Ne zamandır DTP’nin TBMM’de grup kurmasının bir risk mi yoksa bir fırsat mı olduğunu tartışıyoruz, daha da tartışacağa benzeriz. İster iktidar, ister muhalefette olsunlar, sistem partilerinin DTP ile ilişkileri hep inişli çıkışlı bir grafik izledi. Örneğin AKP lideri Erdoğan seçim öncesi DTP ile koalisyon yapabilecekleri anlamına gelen sözler etti, daha sonra bunları tekzip etmek için elinden geleni yaptı. AKP ile DTP’yi kardeş partiler olarak göstermeye çalışan MHP lideri Bahçeli’nin, yemin töreni sırasında DTP’li milletvekillerin ellerini sıkması tam bir sürpriz oldu. DTP konusunda en istikrarlı tutumu CHP’nin izlediğini, bu partiyle arasına hep belirgin bir mesafe koyduğunu söyleyebiliriz.
Belli bir süredir bütün partilerin DTP’yi dışlama, sistem dışına itme yarışı içine girdiklerini gözlüyoruz. Bütçe oylamasının ardından Meclis’te yaşanan dostluk sahneleri fazla uzun sürmedi. Örneğin AKP, CHP ve MHP bayramlaşma programlarına DTP’yi dahil etmediler.
Hakkında kapatma davası açılan, genel başkanı tutuklanan DTP’nin şu günlerde devre dışı bırakılması Türkiye’nin hayrına mıdır? DTP’nin sistem içi kalmasının ön koşulu, bu partinin PKK’yı terörist olarak tanımlaması mı olmalıdır?
Gerek hükümet, gerekse muhalefet partilerinin; gerek TSK, gerekse medyanın büyük çoğunluğunun DTP’ye karşı tavırlarının gerçekçi, samimi ve işlevsel olduğunu düşünmüyorum. Eğer on yıl sonra bugünün yöneticileri “yanlış yapmışız, bu iş sadece askeri operasyonlarla olmazmış” demelerini istemiyorsak; önce PKK sorununu, bundan hareketle de Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsak DTP’ye veya bir başka ada sahip bir başka yasal siyasi partiye muhakkak ihtiyacımız olacaktır.
DTP’yi sorunun değil de çözümün asli bir unsuru olması isteniyorsa bu partinin önündeki siyasi alanın genişletilmesi gerekir. Kuşkusuz bu, DTP’nin her adımını, her politikasını olumlamak anlamına gelmez. DTP’lilere nerelerde yanlış yaptıkları, samimi ve yapıcı bir şekilde anlatılırsa Türk demokrasisi daha ileriye gidebilir.
Bu bağlamda, Salı günü, DTP’nin iki üst düzey yöneticisiyle farklı meslek ve görüşlerden bir grup aydının katıldığı yaklaşık dört saatlik tartışmalı toplantıdan hareket ederek bu partinin dikkat çeken yanlışlarını irdelemek istiyorum:
AKP’nin oylarını doğru okuyamıyorlar
- DTP’li bağımsız adaylar son seçimlerde umdukları oyu alamadılar. Bunun nedenlerini sorduğunuzda genellikle dışarıya bakıyor, özellikle kendilerine bir dizi engel çıkaran “sistem”i sorumlu gösteriyorlar. Halbuki adayları belirlemeden kampanya stratejisine kadar DTP’liler bir dizi hata yaptılar. En önemlisi AKP’nin giderek tırmanan yükselişini tam kavrayamadılar. AKP sadece Güneydoğu’da DTP’lilerin tek rakibi olmakla kalmadı, büyük şehirlere göç etmiş Kürt kökenli seçmenlerin büyük çoğunluğunun da tercihi oldu. Aradan geçen onca zamana rağmen DTP’liler AKP’yi esas olarak sistem içi ayak oyunları ekseninde değerlendirmeye çalışıyorlar; iktidar partisinin ve Erdoğan’ın birbirinden farklı özelliklere sahip olan kitleleri peşlerinden sürüklemelerinin ardındaki ekonomik, kültürel, siyasal ve toplumsal faktörleri tam olarak okuyamıyorlar.
BU DOSTLUK SAHNESİ UZUN SÜRMEDİ
Tarih 4 Ağustos 2007... Meclis açılışı öncesinde nasıl bir tavır sergileneceği merak edilen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile DTP’li Ahmet Türk, Genel Kurul’da yemin öncesi tokalaşmıştı.
Laikliğe aşırı vurgu yapıyorlar
- DTP’liler, gerek partilerinin, gerekse PKK’nın Ortadoğu’nun ender “ilerici” güçlerinden olduklarını ileri sürüyorlar. Burada “ilericilik” ten kastedilen kuşkusuz “laiklik” tir. Nitekim PKK’ya yakın yayın organlarında, örgütün Kuzey Irak’tan çıkarılması durumunda, boşalacak yerlere El Kaide ve Ensar-ül İslam adlı radikal İslamcı grup militanlarının yerleştirileceği yolunda propaganda yapıyorlar. Bu tarz yaklaşımlarla Batı ülkelerini ve Türkiye’nin laikliğe duyarlı kesimlerini yanlarına çekmek istiyorlarsa yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardır. Üstelik bu stratejiyle evdeki bulgurdan da olabilirler. Çünkü İslamcı bir gelenekten gelmesine rağmen yasal Kürt hareketi içinde de yer almış olan Altan Tan’ın birçok kez ustaca betimlediği gibi, Türkiye Kürtlerinde dindarlığın öne çıkmasıyla bu hareketin önde gelenlerinin ateizme yakın bir duruşta ısrar etmeleri arasında çok derin ve her an kopuşa yol açabilecek bir çelişki mevcuttur.
PKK tabanının dışına açılamıyorlar
- DTP’liler, HEP’le başlayıp bugün DTP ile süren yasal siyasi mücadele geleneğinin PKK kadar “yaşlı” olmadığını ve doğal olarak, PKK’nın yaratmış olduğu taban üzerinden siyaset yaptıklarını söylüyorlar. Yani kendilerini PKK’nın kitle tabanıyla sınırlıyorlar. Halbuki HEP’in kuruluşunda PKK ile, hatta Kürtlükle hiç ilişkisi olmayan bir dizi sol şahsiyet de yer almıştı. Ancak PKK ve lideri Abdullah Öcalan’ın, herkesi kendilerine tabi kılma politikaları nedeniyle bu partiler giderek çoraklaştı. Arada sırada, o da Öcalan’ın talimatlarıyla denenen “dışa açılma”, “Türkiye partisi olma” girişimleri hep fiyaskoyla sonuçlandı. DTP de bugüne kadar elinin altındaki taban dışına yönelme konusunda belirgin bir gayret göstermedi. Hatta İstanbul 2. Bölge’de Prof. Baskın Oran’ı desteklemeyip Doğan Erbaş’ın aday gösterilmesi, geride kalan son köprülerin de atılmasına yol açtı.
PKK’nın ipoteğinden kurtulmaya çalışmıyorlar
- DTP, PKK’nın tabanının ötesine gidemediği gibi, örgütün stratejilerinden bağımsız, hatta özerk politikalar da geliştiremiyor. Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Hasip Kaplan gibi, PKK ile mesafeli oldukları bilinen kişiler partiyi bağımsız bir rotaya çekebilme becerisi gösteremediler, bunu denedikleri zaman da duvara tosladılar. Örneğin partinin başına pek tanınmayan Nurettin Demirtaş getirildi. Eşbaşkan olarak da, yakın zamana kadar Öcalan’ın en güvendiği isimlerden olan, ancak yazıp söyledikleriyle “taban” ın tepkisini çektiği ileri sürülen Aysel Tuğluk’un yerine Emine Ayna’da karar kırıldı. Bir başka örnek de Sakık’ın “milli maçlara gideriz” sözlerine hemen İmralı’dan fırça gelmesidir.
Özet olarak söyleyecek olursak: DTP’liler, “PKK’nın tapulu arazisine gecekondu yapıyorlar” demesinler diye çırpınmaktan doğru dürüst adım atamıyor; kendi gerçek potansiyelini farkına varamıyor ve bunu hayata geçiremiyor. Sonuçta bindiği dalı kesiyor. Ve bunun da kimseye hayrı dokunmuyor.