Cengiz Çandar ile söyleşi: Ortadoğu’da bölgesel savaş kaçınılmaz mı?

06.08.2024 medyascope.tv

6 Ağustos 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ortadoğu’yu konuşuyoruz. Haniye’nin Tahran’da öldürülmesinden sonra İran’ın misillemesini bekliyoruz. Bölgesel bir savaş çıkar mı? Bütün bunları DEM Parti Diyarbakır Milletvekili gazeteci-yazar Cengiz Çandar’la konuşacağız. Cengiz Ağabey, merhaba.
Cengiz Çandar: Merhabalar. İyi yayınlar şimdiden.

Ruşen Çakır: Sağ ol. Olayın ilk başından îtibâren seninle birkaç yayın yaptık. Ama onların hepsi Hamas’la İsrail arasındaki çatışmayla ilgiliydi. Şimdi de tabiî ki İsrail’in Hamas’a yönelik bir sûikastı var, ama olay bayağı bir ciddî. Bu arada, Haniye sûikastının gölgesinde kaldı ama, İsrail’in Lübnan’da öldürdüğü Hizbullah komutanı Fuat Şükrü olayı da var. Kimileri Şükür diyor, kimileri Şükrü diyor. Hangisi doğrusu?
Çandar: “Şükrü” değil, “Şükr”.

Ruşen Çakır: Tamam, Fuat Şükr sûikastı da işi karıştırdı. Öncelikle şunu sorayım: İsrail bölgesel savaş istiyor gibi bir hava var, ama hakîkaten bölgesel savaş olur mu? Diğer taraflar buna teşne olur mu? Bir de tabiî ki küresel güçler buna izin verir mi ya da engelleyebilir mi?
Çandar: İsmail Haniye sûikastının hemen arkasından, “bölge çapında büyük savaş” sözleri ortaya çıkınca, bu konuya oldukça soğuk davrandım, bu ihtimâli gözetmedim. Bir hayli medyatik ve manşet üretmeye uygun, ama gerçeklere çok denk düşmeyen bir okuma olarak gördüm bunu. Onun sebebi de şu: “Bölgesel savaş” diye heyecan yaratan unsuru, konvansiyonel anlamda bir savaşı ifâde ediyor gibi algılıyorum ben. Yani 1967’de, 1970’te, 1973’te bölgede olduğu gibi, büyük orduların, devletlerin işin içine gireceği ya da 1. ve 2. Dünya Savaşı manzaralarını hatırlatacak çapta bir konvansiyonel savaş. O tür konvansiyonel anlamda bir savaş göremiyorum ben. Çünkü İran’la İsrail’in sınırları yok. Yani bu savaşın iki tarafı olabilecek iki devlet, iki hasım aktör sınırdaş değiller.
Peki bu nasıl olur? İran, geçtiğimiz Nisan ayında Şam’daki büyükelçiliğine yapılan İsrail saldırısında kaybettiği generallerine karşı misilleme olarak, büyük çapta bir drone yağmuru yağdırmak istedi İsrail’in üstüne. Fakat daha İsrail hava sâhasına gelmeden, İsrail’in meşhur “Demir Kubbe” denen hava savunma sistemiyle havada bloke edildi. Amerika da buna yardımcı oldu. Ya da ne olabilir? İran, misilleme olarak taktik bir nükleer savaşa girerse –ki İsrail de İran gibi bir nükleer güç–, bir nükleer savaş olabilir. Ama İran henüz nükleer silâh üretiminde bu seviyede değil. İkincisi, İran balistik füzeleri İsrail’in üzerine isâbetli bir şekilde gönderecek yetenekte de gözükmüyor. Peki o zaman nasıl olur bölgesel savaş? İran’ın vekâlet yoluyla İsrail’e karşı savaş yürüten unsurları, Hizbullah devreye girer. Hizbullah’ın, Güney Lübnan ve İsrail’in kuzeyini etkisi altına alan 100 bine yakın füzesi olduğu söyleniyor. Husiler Yemen’de Tel Aviv’e de füze gönderdiler. Babülmendep Boğazı’nda hareket edip, Süveyş’te uluslararası deniz trafiğini etkiliyorlar. Dolayısıyla, dünya ekonomik sistemine darbe vuracak etkide bulunuyorlar.
Tabiî bir de İran’ın önemli iki kozu var. Birisi, Irak ve İran’daki Şiî milis grupları. Rejim büyük ölçüde bunlara da dayanıyor. İran’ın düğmeye basıp bunları Irak’taki Amerikan üslerine sevk edebileceği söyleniyor. İkincisi de, çok kişi farkında değil belki ama, İran ciddî olarak Rusya’nın bıraktığı boşluğu ve Rusya’nın da hoşuna gitmeyecek şekilde doldurmuş durumda. İran’ın Hizbullah’la birlikte orada güçleri var. Hattâ İranlılar Suriye’nin bir bölümünde, “Suriye Hizbullahı” adı verilecek Afganlı, Yemenli, Pakistanlı birtakım Şiî unsurlardan oluşan önemli bir milis gücü kurdular. Suriye topraklarından İsrail’e karşı bunu harekete geçirebilirler. Bütün bunlar olabilir. Ama İran ve İsrail’in yüz yüze kalacağı, konvansiyonel anlamda taktik nükleerden düzenli orduların savaşına ya da hava çatışmalarını kapsayacak anlamda o boyutlarda bir bölgesel savaşın zemini yok. İran’ın bunu yürütme gücü olduğu da şüpheli.

Ruşen Çakır: İran’ın gücü meselesini biraz vurgulayalım. Peş peşe yaşanan birçok olay var. Meselâ İran’ın Kasım Süleymanî sûikastına İran’ın verdiği/veremediği cevap. Suriye’de, Şam’daki İran Büyükelçiliği’nin yanındaki başkonsolosluk binâsına yapılan saldırı. Çok alâkasız gibi gelebilir ama, İran Cumhurbaşkanı’nın ve Dışişleri Bakanı’nın helikopter kazâsında ölmeleri ve onların bedenlerine ulaşmakta bile zorluk çekilmesi. Son olarak da Tahran’da Devrim Muhafızları’nın koruması altındaki bir binâda, üst düzey bir misâfirin, İsmail Haniye’nin öldürülmesi. Bütün bunlar İran’a atfedilen “bölgesel güç”, “emperyal güç” ya da “imparatorluk vârisi” algısını aşağı çekti. Yani bu kadarı biraz fazla değil mi?
Çandar: Kesinlikle öyle. Kasım Süleymanî’den başlayalım. O, Trump’ın karârıydı. Kasım Süleymanî, Ortadoğu’da İran’ın dış politikasının taşıyıcı gücüydü ve Amerikalılar Kasım Süleymanî’yi imhâ etti Irak’ta. Bir şey de olmadı. Sonuçta, Süleymanî gibi, Ortadoğu’da İran’ın dış politika taşıyıcısı lokomotifinin ortadan kaldırılmasının yol açabileceği dramatik sonuçları, İran Amerika’ya ve İsrail’e karşı gösteremedi. İsmail Haniye’nin öldürülmesiyle sonuçlanan saldırı, söylediğin gibi Tahran’ın tam göbeğinde, Devrim Muhafızları’nın üst düzey konukları için misafirhâne olarak kullandığı bir merkezde gerçekleşti. Zamanlaması da çok ilginç. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın yemin töreninden saatler sonra ve İsmail Haniye’nin, Pezeşkiyan ve daha da önemlisi İran dinî lideri Ali Hamaney tarafından kabul edilmesinin birkaç saat sonrasında böyle bir saldırıya mâruz kalıyor. Bunun doğrudan okuması, İsmail Haniye’nin öldürülmesinden daha önemli olarak, İran’ın madara edilmesi hâdisesidir. Hem kendi nezdinde madara edilmiştir hem de müttefikleri nezdinde bir mesaj verilmiştir: İran’ın hasımları kimse –ki bu durumda İsrail’dir–, “Siz İran’ı bir şey zannetmeyin, işte İran bu kadardır. Biz gidip Tahran’ın göbeğinde vururuz” mesajıdır. Bu sûikastın perde arkası, planlaması çok da netleşmedi aslında. Yani içeriden İran vatandaşlarının da katkısıyla oluşmuş bir şey midir? Füze mi atıldı? Daha önce oraya bomba mı yerleştirilmişti? Bunlar çok net değil. Ama şu bir gerçek ki bu saldırının olduğu yer ve târih bir şey daha söylüyor: Hamaney’den İran’ın diğer yöneticilerine, Devrim Muhafızları’nın komutanlarına, liderlerine, hattâ yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’a –gerçi onun hedef olduğunu sanmıyorum– kadar herkes, her an terk-i diyar ettirilebilir. Yani bu kadar dramatik bir mesaj var. Dolayısıyla bu, İran üzerinden bölgesel politika denklemi kurmaya çalışan bütün unsurlara bir mesaj niteliği taşıyor ve senin de söylediğin gibi, İran’ın gücünün çok abartılmaması sonucunu kendiliğinden getiriyor.
Ama zâten İran, bugüne kadar konvansiyonel olarak bir varlık göstermekten ziyâde, nükleer silâh üretme kapasitesini zorlamak ve Ortadoğu’da vekâlet yoluyla, yani Irak’ta Şiî unsurlar, Lübnan’da Hizbullah, Suriye rejimiyle yakın ilişkileri üzerinden bir kurucu unsur değil. Biraz önce sen “emperyal güç” dedin ya? “İmparatorluk”, doğası îtibâriyle kuruculuk atfeden bir kavram. İran daha ziyade bir spoiler, yani bozucu bir unsur. İsrail’in önüne set çeken, İsrail politikalarına karşı koyan, Amerika Birleşik Devletleri’nin bölge nüfûzuna meydan okuyan, İngilizce tâbirle Axis of Resistance dedikleri bu “mukavemet mihveri”… Eskiden, bu tâbir İsrail’e karşı Irak ve Suriye gibi devletleri de içine alırdı. Şimdi o devletler artık bildiğimiz devlet statüsünden de çok uzaklaştılar. Kala kala İran ve onun bölgesel ve mezhebî anlamda doğal müttefiklerinin oluşturduğu milis güçleri oluyor.

Ruşen Çakır: Peki, biraz da İsmail Haniye’ye değinelim. Haniye’nin görüşmeleri yürüten kişi olduğu, Hamas içerisindeki en ılımlı isim olduğu söyleniyor. Bu suikastı, “Kim olursa olsun, İsrail’in hedefindedir” diye mi düşünmek lâzım, yoksa İsrail’in Haniye’ye yönelik böyle bir sûikast yapmasının altında nasıl bir stratejik hedefi olabilir?
Çandar: Bana göre Haniye İsrail’in bir numaralı hedefi olması gereken bir şahsiyet değildi. Tam da senin az önce gönderme yaptığın nedenlerden ötürü. Bir kere şöyle bir şey var: Hamas’ta ikinci kuşak liderler öne çıktı. Hamas’ın ilk kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, onun yerini aldıktan sonra sûikastla hayâtını kaybeden Abdülaziz el-Rantisi’den sonraki üçüncü isim Haniye’ydi. Hamas’ın kurucu kuşağı olarak düşünebiliriz. Gazze’de başbakanlık yaptı. Dışarıda hareket halinde olan, diplomatik alanda gözüken Hamas şahsiyeti Halid Meşal’dı. İsmail Haniye Gazze dışına çıkmak zorunda kaldı; ama çıkmasının sebebi, Hamas’ın yeni kuşak liderleri çok da İsmail Haniye liderliği altında bulunacak kişiler değildi ve Haniye gidip Katar’a yerleşti. Kısmen Türkiye’ye gelip gidiyordu. Katar’da karargâhını kurdu, Halid Meşal’in yerini aldı. Fakat Hamas’ın asıl iki önemli lideri var. Biri Muhammed Deif; çok yakın geçmişte bir İsrail saldırısında öldürüldüğü söyleniyor. Muhammed Deif kadar önemli isim olan ikinci isim de Yahya Sinvar. İsrail, Yahya Sinvar’ı Muhammed Deif’le birlikte 7 Ekim saldırısının sorumlusu olarak görüyor ve onu öldürmeden hiçbir şekilde ateşkese de niyet etmeyecek. Yani hem Hamas’ı ortaya kaldırmaya çalışıyor hem de bu amacıyla bağlantılı olarak Hamas liderlerini ortadan kaldırmaya çalışıyor. İsmail Haniye’nin öldürülmesini bu genel stratejik hedefi bağlamında anlayabiliriz. İsmail Haniye bir isim.
Fakat İsmail Haniye’nin öldürülmesinde asıl dramatik unsur, Haniye’nin önemli bir şahsiyet olarak ortadan kaldırılmasından ziyâde, az önce konuştuğumuz gibi, bunun Tahran’da gerçekleşmiş olması. Daha öne çıkması îcap eden taraf bu. İsrail için İsmail Haniye’den çok daha öncelikli olan iki isim Yahya Sinvar ve Muhammed Deif. Muhammed Deif 13 Temmuz’da saldırıda öldürüldüğünde Hamas’ın bunu kabullendiği henüz net değil. Ama Yasin Sinvar ve Muhammed Deif ortadan kaldırıldığı takdirde, İsrail, Halid Meşal ya da bizim bilmediğimiz ve dolaşıma girmemiş isimlerle idâre edebilir. Ama İsrail’in asıl stratejik hedefi, Hamas’ı bir daha ayağa kalkamayacak şekilde ezmek ve o çerçevede lider kadrosunu da imhâ etmek. İsmail Haniye hem bu amaca yöneldiği ve hem de ondan daha önemlisi, İran’ı bölge çapında aşağı çekmesi bakımından çok çarpıcıydı.

Ruşen Çakır: Olayın tırmanmaması için ABD’nin, özellikle Biden yönetiminin Netanyahu’yu Gazze’de ateşkese iknâ edeceği yorumları çok yapılıyor. Zâten bu ateşkes konusu artık yılan hikâyesinden de öte bir şey oldu, sürekli gündemde. Meselâ bir ateşkes îlânı İran'ı tam anlamıyla olmasa bile daha kısıtlı bir misilleme yapmaya sevk eder mi, yoksa İran için çok da önemli değil mi? Ateşkes formülü tansiyonu düşürmek için akılcı geliyor mu sana?
Çandar: Ateşkes, başta Amerika Birleşik Devletleri yönetimi olmak üzere çok geniş bir çevrenin isteği gerçekten. Çünkü İsrail’in Gazze saldırısının devam etmesi ve İsmail Haniye’nin öldürülmesi, İran’ı köşeye sıkıştırıp, hangi düzeyde olursa olsun gelecekte İran misillemelerine zemin hazırlar şekilde ve belirsiz bir geleceği, çözümün nerede nasıl olacağının ortaya bir türlü çıkamadığı bir halde devam etmesi, Amerika’yı büyük sıkıntıya sokuyor. Bir bakıma, Amerika’nın Ortadoğu’daki etkisini, ağırlığını yok etmeye doğru gidiyor. Amerika o yüzden ateşkesi istiyor; ama ateşkesle birlikte nihâî bir barış planı olması gerekiyor. Orada da eski İbrahim Anlaşmaları’na, yani İsrail’i rahatlatacak, sağlama alacak, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’le olan, Suudî Arabistan'ın da işin içine girmeye hazır olduğu, Mısır’ın da onayladığı bir bölge düzenini sağlamanın yollarını arıyorlar. Yani iki devlet çözümü nasıl olur? Filistin’in temsili kim tarafından nasıl olacak? Gazze’nin îmârı Birleşmiş Milletler gözetiminde Batı dünyasının işi mi olacak? Arap dünyasını bir kondominyum altına mı alınacak? Amerika bunları tasavvur etmek istiyor, ama İsrail hiç buna yanaşmıyor. İsrail’in buna yanaşmamasının net fotoğrafını Netanyahu’nun son yaptığı Washington seferi ve Kongre’de yaptığı konuşmada gördük. Netanyahu açıkça, “Ben de bu savaşın bitmesini istiyorum, ama bu savaş ben şartlarımı empoze ettiğim zaman ve benim tâyin ettiğim zamanda bitecek” dedi. Bunu söylediği zaman da İsrail’in bölgede alta düşmesine izin vermeyecek büyük güç olan Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu engelleyip, “Hayır, bir hafta içinde ateşkes. Katar’a git, İsmail Haniye de orada, zâten ateşkese de râzı.  Katar da aracılık yapıyor. Bunu kabul et” baskısını yapamayacağının farkındaydı Netanyahu. Nasıl farkındaydı? Bir kere İsrail’e açık çek veren koca bir Kongre topluluğu var. Hepimiz izledik. Demokratların içinde parmakla sayılacak unsurlar dışında, bütün Kongre, Cumhuriyetçiler tam kadro halinde, Demokratların da ezici çoğunluğu Netanyahu’yu ayakta alkışladılar. Knesset’te bu kadar rahat konuşma yapamazdı. 
Tabiî şu anda Amerika seçim döneminde. Ve adaylardan bir tânesi Trump. Bir de evinde ağırladı. Dolayısıyla Netanyahu, Amerika’nın kendisine muazzam bir manevra alanı sağladığı algısında. Onun için, Netanyahu, “İsrail’in Gazze’de giriştiği operasyonlar, Amerika’nın bölge politikasının bir meselesi. Ama İsrail açısından varoluşsal bir mesele. Aynı durumda değiliz” diyor ve İsrail nüfûsunun önemli bir kısmına da bunu böyle kabul ettiriyor. Buna varoluşsal mesele diye baktığı için de, az önce konuştuğumuz gibi, Yahya Sinvar başta olmak üzere Hamas liderlerinin neredeyse tümünün imhâsı ve Hamas’ın ortadan kaldırılmasını elde etmeden ateşkese yanaşacak gibi de gözükmüyor. Ateşkes için onu zorlayacak en önemli unsur ABD. O da, içinde bulunduğumuz konjonktür nedeniyle bu ağırlığı İsrail’in üstüne koyabilecek halde değil.
Son olarak, konuyla ilgili olduğu için şunu da söyleyeyim: İran’ın misilleme ihtimâli ortaya çıktığında –ki Amerika bu savaşın genişlemesini istemiyor, bunu biliyoruz–, İsrail’in varoluşsal bir durumda kalabileceği ihtimâli üzerine, derhal büyük çapta silâh yardımına tekrar başladı İsrail’e ve savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e göndereceğini ilan etti. Bu, İran’a karşı pozisyon almak demek. Dolayısıyla Netanyahu’nun eli, Amerika’nın nezdinde oldukça rahat gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Biraz da bize gelelim. Biliyorsun Cumhurbaşkanı Erdoğan, “’Biz Karabağ’a, Libya’ya nasıl girdiysek oraya da gireriz. Yeter ki birlik olalım” dedi. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra İsmail Haniye sûikastı oldu. Erdoğan’ın bu açıklamalarının ne anlama geldiği üzerine aslında çok da fazla bir tartışma yok. Bu, İsrail’e bir meydan okuyuştu. Erdoğan’ın yaptığı açıklama, duruşu, yüksek perdeden Haniye’ye ve Hamas’a sâhip çıkması devam ediyor. Ama Türkiye bir şey yapmıyor, yapamıyor sanki. Sen Erdoğan’ın o çıkışını duyduğun zaman ne düşündün?
Çandar: Ben o açıklamayı duyduğumda Meclis’teydim. Yakın dostum Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Namık Tan da tam o sıralarda “Mavi Masal” diye bir söz sarf edip ortalığı ayağa kaldırmıştı. Şimdi öyle bir karambol var ki Türkiye’de. Bir kere, bu Mavi Vatan konusunda, yok efendim, “Mavi Masal” dedi demedi diye, Hulusi Akar kalktı bir konuşma yaptı. “Bu, bizim denizlerdeki Mîsâk-ı Millî’mizdir” dedi. Mîsâk-ı Millî, 1920 yılında Meclis-i Mebûsan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edildi. Kaldı ki uygulanamadı. Bu Mavi Vatan doktrini, hangi Meclis karârı, hangi Milli Güvenlik Kurulu karârı, hangi bakanlık karârı? Yok böyle bir şey.
Şimdi dış politika öyle bir savrukluk hâlinde ki… bu konu konuşulduğu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan kalkıp, “Biz Karabağ’da, Libya’da yaptığımızı, İsrail’e de yaparız” dedi. Bunun ciddîye alınır bir taraf yok; ama bu ciddîye alınır olmamasının tartışmaya sokulması gerekiyor. Çünkü bu kabil lâflar, uluslararası ilişkiler sisteminde ve bölge politikası ve diplomasisinde Türkiye’nin bütün ağırlığını ortadan kaldırıyor. Bir de yeni bir şey öğrenmiş olduk: Biz Karabağ ve Libya’da ne yaptık? Biz Karabağ’da savaşmadık. Azerbaycan savaşıyor diye biliyorduk. Türkiye’nin Azerbaycan’a askerî destek verdiğini bilmiyoruz, ama biz Karabağ’da Türk Silâhlı Kuvvetleri olarak var mıydık? Cumhurbaşkanı’nın söyleminden bu çıkıyor. “Nasıl yani?” diye hemen ayağa kalkmamız lâzım.
Libya’da da danışman askerî katılım ve Türkiye’nin kontrolünde olan Suriye’deki bâzı milislerin Libya’daki taraflardan birinin lehine Trablus yönetimine destek olarak gönderilmesinin dışında, Libya’da biz ne yaptık? Askerî müdâhalede mi bulunduk? O da İngilizce tâbiriyle bir revelation hâlinde. Yeni şeyler öğreniyoruz. Bu meseleyi ciddî olarak görmek mümkün değil. Bir kere, Cumhurbaşkanı İsrail’e karşı, Karabağ’da ve Libya’da yapmış olmadığımız şeyi “yaparız” gibi bir açıklama yapıyor. Yani “Sana askerî müdâhalede bulunuruz” demek. Nasıl bulunacağız, nereden bulunacağız? Ben bu açıklamayı duyunca, Meclis’te Cumhuriyet Halk Partililere de, “Siz ana muhâlefet partisi olarak nasıl bulunacağımızı sorsanıza” dedim. Şâyet İsrail’e karadan bir müdâhalede bulunacaksak, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin bütün bir Ürdün ve Suriye topraklarını geçmesi lâzım. Böyle bir durum var mı, olabilir mi?
İkincisi, havadan müdâhale yapılacaksa nasıl yapılacak? F-16’ları mı göndereceğiz? İsrail’in Demir Kubbe hava savunma sistemini nasıl aşacağız? Yoksa bir dönem olduğu gibi Mavi Marmara gibi gemileri mi göndereceğiz? Bunlar ciddî şeyler değil. Ciddî olmadığı için de bu lâfların bir ağırlığı yok. Büyük lâflar ediliyor ama, İsrail, petrolünün hemen hemen tümünü Azerbaycan’dan alıyor ve o petrol Türkiye üzerinden gidiyor İsrail’e. Bu arada çok ilginç iddialar var ortada. Mersin limanından Yunanistan’a ve çeşitli yerlere, İsrail’in kullandığı kurşun geçirmez camlar gibi birtakım malzemelerin gönderildiği, AK Partili bâzı şahsiyetlerin bu şirketlerin sâhibi olduğu, bu malzemelerin Türkiye’den Yunanistan’a, oradan İsrail’e gittiği söyleniyor. Yani iktidârın unsurları İsrail’le ticârîilişkileri devam ettiriyorlar. Fakat Cumhurbaşkanı’nın dilinde müthiş şiddetli bir Netanyahu karşıtlığı ve İsrail düşmanlığı var ve bunu bütün bir topluma empoze etmek istiyorlar. Meselâ İsmail Haniye için Türkiye’de 1 günlük yas îlân edildi. Şimdi de 15 Ağustos’ta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, tâtili kesip Mahmut Abbas’ı dinlemek için olağanüstü toplanması söz konusu. Mahmut Abbas İsmail Haniye’nin cenâzesine bile gitmedi. Filistinliler arasında böyle durumlar da var. Yani bizim dış politikamız hangi ülkeler üzerine, hangi esaslara dayanıyor anlamıyorum.

Ruşen Çakır: Sen 15 Ağustos’ta Meclis’te olacak mısın?
Çandar: Tabiî olurum ben de, ama benim orada bulunmam bu politikanın isâbetli olduğu anlamına gelmiyor. Yani benim orada olmam…

Ruşen Çakır: Hayır, yani şunun için soruyorum. Senin de söylediğin gibi, Mahmut Abbas Haniye’nin cenâzesine de gitmedi. Bugün Abbas’ın yaptığı bir yorumu gördüm. Senin, benim yaptığımız analiz gibi. İsmail Haniye’nin neden hedef seçildiğini ele alırken dışarıdan birisiymiş gibi konuşuyor, sâhiplenerek yapmıyor. Aslında Meclis’te İsmail Haniye ve Mahmut Abbas’ın konuşacağı haberleri çıkmıştı. Şimdi sâdece Mahmut Abbas gelecek. Ama onun da artık Filistin’de bir gücü yok herhalde, değil mi?
Çandar: Sözde Batı Şerıa’yı Filistin yönetimi yönetiyor, ama Mahmut Abbas’ın Filistin halkındaki îtibârı sıfırın altında. O yönetim, yolsuzluklarla beceriksizliklerle ve hattâ İsrail’le dolaylı işbirlikçilik yapmakla suçlanan bir yönetim. Mahmut Abbas 87 yaşına geldi. Artık bir enerji de gösteremiyor. Bir de, Gazze’de 2006’da seçimler olduktan sonra İsmail Haniye başbakan oldu ve El Fetih’i oradan çıkarttı. Mahmut Abbas’ın temsil ettiği, başında bulunduğu El Fetih’le, İsmail Haniye’nin Hamas’ı arasında bir şekilde bir kan dâvâsı vardı Gazze’de. Belki çok ağır bir lâf olacak ama, İsmail Haniye’nin denklem dışı kalmasının, öldürülmesiyle sahneden yok olmasının, Mahmut Abbas’ı çok derinden üzdüğünden emin değilim. Yanılıyor olabilirim tabiî.
Şimdi 15 Ağustos’ta Mahmut Abbas TBMM’ye gelecek. Evet, biz Filistin yönetimini tanıyoruz, fakat aynı zamanda, Hamas’ı da Kuvâ-yi Milliye ile eşdeğerde tanımlayan bir iktidar var Türkiye’de. Bizdeki Kuvâ-yi Milliye’nin, iktidârımız nezdinde Filistin’deki yansıması olan Hamas’la, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olağanüstü toplanmasına vesîle olacak olan Mahmut Abbas’ın bulunduğu Filistin yönetimi, birbirine zıt güçler. Bizim politikamız nedir? Bunları uzlaştırmak, barıştırmak konusunda bir girişim mi izlenecek bundan sonra? Bilmiyorum. Bu konularda hiçbir bilgiye sâhip değiliz.
O yüzden ben Türkiye’nin bölge politikasını biraz başı kesilmiş tavuk gibi görüyorum. Bir oraya savruluyor bir buraya. Daha geçen gün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Mısır’daydı. Şimdi Sisi’nin Türkiye’ye gelmesi için girişimler var. Bir yandan, Başar Esad’la bir araya gelmek için Ruslarla neredeyse yalvar yakar olacağız. 15 Temmuz’un arkasındaki güç olarak îlân edilmiş olan Birleşik Arap Emirlikleri ile şimdi aramızdan su sızmıyor. Suudî Arabistan’dan finans desteği almaya kalkıyoruz. Katar’la başka hesaplar içindeyiz. Sonuçta baktığınız zaman, 780 bin km²’lik ve 85 milyonluk Osmanlı İmparatorluğu mirasçısı koca Türkiye’nin, şu anda Ortadoğu politikasında –ki aynı zamanda NATO üyesi bu Türkiye– İsrail üzerinde de İsrail’e karşıt güçler üzerinde de hiçbir nüfûzu olmadığını görüyoruz açıkçası.

Ruşen Çakır: Evet Cengiz Çandar, burada noktayı koyalım. Belli ki daha çok şeyler olacak, bakalım işler nasıl gelişecek. Sen zâten bölgesel eski tip bir savaş olmasının mümkün olmadığını söyledin, ama İran bir şeyler yapacak belli ki. Onun üzerine de herhalde bayağı konuşmamız gerekecek. Beklemeye devam edelim. Çok teşekkürler Cengiz Çandar.
Ortadoğu'da neler olabileceğini DEM Parti Diyarbakır Milletvekili ve gazeteci-yazar Cengiz Çandar’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
02.01.2025 Mümtaz'er Türköne ile söyleşi: "Bu sürecin en büyük kaybedeni AK Parti ve Erdoğan olur"
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
27.12.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (247): Asgarî ücret ve CHP’nin tavrı, Suriye’de Türkiye damgası, Gelecek ve DEVA’dan istifâlar
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı