Önce birkaç genel tespit:
1) Türkiye’yi dinsel anlamda muhafazakâr bir ülke olarak tanımlayabiliriz;
2) Kürtlerin dindarlığının Türkiye ortalamasının üzerinde seyrettiğini söyleyebiliriz;
3) İslami cemaat, grup ve partiler Kürtler arasında hep güçlü olmuştur;
4) Dindar Kürtler öteden beri rejim(ler)in sigortası olmuşlardır;
5) Rejim(ler)in en büyük endişesi dindarlarla Kürt siyasi hareketinin bütünleşmesi olmuşturİ
6) PKK’nın başını çektiği Kürt siyasi hareketi, büyük ölçüde kendisinden kaynaklanan nedenlerden dolayı dindarlara ulaşmakta epey zorluk çekmiştir;
7) AKP’nin 10 yıl boyunca tek başına iktidarda kalmasının ana nedenlerinden biri Türkiye’nin her bölgesinde varlık göstermesi, Güneydoğu’da da birçok seçim bölgesinde birinci parti olup, diğer yerlerde BDP’nin tek ciddi rakibi olmasıdır.
Ne var ki, son dönemde dindar Kürtlerin Kürt sorununa bakışlarında ciddi değişiklikler gözleyen biri olarak bu tespitlerin eskimeye başladığını rahatlıkla söyleyebilirim. Dindar Kürtlerin bu dönüşümünün farklı nedenleri var. Bazılarını sıralayacak olursak:
1) Kürt siyasi hareketi, İslam dinine ve dindarlara yönelik üslubunu büyük ölçüde değiştirdi. Eskinin ateizme kayan kaba materyalist söylemin yerini İslami kavramların da kullanıldığı bir dil almaya başladı. Dindarlıklarıyla temayüz etmiş bazı isimler harekete kazandırıldı; zaten harekette var olan dini konulara vakıf kişilerin önleri açıldı. Dini alanlarda varolan ama pek iş yapmayan yapılanmalara geniş inisiyatif tanındı.
2) Demokratik açılım süreci en çok dindar Kürtleri memnun etmiş, umutlandırmıştı. Ancak bunun kısa bir süre sonra askıya alınması ve güvenlikçi politikaların devreye sokulması büyük hayal kırıklıklarına ve dolayısıyla savrulmalara neden oldu;
3) Son seçimlerde Başbakan Erdoğan’ın, Kürt sorununa sahip çıkan birçok milletvekilinin üstünü çizip yerlerine düşük profilli isimleri aday göstermesi nedeniyle bölgede BDP iyice yalnız kaldı;
4) Roboski (Uludere) faciası ve başta Erdoğan olmak üzere iktidar partisi yetkililerinin bu konuda sergiledikleri tutum da dindar Kürtler için gerçek bir kırılma noktası oldu.
Diyarbakır’da kurulu Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) her ay “Kırklar Meclisi” adıyla düzenlediği toplantılarda seçkin bir konuk, bölgenin kanaat önderleriyle bir araya gelip güncel konuları tartışıyor. Haziran ayı sonunda Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Yasin Aktay, Kırklar Meclisi’nin konuğu olmuş. Diyarbakır’da çıkan Özgür Haber Gazetesi, 2 Temmuz günü bu toplantıdan iki sayfalık bir özet yayınlamış. Şimdi o özetten, bazı İslamcı şahsiyetlerin sözlerinden alıntılar yapmak istiyorum:
Ali Serdar Tuncer: “Kürt meselesi konuşulurken kendisini İslamcı gören Türk arkadaşlarımdan rica ediyorum: ‘Biz ümmetiz, kardeşiz, bunları konuşmayalım’ demesinler lütfen.”
Selahattin Çoban: “Dindar bir Kürt olarak, ‘dinim mi önce geliyor yoksa etnik kimliğim mi?’ tarzı bir zorlama bu yüzyılda doğru değil. Eğer Kürt sorunu sistem sorunuysa neden İran İslam Cumhuriyeti’nde de devam ediyor?”
Rauf Çiçek: “Said Nursi’nin çarpıtılan görüşlerini ve özellikle Kürtler ve Kürdistan ile ilgili düşüncelerini dile getirdiğimiz için 1980 ve 90’lı yıllarda gadre uğradık. Bu yüzden bırakın birlikte olduğumuz Kürtler, aramızdaki Türk kardeşlerimiz de Kürtçülük yaftası yediler.”
Dindar Kürtlerin dönüşüm üzerine söylenecek daha çok şey var. Şimdilik, yılları İslami hareket içinde geçmiş bir Kürt dostumun şu sitemiyle noktayalım: “Başbakan ne zaman Kürtlerden söz etse bir şekilde Yunus Emre’nin ‘Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü’ sözünü kullanıyor. Bu da beni çok rahatsız ediyor.”