"Darbe" diye diye...

20.01.2014 Vatan

Artık yolsuzluk/rüşvet operasyonlarıyla birlikte başlayan yeni dönemi "17 Aralık süreci" olarak adlandırıyoruz. Bir aydan fazla zaman geçti ama olup bitenler ve bundan sonra olabilecekler hakkında bir dizi soru, sorulmayı ve tabii ki cevaplandırılmayı bekliyor. Daha önce iki ayrı yazıda en sık karşılaşılan toplam 22 soruyu ele almıştık. Bugünse tek bir soruyu gündeme getirmek istiyorum: Bu bir darbe teşebbüsü müydü?
Malum, ilk şoku atlattıktan sonra gerek iktidar partisinin sözcüleri, gerekse destekçisi kişiler yaşananları bir "darbe teşebbüsü" olarak görüp göstermeye çalıştılar. Onlara göre, Gülen cemaatine bağlı olarak hareket eden, özellikle polis ve yargıda örgütlenmiş olan "paralel" bir yapı, seçilmiş hükümeti, en azından başbakanı devirerek ülkede bir tür "yargı vesayeti" kurmak istemişti; yani yapılmak istenen bir darbeydi.
Cemaat sözcüleriyse, asla böyle bir durumun söz konusu olmadığını, savcı ve yargıçların "hukuk devleti" ilkelerine bağlı olarak bir yolsuzluk soruşturması yürüttüklerini, esas hükümetin bu sürece müdahale ederek kuvvetler ayrılığı ilkesine darbe indirdiğini söylüyorlar.
 
Yakın geçmişe bakış
 
Hangisi haklı? Bu soruyu cevaplamadan önce yakın geçmişe gidelim: Eğer Ergenekon, Balyoz gibi süreçlerin yaşandığı, yani Cemaat ile hükümetin müttefik olduğu bir dönemde 17 ve 25 Aralık operasyonlarının, diyelim ki onda biri yaşansaydı, Gülen cemaatinin sözcüleri ve medyası hiç tereddüt etmeden bunları bir tür "darbe girişimi" olarak niteler, yargı ve emniyet mensuplarının Ergenekonvari yapılanmalarla muhtemel ilişkileri üzerine yayınlar yapardı. Bu noktada İlhan Cihaner’in başına gelenleri veya Deniz Feneri soruşturmasına Cemaat’in hiçbir şekilde destek vermemesini hatırlatabiliriz.
Zira Gülen cemaatinin demokrasi kültürümüze yaptığı en büyük kötülüklerden biri, onun temsilci ve sözcülerinin, hükümete, Başbakan Erdoğan’a ve tabii ki kendilerine yönelik her türlü eleştiri, itiraz ve protestoyu "darbecilik" olarak yaftalamış olmasıdır. Bu yaklaşımın telif sahibi Cemaat’ti ama 4-5 yıl önceki Cemaat ve hükümet yanlısı yayın organlarını (ki o zamanlar bugünkü gibi birbirleriyle savaşmıyor, elele verip düşman ya da rakip belledikleri üçüncü şahıslara saldırıyorlardı, yani aralarında pek fark yoktu) taradığınızda bunun sayısız örneğini bulabilirsiniz.
 
Bumerang
 
"Darbe", "milli irade", "yeni Türkiye" gibi sihir atfedilmiş kavramları ellerinde kılıç gibi sallıyor, en ufak bir itiraz, uyarı, eleştiri, en hafifinden "Ergenekon’u sulandırma" gibi abes bir suçlamayla susturuyor, bunları dile getirenleri sert bir şekilde cezalandırıyorlardı. Bütün bunların sonucunda çok sayıda gazeteci, yazar, aydın, siyasetçi, iş insanının,  bugün siyasi iktidar tarafından da "paralel devlet" diye adlandırılan yapının ve onların tetikçilerinin insafına terk edildiği; çok kişinin itibarsızlaştırıldığı, mağdur edildiği trajik günler yaşadı ülkemiz.
Cemaat’in stratejisi çok açıktı: Sürekli bir darbe ihtimalini sıcak tutarak ülkenin normalleşmesini sürekli ertelemek, böylelikle hükümetin kendisine (ve dolayısıyla devlet içindeki özerk yapılanmasına) bağımlılığını sürekli kılmak. Bu "darbe tehdidi" ısrarının siyasi iktidarı bir süre sonra bunalttığından ise, Başbakan’ın bitmek bilmeyen soruşturma dalgalarından alenen şikayet etmesiyle haberdar olduk.
7 Şubat 2012 günü patlak veren MİT krizinden bu yana sayısız "bumerang", yani "geri tepen silah" olayına tanık olmuştuk. İşte, Cemaat’in, hükümeti ve Başbakan’ı yolsuzluk/rüşvet iddialarıyla köşeye sıkıştırdığı için "darbeci" olarak yaftalanması da yeni bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Etme bulma dünyası.
 
*****
7 yıl geçti, Türkiye’nin Hrant sevgisi artıyor. Hrant bize, bu ülke için karamsarlığa kapılmanın yanlış olduğunu, umutsuzluğa yer olmadığını gösteriyor.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
02.03.2025 Yeni çözüm sürecine yönelik bazı itirazlar ve bunlara cevaplarım
28.02.2025 Haftaya Bakış (256): İmralı'dan tarihi çağrı: Şimdi neler olacak? | İmamoğlu'na “sahte diploma” soruşturması
26.02.2025 Kardeşim Ahmet Sever’e veda
25.02.2025 AK Parti diye bir parti kaldı mı?
24.02.2025 AKP’nin transferleri: “Kazan kazan” mı?
24.02.2025 Bir Mozaik Olarak Türkiye (53): Türkiye'de Abhaz olmak üzerine Levent Belin, Erol Kılıç ve Selçuk Sol ile söyleşi
23.02.2025 AKP Türkiye’yi dönüştürürken kendisi de dönüştü
23.02.2025 AKP Kongresi: Dağ da yok fare de
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı