kendi aralarında bir süreç geliştirmeye çalışıyorlar. Yani bir açıdan, başkanlık sisteminin yarattığı kültüre çok ters bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü günün sonunda Milliyetçi Hareket Partisi Parlamentoda Cumhur İttifakı’nın ortağı, ama yürütme erkinin bir parçası değil. Anayasal bir sorumluluğu da yok. Zaten başkanlık sisteminde olamaz da. Objektif bir gözle baktığınız zaman, Milliyetçi Hareket Partisi’nin başlattığı ve diğer partilerle müzakere ederek ilerlettiği, DEM Parti’nin, MHP'nin bu teklifine olumlu karşılık verdiği bir süreç var. Bu mesele Parlamentoda gidiyor, ama yürütme erkinin aldığı bir pozisyon yok. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bir açıklama yok. Hatta Tayyip Erdoğan teröre karşı da çok sert açıklamalarda bulunuyor. Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi’yle AKP'nin, özellikle Öcalan meselesinde ayrıştığı bir durum var ve bu ayrışma, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren seçmenin, AKP'ye yönelmesini beraberinde getirmiş olabilir. Suriye meselesiyle birlikte tabii. Şu anda hangisinin daha etkili olduğunu ayırt edecek bir soru sormadığımız için iki faktör olabileceğini yorumluyoruz. Bu ikisi olabilir.
Bunun aynı zamanda başka bir şey söylediğini de belirteyim: Ekonominin kötü gitmesinden dolayı AKP'den ayrılmış bir seçmen olduğunu varsayabiliriz ve ekonomi düzelmedikçe de dönmeyecek. Suriye'de, Şam rejiminin düşmesiyle birlikte, 14 Mayıs'ta AKP'ye oy veren seçmen, birdenbire büyülenmiş bir şekilde yeniden AKP'ye oy vereceğini beyan etmiyor. Burada artık AKP’ye oy vereceğini söylemeyen %40'lık bir kesim var. Bu %40'lık kesim muhalefete gidiyor mu? Hayır. CHP'ye, İYİ Parti'ye oy vereceğini söylüyor mu? Hayır. Kendisini kararsız olarak tanımlıyor, orada duruyor. AKP'li olduğunu da söylemiyor. Kanaatimce, ekonomi düzelinceye kadar da bir tavır belirtmeyecek. Dolayısıyla, Suriye meselesinin, AKP'den kopmuş o kararsız seçmen üzerinde çok dramatik bir etkisi olduğunu söyleyemeyiz. Bunlar muhtemelen ekonominin düzelmesini, Türkiye'nin iyi yönetilmesini bekliyor. Ekonomi düzelirse bu seçmenin AKP'ye yeniden teveccüh göstereceğini söyleyebiliriz.

Ruşen Çakır: Burada bir tespitiniz de şu: ekonomi konusunda kısmi de olsa iyimserliğin arttığını söylüyorsunuz.
Özpek:  Evet, böyle bir durum var. “Türkiye'nin ekonomisini kim daha iyi yönetir? Muhalefet mi, iktidar mı?” sorusu, bizim uzun zamandır istikrarlı bir şekilde sorduğumuz bir soru.

Ruşen Çakır: Benim kastım o değil de bu iyimserlikle ilgili. ‘’Kim iyi yönetir?’’ konusuna sonra geleceğim. Siz ‘’kötümserlik azaldı ama çok yüksek değil’’ diyorsunuz.
Özpek: Evet, öyle. Biz o soru üzerinden gidiyoruz. Mesela Kasım ayında bunu sorduğumuz zaman ‘’iktidar daha iyi yönetir’’ diyen %27'lik bir kesim vardı. Aralık ayında sorduğumuz zaman, bu %31'e yükselmiş. 

Ruşen Çakır: Bir de o tablolarda çok çarpıcı olan, “Dış politikayı ve ülke güvenliğini kim daha iyi yönetir?” sorusunda, ‘’iktidar yönetir’’ cevabını verenlerin oranı %39. Muhalefetin 10 puan önünde. Ekonomide böyle bir açık ara yok. 
Özpek: Evet, ekonomide bu açık ara yok. Orada rakam şöyle: %30,9 ‘’iktidar daha iyi yönetir,’’ %29,2 ‘’muhalefet daha iyi yönetir,’’ %28,1 ‘’ikisi de yönetemez.’’ Bu aslında muhalefet partilerinin de biraz şapkayı önlerine koyup düşünmelerini gerektiren bir durum. Çünkü iktidarın daha iyi yöneteceğine dair inanç kaybolmuş, fakat insanların zihninde, muhalefetin daha iyi yöneteceğine dair bir inanç da pekişmemiş ve %28'lik bir kesim ‘’ikisi de yönetemez’’ diyor. Zaten bu soruda kararsızları dağıttığımız zaman %35'lik kararsız seçmen rakamına da yaklaşıyoruz. İnsanlar şu anda niçin kararsız? Çünkü Türkiye'nin meselelerini çözebilecek bir muhalefet de göremedikleri için iktidardan ayrılmışlar, ama oylarını muhalefetten yana da kullanmıyorlar, yani bir alternatif görmüyorlar.
Öte taraftan, gündem dış politika ve ülke güvenliği olursa, biz güvenlik temelli bir gündemle seçime gidiyoruz diyelim, burada iktidarın da ülkeyi muhalefetten daha iyi yöneteceğine dair bir inanç var. Bu bence Şam meselesiyle çok yakından ilişkili. Son 15 senede yaptığı bütün dış politika hatalarına ve çok maliyetli bir dış politika üstlenmesine rağmen, dirayetli bir şekilde, çıktığı noktadaki dış politika argümanlarını muhafaza eden, göçmen karşıtı bir dile savrulmayan, Suriye'de kurduğu ilişkileri reddetmeyen bir Erdoğan var. Bana sorarsanız, bugün Suriye'de yaşanan gelişmeler, Erdoğan'ın bu politikasının sonucu değil, jeopolitik gelişmelerin sonucu. Fakat 15 senedir bütün iç ve dış baskılara rağmen bu tutumunu aşağı yukarı muhafaza eden bir yönetim tarzı var. Jeopolitik değiştiği zaman da Erdoğan'ın desteklediği insanlar iktidara geliyorlar. Biz birçok noktayı da kaçırmış olduğumuzu fark ediyoruz. Bugün Şam kabinesindeki birçok bakan, Türkiye'deki üniversitelerde yüksek lisans, doktora yapan insanlardan oluşuyor. Aslında bir açıdan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan insanların Suriye'yi yöneteceğini ve Türkiye'nin bölgedeki etkisinin artacağını söyleyebiliriz. Günün sonunda, insanlar, Erdoğan ve ekibinin, Suriye'yi köy köy, kasaba kasaba, kabile kabile, aşiret aşiret bildiğini, oradaki güç dinamiklerine hâkim olduğunu öğrendiler. Muhtemelen burada İslamcılıktan mütevellit bir durum var, ama AK Partililerin Suriye meselesini bildiğini artık öğrendiler. Bu fikir onların zihninde pekişti.
Öte taraftan, Şam'da Saray yağmalanırken, ‘’Esad'la görüşmeliyiz’’ diyen veyahut Facebook'ta dolaşan sahte Atatürk sözlerinden politika üretmeye çalışan bir muhalefet var. Bu da insanların, muhalefetin ülke güvenliğini çok da iyi yönetemeyeceğine dair bir kanıya sahip olmalarını beraberinde getiriyor.

Ruşen Çakır: Muhalefet demişken, raporunuzda, CHP'nin oy oranının iki ay içinde 3 puan düştüğünü, kayyum destekleri ve DEM Partili siyasetçilerle görüntülerin rahatsızlık yarattığını söylüyorsunuz. DEM Parti’yle yan yana durmasının olumsuz bir etki yarattığı tespitini sorularla mı yapıyorsunuz, yoksa siz kendiniz mi bunu değerlendirdiniz?
Özpek: Hem bu sorular var, hem de MetroPOLL Araştırma’nın yaptığı başka dosyalar var. Mesela MetroPOLL Araştırma ciddi milliyetçilik araştırmaları yapıyor. Biz milliyetçi seçmenle Türkiye'nin ortalama seçmeni arasında büyük bir uçurum göremiyoruz. Türkiye’de toplum milliyetçi, bunu kabul etmemiz gerekiyor. Toplum dediğimiz bir özne varsa, bu insanlar, kendi aralarında farklı siyasi ya da sosyal kimliklere sahip olabilirler, fakat çok temel konularda benzer refleksler veriyorlar. Milliyetçi olarak kategorize ettiğimiz seçmenle, Türkiye'nin ortalama seçmeni arasında büyük bir uçurum yok. O yüzden, bu milliyetçi seçmen, bazı konularda parti elitlerinin ya da entelektüellerin çok da duymayı, görmeyi arzu ettikleri tepkileri vermeyebilirler. Biz CHP'deki düşüşü sadece bu tavırla açıklamıyoruz tabii ki. Suriye meselesi var, CHP'nin uzun zamandır devam eden bir yönetim performansı sıkıntısı var ve çok yüksek eleştiriler söz konusu. Yani birçok faktör olabilir. Ama düşündüğümüz zaman bir partinin oyu 2 ayda niçin %3 düşer? Bu iki ayda hangi gelişmeler oldu? Bu kayyum meselesinde, kayyuma ilkesel olarak karşı çıkmanın ötesinde, bir de DEM Parti’yle çok fazla yan yana görüntü vermek, Suriye meselesinde çok beceriksiz açıklamalar yapmak ve genel itibariyle parti yönetimiyle ilgili performans sıkıntıları olabilir. Bunların etken olabileceğini düşünüyoruz, çünkü iki ayda sadece bunlar oldu.

Ruşen Çakır: Burada partilerin oylarına baktığım zaman, DEM Parti'nin çok net bir şekilde %10'un üzerinde olduğu gözüküyor. AK Parti ve CHP %30 civarında diyelim. DEM Parti, 10’u aşmış gözüküyor. Sonra MHP, İYİ Parti diye devam ediyor. Zafer Partisi daha altta. Anahtar Partisi %2'ye yakın bir oy alıyor. Burada en azından MHP'de sanki çok büyük bir kayıp gözükmüyor gibi. Yüzde 7,6 görüyorum. Bir kısmının da AK Parti'ye gittiğini söyledin. O zaman, Öcalan açılımıyla beraber, bunun, İYİ Parti'yi ve Zafer Partisi’ni güçlendireceği önermesi henüz gerçekleşmiş gibi gözükmüyor. 
Özpek: Gerçekleşmedi. Aslında umduğumuz kadar sert bir şekilde gerçekleşmedi. Çünkü insanlar, Bahçeli'nin Öcalan söylemini mistik bir devlet aklıyla açıklıyorlar: “Devletin bizim aklımızın ermediği işleri vardır ve Devlet Bahçeli, devletin gizli odalarını, karanlık koridorlarını temsil eder. Biz fanilerin aklının ermeyeceği bir işte bize düşen, susmak ve doğru yoldan ayrılmamaktır. Neticede Devlet Bahçeli Türkiye'deki mevcut yönetim için çok makbul bir aktördür, zaten milliyetçilik makbul bir ideolojidir. Dolayısıyla, Öcalan meselesinde acele etmeden beklemek daha iyi olabilir.’’ Burada, “Devlet Bahçeli'nin zinhar kendi kişisel menfaati, partisinin çıkarı için ya da Ankara siyasetçilerine özgü bencil bir stratejisi yoktur. Eğer bir şey yapıyorsa, devlet adına, devletin hayrı, devletin bekası için yapıyordur” anlayışı var. Bunun sebebi de aslında Tayyip Erdoğan'ın çok net bir tavır almaması. Öcalan meselesi karşısında Tayyip Erdoğan'ın net bir şekilde tavır alması durumunda, zannederim bahsettiğimiz o sert düşüş gerçekleşecektir. Şu anda hiç kimse bilmiyor. Erdoğan'ın, Bahçeli'nin Öcalan sürecinin neresinde olduğu, bunu nasıl algıladığı, bunu bir hükümet politikasına dönüştürüp dönüştürmeyeceği kimse tarafından bilinmiyor ve Erdoğan'ın suskunluğu, devletin bunu tasvip ettiği şeklinde yorumlanıyor, ki medyada da zaten bence yapay ve kurgusal bir şekilde böyle bir hava estiriliyor.

Ruşen Çakır: Bugün Akdeniz Belediyesi'ne atanan kayyumlar da Erdoğan'ın ya da iktidarın çizgisini … Bir süredir kayyum atanmıyordu. En son Van Bahçesaray’a atanmıştı biliyorsun. Mersin'de Akdeniz Belediyesi'ne atanan kayyumlar, dün Bahçeli’yle görüştüler. Bugün kayyumu atladı. Yarın da AK Parti'nin Diyarbakır kongresi var. Orada yapacağı konuşmada, kimileri Erdoğan'ın daha açık konuşmasını beklerken, kimileri de Erdoğan'ın yine aynı çizgide örtük bir şekilde devam edeceğini söylüyor. Gerçekten Bahçeli bir yanda, Erdoğan bir yanda gibi bir durum var.
Özpek: Bunu geçen ay değil, ondan evvelki ay yaptığımız programda https://medyascope.tv/2024/11/07/bahceli-dem-parti-acilimindan-ne-umuyor-ne-bulabilir-video/ dahi konuşmuştuk. İki ay önce bu söylemler ilk defa ortaya çıktığı zaman, ben bu meselenin dış politikayla açıklanamayacağını, Türkiye'nin bekası ve ulusal güvenliğiyle çok da ilişkili olmadığını, bir iç iktidar meselesi olduğunu, fakat o iktidar meselesinin de birçoğumuzun zannettiği gibi, uyumlu, eşgüdüm içerisindeki bir Cumhur İttifakı’nın muhalefete karşı kazanmayı umduğu yeni bir zafer olmadığını, bu iki aktör arasında da farklı bir ilişki olabileceğini söylemiştim. Hâlâ bu görüşümün arkasındayım. Çünkü Devlet Bahçeli bu açıklamayı yaptığında ya da bu imalara başladığı zaman, Suriye'de rejim düşmemişti. Bundan bir, bir buçuk ay önce, Suriye'deki Kürt gruplar şu anda olduklarından daha farklı, daha güçlü konumdaydılar. Şimdi onların arkasındaki Şam desteği çekildi. Rusya ve İran bölgeden çekildi. Bununla birlikte Biden yönetimi seçimi kaybetti ve Şam'da, Türkiye'ye son derece yakın insanlar iktidara geldi. Hepsini geçtim, Avrupa Birliği hükümet merkezleri de Suriye'nin istikrara kavuşması için, silahlı grupların merkezi Ordu’ya teslim olması gerektiği yönünde beyanatlarda bulundular. Türkiye'nin burada Öcalan üzerinden gidip Suriyeli Kürtleri ikna etme çabası çok beyhude kalıyor. Gerek yok, ihtiyacı yok. Suriyeli Kürtlerin şu anda Öcalan'dan talimat alıp, ona göre hareket edip etmeyecekleri başka bir konu. Bence etmeyecekler, o artık nostaljik bir figür. Suriye'de çok şey değişti ve Suriye'deki Kürtler, oradaki aktörler, hayatta kalabilmek için Öcalan dışındaki daha etkili aktörlerle ilişki kuruyorlar. Suriye Kürtleri kendi kaderlerini Öcalan'ın kişisel ilişkileri üzerinden çizmezler; başka ilişkiler içerisindeler, başka ilişkiler içerisinde de olacaklar. Bu denklemden baktığınızda, Türkiye'nin Suriye meselesini halletmek için Öcalan'a gerçekten ihtiyacı yok.
İç politika açısından da baktığınız zaman, Öcalan'ın serbest kalması, Parlamentoda konuşması, ev hapsine çıkması, sadece milliyetçi seçmende değil, Türkiye'nin genel ortalama seçmeninde de çok tepkiyle karşılanan bir durum. Tayyip Erdoğan'ın, zaten çok kötü ekonomik koşullar altında kendisini, partisini ve kendi beğeni oranını ayakta tutmaya çalıştığını görüyoruz. Bunun için çok çaba sarf ediyor. Muhalefeti büyük bir krize sürüklemeye çalışıyor, sürekli olarak yeni gündemler üretmeye çalışıyor. Mehmet Şimşek programı netice alana kadar Tayyip Erdoğan'ın işi gerçekten çok zor. Kendi seçmenini kaybetmiş durumda ve bu seçmeni geriye çekemiyor.

Ruşen Çakır: Böyle bir lüksü yok diyorsun.
Özpek: Evet yok. Şu koşullar içerisinde bir de, “Öcalan maliyetini niçin üstlensin?” sorusunun bende bir cevabı yok açıkçası. Tek cevabı şu olabilir: Anayasa değişikliği meselesi. Anayasa konusunda, evet, referanduma gitmeden 400 milletvekilini bulduğunuz zaman Anayasa’yı değiştirebiliyorsunuz. Fakat Tayyip Erdoğan'ın Anayasa’yı değiştirip yapmak istediği şey nedir? Şu anda yapamadığı ve yeni bir Anayasada yapmayı umduğu şey nedir? Bence hiçbir şey. Bir tek, yeniden seçilme hakkını umabilir. Yeniden seçilme hakkı meselesinde de, şu senaryo doğru olursa, yeniden seçilme hakkını elde etmiş ama popülaritesini kaybetmiş bir Erdoğan'dan bahsediyoruz. Tamam, yeniden seçilme hakkını elde edebilir, ama bu hakka sahip birisi olarak da toplumsal beğenisini tüketebilir. Bunun yanında başka bir ihtimal daha var, ondan da bahsedeyim: Erdoğan 360 milletvekilini bulduğu zaman erken seçime gidebilir ve yeniden aday olabilir. Bence bu ihtimal de söz konusu. Mesela 400 milletvekili bulup, Anayasa’yı referandumsuz değiştirip, seçmen gözündeki kredisini ve beğenisini tüketmiş bir Erdoğan mı, yoksa, milletvekili transfer ederek, kapıları sonuna kadar açarak, daha kapsayıcı bir politika üreterek, 360 milletvekiliyle erken seçime gitmek mi? Biraz oyun teorisi mantığıyla düşündüğünüz zaman, Erdoğan'ın bu Anayasa konusunda çok ısrarcı olmayabileceğini de söyleyebiliriz. O yüzden burada benim kafama yatmayan şeyler var ve bunu da aylardır söylüyorum. İki aktör arasında, yani Bahçeli ve Erdoğan arasında ilişkiler sanıldığı gibi kusursuz ve eşgüdüm içerisinde olmayabilir.

Ruşen Çakır: Son olarak liderlerin performansı meselesine gelelim. Araştırmalarınızda, Ekim ayında %34 beğeni oranına düşmüş Erdoğan'ın, Aralık’ta %46,3'e çıktığını, Ekrem İmamoğlu'nun çok fazla bir iniş çıkış göstermediğini, %50’nin hemen altında olduğunu, ama Mansur Yavaş'ın çok ciddi bir şekilde 6 puan birden kaybettiğini bulmuşsunuz. Erdoğan'ın beğeni oranının neden yükselmiş olduğunu anlayabiliyoruz. Suriye meselesi diyelim. Ekrem İmamoğlu'nun yerinde saymasını da anladık, ama Mansur Yavaş niye düşüyor? Gördüğüm kadarıyla sessiz kalması yüzünden. İnsanlar artık Mansur Yavaş'tan bir şey mi duymak istiyorlar?
Özpek: Bence duymak istiyorlar. Normal zamanlarda bu pek sorun olmayabilir. Hayatın olağan akışı içerisinde devam ettiği durumlarda, konuşmamanız, gündemin çok fazla içinde olmamanız, sizin avantajınıza da olabilir. Daha önceki programlarda da konuştuk, insanlar gerçekten siyasi krizlerden, polemiklerden bıktılar. Kendilerine huzur verecek bir yönetim istiyorlar. Ama kriz zamanlarında liderlerden, konuşmaları, yorum yapmaları, meseleleri ele almaları bekleniyor. Muhalefetin genel itibariyle Suriye meselesinde çok ciddi eksiklikleri olduğu gözüktü. Siz benden daha iyi bilirsiniz, ben hem hatırlıyorum hem de arada bir YouTube yayınlarını açıp izliyorum. Beğenin ya da beğenmeyin, İsmail Cem'in, Bülent Ecevit'in, Turgut Özal'ın, Süleyman Demirel'in bir okuması vardı değil mi? Bir gelişme olduğu zaman, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde, tarihi perspektifi de toplumla paylaşarak bir okuma yaparlardı, Türkiye'nin menfaatlerini de kendilerine göre sıralarlardı. Siyasetçi dediğiniz insan zaten budur. Bir meseleyi basitleştirerek topluma anlatır ve onun için neyin iyi, neyin kötü olduğunu kendi meşrebince söyler.
Şimdi Suriye'de, Türkiye'nin yanı başında, 15 yıllık bir iç savaş bitti. Türkiye'ye çok yakın insanlar yönetimi devraldılar ve Türkiye bölgeden kaynaklanan birçok sorunu çözebileceği gibi, büyük bir fırsat kapısının eşiğinde. Türkiye’yi yönetme iddiasında olan bir siyasetçinin buna bir yorumu olmalı. Türkiye'yi yönetme iddiasında olan insanların, Halk TV yorumcularından daha farklı bir şeyler söylemeleri gerekiyor. ‘’Enflasyon var.’’ Evet var, yaşıyoruz zaten. Enflasyon var, hayat çok kötü, insanlar fakir, yoksul. Evet, öyle. Ama Türkiye'nin yönetimine talip bir siyasetçiden, bu sorunu hangi perspektiften çözebileceğini de duymak isteriz. Sosyal demokrat bir aday olabilir, sosyal demokrat bir perspektif ortaya koyabilir, ‘’kamu harcamalarını artıracağım’’ diyebilir. Liberal bir aday olabilir, daha liberal perspektiften bir yaklaşım sunabilir, ‘’Kamu harcamalarını düşüreceğim’’ diyebilir. Ama nihayetinde bir şey söyler, değil mi?
Bu kutuplaşma atmosferi ve başkanlık sistemiyle, aslında kurumsal hâle gelen bu karşıtlık kültürü, muhalefet partilerini de muhalefet adaylarını da çok büyük bir konfor alanına taşıdı. Artık seçmeni cezbedebilmek için sizin çok iyi olmanız gerekmiyor, öteki tarafın çok kötü olması gerekiyor. Dikkat ederseniz, hükümet bütün enerjisini muhalefeti karıştırmak için harcıyor, muhalefet de bütün enerjisini, hükümetin icraatlarını halkı travmatize edecek şekilde sunmak üzerine harcıyor. Biz, siyasi partilerin, siyasi aktörlerin polemiği ya da onların rekabetinden ziyade, medya gruplarının, iletişim stratejilerinin, PR ajanslarının birbirleriyle köşe kapmaca oynamasını izliyoruz. Bana sorarsanız o konfor alanı, siyasetçileri Türkiye üzerine düşünmekten de alıkoyan bir şey. Çok yaratıcı şeyler düşünmüyorlar, yaratıcı ekipler koymuyorlar.

Ruşen Çakır: Olur mu? Dün ne güzel kırmızı kart çıktı. 
Özpek: Çok büyük bir sorun bu. Niçin büyük bir sorun? Ben burada bir araştırma şirketinin raporunu sunuyorum, fakat partiler AR-GE bütçelerini ağırlıklı olarak araştırma, anket ve propagandaya ayırmamalılar. Şu anda Türkiye'de AR-GE bütçesi dediğimiz şey, tamamıyla anket ve propaganda işlerine ayrılıyor. Anket, propaganda, tanıtım. Hâlbuki bu işin bir de başka tarafı var. Mesela Suriye'de ne olup bittiğini araştıracak, anlatacak, bu liderleri bilgilendirecek insanlar olması gerekiyor. Veya ekonomi konusunda daha aktif, daha hızlı siyasete dönüştürülebilecek belgeler ve fikirler sunan insanların olması gerekiyor. Maalesef, özellikle bu kriz durumlarında bizim muhalefette gördüğümüz, müktesebat sıkıntılarının ortaya çıkması. Bunu daha nazik ifade edemeyeceğim. Bu da liderlerin popülarite oranını düşürüyor. Böyle krizler yaşandıkça ve liderlerden bir pozisyon almaları beklendikçe Mansur Bey'in popülaritesi düşer. Çünkü şöyle bir durum var: Mansur Yavaş'ı diğer adaylardan daha fazla öne çıkartan konu, onun biraz daha milliyetçi seçmenden aldığı oy. Erdoğan, özellikle milliyetçileri okşayan alanlarda başarılı oldukça, bu popülarite haliyle biraz düşüyor.

Ruşen Çakır: Evet, ilginç gelişmeler oluyor. Ocak ayına, herhalde İmralı heyetinin temasları damgasını basacak. Çünkü Suriye'de belli bir yatışma durumu oldu. Ne olup biteceğini şu anda bilemiyoruz tabii. Daha Ocak ayının başındayız ama, herhalde önümüzdeki araştırmanızda daha çok Öcalan trafiği etkili olacak. Bu arada bir de MHP’yle diğer milliyetçi partiler arasında çok sert atışmalar var biliyorsun. Karşılıklı suçlamalar, tehditler. Ama Aralık ayına Suriye damga vurmuşa benziyor ve bundan da en kârlı çıkanın, Erdoğan ve AK Parti olduğu görünüyor. Çok teşekkürler Burak. Bu ayki değerlendirmelerimizi toparlayalım. Bir dahaki ay, Şubat başında Ocak ayının raporunu, tekrar tartışalım. Çok teşekkürler.
Özpek: Ben teşekkür ederim, sağ olun.

Ruşen Çakır: Evet, Burak Bilgehan Özpek’le MetroPOLL Araştırma’nın Aralık 2024 ‘In Depth-Derinlemesine Analiz Raporu’nu değerlendirdik. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
02.01.2025 Mümtaz'er Türköne ile söyleşi: "Bu sürecin en büyük kaybedeni AK Parti ve Erdoğan olur"
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
27.12.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (247): Asgarî ücret ve CHP’nin tavrı, Suriye’de Türkiye damgası, Gelecek ve DEVA’dan istifâlar
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı