Hamit Bozarslan ile söyleşi: Hamas saldırılarının ikinci yılında Ortadoğu

07.10.2025 medyascope.tv

7 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Fransa Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu’ndan Profesör Hamit Bozarslan'la Ortadoğu'yu konuşacağız. Öncelikle Filistin'i, Gazze'yi ama fırsat bulursak Suriye'yi de ve Türkiye'yi de konuşmak istiyoruz. Hamit, merhaba.
Hamit Bozarslan: Merhaba. Nasılsın?

Ruşen Çakır: Şimdi bugün biliyorsun Hamas'ın İsrail'e saldırısının 2. yıl dönümü. 2023 7 Ekim'inde bir saldırı oldu. Çok büyük bir şok etkisi yarattı. Onu seninle birkaç yayında konuştuk, adım adım takip ettik. Şimdi bir dönüm noktası gibi bir yere geldi sanki. Trump'ın bir Gazze planı var. Gazze planına Hamas yanaşmaz deniyordu ama yanaşır gibi işaretler veriyor ve Mısır'da birtakım müzakereler başlamış. Bu çözüm olur mu olmaz mı meselesine gelmeden önce iki yılın bir bilançosunu çıkartmanı istesem, nasıl bir özet olur?
Hamit Bozarslan: Sanıyorum belki üç aşamada bir özet sunabilirim. Birincisi tabii şu anda Gazze'de olup bitenler. Evet, çok büyük bir dilemmayla, ikilemle karşı karşıyayız. Bir yandan bu savaşın bitmesi gerekiyor. Savaş derken aslında savaş kavramı da belli bir anlama gelmiyor. Yani bir imha operasyonu, Gazzeli'lerin imhası. Söz konusu olan şu anda çok açık bir şekilde biyolojik bir savaş, sosyal Darwinist bir savaş. Filistinlilerin bir tür olarak görülmesi ve orada imha edilmesi, Gazze'de imha edilmesi. Bunun bitmesi gerekiyor. Fakat diğer yandan Trump'ın dayattığı ve Blair'in de kabul ettiği strateji aslında Gazze'nin sadece bir manda yönetiminde de değil doğrudan kolonyal bir yönetime tabi olmasını beraberinde getirmekte. Bu tabii çok içler acısı bir olgu. Sanıyorum 1920'lerde bile manda sistemi gerçekleştirildiği zaman Ortadoğu'da böyle bir yönetim düşünülmemişti. Şu anda söz konusu olacak olan doğrudan bir yönetim. Filistinlilerin bir grup, bir halk, bir millet olarak görülmemesi, bir temsil gücüne sahip olmaması. İkinci aşama, bitse bile bu savaş İsrail meselesi. Yani İsrail'i konuşmuştuk daha önce. Çok büyük bir kriz içerisinde İsrail, savaş dışında artık yaşayabilecek olan bir rejimden bahsedemiyoruz. Fakat onun dışında çok büyük bir ihtimalle soykırım suçu kabul edilecek İsrail'i yönetenler hakkında ve bunun arkasının bırakılmaması gerekiyor. Yani söz konusu olan sadece 70 bin kişinin öldürülmesi değil, yaşamın ortadan kaldırılması. Gazze'nin artık yaşama müsait olmayan bir noktaya getirilmesi. Sanıyorum hukuki açıdan da olsun, vicdan açısından da olsun, bilinç açısından da olsun, İsrail'de eğer yeniden bir demokrasi oluşacaksa bu demokrasinin geleceği açısından olsun, bu işin arkasının bırakılmaması gerekiyor. Ve üçüncüsü, onu sanıyorum 7 Ekim'den hemen sonra konuşmuştuk, Hamas'ın çok ağır bir sorumluluğu var. 7 Ekim sadece büyük bir katliam değil, aynı zamanda bir rasyonalitenin iması. 7 Ekim'den önce Gazze kuşatılmış olan, abluka altında olan bir topraktı. Fakat Gazze'nin en azından Katar'dan gelen yarım milyar dolarlık bir bütçesi vardı. Gazze'nin üniversiteleri vardı, hastaneleri vardı. Pazarları vardı, okulları vardı, mekanizmaları vardı, bakanlıkları vardı. Gazze tehlike altında değildi. 7 Ekim'i yapanlar çok büyük bir rasyonalite imhasını da gerçekleştirdiler ve Filistin halkına, Filistin davasına çok ağır bir darbe indirdiler ve sanıyorum bunun da soruşturulması gerekiyor. Hamas'ın tarihsel bir sorumluluğu var ve artık Hamas'ın tarih sahnesinden çıkması gerekiyor. Bunu şiddetle yapmamak gerekiyor. Savaşla yapmamak gerekiyor tabii. Ama Hamas'ı yönetenlerin artık bu kadar bir felaketten sonra kendilerini ilga edebilme kapasitesine, onuruna sahip olabilmeleri gerekiyor.

Ruşen Çakır: Bu olayın bir batıda yansıması yönü çok çarpıcı oldu. Açıkçası şöyle söyleyeyim; ben Türkiye'de birtakım İslamcı hesapları sosyal medyada takip ediyorum, Gazze konusunda hassas olan hesapları ve bu hesaplar her gün yüzlerce belki de batıdaki protesto ya da bir ünlünün, bir sinema sanatçısının ya da bir konserde bir şarkıcının Filistin'le dayanışmasını ya da Avrupa sokaklarında, Amerika sokaklarında yürüyüşlerini paylaşıyorlar. En son gördüm, İtalya'da polisler bile yürüyor, falan. Şimdi bu çok çarpıcı bir görüntü ama açıkçası İslam dünyasından çok fazla bir şey görmedim. Nasıl olsa İslam dünyasının protestosu normal diye bunlar paylaşılmıyor mu, yoksa orada başka bir şey mi var? Yani sivil toplumla ilgili çok ilginç bir deneyim oldu sanki.
Hamit Bozarslan: Burada da çok acı bir konu var. Böyle bir konuyla karşı karşıyayız. Yani 7 Ekim'den hemen sonra Cezayir'de, Tunus'ta bazı gösteriler yapıldı. Endonezya ve Pakistan daha çok sessiz kaldılar. Türkiye'de bir iki protesto yapıldı. Fakat bunlar biraz sembolik bir niteliğe sahipti. Ve şu anda anlayabildiğimiz kadarıyla sekiz büyük İslam devleti — aralarında Türkiye de var, Mısır da var, Suudi Arabistan da var — Trump planını desteklemekteler. Aslında Gazze ve Filistin terk edilmiş durumda. İslam âlemi tarafından terk edilmiş durumda. Arap âlemi tarafından terk edilmiş durumda. Muhammed bin Salman'ın dediklerini hatırlayınız: ‘‘I don't care about the Palestinian son but my people do.’’ Yani, ‘‘Benim halkım bununla ilgileniyor. Fakat Gazzeliler umurumda bile değil. Filistinliler umurumda bile değil.’’ Yani sanıyorum genel çerçeve bu. Türkiye'de de bu kadar yüksek perdeden konuşuldu ama anlayabildiğimiz kadarıyla son dakikaya kadar da İsrail'in ihtiyaç duyduğu bazı ürünler satılmaya devam edildi. Yani istatistikleri sen de gördün zaten. Filistin'e çelik ihracatı %5.000 artmış. Filistin'i hepimiz biliyoruz. Gittik, dolaştık. Filistin'de çeliği kullanabilecek bir fabrika yok. Yani o yüzden sanıyorum çok büyük bir hayal kırıklığından bahsedebiliriz. Avrupa'da bazı tepkiler var. Fakat bu tepkiler değiştirici, diyelim ki siyaseti belirleyebilecek olan tepkiler değil. Şu anda var olan gelişmelerin en önemlilerinden birisi belki diaspora Yahudiliği içerisindeki tartışmalar. Bu tartışmalar çok çok canlı. Yahudilik nasıl oldu da ya da Yahudilik adına konuşan bir devlet, hareket eden bir devlet nasıl oldu da böyle bir soykırım gerçekleştirebildi? Nasıl oldu da biz biyolojik bir dünya anlayışına varabildik? Bu sorular sorulmakta. Yahudilik ve hümanizm meselesi, çünkü siyonizmden bahsediyoruz. Tabii radikal milliyetçi bir siyonizm var. Fakat aynı zamanda 1920'lere baktığınız zaman hümanist akımlar da var. Nasıl oldu da hümanizm, Yahudilik ve hümanizmin perspektifi terk edildi? Böyle bir sosyal Darwinist noktaya nasıl varıldı? Nazilerle ortak o noktaları belirleyen ya da gösteren bazı yazarlar var şu anda. Bu tartışmalar İsrail'e sıçrayabilecek mi? İsrail'de bir vicdan isyanı gerçekleşebilecek mi savaştan sonra? Bunları bilemiyoruz. Fakat yani sanıyorum benim umudum daha çok bu Yahudilik içerisinde gerçekleşen tartışmalarda. Avrupa'da gerçekleşen tartışmalar şu anda çok önemli tabii. Fakat savaş bittikten sonra Filistin'i herkes unutacak ve kaldı ki, onu zaten 7 Ekim'den hemen sonra da konuşmuştuk, yani Filistin aslında maalesef ve maalesef hiç kimsenin umurunda değil.

Ruşen Çakır: Burada tabii şey hususu çok önemli. Şimdi dünya çapında Yahudilerin, özel olarak da İsrail'in en önemli zemini bir soykırım meselesi. Öyle değil mi? Yani yaşadıkları soykırım ve birçok anlamda o soykırım onları bir anlamda dokunulmaz da kılabiliyordu. Şimdi soykırım onlara ve ilk başta şey gibi başladı, sanki böyle İslamcı propaganda gibi başladı ama sonra bunun bayağı bir ana akım olduğunu gördük. Mainstream oldu. Öyle değil mi? Yani şu anda mesela bir Amerikalı sinema oyuncusu da ‘‘soykırım’’ diyor, işte Avrupa'daki bir sendikacı da ‘‘soykırım’’ diyor. Ve bu aslında İsrail'e, genel olarak dünya çapında Yahudilere ama özel olarak İsrail'e çok ciddi ve belki de kalıcı bir olumsuz etki yaratacak sanki. Çok mu abartıyorum?
Hamit Bozarslan: Abartmıyorsun. Sembolik olarak böyle. Kaldı ki mesela soykırım uzmanı değilim, bir hukuk uzmanı da değilim; fakat soykırım konvansiyonunda yaşamı imkansız hâle getirmek, mekanı yaşama imkansız hâle getirmek, yani doğumları engellemek, bütün bunlar soykırımı belirleyen suçlar arasında yer almakta ve bunların söz konusu olduğunu artık hiç kimse inkâr edemez. Yani İsrail askeri yetkilileri bile ‘‘bu kadar insan öldürdük, bu kadar yeri imha ettik,’’ falan diyebiliyor. Yani o yüzden sanıyorum, gelecekte İsrail'in prestiji kesinlikle çok çok düşmüş olacak. Yani meşruiyetini soykırımda bulan, soykırımdan kurtulmuş olmakta bulan bir ülkenin ya da bir iktidarın kalkıp kendisinin de soykırım düzenlemiş olması tabii çok önemli, çok çok acı verici bir olgu. Ve dediğim gibi sadece söz konusu olan soykırım da değil, insanlık kavramının ortadan kaldırılması: Sosyal Darwinizm. Sosyal Darwinizm ne? Sosyal Darwinizm toplumları ya da milletleri ya da halkları birer tür olarak görür, biyolojik bir tür ve bütün bu türlerin bir arada yaşayamayacağını, ancak en güçlü türlerin hayatta kalabileceğini söyler ve imhayı meşru hâle getirir. 1870-1945 Avrupa tarihini sosyal Darwinizm olmadan okuyabilmek mümkün değil. Türkiye'deki soykırımı, Ermeni soykırımını, sosyal Darwinizm olmadan okuyabilmek mümkün değil. Bosna ve Müslümanlara karşı, Boşnaklara karşı gerçekleştirilen soykırımın temelinde de bu sosyal Darwinizm var. Ruanda'da böyle bir olgu var. Yani İsrail maalesef bütün bu tarihsel suçlar listesinde artık önemli bir yer tutmuş bulunmakta.

Ruşen Çakır: Peki şimdi bir de geride kalan iki yıl içerisinde İsrail sadece Gazze'ye saldırmadı. Hem Batı Şeria'da da birtakım şeyler oluyor. O ayrı bir tartışma konusu. Ama esas bölgede çok aktif bir şekilde Lübnan'da Hizbullah'a yönelik, Yemen'de Husilere yönelik ama İran'da doğrudan devlete yönelik ve Suriye'de de İsrail sürekli operasyon yaptı. Bunların tabii ki bence en çarpıcısı, şimdi etkileyici olarak Lübnan'daki o Hizbullah yöneticilerine yönelik suikastler bambaşka bir organizasyondu. Ama en büyük olay sanki İsrail'le İran'ın alenen savaşa girmesi oldu. Bir de en son kırılma noktası Katar. Katar'ın İsrail'in yaptığı en büyük yanlış olduğu yorumları yapılıyor. Onu sona saklayalım. Ama şu Lübnan, İsrail, Suriye, Yemen buralarda ve şöyle bir şey dendi biliyorsun: "İsrail bölgenin yeni hegemon gücü oluyor." Ne dersin?
Hamit Bozarslan: Aslında Batı Şeria'dan başlayalım. Çünkü benim açımdan en önemli olan olgu Batı Şeria. Çünkü radikal İsrail milliyetçiliğinin ve eskatolojik Yahudiliğin birleştiği nokta Batı Şeria. Gazze aslında tarihsel olarak o kadar da önemli değildi İsrail açısından ya da İsrail radikal milliyetçilikleri ve eskatolojik yaklaşımları açısından. Söz konusu olan Batı Şeria'ydı ve şu anda Batı Şeria'da olup bitenler gerçekten çok vahim. Çünkü söz konusu olan sadece insanların katledilmesi değil fakat aynı zamanda kolonizasyon siyasetinin devam ettirilmesi. Yarın bir Filistin devletinin oluşmasını engelleyebilecek düzeydeki bir kolonizasyon. O yüzden sanıyorum Gazze meselesi bittikten hemen sonra bütün diyelim vicdan ve bilinç sahibi olanların Batı Şeria'ya yoğunlaşması gerekiyor. İsrail'in Batı Şeria'daki kolonizasyon siyasetinin durdurulması şart. En önemli olgu bence şu anda bu. Fakat soruna gelirsek tabii soru çok açık ve 7 Ekim olmadan Suriye rejiminin düşebilmesi mümkün değildi. Çünkü şu ya da bu şekilde Suriye rejimini ayakta tutan bir yandan İran'dı. Fakat aynı zamanda Hizbullah'tı. 2013'ten itibaren Hizbullah doğrudan doğruya Suriye rejimini desteklemekteydi. El-Kuseyr şehrinin ele geçirilmesi Beşar Esad rejiminin ayakta kalmasını sağlamıştı. Pasdaranlar ve Basijler orada olmasaydı Suriye ayakta kalamazdı. Pasdaranlardan, Devrim Muhafızları’nın liderlerinden birisi şunu söylemekteydi: "Suriye bizim 35. vilayetimizse, eğer Huzistan ve Suriye aynı anda düşerse, özellikle Suriye'yi kurtarmamız gerekiyor. Çünkü Suriye'yi kurtarırsak, ondan sonra Huzistan'ı da kurtarırız. Fakat eğer Suriye'yi kurtaramazsak, Tahran'da bile kalamayız." Yani o yüzden sanıyorum İran'ın aldığı darbe gerçekten çok çok ağır bir darbe. Katar meselesi biraz anekdotik. Yani pek bir yere varabileceğini sanmıyorum. Yani Katar büyük bir ihtimalle 2-3 hafta içerisinde İsrail'in yaptığı saldırıyı unutmuş bile olacak. Ve Katar-Amerikan ilişkileri yeniden düzeldi. Suudi Arabistan zaten her hâlükarda hegemonik bir güce sahip olabilecek konumda değil, bölgede Yemen'de bunu çok açık bir şekilde gördük. Fakat İsrail şu anda hegemonik bir konumda. Bu ne kadar devam edebilir, bilemiyorum. Çünkü mesele aynı zamanda hubris meselesi, güce tapma meselesi, kendi gücüne tapma meselesi, kendini yenilmez olarak görebilme meselesi. Bugün İsrail çok çok güçlü. Bugün İsrail bölgede hakim bir güç olarak bulunmakta. Suriye'nin rejiminin ayakta kalabilmesini bile sağlayan aslında bir şekilde İsrail. Fakat yani yarınki güç dengeleri ne olacak? Yarınki Amerikan siyasetleri ne olacak? Yarın İsrail içerisindeki tartışmalar, çelişkiler, ihtilaflar ne olacak? Bütün bu konuları şu anda öngörebilmek benim açımdan çok çok zor. Fakat şu anda tabii bölgenin yeniden dizayn edilmesini sağlayan ya da dizayn edilmesini mümkün kılan bir İsrail stratejisiyle karşı karşıyayız.

Ruşen Çakır: Burada tabii ki İsrail'in yanında bir de Türkiye çok sık konuşulur oldu biliyorsun. Türkiye'de ülkeyi yönetenler açık açık ya da örtülü bir şekilde İsrail'le Türkiye'nin çatışma ihtimalinden bahsettiler biliyorsun. Ve hatta bizdeki terörsüz Türkiye ya da çözüm sürecini ateşleyen hususlardan birisinin o olduğu yorumları çok yapılıyor. Şimdi Türkiye İsrail'le çatışır mı, olur mu böyle şey denirken Suriye'de ama bir çatışma potansiyeli var sanki. Öyle değil mi? Yani çünkü İsrail'in Suriye'de Dürzilere verdiği bir destek var. Süveyda katliamı olduğu sırada verdiği bir destek var. Türkiye'nin de Şam yönetimine verdiği bir destek var mesela. Orada en azından bir çatışma ihtimali doğrudan ya da dolaylı olabilirdi. Ya da Türkiye'nin Suriye ile geliştirdiği askeri ilişkiler var, eğitim düzeyinde de olsa. Bir de Suriye'nin kuzeyinde Türk ordusu var sonuçta. Şimdi Türkiye ile İsrail'in bölgesel hegemonya meselesinde yıllar önce Türkiye ile İsrail birbirine yakın ülkelerdi. AKP'nin ilk yıllarında da o yakınlık bozulmadı bildiğin gibi. Ama sonra inişli çıkışlı olmakla beraber açık bir şey var, yani bir zıtlık var. İki taraf da Erdoğan'la Netanyahu sürekli birbirlerine alenen saldırıyorlar. Şimdi bu olay nasıl şekillenebilir? Yani bana şöyle geliyor açıkçası; Türkiye ve İsrail birbirleriyle çatışamayacak kadar, ne diyeyim, serinkanlı hareket edebilir ve etmek zorunda gibi geliyor bana. Böyle bir çatışma bölgeyi çok altüst eder ama işlerin iyi gitmediği de ortada. Trump bunları yumuşatabilir mi?
Hamit Bozarslan: Tamamen katılıyorum. Yani her iki ülkenin de, her iki rejimin de böyle bir çatışma riskini alabileceğini pek düşünmüyorum, özellikle Türkiye'nin. Çünkü Türkiye'nin İsrail'le çatışması aynı zamanda diğer bazı güçlerin İsrail'e destek olması anlamına gelecektir. Yani ABD'nin İsrail'i böyle bir konumda yalnız bırakacağını pek düşünmüyorum. Fakat yani böyle bir noktada değiliz. Şu anda söz konusu olan, sen de bahsettin, Türkiye'nin Şam rejimine verdiği destek. Fakat şunu da unutmayalım; Şam bombalandığında, bombalar neredeyse Başkanlık Sarayı'nın bahçesine düşmüştü. Bu çok açık bir mesajdı. Şara rejiminin devam edebilmesi bile İsrail sayesinde söz konusu. Eğer yarın İsrail bu rejimi imha etmek isterse bunu çok kolaylıkla yapabilir ve sanıyorum Türkiye de bunu biliyor. Türkiye-İsrail ilişkileri gerçekten çok kötü. Bunu zaten söyledin. Knesset'in bir raporu var. Bu raporun çok az bir kısmı aslında bize iletildi ya da basına sızdırıldı. Sızdırılmadı daha doğrusu, tanıtıldı. Sansürlenen bölümlerde ne var, bilemiyoruz. Fakat raporda çok açık bir şekilde artık İran'ın zayıfladığı, gerçek düşmanın Türkiye olduğu ve İsrail stratejilerinin önümüzdeki 10 yıllarda Türkiye bağlamında hesaplanması gerektiği çok açık bir şekilde zaten dile getirildi. Ama bugün böyle bir noktada değiliz. Ve eğer hegemonyadan bahsedersek, Türkiye'nin kalkıp bölgesel bir hegemonya kurabilme imkanı yok. Bu koşullarda kesinlikle yok. Türkiye Suriye'de kısmen bulunmakta. Kürt meselesini her hâlükarda biliyoruz, Rojava meselesini; Rojava'nın Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunu ve Rojava'nın aynı zamanda İsrail açısından ne kadar önemli olduğunu. Fakat mesela Türkiye'nin bugün Lübnan'da en ufak bir tesiri yok. Türkiye Irak üzerinde belli bir tesire sahip, Kürtler sayesinde paradoksal bir şekilde ama kalkıp Türkiye'nin Irak'ı bir neredeyse koloni olarak görebilmesi söz konusu değil. Lübnan meselesinden bahsettik. Yemen meselesinde, Yemen safhasında var olan şu anda daha çok İsrail ve Amerika. Yani Türkiye bir Kürt meselesine saplanmış durumda ve Türkiye'nin Suriye siyaseti neredeyse hemen hemen tümüyle bu Kürt meselesi üzerinde kurulmuş durumda. Halbuki İsrail'in stratejisi gerçekten bölgeyi düşünen, bölgeyi hegemonik bir şekilde tasarlayan bir strateji. Suudi Arabistan'ı içermekte. Yarın çok büyük bir ihtimalle Suudi Arabistan İbrahim anlaşmalarına katılacak. Lübnan'ı içermekte. Lübnan’da İsrail'e karşı savaşmak isteyen en küçük bir güç yok. Hizbullah bile artık buna cesaret edememekte. Yani İsrail'in bir bölgesel stratejisi var. Türkiye'nin stratejisi daha çok Suriye ile sınırlı bir strateji.

Ruşen Çakır: Peki plana ne diyorsun? Oradan ilk gün çok şey çıktı: ‘‘Bu çok net değil’’ dendi. ‘‘Hamas bunu kabul etmez’’ dendi. Birçok şey söylendi. Özellikle öncelikle esirlerin bırakılması isteniyor. ‘‘Rehineler bırakıldıktan sonra garanti ne?’’ dendi gibi tartışmalar oldu. Ama ilk Hamas'tan gelen mesaj olabileceği yolunda. Yani rehineleri bırakmayı kabul ediyor ama sonrasını konuşalım diyor. Fakat şöyle bir şey var. Ben hızlı bir şekilde baktığımda plan Hamas'ın, ne denir, bizdeki Öcalan tabiriyle söylersek, kendini feshetmesini içeriyor. Yanılıyor muyum?
Hamit Bozarslan: Yanılmıyorsun. Plan Hamas'ın sonu anlamına gelmekte. Ve İsrail'in Gazze'den çıkacağına dair en ufak bir işaret yok. En ufak bir sinyal yok. Tam aksine İsrail'in Gazze'deki konumlanmasına baktığınız zaman, Gazze üçe ya da dörde bölünmüş durumda. Bu ana hatların, İsrail'in işgali altında bu ana hatların işgalden tahliye edileceğinden kesinlikle emin değilim. Söz konusu olan şu anda artık Gazze'de ve büyük ölçüde Filistin'in tümünde Hamas'ın ortadan kaldırılması ya da daha doğrusu Hamas'ın kendisini ilga etmesi. Çünkü Gazze sonrasında Batı Şeria'da şu andaki Filistin yönetiminin Hamas'a yaklaşacağını kesinlikle düşünmüyorum. Tam aksine Filistin yönetimi biraz İsrail'in paralı askeri olarak Hamas'a saldıracak. Filistin yönetiminde Hamas'a karşı çok ciddi bir tepki var. Mahmud Abbas çok kötü sözler söyledi Hamas açısından. Onları tekrarlamaya bile yani retorik açıdan ağır akım yetmemekte. Böyle sözler söylendi. Yani Filistin'de en azından yönetim düzeyinde, halk açısından söylemiyorum, yönetim düzeyinde çok büyük bir tepki var Hamas'a karşı. Yani o Hamas'ın artık bunu anlaması ve kendiliğinden tarih sahnesinden çıkması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Peki bizim fesihe geçelim istersen. Bu konuda atladığımız, unuttuğumuz bir şey kaldı mı Gazze meselesinde?
Hamit Bozarslan: Gazze meselesinde yani sanıyorum daha çok uzun yıllar konuşacağız. Vicdan meselesi. Yani artık jeopolitikten çıkmak gerekiyor. Stratejiden çıkmak gerekiyor. Vicdan meselesi. İnsanlığın vicdanı ne? Vicdan temelinden çıkılan bir insanlık söz konusu olabilir mi? Sorumluluk ne? Onu daha önce de konuşmuştuk. Yani felsefede sorumluluk olmadan özgürlük kavramı olamıyor. Hamas şu ana kadar en ufak bir sorumluluk üstlenmedi. Kaldı ki şunu da biliyoruz, yani bütün bunların gözden kaçırılmaması ya da unutulmaması gerekiyor; Hamas'ın sivil yönetimi, Hamas'ın gerçek yönetimi 7 Ekim'den haberdar değildi. Haniye 7 Ekim'den haberdar değildi. Nasıl oluyor da bir örgütün içerisinde işte böyle bir özerkleşme yaşanıyor? 7 Ekim'den hemen sonra Hamas'ın sorumlularından birisi şunu söylemişti: "Savaş bir kurnazlıktır. Biz İsraillileri kandırdık. Onları sadece ekonomiyle ilgilendiğimiz konusunda ikna ettik ve bu arada bunu hazırladık." Böyle bir sorumluluk nasıl üstlenebilir ve Arap âleminde bu sorumluluk meselesinin artık tartışılması gerekiyor. Yani aktörler hareket ederken tümüyle özgür fakat hareketin sonuçları geldiğinde sorumluluğu üstlenmeyen aktörler halinde ortaya çıkmaktadır. Yani sanıyorum o yüzden benim açımdan en önemli olan, bildiğin gibi yani bir gözlemciyim, uluslararası ilişkiler uzmanı değilim, bu konularda uzman da değilim; fakat yani bu vicdan, bilinç, sorumluluk meseleleri artık gerçekten ciddiye almamız gereken meseleler. Ortadoğu'nun bu şekilde devam edebilmesi tabii mümkün. Çok daha büyük trajediler de yaşanabilir. Fakat buna mahkûm değil Ortadoğu.

Ruşen Çakır: Peki Türkiye'ye gelelim, Türkiye'de örgütün fesih meselesi. Meclis’te komisyon çalışıyor. Biraz ağır aksak gidiyor ama en önemli husus biliyorsun Suriye, Suriye'de bir tıkanma var. Ama şunu gördük; Amerikan Büyükelçisi ve Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Mazlum Abdi ile görüştü, yanında CENTCOM komutanıyla birlikte. Halep çevresinde Şam güçleriyle Kürtler arasında çatışma çıktı ama ateşkese varıldı ve şimdi deniyor ki, ‘‘Bir iki gün içerisinde Mazlum Abdi ile Ahmed eş-Şara buluşacak.’’ 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi söz konusu ve olayın içerisinde doğrudan Türkiye var ama sadece Ankara yok, İmralı da var. Abdullah Öcalan da olayın bir tarafı. Nasıl bir gelişme bekliyorsun burada?
Hamit Bozarslan: Türkiye'deki gelişmeler ne olacak? Türkiye bir tarihsel sayfayı kapatmayı kabul edecek mi? Türkiye Rojava diye bir olgunun olduğunu kabul edecek mi? Bütün mesele sanıyorum burada. ABD açısından baktığımız zaman, ABD kesinlikle Suriye'de yeni bir iç savaşın yaşanmasını istememekte. Hatta eş-Şara’nın da yeni bir iç savaşa cesaret edebilecek durumda olduğunu sanmıyorum. Bugün cesaret edecek durumda olduğunu sanmıyorum. Yarın çok daha güçlü bir Suriye hükümeti belki bunu hedefleyebilir. Fakat şu anda eş-Şara’nın yönetimi gerçekten çok zayıf bir yönetim ve son seçimler tam bir skandal seçimler olarak ortaya çıktı. ABD şu ya da bu şekilde eş-Şara'ya bir şans tanımak istemekte, ki Barrack bunu çok açık bir şekilde dile getirdi ve bu şans tanıma, şu ya da bu şekilde Kürtlerin de kabul edildiği, fakat radikal bir formülasyondan yola çıkarak değil de daha alt düzeyde bir ademimerkeziyetçilikten yola çıkarak Kürt meselesinin çözülmesi, Kürtlerin temsilinin sağlanması. ABD'nin stratejisi bu. Bu strateji sanıyorum 2-3 ay öncesine göre çok daha berrak bir şekilde ortaya çıkmakta. Hem Pentagon'un hem Dışişleri Bakanlığı'nın aynı zamanda Rojava'ya gitmesi, Abdi ile görüşmesi bence bu anlamda çok önemli. Fotoğrafın kendisi de çok çok önemli bir fotoğraf. Yani kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen gizli bir toplantı değil bu. Sadece bir mesaj olarak da verilen bir şey değil. Sembolik olarak fotoğrafın yayınlanması çok çok önemli. Abdi ve CENTCOM komutanının ve Barrack'ın bir arada olması, yani bütün bunlar bir sinyal. Fakat dediğim gibi yani son tahlilde gelişmeleri belirleyecek olan Ankara'nın kendi korkularından çıkması, Ankara'nın bu Rojava olgusunu kabul etmesi.

Ruşen Çakır: Peki burada şunu sormak istiyorum. Şimdi Türkiye'de çok kritik bir süreç yaşanıyor. Bir yıl oldu biliyorsun. Yani Hamas'ın 2. yılı ama bizdeki sürecin de 1. yılı. Ekim'i milat kabul ediyoruz, geçen yılki Meclis açılışını. Bahçeli'nin tokalaşmasıyla başladı. Bir yılda çok büyük bir, yani Kürt tarafından çok şey oldu. Öcalan'ın açıklaması oldu, 27 Şubat, çok kritikti o. Ondan sonra örgütün kongresi ve fesih kararı alması, silah bırakma kararı alması, 11 Temmuz'da da o sembolik silah yakma olayı. Onun dışında hiçbir şey olmadı sanki, Meclis’te komisyon kurulması dışında. O çok söylenen ‘‘güven arttırıcı tedbirler ya da adımlar’’ deniyor. Bu karşılıklı olması gerekiyor herhalde. Şu an itibarıyla sence nelerin acilen olması lazım? Mesela yarın Selahattin Demirtaş için kritik bir gün. Selahattin Demirtaş'ın tahliyesi herhalde sürece olumlu anlamda çok katkıda bulunur.
Hamit Bozarslan: Yapılabilecek o kadar çok şey var ki. Fakat yani demokrasi gibi bir hedefi olmayan bir iktidarın kalkıp nasıl adımlar atabileceğini pek bilemiyorum. Bu adımların nereye kadar varabileceğini de pek bilemiyorum. Stratejik bir çizginin oluşup oluşamayacağından da pek emin değilim. Yani Selahattin Demirtaş'tan bahsettin. Tabii onun bırakılması çok çok önemli. Demirtaş'ın dışında bir yığın diğer tutuklu var. Kürt meselesinin tartışılmasının mümkün kılınması... 2015'te mesela çok daha kaliteli bir tartışma vardı Kürt meselesi konusunda. Kürt meselesinin terör meselesinden ayrıştırılması, Kürt meselesinin meşru bir mesele, bir milli mesele olduğunun dile getirilmesi, toplumsal düzeyde değişik yerlerde, değişik mekanlarda, platformlarda Kürt meselesinin ele alınması, üniversitelerde Kürtler konusunda konferansların düzenlenmesi, Öcalan'ın tabii hukuki statüsü; yani yapılabilecek çok adım var. Fakat sanıyorum iktidarın şu andaki temel hedefi bu Suriye meselesi, yani Suriye meselesinden çıkamama. 1 Ekim'den bahsettin, yani Meclis’in açılışından bahsettin, 2024'te Bahçeli'nin konuşmaları. Orada da söz konusu olan Kürt meselesinin terör meselesine indirgenmesiydi. Halbuki Kürtler açısından çok açık bir şekilde Kürt meselesi bir terör meselesi değil. PKK olgusu bir terör meselesi değil. Türkiye'de 100 yıllık bir Kürt meselesi var. Bu mesele meşru bir mesele olarak kabul edilecek mi edilmeyecek mi? Temel nokta bu. Yani şu anda Türkiye'de böyle bir gelişmeyi pek görmüyorum. Fakat yani sürecin devam etmesi önemli. Kürt tarafının her hâlükarda sürecin dışına çıkmaması gerekmekte. Masayı devirenin Kürt tarafı olmaması gerekli. Bu çok çok önemli. Kullanılan dilde çok dikkatli olmak gerekiyor. Çok yumuşak taktikler geliştirmek gerekiyor. Kırıcı olan en ufak bir adım atmamak gerekiyor. Ve dediğim gibi yani Rojava'ya ağırlık veriyor Kürt tarafı ister istemez ve Türkiye açısından da bu çok berrak bir şekilde ortaya çıkmakta. Yani ana halka bu. Bu ana halkada bir gelişme olursa sanıyorum Türkiye'deki Kürt meselesinde de belli bir yumuşama olabilir. Fakat pek saf da olmayalım. Türkiye'nin demokratikleşmesi şu koşullarda, CHP'ye karşı böyle saldırıların yapıldığı koşullarda bana pek mümkün gözükmemekte.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey sormak istiyorum. Geçenlerde Erbil'de Türkiye'deki sürecin konuşulduğu bir toplantıdaydım. Türkiye'den çok kişi vardı. Irak'tan tabii ki çok Kürt ağırlıklı vardı. Suriye'den de birkaç kişi vardı, yine Kürt. Bayağı yoğun bir tartışmaydı ve gündem Türkiye'ydi. Türkiye'deki çözüm süreciydi. Komisyondan milletvekilleri sunum yaptı vesaire. Orada şunu gördüm. Çok çarpıcı geldi bana. Irak Kürtlerinin ve Suriye'den az vardı, mesela bir kişi konuştu ama Irak'tan siyasetçi, bürokrat, analist, Kürtlerin hemen hemen hepsi şöyle bir şey söylüyor, yani yuvarlayarak söylüyorum: "İyi güzel ama Türkiye'den Kürt sorunu çözümü çıkmaz." diyorlar. Yani örgütün silah bırakması vesaire bunlara eyvallah ama çok da böyle heyecanlı gelmediler bana. Benzer bir şeyin özellikle diasporadaki Türkiye Kürtlerinde de olduğunu biliyorum. Buradaki sorun sadece Erdoğan ve Bahçeli'ye güvenmemekten mi kaynaklanıyor?
Hamit Bozarslan: Sanıyorum herkes biliyor bunu. Rojava meselesinin kabul edilmesi, Türkiye'deki Kürt meselesinin çözülmesi anlamına gelmeyecek. Bunu Irak'ta da gördük. Irak Kürdistanı şu ya da bu şekilde var. Ama 2007-2008'e kadar Türkiye'de Irak Kürdistanı’nın kabul edilmesi perspektifi bile düşünülmemekteydi. Yani eğer Rojava kabul edilirse yarın, bu biraz Irak Kürdistanı’nın tanınması şeklinde olacak. Bunun Türkiye üzerindeki tesirlerinin fazla olacağını pek düşünmemekteyim. Onu daha önce de konuşmuştuk. Söz konusu olan sadece Erdoğan rejimi değil, 100 yıllık bir tarihin sorgulanması. Söz konusu olan sadece Türk milliyetçiliği ya da Türk İslamcılığı değil; Türkiye'nin sorgulanması, Kürt meselesinin kabul edilmesi, bu Kürt meselesinin kabul edilmesi aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşmesi anlamına gelmekte. Radikal, otoriter bir rejimden mi bahsediyoruz? Ben antidemokratik kavramını kullanıyorum. Antidemokratik bir rejimin demokratikleşebilmesi şu andaki koşullarda bence mümkün gözükmemekte. Yani Türkiye'nin o kadar çok meselesi var ki, fakat bu meseleler 100 yıllık bir mesele. Yani Türkiye'nin kuruluşunda tek parti sistemine geçildi. Türkiye'nin kuruluşunda radikal bir milliyetçi ideoloji kabul edildi. Türkiye'nin kuruluşunda sosyal Darwinizm olgusu var. Türkiye'nin kuruluşunda liberalizm kavramının bile yasaklanmasına yol açan bir süreç var. Türkiye'nin kuruluşunda 1920'ler ve 30'lar var. Ve Mustafa Kemal'in modeli aslında bir Mussolini ve Türkiye hâlâ bu sistemden kurtulmuş değil. Yani o yüzden belli bir noktada ‘‘Türk ideolojisi’’ kavramını kullanıyorum, biraz Marx'tan yola çıkarak. Marx ‘‘Alman ideolojisi’’ kavramını kullanmıştı. Fakat Marx her şeye rağmen 19. yüzyılda yaşamaktaydı. Yani Türkiye'de yaşanan, Türkiye'de var olan bu Türk ideolojisi İslamcı bir kılıfa girebiliyor, milliyetçi bir kılıfa girebiliyor. Hatta bazı noktalarda sosyal demokrat sol bir kılıfa girebiliyor. Bu ideoloji terk edilebilecek mi? Ve bu ideolojinin terk edilmesi bir Kürt meselesinin çözülmesi, ikincisi tarihin sorgulanması, tarihle hesaplaşma. Ve üçüncüsü demokratikleşme. Yani CHP'yi imha etmek isteyen bir rejimin kalkıp nasıl bir demokratik perspektife sahip olabileceğini pek göremiyorum.

Ruşen Çakır: Evet, nasıl toparlayalım? Süreç için umutlu gördüm seni biraz. Çünkü Türkiye'de şöyle bir şey var: "Temkinli iyimserlik" diye bir laf var. Kürtler genellikle kendilerini öyle tanımlıyor. Sen de bir Kürt olarak temkinli iyimser misin?
Hamit Bozarslan: Temkinli iyimserim demeyelim. Kürt tarafının masayı devirmemesi gerekiyor. Benim açımdan şu anda en önemli olan tabii Suriye'nin geleceği, Suriye'de Rojava'nın geleceği, Suriye'nin, onu daha önce de konuşmuştuk, bir İslam emirliğine dönüştürülmemesi, Suriye'nin bir milis mantığından çıkması, Suriye'de devletin legal ve rasyonel bir temelde yeniden kurulması; benim açımdan en önemli olan konular şu anda bu. Fakat yani Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda şu anda temkinli bir iyimserliğe bile sahip olabilmem söz konusu değil. Yani Kürt meselesi tabii benim açımdan çok önemli, sanıyorum hepimiz açısından çok önemli, Kürt olmayanlar açısından da. Fakat CHP'ye yapılanları bile yani görmemek mümkün değil. Ve bu, demokrasiyle en ufak bir bağlantısı olmayan bir gelişme. Yani söz konusu olan belli bir noktada aslında Türkiye'nin Rusyalılaşması, Erdoğanizmin Putinleşmesi. Yani böyle bir noktadayız. Her hâlükârda karamsarlığa mahkum değiliz. Fakat çok iyimser olmamız için de belki şu anda bir neden yok.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Hamit. Çok sağ ol. Dediğim gibi, iki yıldır özellikle Ortadoğu'da yaşananları birlikte takip ediyoruz. Takip etmeye devam edeceğiz. Çok sağ ol bizimle görüşlerini, bilgilerini paylaştığın için, eksik olma. Evet, Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu’ndan Profesör Hamit Bozarslan'la Hamas saldırılarının 2. yılında Ortadoğu'yu ve 1. yılında Türkiye'de çözüm sürecini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
17.10.2025 DEM Parti heyeti İmralı’ya tünel mi kazdı?
16.10.2025 İktidarın hedefinde LGBTİ+ var
15.10.2025 Bahçeli’den bu sefer de Alevi açılımı
14.10.2025 Öcalan’dan Demirtaş’a değil, Demirtaş’tan Öcalan’a mektup gitti
14.10.2025 Milliyetçi partiler birleşir mi?
13.10.2025 Öcalan medyanın dilinden rahatsız olmakta haklı mı?
13.10.2025 Roj Girasun ile söyleşi: Demirtaş niçin tahliye olmadı? Çözüm sürecinin Irak, Suriye ve İran ile ilişkisi
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
12.10.2025 Türkiye’de bir şeyler çözülür diye yurtdışında ödleri kopanlar var
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı