Haftaya Bakış (262): DEM Parti-Erdoğan görüşmesinden ne çıktı?

11.04.2025 medyascope.tv

11 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can'la yine bu hafta öne çıkan olayları konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba.

Ruşen Çakır: Bugünün en önemli olayı Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alındıktan sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına yönelik sözleri nedeniyle açılan davada, ilk kez Silivri Açık Cezaevi Yerleşkesi duruşma salonuna çıkmasıydı. İmamoğlu hakkında çok sayıda dava var. Bugün bir de iki aynı yerde daha davalar görüşüldü.
Kemal Can: Evet, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemine ilişkin “ihaleye fesat karıştırma” suçlamasıyla yargılandığı davası vardı

Ruşen Çakır: Evet, bir de para sayma görüntüleri.
Kemal Can: O doğrudan İmamoğlu davası değil ama o da bir şekilde ilişkilendiriliyor.

Ruşen Çakır: Tabii, onu bir şekilde ilgilendiriyor. Yaptığı savunma diyeceğim ama artık ona ifade diyorlar, ifadeyi görmüşsündür, bayağı uzun. Bugün Göksel Göksu ile Ali Deniz Çakır gittiler, izlediler ve anlattılar. Ekrem İmamoğlu ifadesinde dava konusunu sona saklamış. Ama önce neden orada bulunduğunu, neden hedef olduğunu anlatarak Erdoğan'a adeta meydan okumuş. Sonra kendisini, Ekrem İmamoğlu kimdir, onu anlatıyor ve en sonda da bu son savcı meselesini anlatıyor. Onu gözaltına alındığı andan itibaren hep görüyoruz. Doğrudan, teslim olmama, kafasını eğmeme, ‘’beni korkutamazsınız, sizden korkmuyorum’’ hâli var ve adını vermeden Erdoğan'ı hedef alan bir şey yaptı. Tutuklanmasına neden olan dava ne zaman açılacak, nasıl açılacak bilmiyoruz, ama o dava da herhalde bambaşka bir şey olacak. 19 Mart'tan bu yana daha bir ay olmadı. Ama benim gördüğüm kadarıyla, Ekrem İmamoğlu içeri girerken, siyasi desteği 30 puansa şimdi en azından 45 olmuştur ya da 40'sa 55 puan ve bunu da büyük ölçüde Erdoğan sayesinde yaptığı kanısındayım. Bu dava olmasaydı, 19 Mart operasyonu olmasaydı Ekrem İmamoğlu yine popüler olacaktı. Ama ön seçim sandığında neye bakacaktık? Tek adaylı ön seçimde CHP adaylarının yüzde kaçı oy kullandı diye konuşacaktık. Ama ne oldu? İnsanlar ön seçime katıldığı gibi, partili olmayan 14 milyon insanın da oy kullandığını söylüyorlar. Peş peşe Saraçhane, ardından Maltepe, Çarşamba günkü Şişli mitingi hepsi peş peşe geliyor. Mesela Şişli mitingi hiç de fena değildi. Beşiktaş Belediyesi'nin önünde yapılan mitingi hatırlıyorum. Çok zayıftı.
Kemal Can: Hatta daha sonra Esenyurt’u bile konuştuk burada. Esenyurt’ta bile büyük bir kalabalık oluşturulamamıştı.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu söyleyeyim. Ben bugün yayında çocuklara dava ne zamana ertelendi diye sordum. 16 Haziran dediler. Yine Silivri'de olacakmış. Ben, “Ekrem İmamoğlu'nun o tarihte Silivri'de olacağını kim söylüyor?” dedim. Çünkü normalde dava Çağlayan'daydı, değil mi?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Çağlayan Adliye’de görülmesi gerekirdi. Hem kalabalık gelmesin diye, hem de Ekrem İmamoğlu Silivri’de olduğu için davayı Silivri’ye almışlar. Onun üzerine laf edenler oldu. Yine senin söylediğin o meşhur Ruşen Çakır iyimserliğinin zirvesi. Ama şöyle bir şey var. Dün haber geldi, çok şükür gençler bugün peş peşe, peyderpey bırakılıyor. Bugün değişik rakamlar geldi. Sürekli tahliye ediliyorlar. İçeride kalanlar da var, ama şimdi ezici bir çoğunluğu çıktı. Niye çıkıyorlar? Yani onları içeri atanlar, “Yeter bu çocuklara da yazık oldu. Bu kadar fazla kalmasınlar” diye mi bırakıyorlar? Bunu konuşmakta hiçbir beis yok, zira bu çok açık. Sen Türkiye'de siyasi iktidara rağmen, aynı evraktan 102 gencin tahliyesine karar verebilecek cesur bir yargıç olabileceğini düşünüyor musun? Bağımsız, yargı karar veriyor. Onları tutuklarken de bağımsız yargı karar veriyordu, şimdi de veriyor. Yargıçlar da herhalde aynı. Ne oldu o 10,15 günlük süre içerisinde? Ben insanların verdiği tepkinin, protestonun, CHP'nin bunları yönlendirmesinin, iktidara çok ciddi bir şekilde geri adım attırdığına eminim. Orada da Ekrem İmamoğlu'nun baştan itibaren duruşu önemli. Mesela Özgür Özel bugün Halk TV'de ‘’Büyükşehir'e, CHP'ye ve İstanbul Barosu’na kayyum atanacağını duyduk’’ dedi. Üçü de olmadı. Yani, “Kayyum atarsak bunun faturası olur” dediler. Beklemedikleri bir fatura ile karşı karşıya kaldıklarını gördüler. Tabii ki iyimserlik kötü bir şey değil ama, iyimserliğin ötesinde bir şeylerin değişebildiğini, insanların, duruşlarıyla, mücadelesiyle, dayanışmasıyla bir şeyleri değiştirebildiğini düşünüyorum. Bu anlamda da bu süreç, Ekrem İmamoğlu'nu kendisinin de hayâl ettiğinden daha fazla bir şekilde öne çıkartıyor.
Kemal Can: Şimdi, sen konuşmanın ikinci bölümünde bu iyimserlik ve kötümserliğe girdiğin için oradan başlayayım, sonra İmamoğlu'na döneyim. Benim Ruşen Çakır iyimserliğine bir itirazım yok. İyimserliğe genel olarak bir itirazım yok. Sadece ayrıldığımız nokta, iyimserliğin kaynağıyla ilgili. Tabii ki şimdi söyleyeceğim iki kaynak da aynı anda geçerli ve ağırlıkları zamanla değişebilmekle birlikte, ikisinin de bir etkisi var. Ama başta Erdoğan olmak üzere, bütün bunları yapan aktörlerin zayıflığıyla, en büyük güç olarak da onların karşısında yer alanların, yani bu toplumun, direnme ve vazgeçmeme iradesi ve kendi gücüne güvenmesi açısından bizi iyimserliğe götüren iki tane faktör belirleyiciyse, ben hep ikincisinden yana bir kaynaktan daha çok iyimserlik derlemek diyorum.

Ruşen Çakır: Ben zaten onu demek istiyorum. 
Kemal Can: Tabii. Ama senelerdir, Erdoğan bir şeyleri yapmaya mecbur. Yani ‘’zayıfladığı için yumuşayacak, zayıfladığı için normalleşecek. Ekonomide zayıfladığı için, hukuksal alanda sıkıştığı için birtakım şeyler yapacak’’ deniyor ya, bu da bir iyimserlik kaynağı, bir açıklama biçimi. Bunun da haklı tarafları var. Dış politikada sıkışan, ekonomide sıkışan, iç politikada sıkışan birtakım politik aktörler, bu zayıflıklarını dengelemek için kendilerini bazı şeyleri yapmak zorunda hissedebilirler. Bu bir şey, ama bu, her zaman onun önceliklerine bağlı bir süreç olduğu için, bunun güvenilmez olduğunu ve iyimserliği burada kurmanın sorunlu olduğunu düşünüyorum. Ama dediğim gibi iyimserlik geçerli. Bu tamamen boş bir şey değil. Bunun çok mantıklı argümanlarını da kurabiliriz. Ama hayatın pratiği de bize şunu söylemiyor: ‘’Bu, güvenilir bir iyimserlik değil.’’ Kötümser yorumlarıma rağmen Türkiye'de beni iyimser yapan şey, bu ülkedeki vazgeçmeme inadı.

Ruşen Çakır: Burada bir araya gireyim. O zaman şöyle açabiliriz belki. Geçmişte, mesela 2023 öncesinde, evet, Erdoğan’ın gücü azaldı, ama karşısındaki güç de onunla baş edebilecek bir yerde değildi ve Erdoğan montaj kaset vesaire gibi şeylerle onu yönetebildi.  Ama şu anda toplumsal bir muhalefetle birlikte yürüyen bir CHP, karizması her geçen gün artan bir İmamoğlu ve o içerideyken işleri hiç de fena götürmeyen bir Özgür Özel gerçeğiyle karşılaştığı için, hem Erdoğan’ın zayıflaması artıyor hem de buna cevap vermeye çalışıyor. Hep onu söylüyorum ve ısrarla da söyleyeceğim. Erdoğan, son yaptığı üç dört konuşmanın %95’i CHP'ye laf yetiştirmek oldu.
Kemal Can: Evet, doğrudur. Mesela şöyle bakalım. Daha önce bu direnen, itiraz eden, muhalefet eden kesimler, toplumsal dinamikler ve siyasi aktörler, birbirini engelleyen ya da birbirini geri çeken bir vektörel etki yaratıyorlardı. Daha önce de Gezi’de, Adalet Yürüyüşü’nde de bunun uçları görülmüştü, ama kimse bunu devam ettirecek hamleleri yapma cesaretini göstermedi. Ama 19 Mart itibariyle, toplumsal dinamikler, toplumsal muhalefet, kurumsal siyasetin hepsi birbirini aynı yönde etkiliyor ve birbirini destekliyor. Mesela madalyonun farklı yüzlerine bakarsak, bir yandan, dediğin gibi 100 küsur öğrenciyi tek kalemde tahliye eden kararlar alınıyor. Ama resme öbür tarafından bakarsak, mahkûm olsalar bile bir gün bile yatmayacak bu çocukları bütün bayram boyunca da içeride tuttular. İkisini de yapan aynı irade. Şimdi bu iradenin bu kararını da etkileyen şey kendi hesapları, kendi sıkışmışlıkları. Tabii ki kararları, “Bu bize yarıyor, şimdi bize yaramıyor” gibi şeyler üzerinden veriyor. Ama bunlar üzerinden iyimserlik bana hâlâ ona tabilikmiş gibi geliyor. Tam tersine, bu tarafta da vazgeçmeyen, dayanışmadan, iddiadan ve talepten vazgeçmeyen bir şey var. Aileleri direnmeye devam etti, bütün toplum direnmeye devam etti, arkadaşları direnmeye devam etti. Dolayısıyla bir sonuç çıktı. Bu sıkıştığı için yaptı ya da yapmadı tartışmasını önemsiz kılıyor. Boykot konusunda da konuştuk ya, bu tür meseleler, “Kaç liralık bilmem ne oldu, kaç kişi oldu?” tartışmasını önemsizleştiren bir siyasi sonuç üretiyor. Asıl önemli olan o, “Biz yaptırdık” diyebilme hakkını sana sağlayan bir siyasi hareketlilik yaratmak. İyimserlik oluşacaksa buradan oluşacak. Şimdi İmamoğlu'na dönersek... Başta bu dava meselesinde de terminoloji olarak bizim 12 Eylül ve daha 70'li yıllardan gelen insanların bildiği ‘’siyasi savunma’’ diye bir şey vardı. Yani mahkemede savunmanı, “Ben onu yapmadım, ben bunu yapmadım” diye mi kuracaksın? Yoksa, “Siz bu yargılamayı neden yapıyorsunuz?” diye asıl olarak yargılayanları mı yargılayacaksın?

Ruşen Çakır: Savunma saldırıyor.
Kemal Can: Evet. Şimdi bu çok temel bir ayrım. İmamoğlu daha tutuklanmadan, operasyon yapılmadan önce, bu davalar serisi ve adaylık süreci işlemeye başladığında, aslında böyle davranacağının işaretlerini vermişti. Bence burada hesaplanmayan ya da doğru hesaplanmayan şey şuydu: İktidar bu hamleyi yaparken İmamoğlu'nun siyasal desteğini bir anda 10 puan, 15 puan düşürmeyi hesaplamıyordu. Bu çok öngörülebilir bir şey değildi. Sırf iktidar ona ‘’hırsız, terörist destekçisi’’ dedi diye insanlar birdenbire kararlarını değiştirecek değildi. Çünkü daha önce bunu siyasi arenada yaptı ve bundan bir sonuç alamadı. Ama bence beklenen şey, İmamoğlu'na yapılan bu operasyon sonrasında böyle bir direncin oluşmayacağıydı. Önemli olan direncin büyüklüğü ve kuvveti değil, birlikte ve kararlı bir direnç olması. Tam tersine, çatlaklar patlaklar oluşacaktı, İmamoğlu'nun devreden çıkmasını fırsat bilenler hamle yapacaklardı. CHP'nin ve muhalefetin içinde yoğun tartışmalar başlayacaktı ve aslında İmamoğlu kişi olarak siyasi desteğini kaybetmese bile, içerideyken onu dışarıda yine güçlü bir aktör olarak canlı tutabilecek dinamikler işlemeyecekti, hatta tersine işlemeye başlayacaktı. CHP'ye kayyum atanmasının arkasında da zaten o şeyin bir iç mücadeleye, bir kavgaya dönüşmesi arayışı vardı.
Aslında bu oransızlığa karşı itirazın derli topluluğu ve cesareti bu denklemi bozdu. Yani İmamoğlu'nu hapse attıkları anda Erdoğan'ın birdenbire 10 puan yukarı çıkmayacağını, İmamoğlu'nun da 10 puan aşağı inmeyeceğini bu mühendisliği yapanlar da bilirler. Ama oradan umdukları, asıl problem olan diğer şey de olmadı. Bekledikleri iki şey vardı. Bir, bu tür çatlaklar, pürüzler, parazitler vesaire. İkincisi de zayıf bir reaksiyondu. Sizin cumhurbaşkanı adayınızı alıyor, hapse atıyor, kayyumlar atanıyor. Onlarca insan içeriye alınıyor ve reaksiyon veremiyorsunuz. “Aman, bizi gene sokağa çekmek istiyorlar” diye tereddüt ediyorsunuz. Yine bu refleksle davranabileceğini ya da bu reflekse yakın bir seyir izleneceğini, bunun da, bu toplumun reaksiyonunun öncülüğünü yapmak şöyle dursun, eğer birileri itiraz ederse bile zaten çok da bir şey olmaz diye beklenen, onu yine geri çeken bir şey olacağını düşünüyorlardı. Bu iki hesap da ya da iki projeksiyon da gerçekleşmedi.

Ruşen Çakır: Oyun orada bozuldu.
Kemal Can: Evet. Dolayısıyla da iyimserliği kuracaksak, senelerdir bu imkân hep vardı. Ben herkesin, bu imkânı kullanmamış olduğunun farkına varmış olmasında bir iyimserlik arıyorum. Bu konuda, İmamoğlu'nun, muhtemelen bundan sonraki her duruşmasını dışarıda yapılan miting konuşmalarına benzer bir şeye çevireceğini düşünüyorum. Hatta şimdi ‘’TRT'den yayınlayın’’ talebi de var. Çünkü TRT'den yayınlanması oradaki iddiaları çürütme arzusundan değil. Zira o iddiaların şu andaki hâli zaten son derece çürük. Pek çok araştırmada, toplumun %70'inin bunlara itibar etmediği çıkmaya başladı. Toplum bunun siyasi bir mesele olduğunu biliyor.  Ama orada asıl önemli olan, onların TRT'den yayınlanmamasına neden olacak şey o iddiaların boşluğu değil. O iddialar şu anda da boş, hatta boş olduğu herkesçe anlaşılmış durumda. Önemli olan, tam tersine, o duruşmalarda yargılanan başkası olacak.

Ruşen Çakır: Aklıma gelmişken, şimdi çok şükür gençler bırakılıyor. Orada tabii gençler teslim olmadı, aileleri teslim olmadı. ‘’Ünlüler ne yapar?’’ diye çok tartışılan bir husus vardı; onu vurgulamak istiyorum. 
Kemal Can: Bazı ünlüler…

Ruşen Çakır: İşte tam da onu söyleyeceğim. Mesela Sezen Aksu, Türkan Şoray, Nebat Çehre benim ilk aklıma gelenler. Bunlar en azından gençler için bir duruş sergilediler. Yaptıkları riskse, risk. Sandığın da kalkacağı otoriter bir düzende yaptılar. Ne kadar etkileri oldu bilmiyorum, ama o gençlerin çıkmasında onların da payı var. Onun dışında, devekuşu politikası uygulayanların bir kısmı, eminim, “En azından ben de gençler için bir iki kelam etseydim. Bak, çocukları da zaten bırakacaklarmış” diye düşünmüyorlarsa ben de hiçbir şey bilmiyorum. Ama buradaki hikâye şu: Gençler direniyor, aileleri destek oluyor, kamuoyunda bir tepki var ve birtakım ünlüler de risk alıp devreye giriyorlar ve sonunda başaramadıklarını düşünen birileri geri adım atıyor. Onlar zaten geri adım atacaktı. Mutlaka, “Aslında cumhurbaşkanı bu kadar da uzun tutmayın çocukları bırakın” demiş gibi laflar da çıkacak. Hiç öyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Olsa bile anlamı yok. Çünkü o çocuklara o bayramı içeride geçirttiniz. O kadar söylenildi, edildi. Demek ki bayramdan sonra bırakabiliyormuşsunuz. Hiç tutuklamayın, yargılamaksa yargılayın. Şimdi istersen buradan bizim meslektaşlarımıza geçelim.
Kemal Can: O da tam benzer bir durum.

Ruşen Çakır: Evet. Yasadışı bahis baronu olduğu söylenilen birisi, televizyon kanalı alıyor, banka kuruyor. Adam tutuklu ve Ekrem İmamoğlu olayı olunca ‘’ belki buradan biraz bir şey yaparım’’ diyor. Çünkü hikâye ne? Onun aldığı Flash TV’yi önce Halk TV almıştı. Sonra Flash TV'nin sahiplerine bir şekilde baskı yapıldı ve Halk TV'ye satmaktan vazgeçtiler. Yerine bu alıcı bulundu.
Oradan hareketle, aslında Halk TV'yi karşısına alan kişi, yine, “Duydum ki bilmem kim bilmem kime para vermiş, elden götürmüş” gibi ifadeler veriyor. Biliyorsun Murat Ağırel o kişiyle röportaj yapıyor. İki taraf da röportajı kaydediyor. Timur da orada izliyor, O kişi kendisiyle röportaj yapan Murat’la Timur'un da adını veriyor. Ama Timur’un alakası yok, Murat'ın arkadaşı kontenjanından girmiş. Ortada tehdit yok, başka bir şey yok. Diyelim ki tehdit var. Buna bir kere siber suçlar bakıyor. Ben önce bir tweet attılar falan sandım. Hayır, açık açık gidiyor, karşı tarafla telefonda konuşuyorlar. Kamusal bir yerde buluşuyorlar. O bankaya çağırıyor, onlar gazeteye çağırıyorlar. Sonra dışarıda buluşuyorlar. Birlikte kaydediyorlar. Aradan zaman geçtikten sonra bu, muteber adam oluyor. Ama sabahın köründe Murat ve Timur’un evlerine giriliyor. Şafak baskını, değil mi? Bir de işin ilginç tarafı, aynı gün başka bir davadan dolayı savcıya ifade vermeye gidecekler. Evleri basılıyor, bilgisayarlarının sabit diski alınıyor, telefonları alınıyor vesaire. Bir de çok acı olan şey, polis ifadesinden sonra savcıya çıkıyorlar. Ama savcı polis ifadesinin üstüne bir şey sormadan, tutuklanma talebiyle sevk ediyor.
Kemal Can: Bir şey daha söyleyeyim: Mesela o şikâyeti yaptığı iddia edilen kişi, şikâyetinde, “Ben tehdit edildim” demiyor ki zaten. Ayrıca oraya suç nevi diye yazdıkları şey, şikâyetçinin isnadı değil. Önüne böyle bir dilekçe gelen, bu dilekçenin dayanağıyla ilgili belgeye bakan kişi, değil savcı, herhangi bir kâtip, herhangi bir hukuk öğrencisi, buradan değil gözaltı ya da tutuklama, bunun işleme konmasıyla ilgili bile ciddi olarak…

Ruşen Çakır: Hepimizi sonunda hukukçu yaptılar. Acayip bir şey.
Kemal Can: ‘’…Bunun hukuki veçhilesine bakmanın anlamı yok’’ diye hep konuşuyoruz. Ama bu artık iyice zıvanadan çıkmış. İddianın içerisinde, söz konusu gözaltını gerektirecek bir şey olmadığı gibi, bir suçlama da yok. Şikâyet eden bir şey demiyor. ‘’Bu bana bir şey yaptı’’ da demiyor.

Ruşen Çakır: Ben dün Hilmi'yle (Hacaloğlu) bir yayın https://medyascope.tv/2025/04/10/hedef-halk-tv-mi-video/ yaptım, gördün mü bilmiyorum? Hilmi’yle de konuştuk bunu. Ekrem İmamoğlu da attığı tweet'te söyledi bunu biliyorsun. Bu kişiler, 19 Mart operasyonundaki iddiaların büyük bir kısmını aleni bir şekilde gazetecilik faaliyetiyle çürüten iki meslektaşımız.  Belli ki isimleri orada geçince kesinlikle o bahaneyle alınmışlar. Ama şu anda görüyoruz, aynen devam ediyorlar işlerini yapmaya. Öyle hiç de korkmuş gibi değiller.
Kemal Can: Emniyet güçleri şimdi bilgisayarlarına, muhtemelen çeşitli haber kaynaklarıyla ilgili görüşmelerine, ellerindeki birtakım bilgi ve belgelere erişmiş oldu. Artı, iki gün bu insanları gözaltında tuttu. Zaten bir süredir 19 Mart sonrası protestoları izleyen diğer gazetecilere de şu anda dava açıldı biliyorsun. Gazeteciliğin tehlikeli bir iş olduğu ve gazeteciliğin, gazetecilik yapmanın bir soruşturma konusu olabileceğiyle ilgili kanaati pekiştiren, Timur'la Murat'ı korkutmak amacıyla değil ama birileri için korku iklimini devam ettirecek bir hamle olarak yapılmış olduğu anlaşılıyor. Zaten daha önceki meselelerde de bunu defalarca konuştuk, böyle bir şey yok. Bunu hukuki olarak tartışabileceğin bir zemin yok.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi dünkü buluşmaya geçelim. Yer önemliydi. AK Parti Genel Merkezi olsaydı, Erdoğan AK Parti Genel Başkanı gibi olacaktı. Külliye olunca Cumhurbaşkanı olarak. Zaten orada hem Efkan Âlâ var. O Parti Genel Başkan yardımcısı. Ama İbrahim Kalın var MİT başkanı olarak. Yani devlet artı parti katılımıyla bu görüşme yapılıyor. Ahmet Türk'ü istememiş belli ki. Erdoğan’ın ona bir tavrı olduğunu biliyoruz. DEM Partililer, en son İmralı'ya giden herkesin gitmesini istemişler, ona da yanaşmamışlar. Yaptıkları açıklamalar iyi, güzel. DEM Partililerin yaptığı açıklamalar o şekilde. Efkan Âlâ dün NTV'ye çıkmış ve Nisan sonunda birtakım iyi haberler beklediklerini söylemiş, ki bu beklenen değil, kesin. O kongre toplanacak ve kendilerini fesih kararı alacaklar beklentisi var. Şimdi olayın birçok boyutu var. Bugün Aydın Selcen’le de yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/04/11/aydin-selcen-ankara-ic-politikaya-oncelik-verdi-suriye-sureci-zamana-yayildi/ bunu birazcık tartıştık.
İmralı'yı bilmiyorum, İmralı'ya şimdi muhtemelen tekrar gidecekler, Orada daha netleşecek. Ama ben açıkçası 19 Mart sonrası Kandil’in o kadar da çok heyecanlı bir şekilde ‘’bir an önce şu kongreyi toplayalım’’ gibi bir havaya gireceğini çok düşünmüyorum. Çünkü ellerinin daha da güçlendiğini düşünecekler, ki haklılar bence. 19 Mart'tan sonra siyasi iktidarın içine düştüğü durum, bir de Bahçeli ile Erdoğan arasında bir şeyler olduğu algısı. Ama en önemlisi tabii, her halükârda şöyle bir soru va: Ekrem İmamoğlu'nun, belediye başkanlarının içeride olduğu, hâlâ kayyumların olduğu bir yerde, neyi nasıl yapacaksınız, nasıl satacaksınız bunu? Hatırlarsan, Bahçeli'nin Türkgün’e yazdığı yazının ilk bölümü bu konuya ayrılmıştı ve Bahçeli'den beklenmeyecek şekilde çok güçlü bir ‘’hukuk devleti, demokrasi’’ vurgusu vardı. O da artık bunun sadece ‘silahlar sussun’la’’ pazarlanamayacağının farkında. Tabii burada çok önemli olan bir husus daha var. Eğer CHP belli bir aşamada, 19 Mart öncesi ya da sonrası, bu sürece muhalif bir pozisyonda olsaydı, iktidarın işi daha kolay olurdu. Ama CHP'de hiç de öyle bir şey demiyorlar.
Kemal Can: Bu iki taraf için de böyle. CHP'nin şu anda öyle bir tutum almaması, CHP'nin öyle bir tutum almamasından cesaretle DEM’in de sanki CHP öyle bir tutum almış gibi davranmıyor olmasından memnuniyetsizler. Hem iktidar tarafında hem de belki Kürt siyasetinin içerisinde daha milliyetçi unsurların da çok hoşuna giden bir şey değil. Çünkü herkes, senelerdir geçerli olan o bildiğimiz ezberlere dönseydi, mühendislik kısmı daha kolay olacaktı. Çünkü o zaman, ‘’zaten bunlar istemiyorlar, bilmem kaç senedir durdukları çizgide duruyorlar’’ olacaktı. Oysa şimdi öyle bir tablo yok açıkçası. Yani o tablo o kadar kolay formüle edilemiyor, öyle bir durum var. Ben bu görüşme meselesinde şöyle düşünüyorum: ‘’Erdoğan'ın bu görüşmeyi kabul etmesine bir anlam yüklenebilir mi? Bu önceki güne göre daha umutlu olmayı gerektirecek bir durum mudur?” sorusuna şuradan cevap aramaya çalışıyorum: Tersi olsaydı, Erdoğan bütün bu 19 Mart ve hatta Suriye'deki gelişmelere rağmen yine bu görüşmeyi bir süre daha kabul etmeyip ya da biraz daha sürüncemede bırakıp mesafesini korusaydı, bu gerçekten bir anlama gelirdi. Görüşmeyi kabul etmesi değil, etmemesi çok net bir anlama gelirdi. Üstelik Bahçeli o çıkışını yaptıktan sonra bunu yaparsa, artık çok bariz bir şeyden bahsediyor olurduk.
Ama şimdi kabul etmiş olması, tam olarak pozisyonunu netleştirdiği ya da şimdiye kadar koruduğu mesafesini yahut da rezervini kaldırdığı anlamına gelir mi, henüz bunu bilmiyoruz. Tersinden bakarak böyle bir yorum yapıyorum. Çünkü Erdoğan, her olayda olduğu gibi bu hadise de, evet, devletin de içinde olduğu, 1,5-2 senedir pişirilmiş bir hadise olabilir, bir sürü temas yapılmış olabilir, birtakım çerçeveler ortaya çıkmış olabilir, bunun bir yol haritası doğmuş olabilir. Bunun kısa vadeli, orta vadeli, uzun vadeli hangi ihtiyaçlardan doğduğuna ilişkin pek çok tartışma yapılabilir. Ama her ne olursa olsun ister uluslararası seviyede, ister iç dinamikler açısından, Erdoğan her türlü süreci mutlaka ve mutlaka kendi faydası için öncelikli olarak değerlendiriyor. Otuz kırk senelik siyasi hayatına baktığımızda, siyasi fıtratı bu ve eğer bir ‘’başarı’’ elde ettiyse, bu sayede elde ettiğini düşünerek davranıyor. Dolayısıyla hep en zor anlarında da, kendisinin en güvenli olduğunu hissettiği anlarda da sarıldığı şey, üzerine karar vereceği konularda kendi önceliklerini birinci sıraya yerleştirmek.
Bence süreçle ilgili Suriye'de de, Türkiye'de de böyle bir denklem işledi. Erdoğan Suriye'de de, Türkiye'de de zamanı negatif olarak oynayarak, tabir yerindeyse nazlanarak ve karşı tarafı mecburiyetlere iterek, onu talimatlandırarak, “Hadi, yapın da bakalım. Ondan sonra bakarız. Önce siz ödevlerinizi bir yerine getirin” havasında bir tutum aldı ve bunun, karşı tarafı hızlandırma gayretiyle bir baskı yaratacağını, kendisinin mesafeli kalarak avantaj sağlayacağını düşündü. Ama bence bu, her iki alanda da aleyhine işledi hem Erdoğan'ın öncelikleri açısından senkron bozuldu hem de iç ve dış dinamiklerin birbiriyle senkronu bozuldu. 19 Mart hamlesi de böyle bir hamleydi. Kendi önceliklerini öne koyarak, bence, öngörmediği ve kendisinin elini güçlendirmeye kalktığı, ama zayıflayarak çıktığı bir süreç yaşadı. Bence Suriye'de de benzer bir şey yaşadı. Şimdi dış konjonktür meselesinde iktidarın ve Erdoğan'ın avantajlarından bahsediliyor. Bu doğru. Bir sürü açıdan daha fazla pazarlık şansına sahip gibi geliyor. Ama pazarlığa oturacağı aktörlerin talepleri de daha yüksek. Yani daha talepkâr aktörlerle masaya oturmak zorunda. Senin biraz önce söylediğin gibi, Öcalan ve Kürtler de hem Suriye'de hem de burada benzer bir pozisyon kazandıklarını düşünüyorlar.
Ama bütün bunlarda yine biraz önce konuştuğumuz iyimserlik-kötümserlik denklemindeki mantığa dönüyorum. Erdoğan'ın zayıflığının iyi şeylere neden olabileceği varsayımı bana hep çok tehlikeli geliyor. Ve hemen hemen hiçbir seferinde, Erdoğan zayıfladığında memleket için ve tabir yerindeyse bizim için, yani demokrasi özgürlük, hak alanının ve siyasetin genişlemesi umudunu taşıyanlar açısından söylüyorum, pozitif sonuç doğmadı. Erdoğan sıkıştığında hayırlı bir şey yapmadı. O yüzden şimdi bu görüşmeyi kabul etmesi bir mecburiyet. Sen hem Mümtaz’er’le yayın yaptın hem kendin bir yayın yaptın. Bahçeli ile Erdoğan arasındaki açının da öyle basit bir rol paylaşımı olmadığını, oradaki ‘’öncelikler ‘’meselesinin bir sahiciliği olduğunu artık herhalde herkes biraz daha görüyor. Hatırlarsan süreç başladığında bu en çok tartışılan konulardan biriydi ve ben baştan itibaren, aralarında bir açı olduğunu düşünenlerdenim. Ama herkes tersine daha yakındı: ‘’Bu bir rol paylaşımı. En beklenmedik adama yaptırıyorlar bunu. Koçbaşı olarak Bahçeli’yi kullanıyorlar.’’ Hadise öyle değil, bir öncelik farkı var. Ama buradaki gerilim, Erdoğan'ı muhatapları, ortakları ve dış çemberdeki dâhil olan diğer bütün aktörler bazında daha sıkışmış bir yere itiyor. Ama bu daha sıkışmışlığın, beklendiği gibi ya da aktörlerin zorlayabilecekleri gibi pozitif bir süreci daha yakına getirdiğinden emin olmak için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Abdulkadir Selvi'nin bugünkü yazısının https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/erdogan-ile-demlilerin-gorusmesinde-neler-yasandi-42759386 sonu çok çarpıcı. “Bu sürecin başarıyla sonuçlanmasının sadece terörle mücadeleye etkisi olmayacak, önemli siyasi sonuçları olacak. Üzerindeki Kandil baskısı kalkmış olan DEM Parti daha bağımsız karar alabilecek. DEM Parti Öcalan Partisi olacak.” Ben bu zamana kadar bu hareket hakkında anladığımı sandığım şeylerin hepsini yanlış anlamışım. Abdulkadir Selvi'nin bu fikirleri, büyük ölçüde, bu konuyu çalışan iktidardaki birtakım kişilerden aldığını düşünüyorum. Kendi fikri değil. Baksana, olay ne oldu? DEM Parti'yi kurtarma operasyonuna dönüşüyor. Kimden? Kandil'den. Alıp kime veriyorsun? Öcalan’a veriyorsun. Sen iyi bilirsin, bunlara psikiyatride ne denir? Böyle bir şey olabilir mi, Kemal?
Kemal Can: Ama mesela bunun bir izdüşümü şu: Hatırlıyorsan Bahçeli ilk çıkışında çok ilginç bir cümle kurmuştu: ‘’ Öcalan gelip DEM Parti grubunda, konuşsun’’ dediği 22 Ekim konuşmasında, sürecin İmralı'dan DEM’e uzanacağını, Kandil'den Edirne'ye olan kısmının devre dışında olması gerektiğini söylemişti.

Ruşen Çakır: Ama sonra ne oldu?
Kemal Can: Ama sonra Bahçeli bunu değiştirdi.

Ruşen Çakır: Devlet aklı böyle bir şey. Doğru söylüyorum zaten. Bu zaten çok baskın bir şey. Hakan Fidan da, başkaları da sürekli olarak söylüyor.
Kemal Can: Peki, mesela Suriye kısmını çok konuşmadık ama sen birkaç yayın yaptın. Hatta dün Arzu Yılmaz’la da yayın https://medyascope.tv/2025/04/10/arzu-yilmaz-yorumladi-cozum-surecinde-sonraki-adim-ne-video/ yaptın. Mesela Hakan Fidan'ın bundan iki üç ay önce Suriye ile ilgili yaptığı konuşmaları hatırlıyor musun? ‘’Onlar çıkacak, bunlar gidecek, şunlar gelecek.’’ Bundan başka bir şey yok. İki gün önce galiba yine NTV'de Hakan Fidan vardı. Benzer cümleleri duyduk mu?

Ruşen Çakır: Artık zaten Suriye Demokratik Güçleri’ne terörist demekten de yavaş yavaş vazgeçiliyor. Ama her şey bir yana, işin içerisine bir de İsrail faktörü girdi. Biliyorsun, şimdi Gazzelileri hicret ettirme projesi gibi şeyler var. Neyse, zaten o olay daha sonra devam ederse onu başka zaman konuşuruz. Evet, Haftaya Bakış’a noktayı koyalım. İzleyicilerimize çok teşekkür edelim ve Medyascope'a, YouTube Katıl veya Patreon üzerinden destek olmalarını rica edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
23.04.2025 Transatlantik: İran'la nükleer müzakere | Harvard Trump'a direniyor
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
18.04.2025 19 Mart partileri ve liderleri nasıl etkiledi? | Burak Bilgehan Özpek anlattı
18.04.2025 Haftaya Bakış (263): Cumhur İttifakı'nın geleceği | 19 Mart'ın bilançosu | Kanal İstanbul yeniden gündemde
18.04.2025 Mehmet Şimşek'in koltuğunu kim sallıyor? Ümit Akçay anlattı
17.04.2025 Nezih Onur Kuru yanıtladı: 19 Mart seçmende neyi değiştirdi?
17.04.2025 Troller “CHP’ye kayyum” konusunda neden ve nasıl çuvalladı?
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı